ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Turkish Bulletin of Hygiene and Experimental Biology - Turk Hij Den Biyol Derg: 75 (2)
Volume: 75  Issue: 2 - 2018
1.Definition Of Direct Bacteria By MALDI-TOF MS System From Urinary Examples
Ayşe Nuriye Varışlı, Gülşen Çetin Hazırolan, Altan Aksoy, Neriman Aksu Koca
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.87598  Pages 101 - 108
GİRİŞ ve AMAÇ: Üriner sistem enfeksiyonları (ÜSE)’nda etken bakterinin erken saptanması; uygun antibiyotik tedavisinin kısa sürede başlaması ve maliyet açısından oldukça önemlidir. ÜSE’nın tanısında idrar kültürü altın standarttır. Genellikle kültür ve antibiyotik duyarlılık testi 48-72 saat sürmektedir. Matrix Assisted Laser Desorption and Ionization Time-Of-Flight Mass Spectrometry (MALDI-TOF MS, Bruker, Almanya) ile kültürde üretilen bakteriler birkaç dakika içinde tanımlanırken, direkt klinik örnekten tanımlama genellikle 2 saat gibi kısa bir zamanda yapılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, idrar örneklerinden MALDI-TOF MS sistemi ile direkt bakterinin tanımlanması ve etkin tedavinin erken başlanmasına katkı sağlamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemiz Mikrobiyoloji Laboratuvarına 1 Temmuz- 30 Kasım 2015 tarihleri arasında ÜSE şikayetiyle gönderilen 152 idrar örneği çalışmaya alınmıştır. Rastgele seçilen örneklerin bir kısmına deneysel olarak gram boyama yapılırken, bir kısmına yapılmamıştır. Direkt idrar örneklerinden MALDI-TOF MS sistemi ile bakteri tanımlanması için örneklere formik asit ekstraksiyon metodu uygulanmıştır. Bu örneklere eş zamanlı olarak idrar kültürü de yapılmıştır. 37°C’de aerobik ve % 5 CO2’li ortamda 18-24 saatlik inkübasyondan sonra anlamlı üreme saptanan plak besiyerlerindeki kolonilerin tanımlanması MALDI-TOF MS sistemi ile yapılmıştır.
BULGULAR: İdrar örneklerinden direkt bakteri tanımlanmasında MALDI-TOF MS sisteminin duyarlılığı %76 olarak bulunmuştur. MALDI-TOF MS sistemi ile ekstraksiyon öncesinde bakteriyel yükü belirlemede Gram boyama yapılıp yapılmamasının test sonuçlarına etkisinin belirlenmesi amacıyla istatistiksel analiz yapılmıştır. Buna göre Gram boyama uygulamasının MALDI-TOF MS sisteminin tanı performansı üzerine etkisi istatistiksel olarak çok anlamlı bulunmuştur (p<0,001). Kültürde 105 tek çeşit bakteri üremesi olan örneklerde, direkt örnekten MALDI-TOF MS ile ve idrar kültüründen MALDI-TOF MS ile tanımlanan bakterilere bakıldığında; Enterobactericeae, E. faecalis, S. aureus ve C. striatum’da tanımlama oranı yüksek bulunurken, Streptokoklar ve Nonfermenter Gram Negatif bakterilerde tanımlama yapılamamıştır. Deneysel olarak MALDI-TOF MS’in düşük bakteriyel konsantrasyonlardaki güvenli tanımlama düzeyini belirlemek amacıyla; E. coli ve E. faecalis suşlarının 1x10 6, 5x105, 2x105, 1.2x105, 6x104 ve 3x104kob/ml dilüsyonları yapılarak MALDI-TOF MS ile tanımlanmıştır. E. coli suşu, 1x10 6,5x105 ve 2.5x105 kob/ml dilüsyonlarında, E. faecalis ise sadece 1x10 6kob/ml dilüsyonda yüksek düzey güven aralığında tanımlanmıştır
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada MALDI-TOF MS yönteminin duyarlılığı 105 ve/veya 106 kob/ml tek çeşit Gram Negatif bakteriüri olan örneklerde yüksek (%76) bulunurken, karışık veya 103 kob/ml ve altında bakteriüri veya candidüri olan örneklerde tanımlama yapılamamıştır. Ek olarak MALDI-TOF MS yöntemiyle idrar örneğinden direkt bakteri tanımlanması öncesinde Gram boyama uygulamasının etkinliği araştırılmış ve Gram boyamanın MALDI-TOF MS sisteminin tanı performansına katkı sağladığı ve bu nedenle çalışmaya alınan örneklere Gram boyama yapılması gerektiği düşünülmüştür. Bu yöntem, idrar kültüründe 105 kob/ml tek bakteri üremesi olan hastalarda, klasik kültür yöntemine göre daha hızlı sonuç verebilmektedir
INTRODUCTION: Rapid identification of bacterial pathogens from urine specimens are essential to establish an adequate antibiotic therapy to treat urinary tract infections andit is very important in terms of cost.Urine culture is gold standard in the diagnosis of UTI (Urinary Track Infection).Urine culture and antibiogramusually takes 48–72 h.The bacteria produced in culture identified within a few minutes whilethe clinical samples areidentified in a short time like 2 hours by Matrix-Assisted Laser Desorption and Ionization Time-Of-Flight Mass Spectrometry (MALDI-TOF MS, Bruker, Germany).The aim of this study is to contribute identification of the direct bacteria by MALDI-TOF MS system and to start early effective treatment of urine specimens.
METHODS: We analyzed 152 urine samples with UTI complaints were submitted to the Microbiology Laboratory between July to November 2015.While some of the samples were experimentally gram stained, some were not.Formal acid extraction method was applied to urine specimens for direct bacterial identification with MALDITOF MS system.In this example, the urine culture was also performed simultaneously. Identification of the colonies in plaque,which was incubated in media at 37 ° C in aerobic and 5% CO2 for 18-24 hours of incubation,were performed with the MALDI-TOF MS system.
RESULTS: The sensitivity of direct sample from MALDI-TOF MS system was found to be 76%.Statistical analysis was performed to determine whether the gram stain had any effect on the bacterial load and consequently on the identification of the MALDI-TOF MS system.According to this, there was a significant difference between Gram staining group and non - Gram staining group (p <0.001).Higher identification rates were found in Enterobactericeae, E. faecalis, S. aureus and C.striatum(except streptococci and nonfermenter gram negative bacteria), 105cfu/ml single culture, MALDI-TOF MS directly from urine culture and MALDI-TOF MS from urine culture.Experimentally, in order to determine the safe identification by MALDI-TOF MS low bacterial concentrations; The E. coli and E. faecalis strains were identified by MALDI-TOF MS with1x10 6, 5x105, 2.5x105, 1.2x105,6x104and 3x104 cob / ml dilutions. A minimum of 1x10 6, 5x105and 2x105cfu / ml were identified to reliable scores for Escherichia coli strains, while E. faecalis was defined at 1x106cfu / ml dilution only
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, MALDI-TOF MS method the sensitivity 105 and / or 106 cfu / ml higher in the single kind of sample the gram-mixed or 103 cfu / ml or less from the sample with bacteriuria and yeast identification was not possible. It was thought that Gram stain application determined the bacterial load before identification of direct urine specimen with MALDI-TOF MS system and contributed to the diagnostic performance of MALDI-TOF MS system and Gram stainings should be done for the samples taken for this reason. This method is faster in urine culture with 105cfu/ml bacterial growth than conventional culture method

2.TBHEB 2018-2 Vol 75 Full Printed Journal
Utku Ercömart
Pages 101 - 224
Abstract |Full Text PDF

