ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 72 (3)
Cilt: 72  Sayı: 3 - 2015
ARAŞTIRMA
1.
Türkiye’de mikrobiyoloji laboratuvarlarının kültür ve antibiyotik duyarlılık testi performans değerlendirmesi ve Ulusal Antimikrobiyal Direnç Sürveyans Sistemine veri sağlayacak laboratuvarların seçimi: Anket uygulaması
Performance evaluation of the microbiology laboratories in Turkey for culture and antibiotic susceptibility tests and the selection of laboratories to provide data for National Antimicrobial Resistance Surveillance System: Questionnary application
Ayşegül Gözalan, Nilay Çöplü, Dilber Aktaş, Hüsniye Şimşek, Gül Bahar Erdem, İpek Mumcuoğlu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2015.30306  Sayfalar 175 - 182
GİRİŞ ve AMAÇ: Antimikrobial direnç sorununun artmakta olması nedeniyle ülkemizde Ulusal Antimikrobiyal Direnç Sürveyans Sistemi (UAMDSS) kurulma çalışmaları başlatılmıştır. UAMDDS’ye dahil olacak laboratuvarların sisteme güvenilir veri sağlayabilmesi önemlidir. Bu amaçla ülkedeki mikrobiyoloji laboratuvarlarının kültür ve antibiyotik duyarlılık testleri (ADT) yapabilme kapasitelerini değerlendiren bir anket uygulaması yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma 2009-2010 yılları arasında yapılmış olup mikrobiyoloji laboratuvarlarının kültür ve ADT yapabilme kapasitelerine odaklanan 90 soru içermektedir. Anket formları T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından mikrobiyoloji uzmanı bulunduğu bilgisine ulaşılan kamuya bağlı 354 hastanenin tıbbi mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilmiştir. Sonuçlar SPSS 18,0 istatistik programı kullanılarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Ankete %70,5’i devlet hastanesi, %16,5’i eğitim ve araştırma hastanesi ve %13’ü üniversite hastanesi olmak üzere 322 laboratuvar cevap vermiştir. Birinci basamak sisteme dahil olma kriterleri olan; mikrobiyoloji uzmanı bulunması (%99,1), bakteriyoloji bölümü olması (%97,5) ve kan kültürü çalışılması (%83,6) sorularının her üçüne de evet cevabı veren 259 (%80,4) laboratuvar ileri değerlendirmeye alınmıştır. İkinci aşama olan skor çalışmasında kullanılan sorular ve bu sorulara verilen cevap yüzdeleri şöyledir: i) Escherichia coli (ortalama: 74,7), Klebsiella spp. (ortalama: 22,9), Staphylococcus aureus (ortalama: 19,6), Pseudomonas aeruginosa (ortalama: 19,5), Enterococcus spp. (ortalama: 16,1) ve Streptococcus pneumoniae (ortalama: 3,7), için uygulanan aylık ADT sayısının ortalama değerlerinin üzerinde olması, ii) klinik olarak anlamlı kabul edilen mikroorganizmalara veya izole edilen hastada klinik olarak önemli kabul edilen mikroorganizmalara kan izolatları için sırasıyla %49,2 ve %30,2; BOS izolatları için sırasıyla %88,7 ve %75,5 ADT uygulaması, iii) ADT için standart uygulama prosedürünün olması (%81,6), iv) iç kalite kontrol sonuçlarının gözden geçiriliyor olması (%82,2), v) ADT için standart yöntemlerden herhangi birinin kullanılıyor olması (%95,8), vi) ADT sonuçlarının yorumu için standart rehber kullanılması (%94,2) vii) sonuçların tutarlılığının değerlendirilmesi (%96,9) şeklindedir. 259 laboratuvardan 173’ü skor belirleme sorularının tümüne cevap vermiş olup, bu laboratuvarların skor değerleri 4-7; 8-11 ve 12-15 olacak şekilde gruplandırılmıştır. Laboratuvarlardan 43/173 (%24,8)’ünün 12-15 skor grubuna dahil olduğu görülmüştür. Üniversite hastaneleri ve eğitim ve araştırma hastanelerinin büyük bir kısmı 12-15 arası skor puanı alırken (sırasıyla %64,9 ve %53,3’ü), devlet hastanelerinin büyük bir bölümünün 4-7 (%50) ve 8-11 (%47,2) arası skor puanı aldığı belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: UAMDSS için katılımcı laboratuvar belirlerken; skor değerinin yüksek olması, Türkiye İstatistikî Bölge Birimleri Sınıflandırması’na göre belirlenen 12 bölgeye olabildiğince eşit dağılması ve üniversite, eğitim araştırma ve devlet hastanelerini içerecek şekilde olması dikkate alınmıştır. Buna göre UAMDSS’ye güvenilir veri sağlayabilecek katılımcı 78 laboratuvar seçilmiştir.
