ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Turkish Bulletin of Hygiene and Experimental Biology - Turk Hij Den Biyol Derg: 70 (2)
Volume: 70  Issue: 2 - 2013
FULL JOURNAL
1.2013-2 Vol 70 Full Printed Journal
Murat DUMAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.70446  Pages 50 - 134
Abstract |Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
2.Investigation of nasal Staphylococcus aureus carriage and methicilin resistantance rates with three different methods in food handlers working at Antalya
Nevgün Sepin Özen, Şenay Tuğlu Ataman, Derya Seyman, Hilal Aldağ, Mestan Emek
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.83702  Pages 51 - 58
AMAÇ: Tüm dünyada Staphylococcus aures’un nazal taşıyıcılığı giderek artan oranda rapor edilmektedir. S.aureus enterotoksinleri yoluyla gıda kaynaklı zehirlenmelere neden olabilmektedir. S.aureus’un asemptomatik taşıyıcılığı özellikle gıda sektöründe çalışanlarda besin zehirlenmeleri ve duyarlı kişilere bakterinin geçişi açısından kaynak oluşturmaktadır. Stafilokokal besin zehirlenmesi her ne kadar kendini sınırlayan enfeksiyona yol açsa da bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde ciddi enfeksiyonlara yol açabilmektedir. Metisilin direncinin de zaman içinde artışı dikkate alındığında nazal taşıyıcıların belirlenmesi halk sağlığı açısından önem taşımaktadır. Giderek artan bir endişe de MRSA enfeksiyonlarının sağlıklı kişilerde sıkça görülmeye başlamasıdır. Bu çalışmada Antalya ili gıda sektörü çalışanlarında nazal taşıyıcılık ve metisiline direnç oranlarının sefoksitin, oksasilin disk difüzyon yöntemi ve BBL CHROMAGAR MRSA II besiyeri ile saptanması amaçlanmıştır.

YÖNTEMLER: Eylül 2009 – Nisan 2010 tarihleri arasında Antalya Hıfzıssıhha Enstitüsü (ANHEM)’ne başvuran toplam 15.600 kişinin portör muayeneleri sırasında nazal sürüntü örnekleri alınarak geleneksel biyokimyasal tekniklerle S.aureus suşları tanımlanmıştır. Metisilin direnci Clinical Laboratory Standarts Institute (CLSI) önerileri doğrultusunda oksasilin ve sefoksitin diskleri kullanılarak belirlenmiş ve suşlar eş zamanlı olarak BBL CHROMAGAR MRSA II besiyerine ekilerek besiyerinin duyarlılığı ve özgüllüğü belirlenmiştir.

BULGULAR: Toplam 526 (%3.37) kişinin burun kültüründen S.aureus izole edilmiştir. Nazal S.aureus üremesi saptanan toplam 526 kişinin 125 (%23,8)’ini kadın çalışan, 401 (%76,2)’ini erkek çalışan oluşturmaktadır. Bu şuşlardan 28 tanesi (%5,3) MRSA (metisilin dirençli Staphylococcus aureus) olarak tanımlanmıştır. BBL CHROMAGAR MRSA II besiyerinin duyarlılık ve özgüllüğü sırasıyla %85,72 ve %99 olarak bulunmuştur.
SONUÇ: Sağlıklı taşıyıcılar toplumda S.aureus’un yayılımında önemli rol oynarlar. Gıda sektörü çalışanlarında S.aureus’un nazal taşıyıcılık oranları yüksek seyretmektedir. Gıda çalışanlarının periyodik sağlık kontrollerinden geçirilerek taşıyıcılığın belirlenmesi, gıda üretim tüketim zincirindeki bulaş riskini azaltılması besin kaynaklı hastalıkların önlenmesinde en etkili yollardan biridir.
OBJECTIVE: Nasal carriage of Staphylococcus aures is increasingly reporting from all over the world. S.aureus is known for causing food poisoning through the production of enterotoxins. Asymptomatic carriage of S.aureus especially in food handlers can be the source of food poisining and transmission of this bacterium to other susceptible persons. Generally staphylococcal food poisoning is self-limiting process but can lead to serious infections on immunocompromised patients. According to the increase of methicilin resitance rates determinig of nasal carriage becomes an important process on health care settings. A growing concern is the emergence of MRSA infections in patients with no apparent risk factors. In this study we aimed to determine nasal carriage of S.aureus and methicilin resistance rates with BBL CHROMAGAR MRSA II medium and oxacilin and cefoxitin disc diffusion test.

