ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Turkish Bulletin of Hygiene and Experimental Biology - Turk Hij Den Biyol Derg: 68 (1)
Volume: 68  Issue: 1 - 2011
FULL JOURNAL
1.2011-1 Full Printed Journal

Pages 0 - 58
Abstract |Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
2.Evaluation of Rapid Plasma Reagin (RPR) and Treponema pallidum Hemagglutination Assay (TPHA) test results, which used in diagnosis of syphilis infections between 2005 - 2010
Tevhide Ziver, Pelin Yüksel, Zeynep Güngördü, Sena İzmirli, Deniz Gözde Çelik, Ali Abdelkareem, Suat Sarıbaş, Hakan Yakar, Mustafa Aslan, Bekir Sami Kocazeybek
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.88700  Pages 1 - 7
AMAÇ: Sifiliz semptomatik ve asemptomatik evreleri ile yıllarca süren, kronikleşme eğilimi ile birlikte sistemik özellik gösteren enfeksiyöz bir hastalıktır. Bu çalışmada; klinik sifiliz şüpheli, kan donörü ve ameliyat öncesi tarama testi yaptırmak amacıyla İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Seroloji/ELISA laboratuarına başvuran olguların serumlarında yapılan RPR ve TPHA test sonuçlarının dağılımı ve bu sonuçların demografik verirlerle ilişkisinin retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Klinik olarak sifiliz şüpheli 1.366 olgu ile kan donörü olan veya ameliyat öncesi tarama testi yapılan 68.704 olgu çalışmaya alınmıştır. Bu olguların yaşları 0-82 arasında olup, yaş ortalamaları 47 olarak saptanmıştır. Klinik yada latent sifilizin in vitro serolojik tanısına yönelik olarak nontreponemal yöntemlerden RPR, treponemal yöntemlerden TPHA testleri kullanılmıştır. TPHA testinde 1/80 ve üzeri dilüsyonda saptanan pozitiflik anlamlı olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Klinik sifiliz şüpheli 1.366 olgunun 56 (% 4,09)’sında RPR testi pozitif, TPHA testi negatif; 72 (% 5,27)’sinde RPR testi negatif, TPHA testi pozitif; 243 (% 17,78)’ünde hem RPR hem de TPHA testi pozitif bulunmuştur. Kan donörü ve ameliyat öncesi tarama test istemi yapılan 68.704 olgunun 276 (% 0,4)’sında RPR testi pozitif olarak belirlenmiştir. Doğrulama amacıyla yapılan TPHA testi ile bu grubun 229 (% 0,3)’unun pozitif olduğu saptanmıştır. Cinsiyet, yaş grupları ve yıllara göre saptanan pozitifliklerde istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır.
SONUÇ: Sonuçlarımız doğrultusunda sifiliz enfeksiyonunun artışı, riskli cinsel yaşam eğiliminin giderek fazlalaştığını düşündürmekte ve cinsel temasla bulaşan hastalıklara karşı koruyucu önlemlerin kullanılmasının insan sağlığı için son derece önemli olduğunu bir kez daha vurgulamaktadır.
OBJECTIVE: Syphilis is a systemic infectious disease, which has a tendency to become chronic and can last or years with symptomatic and asymptomatic periods. In this study, we aimed to evaluate the RPR and TPHA test results retrospectively in relation of these tests with demographic data. Serum samples derived from potential blood donors or patients during pre-operation routine testing were examined for syphilis. The examinations took place in the Serology/ELISA Laboratory, Department of Microbiology and Clinical Microbiology, Cerrahpasa Medical Faculty, Istanbul University.
METHODS: Clinically suspected 1.366 cases with syphilis and 68.704 cases from prospective blood donors or pre-operation blood examination were included to the study. The age of the patients was between 0-82 years and average age was 47. For the in vitro diagnosis of latent or clinical syphilis, serological methods were performed; RPR was the non-treponemal and TPHA the treponemal test. Positivity at 1/80 dilution and more was evaluated as meaningful.