INTRODUCTION: Due to the increase in of the antimicrobial resistance problem, in our country, the studies to establish National Antimicrobial Resistance Surveillance System (NAMRSS) was started. It is important to provide reliable data for the laboratories those will be included in NAMRSS. For this purpose, a questionnaire was applied to evaluate the culture and antimicrobial susceptibility tests performance capacities (AST) of the laboratories in the country.
METHODS: This study was done between 2009 and 2010 years, and included 90 queries which were focused on the capacities of microbiology laboratories to perform culture and AST. The questionnaires were sent to medical microbiology laboratories of 354 public hospitals, where the presence of a specialist knowledge is achieved by TR Ministry of Health. Results were analysed by using SPSS 18.0 statistical program.
RESULTS: Three hundred twenty two laboratories replied the questionnaire among which were 70.5% state hospital, 16.5% training and research hospital and 13% university hospital laboratories. The number of laboratories which have positive reply to all three questions which are the first stage of the selecton criteria; presence of microbiolog specialist (99.1%), presence of bacteriology laboratory (97.5%) and performance of blood culture (83.6%), were 259 (80.4%) and they were included in further evaluation. The queries and percentage of the replies used for the second stage were: i) The number of AST performed to be more than the average monthly number for Escherichia coli (mean: 74.7), Klebsiella spp. (mean: 22.9), Staphylococcus aureus (mean: 19.6), Pseudomonas aeruginosa (mean: 19.5), Enterococcus spp. (mean: 16.1) and Streptococcus pneumoniae (mean: 3.7), ii) performance of AST when a microorganism that is generally accepted as clinically significant or significant for the patient from whom the microorganism was isolated; 49.2% and 30.2% for blood culture, and 88.7% and 75.5% for CSF, respectively, iii) the presence of standard operating procedures for AST (81.6%), iv) revising the internal quality control results (82.2%), v) usage of any of the standard methods for AST (95.8%), vi) using standard guidelines for the interpretation of results (94.2%), and vii) the evaluation of the consistency of the results (96.9%). Among 259 laboratories 173 of them replied all the queries for score determination, and these laboratories were grouped as 4-7; 8-11 and 12-15 according to their scores. Among 173 laboratories, 43 of them were found to be involved in the group 12-15 score. While most of the teaching and research hospitals and university hospitals received score 12-15 points (64.9% and 53.3% respectively), most of the state hospitals received 4-7 (50%) and 8-11 (47.2%) score points.
DISCUSSION AND CONCLUSION: For the determination of participant laboratories; having a high score, equally distribution in 12 regions determined by Turkey Statistical Classification of Territorial Units include university, training and reserach and state hospitals were taken into consideration. Accordingly 78 laboratories which can provide reliable data for NAMRSS were chosen as participant.

TÜM DERGİ
2.
THDBD 2015-3 Cilt 72 Tüm Dergi
TBHEB 2015-3 Vol 72 Full Printed Journal
Murat DUMAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2015.23590  Sayfalar 175 - 272
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
3.
Hastanede yatan ishalli hastaların dışkı örneklerinde Clostridium difficile toksin araştırılması ve risk faktörlerinin incelenmesi
Investigation of Clostridium difficile toxin in stool samples of patients hospitalized for diarrhea and analysis of the risk factors
Hande Kostul, Nuran Delialioğlu, Elif Şahin - Horasan, Gürol Emekdaş, Candan Öztürk, Necdet Kuyucu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2015.36024  Sayfalar 183 - 190
GİRİŞ ve AMAÇ: Hastanede yatan özellikle geniş spektrumlu
antibiyotik kullanan hastalarda Clostridium difficile
ilişkili ishal görülmektedir. C. difficile’nin patojenik
suşları toksin A ve toksin B olmak üzere iki ekzotoksin
oluşturmaktadır. Bu toksinler kolon mukozasında
hasarlanma ve inflamasyona sebep olmaktadır.