METHODS: Between September 2009 and April 2010, 15.600 nasal cultures were taken from food handlers working at different region of Antalya during their routine carrier inspection process in Antalya Hıfzıssıhha Institute (ANHEM). S.aureus isolates were identified with traditional biochemical techniques. Methicilin resistantance were determined with disc diffusion method using cefoxitin and oxacilin discs according to CLSI (Clinical Laboratory Standarts Institute) recommendations and also isolates were recultured on BBL CHROMAGAR MRSA II medium. The sensitivity and specificity of chromogenic medium was determined.

RESULTS: A total of 526 (3,37%) S.aureus strains were isolated from 125 (23.8%) female and 401 (76.2%) male food handlers. 28 strains were detected as MRSA (5.3%). The sensitivity and specificity of BBL CHROMAGAR MRSA II medium was found 85.72% and 99% respectively.
CONCLUSION: Healthy carriers of S.aureus strains have an important role in the dissemination of this bacterium. Nasal carriage rate of S.aureus in food handlers remains high. Determination of nasal carriage rate in food handlers with regular periodichealth examination which reduces the risk of transmission at food production-consumption chain is one of the most effective ways to preventfood-bornediseases


3.Determination of the amount of methanol in the variety of “bogma raki” sent to Adana Hygiene Institute between January 2007 and December 2011
Zöhre Seray Dönderici, Aytaç Dönderici, Mustafa Sayan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.17363  Pages 59 - 64
AMAÇ: Boğma rakı; hurma, incir, dut ve erik gibi meyvelerden yapılmış anasonsuz bir tür rakıdır. Özellikle Adana, Mersin, Gaziantep, Hatay ve Kahramanmaraş çevrelerinde kaçak olarak üretilmektedir. Bu çalışmada Ocak 2007- Aralık 2011 tarihleri arasında Adana Hıfzıssıhha Enstitüsü Gıda Kimya Laboratuarına gelen, boğma rakılarda metanol miktarlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Metanol distile alkollü içkilerin ana uçucu bileşiklerinden biridir. Metanol miktarının kontrolü toksik etkisi sebebiyle çok önemlidir. Bu araştırma, boğma rakılardaki metanol düzeyi hakkında bir fikir vermesi yönü ile önemlidir.

YÖNTEMLER: Bu retrospektif çalışmada toplam 37 boğma rakı örneği incelenmiştir. Numunelerin hacimsel alkol ve metanol miktarları belirlenmiştir. Bu çalışmada örneklerin metanol miktarının belirlenmesinde, direk enjeksiyonla alev iyonlaşma dedektörlü gaz kromotografi cihazı kullanılarak Official methods of analysis of the Association of Official Analytical Chemists (AOAC) yöntemi ile çalışılmıştır. Analizlerde hacimsel alkol miktarlarının belirlenmesinde ise Tük Standardı (TS) metodu kullanılmıştır.

BULGULAR: Çalışmada boğma rakı örneklerinin hacimsel alkol miktarları %4-48 arasında, ortalama olarak %33.95; metanol miktarları ise 24 ile 365 g/hL arasında, ortalama olarak 144.36 g/hL olarak bulunmuştur. Elde edilen veriler Türk Gıda Kodeksi Distile Alkollü İçkiler Tebliğindeki rakı tanımına göre değerlendirilmiştir. Alınan sonuçlara göre örneklerin çoğunda metanol miktarı yüksek bulunmuştur. Hacimsel alkol miktarları ise olması gerekenden düşük bulunmuştur.

SONUÇ: Kanun dışı yollarla hazırlanan ve piyasaya sürülen, metanol içeren alkollü içecekler ülkemizde metanol zehirlenmelerinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Alkollü içkilerde metanol miktarı önemli bir kriterdir. Metanolün insan sağlığı için önemi çok büyüktür. Bu nedenle yasal olmayan yollarla yapılan üretimlerin kaçak üretilen diğer içkilerin ve kolonyaların da takibi ve halkın bilinçlendirilmesi yararlı olacaktır.