3.Comparison of disc diffusion, E-test and automated system methods for the determination of resistance to tigecyclin and colistin by multiple resistant Acinetobacter baumannii isolates which isolated from different samples
Nuriye İsmihan Ece Paköz, Esra Kaya, Zarife Orhan, Arzu Kayış, Murat Aral
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.13334  Pages 109 - 116
GİRİŞ ve AMAÇ: Acinetobacter türleri doğada yaygın olarak bulunan Gram olumsuz kokobasillerdir. Hastane infeksiyonlarına ve toplumsal kaynaklı infeksiyonlara yol açabilen bu bakterinin tedavisinde kullanılan antibiyotik seçeneklerinin giderek azalması endişe yaratmaktadır. Son yıllarda özellikle yoğun bakım üniteleri başta olmak üzere hastane infeksiyonlarında en sık izole edilen etkenlerin başında A. baumannii suşları gelmektedir.
Çoğul antimikrobiyal direnç, polimiksinler gibi eski ve tigesiklin gibi yeni antibiyotiklerin araştırılıp geliştirilmesini zorunlu kılmıştır. Gram olumsuz bakterilerde gelişen çoğul direnç fenotipleri nedeniyle polipeptit yapılı bir antibiyotik olan kolistinin (polimiksin E) önemi tekrar artmaya başlamıştır. Ancak, ülkemizde çoğul dirençli suşlara karşı bu antibiyotiğin etkinliğini bildiren çalışma sayısı oldukça kısıtlıdır. Tigesiklin, A.baumannii'nin de içinde bulunduğu dirençli Gram olumsuz bakterilerin neden olduğu infeksiyonların tedavisinde ümit veren yeni, yarı sentetik bir tetrasiklindir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız Şubat 2011- Şubat 2012 tarihleri arasında Kahramanmaraş Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuarına çeşitli kliniklerden gönderilen farklı örneklerden soyutlanan 100 adet çoğul dirençli A. baumannii izolatı ile yapılmıştır. Bakterilerin tanımlanması konvansiyonel mikrobiyolojik yöntemler ve tam otomatik bakteri identifikasyon sistemi Vitek-2 (bioMérieux, Fransa) kullanılarak yapılmıştır. Çoğul dirençli olduğu saptanan 100 A. baumannii suşunun kolistin ve tigesikline karşı duyarlılıkları Vitek-2 (bioMérieux Fransa), disk difüzyon ve E-test yöntemleriyle test edilmiştir.
BULGULAR: Sonuç olarak disk difüzyon yöntemi ile test edilen çoğul dirençli suşların %88’i kolistine, %84’ü tigesikline duyarlı bulunmuştur. Vitek-2 (bioMérieux Fransa) yöntemi ile test edilen çoğul dirençli suşların ise %100’ü kolistine, %92’si ise tigesikline duyarlı bulunurken; E-test yöntemi ile tigesiklin ve kolistine %100 duyarlılık tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Disk difüzyon, E test ve otomatize sistem yöntemlerini birbirleri ile uyumunu karşılaştırdığımızda; E test ve otomatize sistem sonuçlarının disk difüzyona göre daha uyumlu olduğu gözlenmiştir. Kolistin ve tigesiklinin A.baumannii’ye karşı etkinliği oldukça yüksek bulunmuştur.
INTRODUCTION: Acinetobacter ssp., gram-negative cocobacilli, are widely found in nature. The decrease in treatment options against this organism which can lead nosocomial and community-acquired infections is a concern. In recent years, A. baumannii strains are among the most frequently isolated organisms in hospital infections, especially intensive care units.
Multiple antimicrobial resistance has forced to be explored and improved antibiotics such as tigecycline and polymyxins. (antibiotics such as tigecylines (new) and polymyxins (old)). Due to the multiple resistance phenotypes that developed in gram-negative bacteria, the importance of colistin (polymyxin E), an antibiotic with a polypeptide structure, has begun to increase. However, the number of studies reporting the efficacy of this antibiotic against multiple-resistant strains is rather limited in our country. Tigecycline is a new, semisynthetic tetracycline that promises to treat infections caused by resistant gram-negative bacteria, including A.baumannii.
METHODS: Our study was carried out with 100 multiple-resistant A. baumannii strains isolated from different samples sent from different clinics to Kahramanmaraş University Medical Faculty Hospital Medical Microbiology Laboratory between February 2011 and February 2012. Identification of the bacteria was carried out using conventional microbiological methods and a fully automated bacterial identification system Vitek 2 (bioMérieux, France). Sensitivities of 100 multidrug -resistant A. baumannii strains to colistin and tigecycline were tested by Vitek 2 (bioMeriéux, France), disk diffusion and E-test methods.
RESULTS: As a result, 88% of the multiple-resistant strains tested by disk diffusion method were found to be sensitive to colistin and 84% to tigecycline. While 100% of the multi-resistant strains tested by Vitek 2 (bioMérieux, France) were found to be sensitive to colistin and 92% to tigecycline; 100% sensitivity to tigecycline and colistin was detected by E-test method.
DISCUSSION AND CONCLUSION: When we compared the compatibility of disk diffusion, E-test and automated system methods with each other, E-test and automated system results were observed to be more compatible than disk diffusion method. The effectiveness of colistin and tigecycline against A.baumannii was found to be quite effective.

4.The First External Quality Assurance Laboratory Proficiency Assesment Study of National Antimicrobial Resistance Surveillance System in Turkey
Nilay Çöplü, Zeynep Gülay, Fehminaz Temel, Hüsniye Şimşek, Neşe Göl, Dilber Aktaş, Gülçin Bayramoğlu, Cüneyt Özakın, Mete Eyigör, Duygu Perçin, Kezban Gürdoğan, Murad Bayram
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.10437  Pages 117 - 126
GİRİŞ ve AMAÇ: Ulusal Antimikrobiyal Direnç Surveyans Sistemi (UAMDSS) Türkiye’de antimikrobiyal direnç yüzdelerini saptamak ve takip etmek amacıyla kurulmuştur, ve sistemin güvenilirliğini sağlamak için, Eylül 2011’de ilk kez dış kalite güvencesi laboratuvar yeterlilik değerlendirmesi gerçekleştirilmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Katılımcı 77 laboratuvarın her birine dörder bakteri suşu gönderilmiştir. Laboratuvarların UAMDSS standart uygulama prosedürleri ve Clinical and Laboratory Standards Institute’e göre bakteri tanımlaması ve antibiyotik duyarlılık testlerini (ADT) yapmaları istenmiştir. Sonuçlar web-tabanlı bir anket ile toplanmış ve veriler SPSS 15.00 ile analiz edilmiştir. Bakteriyel tanımlama skoru, cins ve tür düzeyinde doğru tanımlandığında 10 puan, cins doğru fakat tür hatalı olduğunda 8 puan, yanlış tanımlandığında ya da rapor edilmediğinde ya da kontamine edildiğinde 0 puan olarak tanımlanmıştır. ATD skorlaması her antibiyotik için doğru sonuç verdiğinde 10 puan olarak tanımlanmıştır. ADT sırasında minor hata olduğunda (orta duyarlı iken duyarlı ya da dirençli rapor edildiğinde) iki puan çıkarılmış, major ya da çok major hata (sırasıyla duyarlı iken dirençli ve dirençli iken duyarlı rapor edildiğinde) 10 puan çıkarılmıştır. Eşik değer % 70 olarak belirlenmiştir.
BULGULAR: Sistemden sonuç gönderen 68 laboratuvarın sonuçları analiz edilmiştir. K. pneumoniae, S. pneumoniae, E. faecium ve P. aeruginosa için tanımlamada başarı sırası ile %92.6; %91.2; %89.7 ve %98.5; ADT için ulaşılabilen median/maksimum skorlar sırası ile 50/80; 28/50; 40/40 ve 60/60 idi. Toplam başarı yüzdeleri ≤%69.99; %70.00 -%89.99 ve ≥%90.00 olarak sınıflandırıldığında, laboratuvarların bu sınıflara dağılımı sırası ile 10; 48; ve 10 şeklindeydi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sistemin güvenilir olduğu düşünüldü.
INTRODUCTION: National Antimicrobial Resistance Surveillance System (NAMRSS) was established aiming to determine and track the percentage of antimicrobial resistance in Turkey, and in order to assure the reliability of the system, an external quality assurance laboratory proficiency assessment was performed in September 2011, for the first time.
METHODS: Four bacterial strains were sent to 77 participating laboratories. The laboratories were asked to perform the bacterial identification and antimicrobial susceptibility tests (AST) according to standard operating procedures of NAMRSS and Clinical and Laboratory Standards Institute. The results were collected using a web-based questionnaire and the data were analysed using SPSS 15.00. Bacterial identification scoring was defined as 10 points when genus and species were accurately defined, 8 points when genus was accurate but species was wrong, and 0 point when it was misdiagnosed or not reported or contaminated. AST scoring included 10 points per antibiotic when the result was correct. Two points were subtracted in case of a minor error (reported as susceptible or resistant when intermediate) and 10 points in the case of a major or very major error (reported resistant when susceptable or as susceptible when resistant, respectively) during AST. The threshold value was determined as 70 %.
RESULTS: From the system, 68 laboratories had sent data and analysed. For K. pneumoniae, S. pneumoniae, E. faecium and P. aeruginosa the success percentage for the identification of were 92.6 %; 91.2 %; 89.7 % and 98.5 %, respectively; and for AST the median/maximum score that could be achieved were 50/80; 28/50; 40/40 and 60/60, respectively. When the success percentages were classified as ≤69.99 %; 70.00 %-89.99 % and ≥90.00 %, the distribution of the number of the laboratories were 10; 48; and 10 for the success percentage classes, respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The system was considered reliable.