Kendini sınırlayan hafif bir ishalden ağır seyirli
psödomembranöz enterokolite kadar değişen bir
klinik tablonun gelişmesi söz konusudur. Antibiyotik
kullanımı dışında ileri yaş, gastrointestinal
endoskopi, nazogastrik tüpün varlığı, antiülser
ilaç kullanımı, altta yatan ciddi hastalıklar, immün
sistemin baskılanması, yoğun bakım ünitesi ve uzun
süreli hastanede yatış diğer risk faktörleri arasında
sayılmaktadır. Kesin tanı; dışkıdan C. difficile’nin
üretilmesi ve hücre kültüründe sitopatik etkiyi
saptayarak toksin yapımının gösterilmesi ile konur.
Ancak rutinde bu her zaman mümkün olmadığı için
enzim immunoassay yöntemi ile toksinin gösterilmesi
daha sık kullanılan bir yöntemdir. Bu çalışmada
hastanede yatan ve ishalli hastalardan gönderilen
dışkı örneklerinde bağırsak florası, C. difficile Toksin
A ve B varlığı ve risk faktörlerinin araştırılması
amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya Eylül 2010-Ekim 2011 tarihleri
arasında Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde
çeşitli kliniklerinde yatan ve ishalli hastalardan
gönderilen 158 dışkı örneği dahil edilmiştir. Bu hastaların
dışkı örneklerinde Enzyme-Linked Fluorescent Assay
(ELFA) yöntemiyle C. difficile toksin A/B araştırılmıştır. Ayrıca bu örnekler mikroskobik olarak incelenmiş ve
rutin bakteriyolojik kültürü yapılmıştır.
BULGULAR: Çalışmanın sonucunda; 18 (%11,4)
hastada C. difficile toksin A/B pozitif olarak bulunmuş
ve bu hastaların 15 (%83,3)’inin beta-laktam - betalaktamaz
inhibitörü grubu (penisilin, sefalosporin ve
karbapenem) antibiyotik kullandığı görülmüştür. Toksin
pozitif hastaların dışkı kültürlerinin bir tanesinde
Candida albicans ürerken 17’sinde normal bağırsak
flora bakterilerinin ürediği tespit edilmiştir. Toksin
pozitif ve negatif hastalarda incelediğimiz çeşitli risk
faktörlerinden penisilin kullanımında istatistiksel
olarak anlamlı bir fark bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: C. difficile hastanede yatan ve antibiyotik
kullanan hastalarda ortaya çıkan ishallerde öncelikle
akla gelmelidir. Bu amaçla dışkı örneklerinden toksin
A ve B hızlı tanısı için özgüllük ve duyarlılığı yüksek
olan testler kullanılabilir. Sonuç olarak toksin pozitif
olguların erken tanısı spesifik tedaviye başlanması ve
etkili enfeksiyon kontrol önlemlerinin uygulanmasını
sağlayacaktır.
INTRODUCTION: The diarrhea related with the
Clostridium difficile is seen especially in the patients
hospitalized and using broad spectrum antibiotics.
Pathogenic strains of C. difficile produce two exotoxins,
toxin A and toxin B, which cause colonic mucosal injury
and inflammation. It is possible to observe a clinical
picture ranging from a mild self-limiting diarrhea to
severe course of pseudomembranous enterocolitis.
Besides antibiotic intake; advanced age, gastrointestinal
endoscopy, presence of a nasogastric tube, receiving
anti-ulcer medication, severe underlying illness,
immunosuppression, intensive care unit and prolonged
hospital stay are considered as other risk factors.
The accurate diagnosis is established by producing
C. difficile from the feces and demonstration of the
toxin by determining the cytopathic effect in cell
culture production. Since, this is not always possible
in routine practice, demonstration of the toxin with
enzyme immunoassay is a method used more often.
The aim of this study was to investigate the intestinal
flora from stool specimens of hospitalized patients and
patients having diarrhea, existence of C. difficile toxin
A and B and to determine the related risk factors.
METHODS: Stool specimens of 158 diarrhea patients
hospitalized in various clinics which were sent to
Department of Medical Microbiology Laboratory from
Mersin University Medical Faculty Hospital between
September 2010 and October 2011 were included in this
study. Toxin A/B of C. difficile were investigated in the
stool specimens of these patients with Enzyme-Linked Fluorescent Assay (ELFA) method. In addition, these
samples were examined microscopically and routine
bacteriological cultures were done.