OBJECTIVE: Boğma raki is a kind of raki without aniseed and made from passionfruit, figs, mulberries and plum.They are produced illgally, especially in Adana, Mersin, Gaziantep, Hatay and Kahramanmaraş circles. The aim of this study was to measure the methanol content of samples sent to Food Chemistry Laboratory of Adana Hygiene Institute between January 2007 and December 2011. Methanol is one of the main volatile compounds of distilled spirits. The control of methanol content is very important, because of it’s toxicity. This research is important to give an idea about the methanol degree in ‘Boğma raki’.

METHODS: This retrospective study examined a total of 37 ‘boğma raki’ examples. Quantities of alcohol by volume of the samples and determined the amounts of methanol. In this study, the content of methanol of the samples was determined by direct injection with a gas chromatography-flame ionization detector according to the Official methods of analysis of the Association of Official Analytical Chemists (AOAC). Determination amount of alcohol by volume, Turkish Standard (TS) method is used in the analysis.

RESULTS: The study sample quantities of alcohol by volume was 4% and 48% with an average of 33.95%; quantities of methyl alcohol was between 24 and 365 g/hL with an average of 144,36 g/hL. The data obtained was evaluated according to the definition of raki in the Turkish Food Codex Distilled Alcoholic Beverage Regulation. According to the results obtained, methanol was found in much higher amounts in most of the samples. Quantities of alcohol by volume were found to be low.

CONCLUSION: Alcoholic beverages containing methyl alcohol which are prepared and launched in illegal ways is an important part of methanol poisoning in our country. The amount of methanol is an important criterion for alcoholic beverages. Methanol has enormous importance for human health. Therefore, these illagal products must be monitored and the public should be imformed. It would also be useful to follow up other illegal spirits and cologne.


4.Investigation of cross-reactions with Francisella tularensis antibodies to Brucella
Selçuk Kılıç, Bekir Çelebi, Yasemin Bayram, Burak Çitil
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.70893  Pages 65 - 70
AMAÇ: Francisella tularensis antikorları ile Brucella, Legionella, Yersinia ve Mycoplasma türleri arasında çapraz reaksiyonlar bildirilmiştir. F.tularensis liposakkarit yapısında bulunan Brucella O-polisakkaritindeki benzer antijenik yapılar serolojik testlerde çapraz reaksiyonlara neden olabilmektedir. Aglütinasyon testlerinde F.tularensis ve Brucella abortus arasındaki çapraz reaksiyonlar sonuçların yorumlanmasını güçleştirebilir.

YÖNTEMLER: Brucella ve F.tularensis arasındaki çapraz reaksiyonların sıklığı ve bu reaksiyonlardan sorumlu olan antikorlar mikroaglütinasyon, Brucella ELISA ve 2-merkaptoetanol mikroaglütinasyon testleri ile araştırılmıştır.

BULGULAR: 260 tularemi pozitif örneğin 49 (%18.8)’unda B.abortus antijeniyle çapraz reaksiyonlar saptanırken, bruselloz pozitif 252 örneğin 23 (%9.1)’ünde F.tularensis antijeni ile çapraz reaksiyon gözlenmiştir. Otuzaltı tularemi (%73.5) pozitif serumda Brucella çapraz reaksiyon titreleri 1: 20-1: 80 iken, 13 örnekte (%26.5) ise ≥1: 160 titrelerde çapraz reaksiyon gözlenmiştir. 2-ME testi ile <1: 160 titrelerde Brucella aglütinini saptanan örneklerinde titreler ≤1: 40 titrelere düşmüştür. 23 Brucella pozitif örneğin 22 (%95.7) Brucella MA pozitif örnekte 1: 20-1: 80 titrelerde tularemi antijeni ile çapraz reaksiyon saptanmıştır. 2-ME testi ile 1: 20-1: 80 titrelerde Brucella aglütinini saptanan örneklerde titreler ≤1: 40 titrelere inmiştir.

SONUÇ: Her iki enfeksiyonda saptanan MA aglütinasyon titrelerin, 2-ME testi ile ≤1: 40 titrelere düşmesi çapraz reaksiyonların IgM antikorlarına bağlı olduğunu göstermektedir.