RESULTS: Of the 1.366 suspected cases of clinical syphilis, 56 (4.09 %) patients tested positive for RPR and negative for TPHA test; 72 (5.27 %) cases tested negative for RPR and positive for TPHA; in 243 (17.78 %) of the cases, both the RPR and the TPHA tests were positive. It was determined that 276 (0.4 %) of the 68,704 patients who donated blood or needed prompt pre-operative screening tests were positive for the RPR test. 229 (0.3 %) of these patients were positive for TPHA test that was performed for verification. There were no statistically significant differences between gender, age groups and positivity found according to the years.
CONCLUSION: Our results are in line with an increase in syphilis infections. This points to an increasing trend in risky sexual behaviour and emphasizes that it is extremely important for human health to take preventive measures against sexually transmitted diseases.

3.Evaluation of the results of acute viral gastroenteritis data in Refik Saydam National Public Health Agency, Virology Reference and Research Laboratory in 2009
Nurhan Albayrak, Dilek Yağcı Çağlayık, Ayşe Başak Altaş, Gülay Korukluoğlu, Mustafa Ertek
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.64326  Pages 9 - 15
AMAÇ: Norovirüs, rotavirüs, adenovirüs ve astrovirüs; akut gastroenteritlerin en sık bakteriyel olmayan etkenlerindendir. Bu viral gastroenterit etkenlerinin Türkiye’deki insidansı bilinmemektedir. Bu çalışmada; Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı (RSHMB), Salgın Hastalıklar Araştırma Müdürlüğü (SHAM), Viroloji Referans ve Araştırma Laboratuvarı’nda 2009 yılında akut gastroenterit nedeniyle incelenen örneklerin viral etkenler açısından dağılımının irdelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: RSHMB, SHAM, Viroloji Referans ve Araştırma Laboratuvarı’na 2009 yılı içerisinde 11 ayrı ilimizden toplam 147 dışkı örneği gönderilmiştir. Örnekler; yılın farklı dönemlerinde akut gastroenterit nedeniyle başvuran hastalardan hastalık ile ilgili bulguları olan vakalardan il sağlık müdürlükleri aracılığı ile toplanmış ve laboratuvarımıza gönderilmiştir. Örnekler laboratuarda ticari multipleks real time PCR kiti ile norovirüs Genotip I, norovirüs Genotip II, rotavirüs, adenovirüs ve astrovirüs açısından incelenmiştir.
BULGULAR: 65 (% 44,2) örnek en az bir viral etken açısından, 10 (% 6,8) örnek ise birden fazla viral etken açısından pozitif olarak tespit edilmiştir. Bir yıllık süreç içerisinde, araştırılan viral gastroenterit etkenlerindennorovirüs (özellikle genotip II) en sık olarak tespit edilen etken olmuştur. Rotavirüs enfeksiyonları norovirüs enfeksiyonlarından sonra ise ikinci sıklıkta görülmüştür. Adenovirüs enfeksiyonları laboratuvarımızda incelenen ve en az sıklıkta rastlanan viral gastroenterit etkeni olmuştur.
SONUÇ: Bu çalışma sonucunda, laboratuarımızda incelenen örnekler içerisinde norovirüs Genotip II’nin diyarenin yaygın etkenlerinden olduğu ve yılın her döneminde tespit edilebildiği görülmüş olup çalışılan tüm bu viral etkenlerin her sezonda görülebileceği belirlenmiştir. Sonuç olarak; akut gastroenteritlere azımsanmayacak sıklıkta viral etkenlerin de neden olabileceği ayrıca koenfeksiyon şeklinde karşımıza çıkabileceğinin akıldan çıkarılmaması gereken bir husus olduğu ortaya konulmuştur.
OBJECTIVE: Norovirus, Rotavirus, Adenovirus and Astrovirus are responsible for most non-bacterial acute gastroenteritis. The incidence of these viral agents in Turkey is not well known. In this study, it was aimed to document the viral etiology of the stool samples which were send to Refik Saydam National Public Health Agency (RSNPHA), Virology Reference and Research Laboratory for investigation of viral acute gastroenteritis agents.