RESULTS: As a result of this study, C. difficile toxin
A/B is found as positive in 18 (11,4%) patients and 15
of these patients (83,3%) had used, beta-lactam - betalactamase
inhibitor group (penicillins, cephalosporins,
and carbapenems) antibiotics. One of the toxin positive
patients had Candida albicans while normal intestinal
flora bacteria were grown in 17 of them. Using of
penicillin was found to be statistically significant among
the various risk factors studied in toxin positive and
toxin negative patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: C. difficile should be considered as the
main cause of diarrhea particularly occured in patients
hospitalized and used antibiotics. For this purpose,
tests which has high sensitivity and specificity may
be used for rapid diagnosis of A and B toxins in stool
samples. As a result, early detection of toxin positive
cases will provide initiation of specific therapy and the
implementation of effective infection control measures.

4.
Mardin Devlet Hastanesi’nde 2011-2013 yılları arasında metisiline dirençli stafilokoklarda direnç profilleri
Resistance patterns of the methicillin resistant staphylococci between 2011 and 2013 in Mardin State Hospital
Filiz Orak
doi: 10.5505/TurkHijyen.2015.78309  Sayfalar 191 - 198
GİRİŞ ve AMAÇ: Metisiline dirençli Staphylococcus aureus
(MRSA), ilk kez 1961 yılında tanımlandıktan sonra,
özellikle antibiyotik direnci yönünden tüm dünyada
önemli bir problem haline gelmiştir. MRSA suşları
sıklıkla penisilinaza dirençli penisilinler, sefalosporinler
dahil tüm beta-laktam grubu antibiyotiklere ve betalaktam
grubu dışı bazı antibiyotiklere de dirençli
olup sadece vankomisin ile teikoplanine duyarlıdır. Bu
çalışmanın amacı, Mardin Devlet Hastanesi Mikrobiyoloji
Laboratuvarı’nda izole edilen stafilokok suşlarında
metisilin direnci ile birlikte çeşitli antibiyotiklere direnç
durumunun araştırılmasıdır. Metisilin direncinin doğru
olarak belirlenmesi uygun antimikrobik ilacın kullanımını
sağlamak için gereklidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada çeşitli klinik örneklerden izole
edilen 73 stafilokok suşu kullanılmıştır. Antimikrobiyal
duyarlılık testi olarak Clinical and Laboratory Standards
Institute (CLSI) önerileri doğrultusunda Kirby-Bauer
disk difüzyon testi kullanılmıştır. Suşların metisilin
dirençlerinin araştırılması amacıyla, %4 NaCl içeren
Mueller-Hinton Agar (RTA, TR) ve 1 μg’lık oksasilin diski
(Bioanalyse, TR) kullanılmıştır.
BULGULAR: Suşların 22 (%30,1)’si MRSA, dokuzu (%12,3)
MRCNS (Metisiline Dirençli Koagülaz Negatif S. aureus) ve
42 (%57,5)’si MSSA (Metisiline Duyarlı S. aureus) olarak
belirlenmiştir. MRSA suşlarının beşi (%22,7) ve MRCNS
suşlarının da üçü (%33,3) hastane kaynaklı olarak tespit
edilmiştir. MRSA suşları eritromisine %81,8, sefoksitine %66,6, gentamisine %60; amoksisilin/klavulanik asit,
penisilin ve norfloksasine %100 dirençli bulunmuştur.
MRSA ve MRCNS suşlarında penisiline %100 oranında
direnç saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmaya alınan hiçbir suşta vankomisin
ve teikoplanine direnç bulunmaması sevindirici bir
gelişmedir.
INTRODUCTION: After the report of first case of
methicillin-resistant Staphylococcus aureus (MRSA) had
been described in 1961, MRSA became a major problem
worldwide especially because of antibiotic resistance.
MRSA strains are often resistant to beta-lactam antibiotics
such as penicilinase resitant penicillins, cephalosporins
and to some non-beta-lactam antibiotics, but they
are only susceptible to vancomycin and teicoplanin.
The aim of our study was to evaluate the resistance of
Staphylococcus strains isolated at Mardin State Hospital
against methicillin and various other antimicrobials.