OBJECTIVE: Cross-reactions with Francisella tularensis antibodies to Brucella, Legionella, Yersinia, and Mycoplasma species have been described. F.tularensis LPS is able to induce serological cross-reactions indistinguishable from brucellosis due to a similar immunodominant epitope in the Brucella O-polysaccharide. In agglutination tests, cross-reaction occurred only between F.tularensis and Brucella abortus, cross reactivity with Brucella can confuse interpretation of the results.

METHODS: The aim of this study was to assess cross reactions and whether IgM or IgG antibodies are responsible for Brucella and F.tularensis cross-reactions, by the use of microagglutination, Brucella ELISA and 2-mercaptoethanol microagglutination test.
RESULTS: Cross-reaction agglutinin titers to B.abortus antigen were found in 49 of 260 (18.8%) tularemia positive serum specimens, and cross-reaction titers to F.tularensis antigen were found in 23 of 252 (9.1%) Brucella positive serum specimens. While thirty six (73.5%) tularemia positive serum titers had Brucella cross reactivity at the titers of 1: 20-1: 80, cross-reaction with ≥1: 160 titers was found in 13 samples (26.5%). The cross-reaction titers to B.abortus antigen were reduced to equal or less 1: 40 titers by 2-ME. Cross- reactivity at the titers of 1: 20-1: 80 was determined in 22 of 23 Brucella positive samples.

CONCLUSION: The cross-reaction titers determined with MA test in both infections were reduced to 40 or less by 2-ME, suggesting that the titers are due to immunoglobulin M antibody.


CASE REPORT
5.Isolated unilateral inguinal tuberculous lymphadenitis: case report
Selim Sayın, Erol Arslan, Şeref Demirbaş, Nazire Gökçe Somak, Gürhan Taşkın, Kenan Sağlam
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.87609  Pages 71 - 74
Tüberküloz, dünyada ve ülkemizde halen önemini kaybetmeyen ciddi bir hastalıktır. En sık akciğere yerleşmesine rağmen, akciğer dışı yerleşim de gösterebilir. İnguinal tüberküloz lenfadeniti çok nadir akciğer dışı yerleşim gösteren tüberküloz lenfadenit şeklidir. Bu olgu sunumunda, 25 yaşında erkek hastaya eksizyonel biopsi yapılarak, histopatoloji yardımıyla tanı koyup tedavi ettiğimiz, izole tek taraflı inguinal tüberküloz lenfadeni olgusu sunulmuştur.
Tuberculosis is still an important disease all over the world. Despite lungs being the most frequently affected organ from tuberculosis, other sites of infection are also reported. Inguinal tuberculosis lymphadenitis is an extremely rare form of extrapulmonary tuberculous lymphadenitis. In this case, a 25 years old male with isolated unilateral tuberculous lymphadenitis and its treatment is presented. The diagnosis was made with histological examination following excisional biopsy.