5.Verification Of Some Biochemistry Tests That To Be Analyzed In Spotchem EZ SP-4430 Dry Chemistry System
Yakup Dülgeroğlu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.49344  Pages 127 - 134
GİRİŞ ve AMAÇ: Tıbbi laboratuvarlarda yeni bir yöntemle hasta sonucu verilmeden önce yöntemin performansı değerlendirilerek, ticari firmanın performans verileri test edilmelidir. Bu çalışmada, Bilecik Halk Sağlığı Laboratuvarı gözetimindeki entegre hastane laboratuvarlarına kurulması düşünülen kuru sistem biyokimya cihazında çalışılacak testlerin, Klinik ve Laboratuvar Standartları Enstitisü(CLSI) tarafından yayınlanan EP15-A2 kılavuzuna göre verifikasyonunun yapılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Spotchem-EZ(Arkray) cihazında çalışılan glukoz, üre, total kolesterol, AST, ALT, TBIL ve kalsiyum testleri için CLSI-EP15-A2 rehberi esas alınarak verifikasyon çalışması yapılmıştır. Bu kapsamda bias hesaplaması için karşılaştırılan cihaz olarak mevcut otoanalizör olan Mindray-BS800M cihazı kullanılmıştır. Testlerin kesinlik değerlerinin hesaplanması için 5(beş) gün süresince 2(iki) seviye iç kalite kontrol numunesi üçer tekrar olacak şekilde Spotchem-EZ cihazında çalışılmıştır. Gerçekliğin hesaplanması için 20 adet hasta serumu Spotchem-EZ ve BS800M otoanalizörü ile çalışılmıştır. EP15-A2 rehberi temelinde verifikasyon değerleri hesaplanmıştır.
BULGULAR: Çalışma içi (within-run, Sr) kesinlik değeri glukoz, üre, total kolesterol, AST ve TBIL’nin her iki seviyesi, ALT ve kalsiyumun birinci seviyesi için verifikasyon limitleri içinde iken, ALT ve kalsiyumun ikinci seviyeleri için verifikasyon limitleri dışındadır. Glukoz, üre, total kolesterol, AST, ALT ve TBIL için bias değeri, hesaplanan verifikasyon limitleri içinde iken; kalsiyum için verifikasyon limitleri dışındadır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: EP15-A2 rehberi temelinde kesinlik ve bias açısından test edilen, kuru kimya sistemi ile çalışılan parametrelerin kesinliğinin kabul edilebilir olduğu, bias değerleri verifikasyon limitleri dışında olan parametrelerin laboratuvarda kurulu olan mevcut otoanalizörle uyumunun sınırlı olduğu ve bu parametrelerin referans yöntemler ile doğrulanması gerekeceği düşünülmektedir.
INTRODUCTION: The test performance data of the commercial firm should be tested by evaluating the performance of the method before patient is given the result with a new method in medical laboratories. It has been aimed on this study that verification of tests which will work on the equipment of dry system biochemistry which is planned to be established to integrated hospital laboratories in trust of Bilecik Public Health Laboratory is made by EP15-A2 guideline which was published by Clinical and Laboratory Standards Institution (CLSI).
METHODS: Verification study has been made on Spotchem-EZ ( Arkray) device on the base of CLSI, EP15-A2 guidelines for glucose, BUN, AST, ALT, TBIL, T.Cholesterol, and calcium tests. As a comparative device for the bias calculation, Mindray-BS800M device which is the current autoanalyzer was used. It was studied on Spotchem-EZ device in a way that there were to be 2 (two ) level internal quality control as three times and repetitive for 5 (five) days, in order to calculate precision on above - designated tests. In order to calculate trueness, 20 patient serums were studied on Spotchem-EZ and BS800M autoanalyzer. Verification values were calculated in company with EP15-A2 guidelines.
RESULTS: The within-run (Sr) precision value, verification limits are withinside for each two level of glucose, urea, total cholesterol, AST, and TBIL; for first level of ALT and calcium and also verification limits are outside for second levels of calcium and ALT. While the bias value is within the calculated verification limits for glucose, urea, total cholesterol, AST, ALT and TBIL; It is outside of verification limits for calcium.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We consider that precision of parameters which were tested in company with EP15-A2 guideline and were studied by dry chemistry system are acceptable, conformity between tests which bias values are outside of verification limits and current autoanalyzer on laboratory is restricted and it will require that these parameters are to be verified by reference method.

RESEARCH ARTICLE
6.How to control of the workspace environment in the molecular microbiology laboratory?
Dilek Güldemir
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.83713  Pages 135 - 142
GİRİŞ ve AMAÇ: Moleküler mikrobiyoloji laboratuvarlarında in-vitro amplifikasyon reaksiyonu (IVAR, In-vitro Amplification Reactions) ürünleri ile çapraz kontaminasyon, çalışılan testlerde yanlış pozitifliğe neden olabilir. Bu durum moleküler mikrobiyoloji laboratuvarlarında çok ciddi bir problemdir. Günümüzde moleküler mikrobiyoloji laboratuvarlarında iyi klinik laboratuvar uygulamaları (GCLP, Good Clinical Laboratory Practice) ile ilgili pek çok kaynak mevcut olmasına rağmen ortam kontrolünün nasıl yapılacağı hususunda halen özgün araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu makalede moleküler mikrobiyoloji laboratuvarında ortam kontrolünün nasıl yapılabileceği konusunda edindiğimiz tecrübelerin paylaşılması hedeflenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü, Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları Daire Başkanlığına bağlı, “Ulusal Moleküler Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarı (UMMRL)”nda, ISO 9001 15189 Kalite ve Akreditasyon çalışmaları kapsamında ilk kez moleküler mikrobiyoloji laboratuvarında ortam kontrolünün nasıl yapılacağı hususu ele alınmış ve laboratuvar koşullarında optimize edilmiştir. Sözkonusu çalışmalar; laboratuvar güvenliğine uygun olacak şekilde yürütülmüş ve sonuç olarak bir talimat (ÇT03/MRLDB-06 kodlu ve 15.11.2014/01 tarihli) haline getirilmiştir. Bu talimatta laboratuvarımızdaki çalışma ortamının kontrolü için, dokuz alan belirlenmiş, bu alanlardan ne şekilde örnek alınacağı, bu örneklerin nasıl test edileceği, sonuçların nasıl değerlendirileceği ve kayıt edileceği detaylı bir şekilde tarif edilmiştir. Seçilen alanlardan alınan örnekler, laboratuvarımızda optimize edilen sekans bazlı 16S rRNA testi ile analiz edilmiştir.
BULGULAR: ÇT03/MRLDB-06 talimatı uyarınca, ISO 9001 15189 Kalite ve Akreditasyon çalışmaları kapsamında UMMRL’de yapılan ortam kontrolü çalışmalarında seçili alanlardan alınan örneklerin hiçbirinde nükleik asit kontaminasyonuna rastlanmamıştır. Elde edilen sonuçlar ilgili kalite formları kullanılarak kayıt altına alınmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Moleküler mikrobiyoloji laboratuvarlarında çapraz bulaş ya da nükleik asit kontaminasyonunun önlenmesi için periyodik olarak ortam kontrolünün yapılması gereklidir. Günümüzde IVAR ürünlerinin kontrolü giderek önem kazanmakta ve laboratuvar akreditasyon kuruluşları sertifikasyon için klinik laboratuvarlarda ortam kontrolünün sağlanmasını istemektedirler. Bu çalışmanın, moleküler mikrobiyoloji laboratuvarlarında ortam kontrolü ve laboratuvar güvenliği konularını ele alınırken ve bu konularda kendi ihtiyaçlarına yönelik talimatlar oluşturulurken yararlı olabileceği kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: Cross-contamination with the product of “in vitro amplification reactions (IVAR)” can cause false positive results in laboratory tests. This issue is a more seriously problem for molecular microbiology laboratories. In the recent, although many sources can be obtained about good clinical laboratory practices (GCLP) for molecular microbiology laboratories, specific research is needed how to control of the workspace environment. In this article, it is aimed to share our laboratory experiences about control of the workspace environment for molecular microbiology laboratories.
METHODS: In the scope of the ISO 9001 15189 Quality and Accreditation studies in “Public Health General Directorate, Department of Microbiology Reference Laboratories, National Molecular Microbiology Referans Laboratory (NMMRL)”, it was dealed how tocontrol of the work space environment in the molecular microbiology laboratory for the first time, and it was optimized in the laboratory conditions. These experiments were conducted in accordance with laboratory safety and as a result an instruction (coded ÇT03 / MRLDB-06, dated 15.11.2014/01) was formed. In this instruction, nine areas have been identified in our laboratory for the control of the laboratory workspace environment, how these samples will be taken from these areas, how these samples will be tested, how the results will be assessed and how they will be recorded have been described in detail. The samples from the selected areas were analyzed with the sequence-based 16S rRNA assay optimized in our laboratory.
RESULTS: According to the instructions of ÇT03 / MRLDB-06 within the scope of ISO 9001 15189 Quality and Accreditation studies, nucleic acid contamination were not found in none of the samples taken from selected areas in NMMRL workspace environment control studies. The results obtained are recorded using the relevant quality forms.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Periodic control of the workspace environment in the molecular microbiology laboratory is required to prevent cross contamination or nucleic acid contamination. Today, control of IVAR products is getting more and more important, and laboratory accreditation organizations demand the control of the workspace environment in clinical laboratories for certification. We believe that this study can be useful when discussing workspace environment control and laboratory safety issues in molecular microbiology laboratories and preparing instructions for their own needs in this regard.