Accurate assessment of methicillin resistance is necessary
to ensure proper use of antimicrobial drugs.
METHODS: In this study, 73 Staphylococcus strains
isolated from various clinical specimens were evaluated.
As antimicrobial susceptibility testing was performed
using the Kirby-Bauer disc diffusion method according
to the Clinical and Laboratory Standards Institute (CLSI)
criteria. Mueller-Hinton Agar (RTA,TR) containing 4% NaCl
and 1 μg oxacillin disc (Bioanalyse, TR) were used for
determining methicillin resistance.
RESULTS: Of the strains tested, 22 (30.1%) were found
to be (MRSA), nine (12.3%) were methicillin-resistant
coagulase-negative staphylococci (MRCNS) and 42 (57.5%)
were methicillin-susceptible S. aureus (MSSA). Five
(22.7%) of the MRSA strains, and three (33%) of the MRCNS
strains were identified as nosocomial. 81.8% of the MRSA
strains were found to be resistant to erythromycin; 66.6% to cefoxitin; 60% to gentamicin; and 100% to amoxicillin/
clavulanic acid, norfloxacin and penicillin. The resistance
rates to penicillin among the MRSA and MRCNS strains
were determined to be 100%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It is a welcome development to find that
there was no resistance to vancomycin and teicoplanin
strains tested in this study.

5.
Tüketime sunulan çeşitli hazır yemek ürünlerinin mikrobiyolojik kalitesinin belirlenmesi
Determination of microbiological characteristics of several kinds of ready-to-eat meals presented for consumption
Şule Şenses - Ergül, Havva Sarı, Sevinç Ertaş, Umut Berberoğlu, Yıldırım Cesaretli, Hasan Irmak
doi: 10.5505/TurkHijyen.2015.81994  Sayfalar 199 - 208
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, tüketime sunulan çeşitli
hazır yemek ürünlerinin mikrobiyolojik kalitelerinin
incelenmesi ve gıda zehirlenmeleri açısından taşıdıkları
riskin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tüketime sunulan toplam 666 hazır
yemek ürünü incelenmiştir. Bu gıdalar Türk Gıda
Kodeksi Mikrobiyolojik Kriterler Yönetmeliği’nde
yer alan; Salmonella spp. (TS EN ISO 6579), Listeria
monocytogenes (TS EN ISO 11290-1), Escherichia coli
O157 (TS EN ISO 16654), termotoleran Campylobacter
spp. (TS EN ISO 10272), Bacillus cereus (TS EN ISO
7932), koagülaz pozitif stafilokoklar (TS EN ISO 6888-1),
sülfit indirgeyen anaerop bakteri (ISO 15253), E. coli
(Bacteriological Analytical Manual), küf ve maya (TS EN
ISO 21527-1 ve 21527-2), stafilokokal enterotoksin (3M
Tecra) parametreleri açısından incelemeye alınmışlardır.
BULGULAR: İncelemeye alınan hazır yemek
örneklerinden 612 adedi (%92) Yönetmelik’te yer alan
gıda güvenilirliği ve patojen mikroorganizma limitleri
açısından tüketime uygun bulunurken, 54 adedinin
(%8) bir veya daha fazla parametre yönünden tüketime
uygun olmadıkları belirlenmiştir. Çalışmada, örneklerin
hiçbirinde Salmonella spp., L. monocytogenes, E.
coli O157 ve termotoleran Campylobacter spp. tespit edilmemiştir. Hazır yemek ürünlerinden 30 adedinin B. cereus (1x103 - 5,7x104 kob/g), 14 adedinin E. coli
(1,5x101 - >1,1x103 EMS/g), beş adedinin sülfit indirgeyen
anaerop bakteri (1,6x103 - >3x104 kob/g), bir adedinin
koagülaz pozitif stafilokok (4x103 kob/g) ve bir adedinin
de toplam küf-maya (2,6x104 kob/g) parametreleri
yönünden Mikrobiyolojik Kriterler Yönetmeliği’nde
belirtilen limitlere uygun olmadığı belirlenmiştir. Ayrıca
altı adet hazır yemek ürününde stafilokokal enterotoksin
bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Elde edilen bulgulara göre incelemeye
alınan tüketime hazır yemek ürünlerinin mikrobiyolojik
kalitelerinin genellikle (%92) yeterli olduğu saptanmıştır.
