ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Turkish Bulletin of Hygiene and Experimental Biology - Turk Hij Den Biyol Derg: 66 (3)
Volume: 66  Issue: 3 - 2009
RESEARCH ARTICLE
1.Macrolide - Lincosamide - Streptogramin B (MLSB) Resistance and Fusidic Acid Susceptibility of Methicillin Resistant Staphylococcus aureus (MRSA) Strains Isolated from Clinical Samples
Bedia Mert Dinç, Nihal Karabiber, Ebru Aykut Arca
Pages 89 - 94
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı hastanemizde 2006-2009 yılları arasında klinik örneklerden izole edilen 211 MRSA izolatında Makrolid-Linkozamid-Streptogramin B (MLSB) direnci ve fusidik aside duyarlılığın araştırılmasıdır.
YÖNTEMLER: Laboratuvarımızda tanımlanan MRSA izolatlarında MLSB direnci CLSI kriterlerine uygun olarak eritromisin (2μg, BBL) ve klindamisin (15μg, BBL) diskleri kullanılarak ‘D-Test’ ile, fusidik asit (10μg, OXOID) duyarlılığı ise disk difüzyon yöntemi ile belirlenmiş ve Fransa Mikrobiyoloji Cemiyeti Antibiyogram Komitesi’nin belirlediği kriterlere göre yorumlanmıştır.
BULGULAR: İncelenen 211 MRSA izolatının 177 (% 83,9)’sinde indüklenebilir MLSB direnci, 34 (16,1)’ünde yapısal MLSB direnci tespit edilmiştir. İncelenen suşların 208 (%98,6)’i fusidik aside duyarlı, üçü (%1,4) ise dirençli bulunmuştur.
SONUÇ: MRSA izolatlarında MLSB direncinin tanımlanması tedaviyi yönlendirmede çok önemlidir. MRSA enfeksiyonlarında duyarlılık oranının oldukça yüksek olmasından dolayı, fusidik asit günümüzde de tedavide geçerliliğini koruyan bir ilaçtır.
OBJECTIVE: The aim of this study was to investigate the Macrolide-lincosamide-streptogramin B (MLSB) resistance and fusidic acid susceptibility of 211 MRSA strains isolated from clinical samples between 2006-2009 in our hospital.
METHODS: MLSB resistance of isolates of MRSA identified in our laboratory was investigated with D-test by using erythromycin (2μg, BBL) and clindamycin (15μg, BBL) discs by disc diffusion method according to CLSI criteria and fusidic acid (10μg, OXOID) suspectibility was investigated by disc diffusion method and interpreted according to the criteria of French Microbiology-Antibiogram Committee.
RESULTS: Inducible MLSB resistance and constitutive MLSB resistance were detected in 177 (83,9 %) and in 34 (16,1 %) of the 211 verified MRSA isolates, respectively. Of 208 (98,6 %) isolates which have been studied were susceptible and 3 (1,4 %) were resistant to fusidic acid.
CONCLUSION: It is very imporatant to determine of MLSB resistance in MRSA strains for the management of the treatment.Due to high susceptibility of MRSA strains, fusidic acid still remains a good alternative in treatment of MRSA infections.

2.Screening of Bartonella vinsoni subsp. berkhoffi in Sheltered Dogs in İstanbul by Blood Culture
Bekir Çelebi, Lora Koenhemsi, Aysegül Taylan Özkan, Remzi Gönül, Erman Or
Pages 95 - 99
AMAÇ: Bartonella vinsoni subsp. berkhoffii zoonotik potansiyele sahip olup, köpeklerde endokardit başta olmak üzere çeşitli semptomlara yol açmaktadır. Bu çalışma, İstanbul’daki barınak köpeklerinde B. vinsoni subsp. berkhoffii’nin varlığının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEMLER: Üç farklı köpek barınağındaki 100 köpekten alınan kan örnekleri, tavşan kanlı beyin kalp infüzyon agara inokule edilerek mikroaerofilik ortamda inkübe edilmiştir.Kültürdeki üremeler, üreme zamanı, koloni morfolojisi ve biyokimyasal özelliklerine göre
değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Alınan 100 kan örneğinin 31’inin kan kültürü kontaminasyona bağlı olarak
değerlendirilememiştir. Değerlendirmeye alınan 69 örnekte ise Bartonella spp. üremesi
gözlenmemiştir.