7.Evaluation of customer satisfaction in water laboratories which are accredited within the scope of TS EN ISO/IEC 17025 standard
Pınar Kaynar, Mukaddes Şenses, Sibel Karaca, Yıldırım Cesaretli
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.74508  Pages 143 - 152
GİRİŞ ve AMAÇ: TS EN ISO/IEC 17025 “Deney ve Kalibrasyon Laboratuvarlarının Yeterliliği için Genel Şartlar” başlıklı standart; numune alma dahil, deney ve/veya kalibrasyon hizmeti veren bir laboratuvarın yeterliliğinin tanınması için sağlaması gereken genel şartları kapsamaktadır. Bu standardın 4.7.2. maddesi; laboratuvarın müşterilerinden hem olumlu hem de olumsuz geri besleme bilgilerini almasını, bu bilgilerin yönetim sistemini, deney ve kalibrasyon faaliyetlerini ve müşteri hizmetlerini iyileştirmek için analiz edilmesini ve kullanılmasını ifade etmektedir. Bu çalışma ile TS EN ISO/IEC 17025 standart kapsamında akredite olan mikrobiyolojik ve kimyasal su laboratuvarlarının yürüttüğü faaliyetlerin müşteri memnuniyeti yönünden değerlendirilmesi ve değerlendirme sonucunda yönetim sisteminin kontrol edilmesi, laboratuvar hizmetlerinde iyileştirmelerin yapılması açısından müşteri memnuniyetinin öneminin ortaya konulması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 01.01.2016 – 31.12.2016 tarihleri arasında, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Tüketici Güvenliği Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Daire Başkanlığının TS EN ISO/IEC 17025 standart kapsamında akredite olan mikrobiyolojik ve kimyasal su laboratuvarlarından analiz hizmeti alımı yapan müşterilerin memnuniyetlerinin belirlenmesi için 1’den 5’e kadar puanlama yaparak 10 adet anket sorusunu yanıtlamaları ve varsa önerilerini yazmaları istenmiştir. Yanıtlanan anket formları incelenmiş ve inceleme sonucunda, anket sorularına verilen yanıtların ortalamaları ve standart sapmaları hesaplanarak değerlendirme yapılmıştır. Yapılan değerlendirme sonucunda; düzeltme yapılacak durumlar için düzeltme uygulanmasına, potansiyel uygunsuzluklar için önleyici faaliyetler başlatılmasına ve/veya anket soruların yanıtlarının “1” veya “2” puanlı olduğunda ya da memnuniyetsizlik ifadeleri yer aldığında düzeltici faaliyet başlatılmasına karar verilmiştir.
BULGULAR: 01.01.2016 – 31.12.2016 tarihleri arasında söz konusu laboratuvarlardan analiz hizmeti alan müşteriler tarafından toplam 85 adet anket formu doldurulmuştur. Ayrıca bu formlardan 16’sında görüş belirtilmiştir. Doldurulan anket formların yanıtlarının ortalamaları hesaplanmıştır. Hesaplama sonucunda ortalaması 4,83±0,07 olarak bulunmuştur. Ayrıca memnuniyet yüzdesi %96,6 olarak tespit edilmiştir. Yapılan değerlendirmeler sonucunda ise anket soruların yanıtlarının “1” veya “2” puanlı olduğunda veya “memnuniyetinizi artırmak için ne yapabiliriz, varsa önerileriniz” başlığındaki memnuniyetsizlik ifadeleri yer alan üç adet anket formu için düzeltici faaliyet başlatılmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: TS EN ISO/IEC 17025 standart kapsamında akredite olan su laboratuvarlarının yürüttüğü analiz hizmetlerine yönelik müşteri memnuniyetinin yüksek olduğu belirlenmiştir. Tespit edilen uygunsuzluklar ise düzeltici faaliyetlerle kapatılmıştır. Ayrıca uygulanan “Müşteri Öneri ve Görüş Anketi Formu”nda yeni düzenlemeler yapılmasına karar verilmiştir. Bu standart kapsamında laboratuvar hizmetlerinden müşterinin öneri ve görüşlerinin değerlendirileceği anketlerin kullanılmasının laboratuvarın hizmet yapma biçimine, süreçlerini gözden geçirmesine ve iyileştirmesine büyük bir katkı sağladığı görülmüştür.
INTRODUCTION: TS EN ISO/IEC 17025 standard which is titled "General Requirements For The Competence of Testing and Calibration Laboratories" specifies the general requirements for the competence to carry out tests and/or calibrations, including sampling. In the 4.7.2 article of this standard, it is stated that customers both positive and negative comments which is obtained on laboratory services should be part of customer feedback. These comments should be analyzed and used for its management system, test/calibration activities and improvements of customer services. In this study, the activities of the microbiological and chemical water laboratories, which were accredited within the scope of TS EN ISO/IEC 17025, were evaluated for customer satisfaction. As evaluation results, the significance of customer satisfaction in terms of controlling the management system and improvements in laboratory services is highlighted.
METHODS: In the period 01.01.2016 - 31.12.2016, for a determination of customer satisfaction which was obtained on analysis services of the microbiological and chemical water laboratories, accredited within the scope of TS EN ISO/IEC 17025 of Department of Consumer Safety Laboratories and Biological Products, Public Health Agency of Turkey, it was wanted to fill out 10- question survey (1-to-5 scale with) and give suggestions by customers. We examined the results of the survey which was filled out. After the examination, we evaluated the average and standard deviation of the survey responses which had been calculated. We examined the results of the survey which was filled out. After the examination, we evaluated the average of the survey responses which had been calculated. We decided that if necessary the correction would have been made, and we took a preventive action for potential nonconformity, and/or a corrective action when survey response was "1" or "2" or customer stated his/her displeasure.
RESULTS: In the period 01.01.2016 - 31.12.2016, totally 85 survey were filled out by customers which obtained on laboratory analysis service. Furthermore, 16 of these survey were given suggestions. We evaluated that it the average of the survey responses. In resulting of calculation, we found that the average was 4.83±0.07. Also, we determined that the percentage of the satisfaction was 96.6%. After the evaluation, we decided that it was necessary to take corrective actions for three survey form when survey response was "1" or "2" or customer stated his/her displeasure.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We determined that the customers satisfactions which were obtained on analysis services of the water laboratories accredited within the scope of TS EN ISO/IEC 17025 was higher. The corrective actions for nonconformity, which we determined, were complemented. Also, we decided that “Opinion and Suggestion Survey”, which was filled out, should be revised. We have understood that when survey was evaluated on customers’ opinions and suggestions, the format of laboratory service, the review of processes and improvements were making a significant contribution.