REVIEW
6.Evaluation of insecticide poisoning and the cases in Turkey
Gülru Özkaya, Ayçe Çeliker, Belma Koçer Giray
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.05935  Pages 75 - 102
İnsektisitler, hem tarımsal üretimin artırılmasında hem de ev ve toplum sağlığında çok önemli bir yere sahiptir. Ancak üretim, ambalajlama ya da kullanımları sırasında gerekli özenin gösterilmemesi ya da intihar gibi suistimale bağlı olarak, kazai, kasti veya mesleki temas nedeniyle ciddi zehirlenmelere hatta bazen ölümlere yol açabilmektedirler. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de insektisitlerle zehirlenme olgularına sıklıkla rastlanmaktadır. Bu çalışmanın ilk bölümünde ülkemizde pazarlanmakta olan insektisit grupları olan organofosfatlar, organoklorlular, piretrinler ve piretroidler, amitraz ve diğer insektisitlerin (avermektinler, dietil-m-toluamid (DEET) ve neonikotinik asit türevleri) genel özellikleri, toksik etkileri, zehirlenme tanı ve tedavi yaklaşımları konusundaki bilgiler sunulmuştur. İkinci bölümde ise Türkiye’de pestisit / insektisit zehirlenmelerinin epidemiyolojisi ve tedavi yaklaşımları konusunda ilaç ve zehir bilgi merkezleri, adli tıp enstitüleri, üniversitelerin adli tıp ana bilim dalları, üniversite hastaneleri, devlet hastaneleri veya sağlık merkezleri tarafından bildirilmiş olan çalışma örnekleri değerlendirilerek Türkiye genelini kapsayan tablonun oluşturulmasına katkıda bulunulması hedeflenmiştir. Bu raporların değerlendirilmesinde en sıklıkla olguların organofosfatlı bileşiklere maruziyet sonucunda geliştiği, özellikle intiharlarda olmak üzere kadınların daha duyarlı olduğu belirlenmiştir. Gelişmiş ülkelerde rastlanılmamakla birlikte, Türkiye’de esas olarak veterinerlikte kullanılan bir ilaç olmasına karşın, insektisit olarak da bazı ürünleri bulunan amitrazla, özellikle çocukluk çağında zehirlenme olgularına ait çok sayıda kayıt bulunması dikkat çekicidir. Diğer taraftan, yasaklanmış organoklorlu bileşiklerle zehirlenme olgularına rastlanmış olması da toplumsal ve düzenleyici kuruluşlar düzeyinde önlem ve denetimlerin yetersizliğini düşündürmektedir. Çalışmanın son bölümünde, ülkemizde insektisitlerin tarımsal üretim, saklama ya da istemli veya diğer şekillerde tüketimleri ile ilgili olarak ortaya çıkan sonuçlar ve bu ürünlerin doğru ve güvenli üretimi ve tüketimine yönelik olarak ve zehirlenmelere karşı alınması gereken önlemlere ilişkin öneriler sıralanmıştır.
Insecticides have a great importance in the increase of agricultural productivity and maintaining of public health. However, they can cause serious poisoning cases and even deaths at times due to accidental, intentional or occupational exposures. Thus insecticide poisoning cases are encountered frequently in Turkey as well as throughout the world. The first part of this review focused on the toxicological profiles of various insecticide groups (organophosphates, organochlorine insecticides, pyrethrines, pyrethroids, amitraz and other insectides (avermectines, diethyl-m-toluamid (DEET) and neonicotinik acid derivatives), and diagnosis and treatment of poisoning with those insecticides marketed in Turkey. In the second part, the studies on insecticide poisonings which were conducted in Drug and Poison Centers, Institutes of Forensic Science, Departments of Forensic Medicine, University and State Hospitals and Medical Centers in Turkey were evaluated with the aim of contributing the whole picture of the situation in Turkey. In review of these reports it was found that the most frequently occurred cases resulted from exposures with organophosphate compounds, and females were more vulnerable than males. It is noteworthy that there are numerous reports in Turkey regarding poisoning cases with amitraz, which was used mostly as a veterinary drug, especially in children despite no cases in the developed countries. On the other hand, poisoning cases with banned organochlorine insecticides have been thought to be caused by the insufficiency of necessary measures and controls that have not been taken by regulatory authorities and manufacturers. The conclusions on consumption of insecticides in agricultural production, storing, and intentional or other modes, and recommendations on the correct and safe production and use of insecticides, along with the protective measures to be taken against poisonings with these compounds, were listed in the last part of the review.