METHODS: A total of 147 stool samples from 11 different provinces were send to the Virology Laboratory for Reference and Research of RSNPHA in 2009. Samples were collected from patients admitted because of acute gastroenteritis and from the cases with the signs of illness at different times of the year and sent by the Provincial Health Directorates to our laboratory. The samples were examined in the laboratory using the commercial multiplex real-time PCR kit for norovirus genotype I, norovirus genotype II, rotavirus, adenovirus and astrovirus.
RESULTS: 65 (44.2 %) samples were found to be positive at least for one viral agent and 10 (6.8 %) samples for more than one viral agent. Norovirus (particularly genotype II) infections were detected as the most prevalent viral agent in acute gastroenteritis patients in this period. Rotavirus infections were determined as the second most common infection after norovirus infections. Adenovirus infections have been found to be the least prevalent agent in the laboratory.
CONCLUSION: Results of this study showed that norovirus genotype II has been more commonly responsible for acute diarrhea than the other viral pathogens. The viral agents we have studied should be considered as pathogens that can be seen in all seasons. Viral factors should not be underestimated as the cause of acute gastroenteritis; additionally it should be noted that acute gastroenteritis could be caused by coinfection of viral agents.

4.Serological profile of the blood donors in Türkiye Yüksek Ihtisas Training and Research Hospital in Ankara
Bedia Dinç, Nihal Karabiber, Serap Yağcı, Ebru Aykut Arca, Arzu Gurbuz, Eda Ayşe Tolunay
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.77699  Pages 17 - 22
AMAÇ: Kan transfüzyonunda transfüzyonla ilişkili enfeksiyonlar en önemli komplikasyonlardan biri olduğu için kan verme işleminde transfüzyonla bulaşan hepatit B virüsü (HBV),hepatit C virüsü (HCV), insan immun yetmezlik virüsü (HIV) zorunlu olarak taranmaktadır. Güvenli kan transfüzyonu için bu tarama testlerinin yapılması zorunlu olduğu gibi, elde edilen sonuçlar bir yandan da o yörenin seropozitiflik oranları hakkında kabaca bir fikir verirler. Bu amaçla Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi kan donörlerinde kayıta dayalı retrospektif bir çalışma yapılmıştır.
YÖNTEMLER: Çalışmada Haziran 2008-Haziran 2009 tarihleri arasında Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Kan Merkezi’nde donör sorgulama formu doldurup donör muayenesi sonrasında kan vericisi olarak uygun görülen, yaşları 18-65 arasında değişen 3825
donörün kayıtları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Donör kanlarından HBsAg, anti-HCV and anti-HIV testleri makro ELISA yöntemi (Architect System, Abbott Diagnostics, Germany) ile çalışılmıştır.
BULGULAR: 3.825 kandan 39 (% 1)’unda HBsAg pozitifliği, 23 (% 0,6)’ünde anti-HCV pozitifliği tespit
edilmiştir. ELISA yöntemi ile anti HIV (+) bulunan 85 (% 2,2) kan örneği Western Blot yöntemi ile negatif bulunmuş ve yalancı pozitif olarak kabul edilmiştir.
SONUÇ: Kan donörlerinde hepatit B ve hepatit C’deki düşük seropozitiflik oranı kan bağışında donör sorgulama formunun düzenli kullanımı ve başkent Ankara’da yaşayan kişilerin transfüzyon ilişkili enfeksiyonlar hakkında bilincin yüksek olmasıyla açıklanabilir.
OBJECTIVE: Since transfusion-transmitted infections are one of the most encountered complications in
transfusion practice, hepatitis B virus (HBV), hepatitis C virus (HCV) and human immunodeficiency virus (HIV) are routinely screened in blood banks. These screening tests are obligatory for transfusion safety and also give a rough idea about the seropositivity rates of a region. For this purpose, a record based retrospective study was conducted among the blood donors of Türkiye Yüksek Ihtisas Training and Research Hospital.
METHODS: The records of 3825 donors between the ages of 18-65 who had fulfilled a blood donation
form and were accepted as a donor in Türkiye Yüksek Ihtisas Training and Research Hospital from June 2008 to June 2009 were evaluated retrospectively. HBs Ag, anti HCV and anti HIV tests were performed on the blood of donors by the macro ELISA method (Architect System, Abbott Diagnostics, Germany).