8.The level of knowledge and attitudes of some farmers in Adana province about genetically modified seeds
Özcan Aygün
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.02223  Pages 153 - 168
GİRİŞ ve AMAÇ: Genetiği Değiştirilmiş (GD), ürünler son yıllarda hem dünyada hem de Türkiye’de çeşitli tartışmaları ve uyuşmazlıkları içinde barındıran bir konudur. Günümüzde GD ürünlerin üretimi ve kullanımı yıldan yıla artış göstermekte ve bu ürünlerle ilgili tartışmalar da hala devam etmektedir. Bu çalışma da, Adana ilinin İmamoğlu ilçesi ve Osmaniye Koçyurdu köyünde bulunan çiftçilerin genetiği değiştirilmiş tohumlar hakkındaki bilgileri ve bilgilerine göre tutumlarını belirlemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel tipteki çalışmaya evrenden Adana İmamoğlu ilçesinden 423, Osmaniye Koçyurdu köyünden 297 kişinin örneklem olarak seçilmiştir. Araştırmaya başlamadan önce etik kurul onayı ve çalışmaya katılan kişilerden ise sözel onam alınmıştır. Çalışmada verileri 20 sorudan oluşan anket formu ile toplanmıştır. Araştırmada tanımlayıcı tablolarda sayı ve yüzde değerleri, çeşitli değişkenlere göre çiftçilerin tutumlarını ölçmek için ise ki-kare testi kullanılmıştır. Araştırmanın istatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir.
BULGULAR: Katılımcıların %58,9’unun tohumların genetik yapısının değişmesine onay verdiği, %48,9’unun kontrolsüz kullanımının zararlı olduğunu söylediği, %42,5’inin tarım ilaçları yerine yeni teknoloji kullanımına onay verdiği, %46,7’sinin sağlığa zararlı olduğunu düşündüğü, %24,2’sinin genetiği değiştirilmiş (GD) ürünler riski olan ekmeği tüketmede, %47,5’sinin GD ürün riski olan domatesi tüketmede sakınca görmediği, %48,3’ünün GD ürünlerden rahatsızlık duyduğu ve %34,7’sinin GD ürünlerde etiket olmasını istediği belirlenmiştir. Katılımcıların cinsiyetlerine göre GD ürünlerle ilgili tutum ve uygulamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p>0,05). Ancak, yaş ve eğitim düzeyleri ile çiftçilerin GD ürünlerle ilgili tutum ve uygulamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışma sonucunda, katılımcıların GD bu ürünlerin tarımda kullanımı, tüketilmesi ve olası zararları/riskleri ile ilgili tutumlarında da olumsuz bakış açılarının olmadığı saptanmıştır. Çalışmada, 26 yaş ve üzerindeki, eğitim düzeyi lise ve üzeri olan katılımcıların çoğunun GD ürünlere olumsuz baktığı tespit edilmiştir. Sonuçlar ışığında, özellikle eğitim düzeyi düşük ve genç yaştaki çiftçilerin GD ürünler ve etkileri konularında farkındalıklarının artırılması için bilgilendirme yapılmalıdır. Ayrıca, bu çiftçilerin toprağına ekeceği ürünleri seçim sürecinde danışmanlık yapacak bir sistemin oluşturulması önerilmektedir.
INTRODUCTION: Genetically Modified (GM) products have been subject to a variety of controversies and conflicts in recent years both in the world and in Turkey. Today, the production and use of GM crops is increasing year by year and the discussions about these products are still going on. This study was conducted to determine the attitudes of the farmers in the Imamoglu in Adana province and village of Koçyurdu Osmaniye province according to the information and information about the genetically modified seeds.
METHODS: The sample was selected as 423 samples from Adana Imamoglu district and 297 samples from Osmaniye Koçyurdu village of the cross-sectional type. The ethics committee was approved before the investigation and verbal approval was given to those who participated in the research. In the study, the data were collected by a questionnaire consisting of 20 questions. Number and percentage values were used in descriptive tables in the research and chi-square test was used to measure the attitudes of the farmers according to various variables. The level of statistical significance of the study was accepted as p <0.05.
RESULTS: 58.9% of the participants approved the change of the genetic structure of the seeds, 48.9% said that the uncontrolled use was harmful, 42.5% approved the use of new technology instead of agricultural drugs, 46.7% thought harmful to health, 24.2% It was determined that 47.5% of the farmers did not mind consuming tomatoes with a risk of GM products, 48.3% were uncomfortable with GM crops, and 34.7% wanted to label them with GM products, while consuming the crop genetically modified (GM) products risk. There was no statistically significant difference between the attitudes and practices of the GM products according to the gender of the participants (p>0.05). However, it was determined that there was a statistically significant difference between age and education levels and attitudes and practices of farmers with GM products (p <0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: As a result of the study, it was determined that there was no negative view on the attitudes of the participants regarding the use, consumption and possible damage of these products with GM crops in agriculture. In the study, it was determined that most of the participants aged 26 years and above, those with education level high school and above, had negative views on GM crops. In the light of the results, it should be informed in order to raise awareness of GM crops and their effects on young farmers, especially in the low education level. It is also recommended that these farmers establish a system to advise on the selection process of their crops to the land.