SONUÇ: Bu çalışmada İstanbul’daki barınak köpeklerinde B. vinsoni subsp. berkhoffii’nin varlığı belirlenememesine karşın bakterinin zoonotik potansiyeli nedeniyle daha ileri incelemeler yapılması gerektiği düşünülmektedir.
OBJECTIVE: Bartonella vinsoni subsp. berkhoffii which has zoonotic character may cause mainly endocarditis and other symptoms in dogs. This study was conducted to determine the existence of B.vinsonii subsp. berkhoffii in dogs living in the shelters of İstanbul city.
METHODS: Blood samples taken from 100 dogs in three different shelters were inoculated on brain heart infusion agar (BHI) enriched with 5% rabbit blood plate and were incubated inmicroaerophilic environment. Bacteria growth was assessed according to growth time, colony morphology and biochemical characteristics.
RESULTS: Thirty one of the 100 blood culture sample taken cannot be evaluated because of the contamination. Bartonella spp. was unabled to generate at 69 samples which were taken for assessment.
CONCLUSION: In this study, although the presence of B. vinsoni subsp. berkhoffii could not be determined in sheltered dogs of İstanbul, because of zoonotic potential of bacteria, further investigations are needed.

3.The Seroprevalence of HBV, HCV and HIV in the Municipal Sanitary Workers in Sivas / Turkey
Ahmet Alim, Müge Oğuzkaya Artan, Ahmet D. Ataş, Turabi Güneş, Mehmet Ataş
Pages 101 - 105
AMAÇ: Hepatit B (HBV), Hepatit C (HCV) ve Human Immunodeficiency Virus (HIV) kan yoluyla en fazla geçiş gösteren virüslerdir. Bunların prevalansı çeşitli coğrafya ve toplumlarda değişiklik göstermektedir. Çalışmada, Sivas Belediyesinin temizlik işlerini yapan 129 temizlik işçisinin kan yoluyla geçebilen viral hastalıklar açısından risk grubu olduğu düşünülerek HBV, HCV ve HIV seroprevalansının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Kan örnekleri Sivas Halk Sağlığı Laboratuvarında analize alınmıştır. Serum örneklerinde Mikropartikül Enzyme Immunoassay (Abbott AxSYM) ile HBsAg, anti HBs, anti HCV ve anti HIV araştırılmıştır.
BULGULAR: Yapılan değerlendirmede, HBsAg 5 kişide (%3,87) ve anti-HBs 45 kişide (%34,88) seropozitif bulunmuştur. Sadece bir kişide (%0,77) anti-HCV seropozitifliğine rastlanırken HIV seropozitifliğine rastlanmamıştır.
SONUÇ: Bu sonuçlar, temizlik işçilerinin HBV, HCV ve HIV enfeksiyonları yönünden mesleki risk altında olmadığını göstermektedir. Temizlik işçilerine, hizmet içi eğitim başlığı altında bulaşıcı hastalıklar konusunda eğitim verilmesinin yararlı olacağı düşünülmüş ve hepatit B için aşılanmışlardır.
OBJECTIVE: The most common blood-transmitted viruses are hepatitis B virus (HBV), hepatitis C virus (HCV) and human immunodeficiency virus (HIV). The prevalence of these viruses varies by nationality and geography. At the study, it was considered that the 129 sanitary workers of Sivas municipality are risk group for the diseases of blood-transmitted viruses and was aimed to determine the HBV, HCV and HIV seroprevalence.
METHODS: Blood samples were analyzed in the Sivas Public Health Laboratory. It were studied HBsAg, anti-HBs, anti HCV and anti HIV by Microparticle Enzyme Immunoassay (Abbott AxSYM) in sera samples.
RESULTS: It was found that HBsAg was positive in 5 (3.87℅) and anti-HBs was in 45 (34.88%) individuals. While only one individual was determined as seropositive for anti HCV (0.77%), no one was found to be seropositive for HIV.