RESULTS: Of the 3825 blood donors, 39 (1 %) were positive for hepatitis B and 23 (0.6 %) were positive for hepatitis C. Eighty five (2.2 %) of the blood samples which were found HIV seropositive by ELISA technique were determined as negative by Western blot and assumed to be false seropositivites.
CONCLUSION: The low rate of seropositivity for hepatitis B and hepatitis C among blood donors may be due to the regular use of blood donation forms in donation process and the high awareness of people living in capital city Ankara about transfusion-transmitted infections.

5.Desert dust transportation on particulate matter concentrations: A case study in Ankara
Mehmet Tuncer Özdemir, Sevinç Ertas
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.91885  Pages 23 - 34
AMAÇ: Afrika yönünden esen rüzgârların getirdiği toz bulutları, zaman zaman etkili olarak hava kalitesini bozmaktadır. Bu çalışmada bu toz bulutlarının, Ankara ili dış ortam havasındaki Partikül madde (PM10) konsantrasyonu üzerine olan etkileri araştırılmıştır.
YÖNTEMLER: Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, Çevre Sağlığı Araştırma Müdürlüğü, Ankara Hava Kalitesi Kontrol ve Araştırma Laboratuvarına ait ölçüm istasyonunda dış ortam havasındaki PM10 parametresi analiz edilmiştir. Dış ortam havasındaki partikül madde olarak çapı 10 μm PM10 olan kirletici ölçümleri Environment S.A. firmasının ürettiği MP101M model PM10 analizörü ile yapılmıştır. Cihazın PM10 ölçüm prensibi, beta ışını absorbsiyonu yöntemine dayanmaktadır.
BULGULAR: 14-15 Ocak 2009 ve 11-12 Mart 2010 tarihlerine ait saatlik PM10 konsantrasyon değişimi ve meteorolojik verilerle, aynı tarihlerde şehrin üzerine yağan çöl tozları arasındaki ilişki incelenmiştir. Bu çalışma sonucunda toz bulutlarının dış ortam hava kalitesini önemli oranda düşürdüğü saptanmıştır.
SONUÇ: Toz bulutlarının oluştuğu günlerde dış ortamdaki hava kalitesi önemli ve ciddi oranda etkilenerek insan sağlığına ve çeşitli ekonomik zararlara neden olmaktadır. Bu olaylar öncesinde halk sağlığının korunması için ülke çapında, yerel yönetimler ve hatta kişisel olarak önlemler alınmasının sağlanması, Türkiye gibi toz taşınımının etkili olduğu hassas ülkeler için bir zorunluluktur.
OBJECTIVE: Dust clouds originating from deserts of Africa are carried by wind and lead to the deterioration of air quality seasonally. In this study, the effect of dust clouds on outdoor air quailty and its impact on the concentration of ambient air particulate matter (PM10) were investigated in Ankara.
METHODS: The ambient air particulate matter parameter was analyzed in the samples collected from the measurement stations of Ankara Refik Saydam National Public Health Agency Environmental Health Research Department Air Quality Control and Research Laboratory. Pollutants in ambient air as particulate matter in 10 μm diameter(PM10) were measured by MP101M model PM10 analyzers produced by Environment S.A companies based were used.
RESULTS: The relationship between desert dusts falling over the city today and hourly variation of PM10 concentration and meteorological data belonging to the dates January 14-15, 2009 and March 11-12, 2010 were studied. Results of this study showed that dust clouds substantially reduced ambient air quality.
CONCLUSION: Ambient air quailty was impaired onthe days that dust clouds were present and significantly affect human health and cause economic damage. Reasonable precautions should be taken before the desert dust clouds appear by local authorities and even individiuals to ensure the public health protection in countries that are affected by dust transportation, like Turkey. Threshold and standard values can be taken in account to perform risk assessment.