Tüketime uygun olmadıkları belirlenen hazır yemeklerin
ise uygunsuz bulundukları parametrelerin yemek türüne
bağlı olarak değiştiği görülmüştür. Çalışmamızda,
tüketime sunulan ve ısıtılarak servis edilen hazır yemek
ürünlerinin özellikle B. cereus, stafilokokal enterotoksin
ve sülfit indirgeyen anaerop bakteri parametreleri,
soğuk olarak servis edilen salata, meze gibi ürünler ile
üretim sırasında elle temasta bulunulan pişirilmiş unlu
mamullerin ise E. coli ve koagülaz pozitif stafilokok
parametreleri açısından risk taşıdıkları sonucuna
ulaşılmıştır.
INTRODUCTION: In this study, determination of
microbiological quality of several kinds of ready-to-eat
meals and their risk in means of foodborne infections,
were aimed.
METHODS: Total of 666 ready-to-eat meals available
for consumption, were examined. These products were
examined in means of the parameters; Salmonella spp.
(TS EN ISO 6579), Listeria monocytogenes (TS EN ISO
11290-1), Escherichia coli O157 (TS EN ISO 16654),
thermotolerant Campylobacter spp. (TS EN ISO 10272),
Bacillus cereus (TS EN ISO 7932), coagulase positive
staphylococci (TS EN ISO 6888-1), sulfite reducing
anaerobic bacteria (ISO 15253), E. coli (Bacteriological
Analytical Manual), molds-yeasts (TS EN ISO 21527-
1 ve 21527-2) and staphylococcal enterotoxin (3M
Tecra) parametres as it was stated in Regulation on
Microbiological Criteria for Foods.
RESULTS: 612 (92%) of the investigated ready-toeat
meals were found in accordance with the food
safety criteria and limits of pathogenic microorganisms
mentioned in the Regulation, while 54 of them (8%)
were found unsuitable for consumption. In none of the
samples Salmonella spp., L. monocytogenes, E. coli
O157 and thermotolerant Campylobacter spp. were not detected. In the study, number of the ready-to-eat meals which were not complying the limits specified in
the regulations in terms of B. cereus (1x103 - 5.7x104
cfu/g) was 30. The number of ready to eat meals which
were above limits for E. coli (1.5x101 - >1.1x103 MPN/g),
staphylococcal enterotoxin and sulphite reducing
anaerobic bacteria (1.6x103 - >3x104 cfu/g), were found
as; 14, 6 and 5, respectively. While one sample was
found unsuitable for consumption in means of coagulase
positive staphylococci (4x103 cfu/g), another sample
was found unsuitable for consumption in means of total
mold and yeast counts (2.6x104 cfu/g).
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to the data obtained in this
study, microbiological quality of the ready-to-eat meals
were found mostly good. The meals which were found
unsuitable for consumption in means of the parameters
not complying the limits showed differences depending
on the kind of the food sample. In this study, it was found
that ready-to-eat meals served after reheating carry
risk in means of B. cereus, staphylococcal enterotoxin
and sulphite reducing anaerobic bacteria parameters.
Additionally, cold meals like salads, apetizers and
cooked bakery products were found to carry risk in
terms of the parameters; E. coli and coagulase positive
staphylococci.

6.
Manisa’da aynı yemek şirketinden yemek alan farklı işletmelerde meydana gelen stafilokok kaynaklı besin zehirlenmesi
Food poisoning caused by staphylococcus in various workplaces getting food from the same catering company in Manisa
Ali Hasan Zubaroğlu, Ali Boz, Selmur Topal, Fehminaz Temel, Mustafa Bahadır Sucaklı, Belkıs Levent, Gonca Atasoylu, Metin Kızılelma
doi: 10.5505/TurkHijyen.2015.38991  Sayfalar 209 - 218
GİRİŞ ve AMAÇ: Manisa’da aynı yemek şirketinden yemek
alan 23 farklı kurumda besin zehirlenmesi meydana
gelmiş ve çok sayıda kişi etkilenmiştir. Bu araştırma,
sorunun kaynağını tespit etmek, koruma ve kontrol
önlemlerini almak amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 25.04.2014 öğle yemeği sonrası farklı
işletmelerden çok sayıda kişinin sağlık kurumlarına
başvurdukları bildirilmiştir. İşletmelerdeki personel
sayısının fazla olması ve bütün çalışanlara ulaşılmasının
zorluğu nedeniyle vaka kontrol çalışması planlanmıştır.