7.Effects of vitamins B12, folic asid, A, D, E and C on maternal and fetal health
Seray Kabaran, Aylin Ayaz
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.48039  Pages 103 - 112
Gebelik döneminde yeterli dengeli beslenme ve uygun ağırlık kazanımı gebeliğe bağlı kısa ve uzun süreli komplikasyonlardan korunmak açısından önemlidir. Gebelik süresince enerji ve besin ögesi ihtiyacı artmaktadır. Gebelik süresince besin ögelerinin yeterli alımı hem annenin hem de gelişmekte olan fetüsün sağlığı üzerinde önemli etkilere sahiptir. Gebelik döneminde vitamin eksiklikleri veya aşırı alımları maternal ve fetal sağlık sorunları riskinin artmasına neden olabilmektedir. Maternal dönemde folik asit, vitamin B12, A vitamini, D vitamini veya antioksidan vitaminlerin (E ve C vitamini) eksiklikleri fetal büyüme ve gelişme sorunlarına ayrıca preeklampsi veya gestasyonel diyabet gibi gebelik komplikasyonlarının ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Bunlara ek olarak maternal dönemde bu vitaminlerin yetersiz alımı bebeğin sağlığında da kalıcı sorunların oluşum riskini arttırmaktadır. Maternal dönem vitamin yetersizliklerinin çocuklarda bilişsel gelişimi de olumsuz etkileyebileceği belirtilmektedir. Günümüzde gebelik döneminde nöral tüp defekti riskini engelleyen folik asit dışındaki vitaminlerin genel bir besin desteği yapılmamakla birlikte, son yıllarda gebelik dönemi vitamin desteği ile ilgili çalışmalar yürütülmektedir. Folik asidin B12 vitamini ile birlikte homosistein düzeylerinin azaltılması yönündeki etkilerinin fetal büyüme yetersizliği ve düşük doğum ağırlığı riskinden koruyucu olabileceği de belirtilmektedir. Ayrıca D vitamininin kemik gelişim sorunları, diyabet, preeklampsi, inflamasyon ve enfeksiyon riskinden koruyabileceği bildirilmektedir. E ve C vitaminleri (antioksidan vitaminler) ile yürütülen çalışmalar ise preeklampsi riskinin engellenmesi üzerindeki etkilerine dayanmaktadır. Tüm etkileri göz önünde bulundurulduğunda bu vitaminlerin maternal dönemdeki kesin etkilerinin ve mekanizmalarının belirlenebilmesi için daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Böylece gebeliğin ilerleyen dönemlerinde vitaminlerin besin desteği olarak verilmesi yönünde farklı uygulamalar yapılabilecektir. Günümüzde gebelik öncesi dönemden itibaren yeterli ve dengeli beslenmenin izlenmesi vitamin yetersizliklerinin erken dönemde belirlenmesini sağlayarak gebelik süresince ortaya çıkabilecek sorunların riskini azaltabilir. Bu derlemede vitamin B12, folik asit, A, D, E ve C’nin anne ve fetüsün sağlığı üzerindeki fizyolojik görevleri ve beslenme ile alım düzeylerine bağlı olarak anne ve bebek sağlığı üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Adequate and balanced nutrition together with appropriate weight gain during pregnancy is important for being protected from short and long term complications. During pregnancy energy and nutrition requirements increase. Sufficient intake of nutrients has important effects on both the mother’s and the developing fetus’s health. Deficient or excessive intakes of important vitamins can increase the risk of maternal and fetal health problems. Folic acid, vitamin B12, vitamin A, vitamin D, or antioxidant vitamins (vitamin E and C) deficiencies can cause fetal growth and developmental disorders in addition to pregnancy complications such as preeclampsia and gestational diabetes. Moreover, insufficient intake of these vitamins during maternal period increases the risk of permanent health problems for the baby. Additionally, it is stated that vitamin deficiencies during the maternal period can have negative effects even on cognitional development of the children. Nowadays, only folic acid supplementation is applied to prevent the risk of neural tube defect, and recently studies are being conducted on vitamin supplementations in the maternal stage. It is stated that the effects of folic acid together with vitamin B12 on lowering the homocysteine levels can protect against the risks of insufficient fetal growth and low birth weight. Additionally, it is reported that vitamin D can be protective against bone development problems, diabetes, preeclampsia, inflammation, and infection. Studies carried on vitamins E and C (antioxidant vitamins) were focused on their effects on preventing the risk of preeclampsia. Therefore, further studies are needed to determine the exact effects and mechanisms of vitamins during the maternal period. Future research in this area may lead to successful vitamin supplementation practices during pregnancies in the future. Nowadays, following a sufficient and balance diet starting at pre-gestational period leads to early determination of vitamin deficiencies and can decrease the risk of problems that may arise during pregnancy. This review was aimed to evaluate the physiological functions and effects of vitamins B12, folic acid, A, D, E, and C on the mother’s and the fetus’s health.