CASE REPORT
6.Hemorrhagic fever with renal syndrome: Two case reports
Pınar Öngürü, Sevim Yılmaz, Esragül Akıncı, Burcu Özdemir, Ayşe But, Arzu Yetkin, Hürrem Bodur
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.25582  Pages 35 - 39
Hantavirüsler Bunyaviridae ailesine ait olup insanlarda iki tip enfeksiyona neden olmaktadır: Renal sendrom ile seyreden kanamalı ateş (RSKA) ve hantavirüs kardiyopulmoner sendrom (HKPS). Ülkemizde ilk kez 2009 yılında görülen RSKA; akut
başlangıçlı renal yetmezlik, hipotansiyon, kanama ve damar geçirgenliğindeki artma ile seyreden bir hastalıktır. Kliniğimize Kastamonu’nun kırsalından ateş, baş ve göz ağrısı, karın ağrısı, halsizlik ve iştahsızlık şikayeti ile başvuran iki hastada ateş, trombositopeni, kreatinin ve C-reaktif protein yüksekliği saptanmıştır. Hastaların ayırıcı tanısında geldikleri bölge nedeni ile Kırım-Kongo kanamalı ateşi, leptospirozis ve RSKA düşünülmüştür. Hastalarda serum anti-hantavirüs IgM indirekt immünfloresan testi
(IFA) ve hantavirüs immunblot testi pozitif saptanmıştır. Takiplerinde genel durumları düzelen hastalar şifa ile taburcu edilmiştir.RSKA ülkemizde sıklıkla Karadeniz
Bölgesinde görülmesine rağmen daha önce Kastamonu’dan bildirilen olgu mevcut değildir. Kırsal alandan gelen hastalarda ani gelişen ateş, trombositopeni ve akut
böbrek yetmezliği durumlarında RSKA ayırıcı tanılar arasında yer almalıdır.
Hantavirus, a member of the family Bunyaviridae, causes two types of infection in humans: hemorrhagic fever with renal syndrome (HFRS) and Hantavirus cardiopulmonary syndrome (HCPS). HFRS, first reported in Turkey in 2009, is related with renal insufficiency, hypotension, bleeding and increase in vascular permeability. Two patients were admitted from Kastamonu with fever, abdominal pain, headache, eye pain, weakness and decrease in appetite. Fever, thrombocytopenia, elevated creatinine and CRP were detected. Crimean-Congo hemorrhagic fever, leptospirosis and HFRS were considered in the differential diagnosis. In the sera of patients, anti-hantavirus IgM
(detected with indirect immunofluorescent antibody (IFA) test) and hantavirus immunoblotting assay were positive. In their follow-up, patients recovered from their illness and were discharged. In Turkey, although cases of HFRS were usually reported in the Black Sea region, there was not any case reported from Kastamonu province.
HFRS should be considered in the differential diagnosis of cases referred from rural parts of our country with presentation of rapid onset fever, thrombocytopenia and acute renal insufficiency.

REVIEW
7.Bridging continents; Hantaviruses of Europe and Asia Minor
Paul Heyman, Christel Cochez, Gulay Korukluoglu, Aysegul Gözalan, Yavuz Uyar, Åke Lundkvist
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.33254  Pages 41 - 48
Hantavirüs cinsinin üyeleri, Bunyaviridea ailesi içinde yer alır ve Avrasya kıtasında renal sendromla seyreden kanamalı ateş (RSKA) ve Amerika kıtasında hantavirüs
Kardiyopulmoner Sendrom (HKPS)’un etkenidir. Kemirgenler –ve son olarak keşfedilen insektuvarlar (böcek yiyiciler)- şimdiye kadar keşfedilen hantavirus serotipleri için taşıyıcı olarak rol oynarlar. Avrupa alt kıtasında bütün bilinen hantavirüs taşıyıcıları Türkiye’de de mevcuttur. Bu nedenle, olasılıkla gelecekte daha birçok hantavirüs serotipi Türkiye’de tespit edilebilecektir. Avrupa kıtası üzerinde, RSKA on binlerce bireyi etkileyen endemik bir zoonozdur. Türkiye’nin Karadeniz bölgesinde 2009 yılında, hantavirüs hastalığının ilk salgını yaşanmıştır. Bu olay için, bölgedeki meteorolojik veriler önemli ölçüde ipuçları sağlayabilir: Temmuz-Ağustos-Eylül aylarındaki ortalama sıcaklık değerleri ve aylık ortalama yağış oranları önceki yıllara göre daha yüksektir. Bartın ilinde 2008 ve 2009 yılları aynı zamanda kayın (Fagus sylvatica) ağaçları için meşe palamudu yılı (mast years) idi. Bu olaylar (uygun iklim koşulları ve gıda bolluğu), 2008 ve 2009 yıllarında salgın meydana gelen bölgelerde muhtemelen Bank Vole ve diğer tohum yiyen kemirgenlerde bir artışa yol açtı. Tarım ve ormancılık uzmanları tarafından sağlanan bilgilerle de kemirgen nüfus artışı teyit edilmiştir. Bu makalede Avrupa ve Türkiye’deki hantavirüs sorununa genel bir bakışsağlamayı amaçladık.