Araştırma; atak hızının en yüksek ve vaka sayısının en
fazla olduğu yedi işyerinde yapılmıştır. Anketler yüz
yüze görüşülerek doldurulmuştur. Enfektif etken tespiti
için su, gıda ve klinik örnekler alınmıştır.
BULGULAR: Araştırmada 94 vakaya ulaşılmış ve aynı
sayıda kontrol seçilmiştir. Vakaların tamamında ishal
ve kusma, %94,7’sinde bulantı %85,1’inde halsizlik,
%83’ünde karın ağrısı ve %38,3’ünde ateş olduğu
belirlenmiştir. Vakaların ortalama inkübasyon süresi 3
saat 42 dakika (En düşük= 35 dk. – En yüksek= 7 saat
30 dk.) olarak bulunmuştur. Salgın eğrisi incelendiğinde
olayın tek kaynaklı salgın olduğu belirlenmiştir. Vakalarda kontrollere göre “Kayısı Topu Tatlısı” yeme
tahmini rölatif riski 8,7 kat olarak bulunmuştur (%95
GA = 1,1-71,4). Diğer gıdaların tüketimleriyle hastalık
arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Alınan gıda
numunelerinde kayısı topu tatlısında Staphylococcus
aureus tespit edilmiştir. Kayısı topu tatlısının üretildiği
işletme çalışanlarından birinin nazal sürüntüsünde
S. aureus izole edilmiştir. Ancak yapılan ileri analizlerde
bu suş ile gıda izolatından elde edilen suşun moleküler
düzeyde birbirlerinden farklı oldukları belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Laboratuvar sonuçları ve epidemiyolojik
analizler sonucunda yaşanan besin zehirlenmesinin
kaynağının kayısı topu tatlısı olduğu belirlenmiştir.
Geriye dönük gıda takibi yapılmış ancak bulaşın ne
şekilde olduğu belirlenememiştir. Benzer olayların
tekrar yaşanmaması için ilgili yemek şirketindeki
hijyen eğitimleri eksik olan personelin eğitim alması
sağlanmış, taşıyıcılık tespit edilen çalışan tedavi
edilmiş, ayrıca tedarikçi firmaya para cezası verilmiştir.
Besin zehirlenmelerinde kaynağın belirlenmesi ve bulaş
zincirinin tespiti amacıyla Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nın zamanında ve ortak
hareket etmesi gerekmektedir, bu nedenle uygun yasal
düzenlemeler geliştirilmelidir.
INTRODUCTION: A food poisoning occurred in 23 different
workplaces, obtaining food from the same catering
company in Manisa and many people were affected. This
research was conducted to identify the source of the
problem and control and preventive measures.
METHODS: On April 25th 2014, many workers from
various workplaces were admitted to the health
institutions after lunch. Due to the high number of staff
in the workplaces and difficulty of reaching all of them, a
case-control study was planned. Research was conducted
in seven workplaces which had both the highest number
of cases and attack rate. Data was collected through a
questionnaire. Water, food and clinical samples were
taken to identify the infective agent.
RESULTS: In this research 94 patients were reached
and same number of controls were selected. Diarrhea
and vomiting were present among all cases; in 94.7%
nausea, in 85.1% fatigue, in 83% abdominal pain and
in 38.3% fever. Average incubation period of cases was
3 h and 42 min (Min= 35 min – Max= 7 h and 30 min).
Epidemic curve showed a point source outbreak. The
odds of “Eating Apricot Ball Dessert” was found 8.7 times in cases when compared to controls (95% CI = 1.1-71.4).
There was no significant association between the other
food items and the disease. Analysis of food samples
were revealed “Staphylococcus aureus” in apricot
ball dessert. S. aureus was also isolated from a nasal
swab of an employee working in the kitchen of the
catering company that produced the apricot ball dessert.
However, further analysis of these two strains revealed
that the isolates were different from each other at
molecular level.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Epidemiological and laboratory
findings showed that apricot ball dessert was the origin
of food poisoning. Although traceback investigation
of food was conducted the route of contamination
has been fined. In order to prevent reoccurence of
similar incidents; training was provided for foodcompany
workers who does not have hygiene training;
the porter worker was treated, and besides supplier
company could not be determined. Ministry of Health
and Ministry of Food, Agriculture and Livestock should
act timely and together to identify the source and
chain of transmission in food poisoning incidents. For
this purpose convenient legal regulations should be
improved.