9.Increased rates of vaccination among healthcare workers through cause-directed solutions: a state hospital example
Zehra Karacaer, Husrev Diktas
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.91887  Pages 169 - 174
GİRİŞ ve AMAÇ: Aynı hastanede daha önce yapılan bir araştırmada 2013-2014 sezonunda personelin mevsimsel grip aşısı (MGA) ve hepatit B virüsü (HBV) aşısı konusunda eğitim ve motivasyona ihtiyacı bulunduğu saptanmıştır. Gerekli eğitici faaliyetlerden sonra yeniden bir değerlendirme yapılması hedeflenmiştir. Bu çalışma ile hastanenin bağışıklama konusundaki sorunların çözümünde elde edilen başarıyı değerlendirmek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma Enfeksiyon Kontrol Komitesi (EKK)'nin 01.01.2015 - 01.05.2016 arası kayıtları kullanılarak retrospektif olarak yapılmıştır. Hastanemizde sözü edilen dönemde EKK tarafından MGA ve HBV aşılaması ile tarama testlerinin amacı, yararları, yan etkileri, risk grupları gibi konularda toplu eğitimler verilmiştir. Gerekli görülen hallerde bireysel yüz yüze görüşme şeklinde eğitim faaliyetleri uygulanmıştır. Enjeksiyondan korkan personelle motive edici görüşmeler yapılmıştır. Bu aktivitelerin sonunda personelin HBV ve hepatit C virüsü (HCV) için serolojik tarama testleri yapılmıştır. HBV’ye duyarlı personele üçlü aşı takvimine uygun olarak aşılama yapılmış ve antikor yanıtları takip edilmiştir. Personele 2015-2016 sezonunda MGA yapılmıştır. Personelin yaş, cinsiyet, meslek, çalıştığı birim, HBV seroloji sonuçları, tarama testi ve MGA yaptırmak istememe nedenleri kaydedilmiştir. Araştırmanın verileri SPSS IBM 22,0 (SPSS Inc, Chicago, IL) istatistik programına aktarılarak, istatistiksel açıdan p<0,05 düzeyi anlamlı olarak kabul edilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya katılım oranı %84,3 saptanmıştır. Personelin yaş ortancası 30 yıl (21-61 yıl) hesaplanmıştır. Çalışmaya katılanların 137 (%54,2)’si kadındır. Personelden 198 (%78,3)’i istenen tetkikleri yaptırmıştır. Bunların 35 (%17,7)’inin HBV’ye duyarlı, 148 (%74,7)’inin aşılı, 15 ( %7,6 )’inin doğal bağışık olduğu saptanmıştır. Hepatit B antikoru (Anti-HBs) pozitif saptanan hastalarda ortancası 787,62 IU/ml (10,86-1000 IU/ml) saptanmıştır. Duyarlı personelin 32 (%91,4)’sine HBV aşısı yapılmış, hepsinde aşı yanıtı oluştuğu gözlenmiştir. Tarama testlerinin yaptırmak istemeyen 55 (%21,7) personelin en sık tetkik yaptırmama nedeni zamansızlık (%47,3) olarak saptanmıştır. Personelin 36 (%14,2)’sı MGA yaptırmıştır. MGA yaptırmamanın da en sık nedeni “zamansızlık” olarak bildirilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada, gerekli bireysel eğitimler ve motive edici faaliyetlerle MGA aşılanma oranlarının bir miktar yükselmiş, HBV aşılama oranı hedeflerine ise büyük oranda ulaşılmıştır. Ayrıca, tarama tetkikleri ile farkındalık sağlandığında, personelin aşılanmaya büyük oranda katılabileceği, eğitim faaliyetlerinin aşılanma oranlarında etkili olabileceği belirlenmiştir.
INTRODUCTION: It was observed in our hospital in the 2013-2014 period that the need existed for the education and motivation of the staff about seasonal flu vaccine (SFV) and hepatitis B virus (HBV) accinations.This study was performed to evaluate the success obtained with the solution to the problems related to immunization that were previously uncovered in our hospital.
METHODS: Data of this study were retrospectively collected from the 2015 and 2016 records of the Infection Control Committee (ICC). During the mentioned period, the ICC performed educational activities regarding the objective, benefits, adverse effects and risk groups of SFV and HBV vaccinations and screening tests, including face-to-face interviews, if necessary. Motivational interviews were conducted with staff who were afraid of the injection. After these activities, serolologic tests for HBV and hepatitis C virus (HCV) were carried out on personnel. HBV-sensitive staff were administered a triple vaccine, and their antibody reponses were monitored. A 2015-2016 SFV was administered. Participants’ age, gender, occupation, department of work, HBV serology outcomes, screening test and reasons for not desiring vaccination with SFV were recorded. The data of the study were transferred to SPSS IBM 22,0 statistical software, and a p<0.05 level was considered statistically significant.
RESULTS: The level of participation in the study was calculated as 84.3%. The median age of the personnel was 30 (21-61) years, with 137 (54.2%) being women. A total of 198 (78.3%) staff underwent the investigations asked. Thirty-five (17.7%) of the participants were found to be HBV sensitive, 148 (74.7%) vaccinated and 15 (7.6%) natural immunized. The median value was found to be 787,62 IU/ml (10,86-1000 IU/ml) in the participants with positive hepatitis B surface antibody identified. Of the sensitive personnel, 32 (91.4%) were vaccinited for HBV, and reponse to vaccination occurred in all of them. In 55 (21.7%) personnel who rejected being screened, the most common reason for not desiring investigations was determined to be “having no time” (47.3%). Thirty-six (14.2%) participants were administered SFV, and the most common reason for not having SFV was reported as ‘having no time’.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, it was found that the rates of SFV vaccination slightly increased, while HBV vaccination targets were substantially achieved with the necessary personal education and motivating activities performed. Besides, it was determined that personnel may participate in vaccination with a large proportion if awareness is raised through screening investigations, and educational activities could be effective for increasing the rates of vaccination.

10.A foodborne outbreak in a dormitory in Kahta District in Adiyaman Province, February 2015
Zeynep Güneş Çelebi, Demet Börekçi, Figen Sezen, Fehminaz Temel, Mustafa Dost
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.75547  Pages 175 - 182
GİRİŞ ve AMAÇ: Adıyaman ili Kahta ilçesinde bir kız öğrenci yurdunda 24 Şubat 2015 tarihinde akşam yemeğinden sonra öğrenciler, bulantı, karın ağrısı şikayetleri ile Kahta Devlet Hastanesi’ne başvurmuştur. Bu araştırma, ortaya çıkan gıda kaynaklı salgının kaynak, bulaş yolunu ortaya çıkarmak ve kontrol önlemlerini almak amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif kohort araştırması yapılmıştır. Araştırma kohortu akşam yemeği yiyen öğrenciler, öğretmenler ve çalışanlar ile toplam 227 kişiden oluşmaktadır. Analizlerde olası vaka tanımı kullanılmıştır. Olası vakalar, 24-25 Şubat 2015 tarihlerinde karın ağrısı, bulantı, ishal şikâyetlerinden herhangi biri bulunanlardır. Anketler yüz yüze yapılmıştır. Yurt ve yemekhane lavabo musluklarından, sebilden alınan su örneklerinin kalitesini değerlendirmek için Membran Filtrasyon Metodu kullanılmıştır. Mutfak personelinin burun ve dışkı örnekleri kültür yöntemiyle Salmonella - Shigella etkenleri açısından incelenmiştir. Şahit numune saklanmadığından tüm tüketilen gıdalardan örnek alınamamıştır. Sadece akşam yemeğinden kalan tavuk tantuni ve pişirilmemiş tavuktan örnekler alınmıştır. Çiğ tavuk ve tavuk tantuni örnekleri için koagülaz pozitif stafilokok, Salmonella spp, sülfit indirgeyen anaerob, B.cereus kültürü yapılmıştır.
BULGULAR: Atak hızı %51 (116/227)’dir. Şikâyetler bulantı (%77,6), karın ağrısı (%73,3), ateş (%44), ishal (%25) ve kusmadır (%12,1). Akşam yemeğinde mercimek çorbası, tavuk tantuni, turşu, ayran, elma ve tatlı servis edilmiştir. İlk salgın piki, 24 Şubat akşam yemeğinden sonra ortaya çıkmıştır. Ortalama inkübasyon süresi üç saattir (en kısa: 0, en uzun: 28 saat). Diğer faktörler kontrol edildiğinde hastalarda mercimek çorbası yeme sağlamlara göre 2,2 kattır (%95 GA: 1,2-3,9). Yemek, su ve klinik numunelerde patojen mikroorganizma ürememiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu salgına kontamine mercimek çorbasının neden olduğu düşünülmüştür. Sonuçlar, B. cereus toksininin neden olduğu epidemiyolojik salgın bulguları ve klinik bulgularla uyumludur. Mutfak çalışanlarına hijyen eğitimi verilmiş, yurt mutfağı kapatılmış ve onarılmıştır.
INTRODUCTION: In a dormitory for female students in Adiyaman province, Kahta district on 24 February 2015 after the dinner the students admitted to Kahta Public Hospital. This research was conducted to identify the cause of occurred foodborne outbreak, mode of transmission and to implement control measures.
METHODS: A retrospective cohort investigation was conducted. The cohort included 227 people of all students, teachers and staff who participated the dinner. Probable case definition was used in the analyzes. Probable case was onset of abdominal pain, nausea and diarrhea during 24-25 February 2015. Data was collected through a face to face questionnaire. Membrane Filtration Method was used to assess the quality of water, samples taken from the dormitory, the cafeteria and water distribution. Nasal and stool samples of kitchen staff were analyzed by culture method Salmonella-Shigella. Since samples of foods were not stored, samples were not taken from all consumed foods. Only samples of chicken tantuni and raw chicken were taken from the dinner. Raw chicken and chicken tantuni were cultured to identify to coagulase positive Staphylococcus, Salmonella spp, sulphite-reducing anaerob, B.cereus.
RESULTS: Attack rate was 51% (116/227). The symptoms included nausea (77.6%), abdominal pain (73.3%), self-reported fever (44%), diarrhea (25%), and vomiting (12.1%). At the dinner lentil soup, chicken tantuni, pickle, ayran, apple and dessert were served. The epi curve showed the first peak on 24 February after the dinner. Median incubation period was three hours (min.0, max.28 hours). After controlling other factors, consuming lentil soup was 2.2 times in cases compared to controls (95% CI: 1.2-3.9). Food, water and clinic samples were tested negative for pathogen microorganisms.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This outbreak was likely due to contaminated lentil soup. The results are compatible with clinical and epidemiological findings of outbreaks caused by B. cereus toxins. Kitchen staff was educated on hygiene practices. The kitchen of the dormitory was closed and rehabilitated.