Members of the genus hantavirus, family Bunyaviridae, are the causative agents of Hemorrhagic Fever with Renal Syndrome (HFRS) on the Eurasian continent and Hantavirus Cardiopulmonary Syndrome (HCPS) on the American continent. Rodents -and as was recently discovered also insectivores- act as carriers for the so far discovered hantaviral serotypes. All known hantavirus carriers from the European sub-continent are
also present in Turkey. Therefore the possibility exists that in the future more hantavirus serotypes will be detected in Turkey. On the European subcontinent, HFRS is an endemic zoonosis that affects tens of thousands of individuals. In the year 2009 Turkey experienced his first outbreak of hantavirus disease in the Black Sea region. The meteorological data from the region provide clues for this event as both the average temperature in July-August-September and monthly average precipitation were significantly higher than in previous years. The years 2008 and 2009 were also mast years for the beech (Fagus sylvatica) in the Bartin province. These events (favorable
climatic conditions and food abundance) probably led to an abundance of bank voles and other seed-eating rodents as witnessed by information provided by agricultural and forestry experts concerning an increase in rodent populations in 2008 and 2009 in the regions where the outbreak occurred. Here we provide an overview of the hantavirus problem in Europe and Turkey.

8.Chromogenic and fluorogenic media for members of Enterobacteriaceae in food microbiology
Emrah Torlak
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.69077  Pages 49 - 58
Gıda endüstrisinde kalite güvencenin sağlanmasında ve halk sağlığının korunmasında mikrobiyolojik risklerin hızlı tespiti önemlidir. Bu nedenle gıda
mikrobiyolojisinde analiz sürelerini kısaltmak amacıyla birçok alternatif metot geliştirilmiştir. Bu metotların birçoğu mikroorganizmaların spesifik
enzim aktivitelerini tespit etmeye yönelik kromojenik ve florojenik substratların kullanımı esasına dayalıdır. Gıda mikrobiyolojisi laboratuvarlarında iş gücü ve
zamandan tasarruf sağladıklarından dolayı kromojenik ve florojenik substratlar içeren besiyerlerinin kullanımı artarak devam etmektedir. Bu derlemede, gıda mikrobiyolojisi bakımından en önemli familya olan Enterobacteriaceae familyası üyesi bakterilerin
tespit edilmesi ve sayılmasına yönelik kromojenik ve florojenik besiyerleri son gelişmeler doğrultusunda kapsamlı olarak ele alınmıştır.
Fast detection of microbiological risks is important for quality assurance in the food industry and public health. For this reason, several alternative methods have been developed to reduce the analysis period in food microbiology. Most of these methods are based on the utilization of chromogenic or fluorogenic substrates for the detection of specific enzyme activities of microorganisms. In food microbiology laboratories, use of media with chromogenic and fluorogenic substrates has continually increased due to cost, labor, and time savings features. This review discusses chromogenic and fluorogenic media for analysing members of Enterobacteriaceae, the most important family in food microbiology, in respect of recent devolopments. According to results of the latest studies, performance, advantage and disadvantage of chromogenic and fluorogenic media were evaluated.

LookUs & Online Makale