CONCLUSION: These results suggests that the cleaning workers are not exposed to risk to HBV, HCV and HIV infections occupationally. It was thought that it would be useful to train cleaning workers in the name of in-service training and they were vaccinated against hepatitis B.

4.Investigation on the Knowledge and Behaviors of Young Individuals (ages 14-24) about Food Hygiene and Packaged Food Consumption
Gamze Alpuğuz, Figen Erkoç, Bülent Mutluer, Meryem Selvi
Pages 107 - 115
AMAÇ: Bu çalışma ortaöğretim ve üniversite öğrencilerinin güvenli gıda satın alma ve tüketme davranışlarının incelenmesi amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEMLER: Araştırmada, rastgele örneklem yöntemiyle seçilmiş 478 ortaöğretim ve üniversite öğrencisi üzerinde anket uygulanmıştır.
BULGULAR: Araştırma sonucunda; erkek öğrencilerin kız öğrencilere göre okul kantininden ambalajsız gıdaları daha fazla tercih ettikleri tespit edilmiştir (p<0.05). Kız öğrencilerin erkek öğrencilere kıyasla etiket bilgilerini daha çok okudukları görülmüştür (p<0.05). Öğrencilerin ambalajlı gıdaları satın alırken en çok dikkat ettikleri hususların başında; son kullanma tarihi, ambalajın açık olup olmadığı ve markanın geldiği görülmüştür. Gençlerin yaklaşık yarısının (%48.7), ambalajlı gıdaları satın alırken etiket bilgilerini okumadıkları saptanmıştır.
SONUÇ: Kız öğrencilerin erkek öğrencilere göre ambalajlı ürünleri satın alırken daha dikkatli davrandıkları ancak gıda hijyenine yeteri kadar önem vermedikleri görülmüştür. Güvenli gıdalar tüketerek toplum sağlığının korunması ve özellikle de gıda kaynaklı hastalıkların önlenmesi bakımından orta öğretim ve üniversite öğrencilerine gıda hijyeni eğitimi verilmesinin gerekli olduğu düşünülmektedir.
OBJECTIVE: This study was undertaken to investigate the safe food purchase and consumption behaviors of university and secondary school students
METHODS: In the present research, a questionnaire was applied on 478 randomly selected university and secondary students.
RESULTS: It was determined that male students prefer unpackaged food sold at the school canteen more than females (p<0.05).It was determined that female students read label instructions more than male students (p<0.05). The most important factors that the students were concerned when buying the packaged food was whether the package had been opened or not, expiration date and the brand. It was found that almost half of the young individuals (%48.7) who buy packaged food do not read the label instructions.
CONCLUSION: It was found that female students were more careful than the male students while buying the packaged food, however they did not pay enough attention to food hygiene. It was also emerged that it is necessary to educate secondary and university students on food hygiene to protect public health by consuming safe foods and especially to prevent foodborne diseases.

5.In-vitro Antibotic Susceptibility of Enterococcus faecalis and Enterococcus faecium Strains Isolated from Various Clinical Samples
Bedia Mert Dinç, Ebru Aykut Arca, Serap Yağcı, Nihal Karabiber
Pages 117 - 121
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 2006 ve 2007 yıllarında servis ve yoğun bakım ünitelerinde yatan hastaların kan, steril vücut sıvısı, idrar ve yara sürüntüsü gibi çeşitli klinik örneklerinden izole edilen enterokok
suşları arasından random usulü seçilen 100 adet enterokok suşunun antibiyotik duyarlılığının değerlendirilmesidir.
YÖNTEMLER: Enterokok suşlarının identifikasyonu, ampisilin, vankomisin, teikoplanin duyarlılıkları ve yüksek düzey aminoglikozid dirençleri (YDAD) Microscan walk away 96 SI(Dade Behring) otomatize sistem ile belirlenmiş, linezolid duyarlılığı ise üretici firmanın önerileri doğrultusunda E -Test ( AB-Biodisk) ile araştırılmıştır.