11.Microorganisms and Antibiotic Resistances Isolated from Wound Cultures 2010-2015
Nezire Mine Turhanoğlu, Esra Koyuncu, Fulya Bayındır Bilman
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.56338  Pages 183 - 194
GİRİŞ ve AMAÇ: Yara yeri enfeksiyonları, hastane kaynaklı enfeksiyonların en yaygın olanlarından birisidir. Önemli bir morbidite ve mortalite sebebidir. Çalışmamızda, yara yeri örneklerinden izole ettiğimiz mikroorganizmaların dağılım oranları ve antibiyotik duyarlılıkları belirlenmiş, ampirik tedavi seçeneklerine yol gösterici, hekimlerin kontrollü ve akılcı antibiyotik kullanımına yardımcı olması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yara örneklerinden 2010-2015 yılları arasında üretilen toplam 693 bakteri ve mantarın dağılım oranları araştırılmıştır.
BULGULAR: Üreyen mikroorganizmaların %52.5’ini (364) Gram pozitif koklar, %42.9’unu (297) Gram negatif basiller ve %4.6’sını (32) mantarlar oluşturmuştur. Gram pozitif bakteriler arasında en sık rastlananlar %88.1 ile stafilokoklar olurken, bunların %41.4’ünün Staphylococcus aureus olduğu görülmüştür. Gram negatif bakterilerden en sık Escherichia coli (%30.6) ve Pseudomonas türleri (%18.2) gözlenmiştir.Üreyen mikroorganizmaların %4.6’sını maya mantarları oluşturmuştur. Direnç durumlarına bakıldığında metisilin direnci S.aureus’ta %35.8, KNS’de %71.1 oranlarında bulunmuş;en yüksek ve en düşük direnç sırasıyla S.aureus’ta %81.4 ile penisiline, %3.2 ile fusidik asite karşı bulunmuştur.
Gram negatif bakterilerin direnç durumları irdelendiğinde en yüksek direncin Acinetobacter türlerinde %100 ile ampisilin/sulbaktam, sefoksitin, sefiksim, sefuroksim ve sefuroksimaksetile; E.coli’de %93.7 ile ampisiline; Klebsiella türlerinde %83.3 ile piperasiline; P.aeruginosa’da %100 ile ampisilin/sulbaktama karşı olduğu saptanmıştır. En düşük direnç oranları ise E.coli’de %2.8 ile meropeneme Klebsiella türlerinde %14.2 ile sefoksitine, P.aeruginosa’da %19.1 ile gentamisine karşı belirlenmiş; Acinetobacter türlerinde ise trimetoprim/sülfametoksazol ve tetrasikline karşı direnç gözlenmemiştir

TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada, hastanemizde yara yeri enfeksiyonlarına en sık neden olan mikroorganizmaların dağılımı ve antibiyotik duyarlılıkları belirlenmiş, ülkemizde ve yurt dışında yapılan çalışmaların verileriyle karşılaştırılmış, benzerlik ve farklılıklar ortaya konmuştur. İzole edilen mikroorganizmaların ve antibiyotik duyarlılıklarının bilinmesi ampirik tedavilere yön verilebilmek, hekimlerin kontrollü ve akılcı antibiyotik kullanımı konusunda bilinçlenmesini sağlamak, hem de direnç oranlarındaki artışın önüne geçebilmek acısından önemlidir.
INTRODUCTION: Wound site infection is one of the most common infections caused by hospital. It is an important cause of morbidity and mortality. In our study, distribution rates and antibiotics susceptibility of microorganisms we isolated from infection site samples have been determined, and it has been aimed that they should be a guide to empirical treatment options and should help physicians’ controlled and rational usage of antibiotics.
METHODS: Distribution rates of a total of 693 bacteria and fungi have been investigated, which were generated from wound patterns in 2010-2015.
RESULTS: 52.5% (364) of reproduced microorganisms consisted of Gram negative coccus, 42.8% (297) of Gram negative basil and 4.61% (32) of fungus. Of the Gram positive bacteria, the most common ones are staphylococcus with 88.1%, while 41.4% of them are observed to be Staphylococcus aures. Of the Gram negative bacteria, Escherischia coli (30.6%) and Pseudomonas species (18.2%) are observed to be the most common. Yeast fungi constitutes the 4.6% of the reproduced microorganisms.
Considering their resistance status, the resistance to methicillin was found to be 35.8 % in S.aureus, 71.1% in KNS, the highest and the lowest resistance was found in S.aureus to be 81.4% to penicillin and 3.2% to fucidic acid.
When the resistance status of Gram negative bacteria was studied, it was found out that the highest resistance was 100 % to ampicillin/sulbactam, cefoxitine, cefixime, cefuroxime and cefuroksime axetile in Acinetobacter, 93.7 % ampicillin in E.coli, 83.3% to piperacillin in Klebsiella species, and 100% to ampicillin/sulbactam in P.aeruginosa, on the other hand, the lowest resistance was 2.8% to meropenem in E.coli, 14.2% to sefoksitin in Klebsiella species, 19.1% to gentamycin in P.aeruginosa, and no resistance developed to trimethoprim/sulfamethoxazole and tetracycline in Acinetobacter species.

DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, the distribution antibiotic susceptibility of microorganisms most frequently causing wound infections were determined in our hospital, the data were compared and contrasted to those of the studies made in our country and abroad, and similarities and differences were disclosed. Knowing isolated microorganisms and their susceptibility to antibiotics is of importance in terms of directing empiric treatments, enabling doctors to be conscious of controlled and rational usage of antibiotics, and preventing the increase in resistance rates.

12.Occupational Exposure to the Chemicals in Hairdressing Salons and Health Risk
Ayça Aktaş Şüküroğlu, Sema Burgaz
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.36539  Pages 195 - 212
Kozmetik ürünlerinin yapımında 5000’in üstünde kimyasal kullanımı söz konusudur. Kuaförlük mesleği çalışanları başlıca saç ürünleri ve yanı sıra tırnak ve cilt bakımında kullanılan çok sayıda kozmetik ürüne mesleki olarak maruz kalmaktadır. Bu ürünlerin mesleki olarak kullanımı esnasında başlıca deri ve solunum yolu ile çok sayıda tahriş edici (irritan), alerjik ve karsinojenik potansiyeli olan kimyasallara (örn; amino nitro fenoller, hidrojen peroksit, para-fenilendiamin, orto- ve meta-toluidin, N-nitrozodietanolamin, etanol, aseton, toluen, ksilen, amonyak, terpenler, metilizotiyazolinon, rezorsinol, hidrokinon, metilmetakrilat, tiyoglikolik asit ve formaldehit gibi) maruziyet söz konusu olup bu mesleki maruziyetlerin kişisel maruziyetlere göre çok daha fazla ve uzun süreli olduğu bilinmektedir. Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu (IARC)’nun yaptığı değerlendirmede kuaförlük ya da berberlik mesleği, mesane kanseri risk verileri esas alındığında Grup 2A’ da (insanda muhtemelen karsinojenik) yer almaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda bazı saç boyası ve saç şekillendirici ürünlerde insan karsinojeni (Grup 1) olarak sınıflandırılan orto-toluidin kimyasalının tespit edilmesi ve yanı sıra saç düzleştirme çözeltilerinin içerisinde bulunan formaldehit’in (Grup 1) çalışma ortamında izin verilen limitlerin çok üstünde bulunmasına neden olduğu ortaya konmuştur. Bunun yanı sıra diğer bazı kozmetik ürün içeriklerinin oksidatif stres ve DNA hasar göstergelerinde düzensizliklere neden olduğu deneysel sistemlerde gösterilmektedir. Bu nedenle bu tip kozmetik ürünleri profesyonel olarak kullanan bireylerin sağlık risklerinin değerlendirilmesi daha önemli hale gelmektedir. Ülkemizde yaklaşık 160.000 bireyin kuaförlük mesleğinde olduğu ve bu bireylerin mesleki olarak yüzlerce kimyasal etkene potansiyel maruziyetlerinin söz konusu olduğu düşünülmektedir. Ancak ülkemizde bu meslek grubunun çeşitli kimyasallara maruziyetlerinin ve buna bağlı lokal ve sistemik toksik etkilerinin değerlendirildiği geniş kapsamlı çalışmalar bulunmamaktadır. Gerek araştırıcıların ve gerekse meslek mensuplarının bu konudaki farkındalıklarının artması gerekmektedir. Bu derleme yazısında kuaförlük mesleğinde çalışanların potansiyel olarak maruz kaldığı kimyasallar tanıtılarak, özellikle insan karsinojeni olarak sınıflandırılmış kimyasalların (orto-toluidin ve formaldehit) lokal ve sistemik toksik etkileri, ulusal ve uluslararası yasal düzenlemelerdeki durumu ve mesleki maruziyet ile ilişkili sağlık risklerine dikkat çekilmiş ve diğer bazı kozmetik ürün içeriklerinin toksik etkileri hakkında bilgi verilmiştir.
More than 5000 chemicals are used in cosmetic products. Hairdressers have been occupationally exposed to a great number of products involving mainly hair as well as nail and skin care products. Professionals using these products have been exposed to a number of chemicals (e.g. aminonitrophenols, hydrogen peroxide, para-phenylenediamine, ortho- and meta toluidine, N-nitrosodiethanolamine, ethanol, acetone, toluene, xylene, ammonia, terpenes, methylisothiazolinone, resorcinol, hydroquinone, methyl metacrylate, thioglycolic acid and formaldehyde, etc.) which are irritant, allergic and potential carcinogenic through primarily dermal and inhalation routes and these occupational exposures have known to be much higher and long term than individual ones. Occupational exposures as a hairdresser or barber are probably carcinogenic to humans (Group 2A) to the International Agency for Research on Cancer (IARC) evaluation based on bladder cancer risk data. Recent studies have indicated that ortho-toluidine classified as a human carcinogen (Group 1) has been found in some of hair dyes and hair conditioner products, furthermore, formaldehyde (Group 1) used in hair straightener products leads to the unacceptable high levels in working air. It has been experimentally shown that other cosmetic ingredients may cause an oxidative stress and irregularities in DNA damage parameters. Therefore, it has been more meaningful to evaluate the health risks of professionals using above mentioned cosmetic products. It has been suggested that there have been about 160.000 hair dressers in our country and that they have potential exposures to more than hundreds of chemicals. Nonetheless, there have been no detailed study on occupational exposure to specific chemicals, and their local and systemic toxic effects in hair dressers in our country. Thus, it is necessary to increase the awareness of both researchers and professionals on this issue. In this review, chemical exposures among hairdressers and local and systemic toxic effects of those chemicals especially classified as human carcinogens (ortho-toluidine and formaldehyde) have been introduced, their status in the national and international regulations and occupational health risks are highlighted and toxic effects of other cosmetic ingredients have also been discussed.