8.Human Toxocariasis
Mehmet Burak Selek, Orhan Baylan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.04875  Pages 113 - 134
İnsan toksokariyazı, köpek nematodu Toxocara canis ve kedi nematodu T.cati larvalarının sindirim yoluyla alınmasıyla oluşan parazitik bir enfeksiyondur. Enfekte köpek ve kedilerin dışkılarıyla dış ortama atılan Toxocara yumurtaları içinde embriyon gelişerek enfektif hale gelirler. İnsanlar, özellikle çocuklar, embriyonlu Toxocara yumurtalarını sindirim yoluyla alarak enfekte olabilirler. İnce bağırsakta yumurtadan çıkan larvalar, ince bağırsak duvarına penetre olup kan dolaşımına geçerek vücudun diğer bölgelerine göç eder. Göç eden larvalar, doku ve organlara zarar verebilmesine ve özellikle beyin tutulumunda ciddi morbidite oluşturabilmesine rağmen hastalık genellikle iyi huylu, asemptomatik ve kendini sınırlayan bir seyir izlemektedir. Visseral larva migrans (VLM) (önemli organlara larval migrasyonun neden olduğu sistemik bir hastalık) ve oküler larva migrans (OLM) (göz ve optik sinirlerde sınırlı bir hastalık), toksokariyazın iki temel klinik sudur. Ayrıca son zamanlarda biri çoğunlukla çocuklarda (gizli toksokariyaz), diğeri daha çok yetişkinlerde (yaygın toksokariyaz) görülen daha hafif klinik seyirli iki sendrom daha tanımlanmıştır. Tanı, genellikle klinik belirti / bulgular, hastanın epidemiyolojik temeli ve immünolojik yöntemlerin (ELISA veya Western-blot) kullanımı ile konmaktadır. Öte yandan kesin tanının konması, larvaların biyopsi veya otopside gösterilmesini gerektirdiğinden oldukça güçtür. Çoğu toksokariyaz olgusu, herhangi bir tedavi gerektirmeden iyileşir. VLM, birincil olarak albendazol veya mebendazol gibi antihelmintik ilaçlarla tedavi edilmektedir. OLM tedavisi ise daha zordur ve genellikle steroidler gibi gözde ilerleyici hasar oluşumunu önleyen işlemleri kapsamaktadır. Ayrıca şiddetli olguların tedavisinde lazer fotokoagülasyon ve kriyoretinopeksi kullanılabilmektedir. T.canis enfeksiyonunun eradikasyonu, parazitin yaşam döngüsünün karmaşıklığı sebebiyle zor olduğu için her zaman toksokariyazdan korunma tercih edilir. Toxocara yumurtaları, dış ortamda uygun koşullar altında aylarca, hatta yıllarca hayatta kalmasını sağlayan güçlü bir koruyucu tabakaya sahiptir. Bu derlemede, halen önemini koruyan ve romatolojik, dermatolojik ve respiratuvar hastalıklara neden olduğundan şüphelenilen insan toksokariyazı hakkında güncel bilgiler sunulmuştur.
Human toxocariasis is an parasitic infection caused by the ingestion of larvae of dog nematode Toxocara canis and less frequently of cat nematode T.cati. Toxocara eggs, shed to environment by infected dogs’ and cats’ droppings, become infective by embryonation. Humans, particularly children, can be infected by accidentally ingesting embryonated Toxocara eggs. Larvae hatch in the small intestine, penetrate the intestinal wall and migrate to other parts of body via the bloodstream. It is generally a benign, asymptomatic, and self-limiting disease, although migrating larvae can cause damage to tissues and organs, especially brain involvement can cause severe morbidity. The two main clinical presentations of toxocariasis are visceral larva migrans (VLM) (a systemic disease caused by larval migration through major organs) and ocular larva migrans (OLM) (a disease limited to the eyes and optic nerves). There are also two less-severe syndromes which have recently been described, one mainly in children (covert toxocariasis) and the other mainly in adults (common toxocariasis). Diagnosis is usually made by clinical signs/symptoms, epidemiological background of the patient and the use of immunological methods (ELISA or western-blot). On the other hand definitive diagnosis is much more challenging, since it requires the demonstration of larvae via biopsy or autopsy. Most cases of toxocariasis clear up without any treatment. VLM is primarily treated with antihelmintic drugs, such as; albendazole or mebendazole. Treatment of OLM is more difficult and usually consists of measures to prevent progressive damage to the eye like steroids. Laser photocoagulation and cryoretinopexy may also be used to treat severe cases. Since eradicating T.canis infection is difficult due to the complexity of its life cycle, prevention of toxocariasis is always preferred. Toxocara eggs have a strong protective layer which makes the eggs able to survive in the environment for months or even years under the right conditions. In this review, current information about human toxocariasis, a continuing and important problem suspected to cause rheumatologic, dermatologic and respiratory system diseases, is presented.

LookUs & Online Makale