BULGULAR: Değerlendirmeye alınan 100 suştan 65’i Enterococcus faecium, 35’i Enterococcus faecalis olarak tanımlanmıştır. Bu 100 suşun tümü vankomisin, teikoplanin ve linezolide duyarlı bulunurken, ampisilin duyarlılığı E. faecium ve E. faecalis suşlarında sırasıyla % 11 (7/65) ve % 97 ( 34/35) bulunmuştur. Yüksek düzey gentamisin ve streptomisin direnci, E. faecium suşlarında sırasıyla % 52 (34/65) ve % 62 (40/65), E. faecalis suşlarında ise sırasıyla %14 (5/35) ve %11 (4/35) bulunmuştur.
SONUÇ: Sonuç olarak hastanemizde izole edilen E. faecalis izolatlarının % 97 gibi büyük bir oranı ampisiline duyarlı iken, E. faecium izolatlarının sadece % 11’i ampisiline duyarlı bulunmuştur. Her iki türde de vankomisin, teikoplanin ve linezolide dirençli bir suşa rastlanmamış olması tedavi alternatifi olmaları açısından umut vericidir. Yüksek düzeyde aminoglikozid direnci (YDAD) oranlarının ampisilin direncinde olduğu gibi, E. faecium suşlarında E. faecalis suşlarına göre çok daha fazla olduğu görülmüştür.
OBJECTIVE: The aim of this study was to evaluate the in-vitro antimicrobial susceptibility of a hundred Enterococcus faecalis and Enterococcus faecium strains isolated randomly from various clinical samples such as blood, sterile body fluid, urine and wound swabs of in-patiens from various clinics and Intensive Care Units of Türkiye Yüksek Ihtisas Traning and Research Hospital between 2006-2007.
METHODS: The identification and antibiotic susceptibilities of Enterococcus strains against ampicillin, vancomycin, teicoplanin and High Level Aminoglycoside Resistance were determined by Microscan-Walkaway 96 SI automatized system (Dade Behring) and Linezolid susceptibility was investigated by E-test (AB Biodisk) according to the instructions of the manufacturer.
RESULTS: Of the 100 Enterococcus strains evaluated, 65 were identified as Enterococcus faecium and 35 as Enterococcus faecalis. While all of 100 strains tested were found susceptible to teicoplanin, vancomycin and linezolid, ampicillin susceptibility was found 11 % (7/65) and 97 % (34/35) in E.faecium and E.faecalis strains, respectively. High-level resistanceratios to gentamicin and streptomycin of E.faecium and E.faecalis strains were determined as 52 % (34/65) and 62 % (40/65); 14 % (5/35) and 11 % ( 4/35), respectively.
CONCLUSION: In conclusion, high proportion of E. faecalis strains as 97 % were susceptible toampicillin, only 11 % of E. faecium strains were susceptible to ampicillin isolated at the hospital. It is encouraging as an alternative treatment that no resistance was found in both of the strains to teicoplanin, vancomycin or linezolid. High level aminoglycoside resistance rates were detected with higher frequency in E.faecium isolates than E.faecalis isolates as found in ampicillin resistance.