13.The role of gut microbiota in cardiovascular diseases
Zinnet Şevval Aksoyalp, Cahit Nacitarhan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.32068  Pages 213 - 224
Barsak mikrobiyotası gastrointestinal sistemde yaşayan organizmaların tamamı olarak tanımlanmaktadır. Barsak mikrobiyotası çok komplekstir ve barsak mikrobiyotasında başlıca bakteri ve arkebakteri olmak üzere virüs, mantar ve birçok ökaryotik mikroorganizma yer almaktadır. Bu organizmaların çoğu kalın barsakta yer almakta ve yaşamın sürdürülmesinde önemli fizyolojik rol oynamaktadır. Barsak mikrobiyotası dinamiktir ve beslenme alışkanlıkları, yaşam tarzı, antibiyotikler ve genetik geçmiş ile düzenlenmektedir. Barsak mikrobiyotası besinlerden çeşitli metabolitlerin üretilmesinde önemli role sahiptir. Mikrobiyota vücuda alınan besinlere göre farklı metabolitler oluşturmaktadır. Bu metabolitlerin bazıları karbon ve enerji kaynağı olarak konak tarafından kullanılmakta ve obezite, iştah ve kolonik inflamasyonun modülasyonu üzerinde faydalı etkiler göstermekte, bazıları ise olumsuz etkiler meydana getirmektedir.
Mikrobiyota ile hastalık risklerinin önceden tespit edilebileceği öngörülmektedir. Yapılan çalışmalarda barsak mikrobiyotası bileşimi gastrointestinal sistem hastalıkları, obezite, diyabet, kanser ve depresyon, otizm, anksiyete ve Parkinson hastalığı gibi hemen hemen tüm hastalıklarla ilişkilendirilmiştir. Barsak mikrobiyotasının; barsak immunitesi ve barsak motilitesinin düzenlenmesi, besinlerin sindirilmesi, enerji üretimi, intestinal bariyerin ve barsak vasküler sistemin düzenlenmesi gibi barsakla ilgili etkileri iyi bilinmektedir fakat ekstra intestinal etkileri hakkındaki kesin bilgiler henüz sınırlıdır.
Mikrobiyota ve metabolitlerinin pek çok sistem üzerine ekstra intestinal etkileri araştırılıyorken özellikle kardiyovasküler sistem üzerine etkileri dikkat çekmektedir. Örneğin en sık görülen kardiyovasküler hastalıklardan kalp krizi, inme ve periferal damar hastalıkları gibi çoğunlukla tromboemboliye ikincil gelişen hastalıklarda barsak mikrobiyotasının rolü olduğu düşünülmektedir. Kardiyovasküler hastalıklarda barsak mikrobiyotasının rolü hakkında en ilginç kanıtlar kardiyovasküler risk ile ilişkili yeni metabolitlerin ve yolakların tanımlanması ve plazma örneklerinin metabolik analizleri sonucu elde edilmiştir. Ancak bu hastalıklarda mikrobiyotanın oluşturduğu etkinin mekanizmaları hala net olarak anlaşılmış değildir.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre batı ülkelerinde meydana gelen ölümlerin ana nedenlerinden biri kardiyovasküler hastalıklardır ve her yıl 20 milyon ölüm kardiyovasküler hastalıklardan meydana gelmektedir. Bu kadar fazla ölümün görüldüğü kardiyovasküler hastalıklarda mikrobiyotanın rolünün gösterilmesi bu tür yaygın hastalıkların tedavisinde güncel tedavi yaklaşımlarından farklı, umut verici, yeni tedavi seçenekleri sağlayabilir. Bu nedenle kardiyovasküler hastalıklarda terapötik strateji olarak barsak mikrobiyotasının düzenlenmesi üzerine ilgi giderek artmaktadır.
Bu derlemede barsak mikrobiyotası ile kardiyovasküler hastalıkların ilişkisi üzerine yapılmış son çalışmalara ve bu hastalıkların kontrol etmek için barsak mikrobiyotasını düzenleyecek olası yollara odaklanılmıştır.
The gut microbiota is defined as the all of the organism living in the gastrointestinal tract. The gut microbiota is very complex, and contains mainly bacteria and archebacteria, viruses, fungi and many eukaryotic microorganisms. Many of these organisms located in the large intestine and plays an important physiological role in the maintaining of life. Gut microbiota is dynamic and is regulated by dietary habits, lifestyle, antibiotics and genetic background. The gut microbiota has an important role in the production of various metabolites from nutrients. Microbiota produces different metabolites according to the nutrients. Some of these metabolites are used by the host as a source of carbon and energy and have beneficial effects on the modulation of obesity, appetite and colonic inflammation, while others cause adverse effects.
It is predicted that disease risks can be estimated with microbiota. Gut microbiota was associated with almost all diseases such as gastrointestinal tract diseases, obesity, diabetes, cancer and depression, autism, anxiety and Parkinson's disease. Intestine-related effects of gut microbiota such as intestine immunity and intestinal motility regulation, digestion of nutrients, energy production, intestinal barrier and regulation of the intestinal vascular system are well known, but exact information about extra intestinal effects is still limited.
While microbiota and its metabolites are being investigated for extra intestinal effects on many systems, the effects on the cardiovascular system are noteworthy. For example, it is thought that gut microbiota plays a role in diseases that are secondary to thromboembolism such as heart attack, stroke and peripheral vascular diseases. The most interesting evidence about the role of gut microbiota in cardiovascular diseases is the identification of new metabolites and pathways associated with cardiovascular risk and the metabolic analysis of plasma samples. However, the mechanism of action of microbiota in these diseases is still unclear.
According to the World Health Organization, cardiovascular diseases are one of the main cause of deaths in Western countries. Every year, 20 million deaths occur in cardiovascular diseases. The demonstration of the role of microbiotia in cardiovascular diseases where mortalite is high may provide new, promising, and different treatment options than current treatment approaches. Therefore, interest in regulation of gut microbiota as a therapeutic strategy in cardiovascular diseases is increasing.
This review focuses on recent studies on the relationship between gut microbiota and cardiovascular disease and possible ways to regulate gut microbiota to control of these diseases.

LookUs & Online Makale