REVIEW
6.Needs for National External Quality Program and Conditions of the Country
Müjdat Aytekin, Esmeray Alacadağlı, Lütfi Akın, Ayşegül Taylan Özkan, David W. Seccombe
Pages 123 - 131
Tıbbi laboratuvarlar her sağlık sisteminde bilgi akışının tam merkezinde yer alırlar. Klinisyenler tanı ve tedavilerini rutinde yaptıkları analizlerin sonuçlarına dayandırırlar. Bu analizler klinik kararları %75 oranında etkilerler. İdeal şartlarda, nerede yapıldığına bağlı olmaksızın, test sonuçlarının tüm ülkede tutarlı, doğru ve güvenilir olmasını ulusal düzeyde sağlayan ve bunu izleyen bir sisteme sahip olunması arzu edilmektedir. Diğer ülkelerden elde edilen deneyimler herhangi bir düzene tabi olmayan laboratuvarların, tipik olarak kendilerince birtakım prosedürler/protokoller uyguladıklarını ve ürettikleri test sonuçlarının da sıklıkla standartların altında ve yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. Bu şartlar altında test protokolleri laboratuvardan laboratuvara önemli derecede değişmektedir. Bu laboratuvarlar yakından incelendiğinde de ISO 9000-2000; ISO 15189 gibi uluslararası tanınmış süreç yönetimi standartlarına ve tıbben uygun analitik performans standartlarına göre belirgin bir şekilde eksik oldukları görülmektedir. Ulusal ve/veya uluslararası yeterlilik testleri ve laboratuvarlar arası karşılaştırma; klinik laboratuvarların kalite kontrolünün en önemli bileşenlerinden olup akredite olmayı hedefleyen laboratuvarlar için temel kalite araçlarındandır. Türkiye’deki klinik laboratuvarlar 992 No’lu Kanun olarak bilinen 1927’de yasalaşmış mevzuata göre değerlendirilmektedir. Ülkemizdeki sağlık sisteminde tıbbi laboratuvarlar tarafından sağlanan analizlerin kalitesini izleyen ve güvence altına alan ulusal bir sistem bulunmamaktadır. Bu derlemede Türkiye’de ulusal bir dış kalite kontrol programı kurulmasının gerekliliği ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı’nın bu oluşuma adres olup olamayacağı tartışılmıştır.
Medical laboratories are at the hub of the information flow within any health care system. Physicians make diagnosis and management depend on the test results generated routinely. These analyses trigger clinical decisions at a rate of 75%. At ideal conditions, it would be desirable to have a system that monitors and ensures at a national level that all test results within a country are accurate, consistent and reliable regardless of wherever analyses are performed. Experience from other countries has revealed that unregulated medical laboratories typically operate with a series of in-house procedures/protocols and the test results they produce are often sub-standard and inaccurate. Under such circumstances, the testing protocols vary significantly from laboratory to laboratory.
When these laboratories were investigated closely, it can be seen that they are noticeably deficient if they compared to internationally recognized process management standards such as ISO 9000-2000; ISO 15189 and to medically relevant analytical performance standards. Proficiency Tests (PT) and Inter-Laboratory Comparison (ILC) are the most important components of quality control in clinical laboratories. National and/or international PT and ILC programs are the major tools for the laboratories aiming to be accredited. The clinical laboratories in Turkey are assessed under the legislation accepted by 1927 which is known the law 992. The health care system in our country does not have a national system for monitoring and ensuring the quality of analyses that is being provided by the medical laboratories. In this review, it was weighed weather a national external quality control program is needed in Turkey and Refik Saydam National Public Health Agency would be the right address for this program to be set up.

7.Adverse Effects of Herbal Medicines and Products
Solmaz Erdem, Pınar Ata Eren
Pages 133 - 141
Son yıllarda çok sayıda kişi koruyucu ya da tedavi edici amaçlarla çeşitli bitki ve bitkisel ürünleri kullanmaktadır. Medyada yer alan eksik bilgilendirme, doğal olan her şeyin zararsız olduğu şeklinde yaygın bir inanışa yol açmaktadır. Halbuki “doğal olan her şey yararlıdır” düşüncesi yanlıştır. Bitkilerin içerdiği yüzlerce çeşit bileşene bağlı olarak beklenmedik yan etkiler gelişebilir. Bunun yanı sıra bazıları toksisite gösterebilir ya da alınan diğer ilaçlarla etkileşime girerek kişinin rahatsızlığının artmasına neden olabilirler. Bitkilerle tedavide görülebilecek yan etkilerin sağlık çalışanları ve tüketiciler tarafından bilinmesi gerekmektedir. Bu nedenle bu konudaki bilimsel çalışmalar arttırılmalı ve gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Recently, many people have used various herbs and herbal products with the aim of protection from diseases or for curing them. The inaccurate information given by the media leads to a common belief that everything which is natural is harmless. Nevertheless, the idea of ‘everything is beneficial if it is natural’ is wrong. Depending on hundreds kinds of components which plants contain, there might be unexpected adverse effects. Besides, some plants could show high toxicity, or they may interact with the other medications and cause the condition of the individual to get worse. These should be known by health workers and consumers. Therefore, more scientific studies on this subject must be conducted and legal arrangements should be done.

LookUs & Online Makale