7.
İpek atıksularından geri kazanılan serisin proteininin karakterizasyonu
Characterization of sericin protein recovered from silk wastewaters
Gökşen Çapar, Seylan Saniye Aygün
doi: 10.5505/TurkHijyen.2015.47113  Sayfalar 219 - 234
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, ipek atıksularından
geri kazanılan serisin proteininin özelliklerini
belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mühendislik
Bilimleri Bölümü’nde 2007-2008 yılları arasında ipek
atıksuyundan membran teknolojisi ile serisin proteini
geri kazanılmıştır. Protein karakterizasyon çalışması
Ankara Üniversitesi Su Yönetimi Enstitüsü’nde 2012
yılında tamamlanmıştır. Geri kazanılan protein
moleküler ağırlık, nem ve kül içeriği, elementel
analiz ve amino asit kompozisyonu yönünden
incelenmiştir. Proteinin saflaştırılması için diyaliz işlemi
uygulanmıştır. Serisin kozadan hidrotermal işlemle
ekstrakte edilmiştir. Geri kazanılan proteinin farklı pH
değerlerinde suda çözünürlüğü belirlenmiştir. Protein
tanımlanması için 2-D jel elektroforez ve MALDI-TOF
analizleri kullanılmıştır.
BULGULAR: Geri kazanılan serisinin molekül ağırlık
aralığı 40-176 kDa olarak tespit edilmiş, en yüksek
fraksiyonun ise 86-96 kDa aralığında ve %79-97 oranında
olduğu bulunmuştur. Geri kazanılan serisin, biyomalzeme
ve membran yapmaya uygun olan yüksek-molekül
ağırlıklı serisin olarak sınıflandırılmıştır. Nem ve kül
içerikleri %2,8-3,9% ve %11,3-14,4 olarak bulunmuştur.
Geri kazanılan serisinin elementel kompozisyonunda,
C, H, N içerikleri sırasıyla %36,7-45,3; %5,4-8,8 ve
%10,2-16,8 olarak bulunmuştur. Geri kazanılan serisinin
özellikleri, bu çalışmada kullanılan referans serisine ve literatürde yer alan diğer serisin örneklerine oldukça benzer çıkmıştır. Çözelti pH’sı, geri kazanılan serisinin
suda çözünürlüğünü belirgin bir derecede etkilemiş;
bu nedenle etanolün, asitlere kıyasla daha uygun bir
çökeltme ajanı olduğu gözlenmiştir. Bazı amino asitler
uygulanan işlemler sırasında kaybedilmiş olsa da amino
asit kompozisyonu kabul edilebilir bulunmuştur. İpek
atıksuyundan geri kazanılan serisin, %28,9’luk serin
içeriği ile yüksek nem tutma potansiyeline sahiptir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İpek atıksuyundan geri kazanılan serisin
biyomedikal, kozmetik ve ilaç endüstrilerinde potansiyel
uygulamalar için umut verici bir hammaddedir.
INTRODUCTION: This study aims to determine the
characteristics of sericin protein recovered from silk
wastewaters.
METHODS: Sericin protein was recovered from silk
wastewaters by membrane technology in Engineering
Sciences Department of the Middle East Technical
University between 2007 and 2008. The protein
characterization study was completed in Ankara
University Water Management Institute in 2012. The
recovered protein was characterized in terms of
molecular weight, moisture and ash contents, elemental
and amino acid compositions. Dialysis was adopted to
purify the protein. Sericin was extracted from native
cocoons via hydrothermal processing. The solubility
of recovered sericin samples at various pH values was
determined. 2-D gel electrophoresis and MALDI-TOF
analyses were used for protein identification.
RESULTS: The molecular weight range of recovered
sericin was found as 40-176 kDa, with 86-96 kDa at
the highest fraction of 79-97%. The recovered sericin
was classifed as high-molecular weight sericin, which
is suitable for making biomaterials and membranes.
Moisture and ash contents were found as; 2.8-3.9% and
11.3-14.4%. In terms of elemental composition, C, H,
N contents of recovered sericin were determined as;
36.7-45.3%, 5.4-8.8% and 10.2-16.8%, respectively.
Properties of recovered sericin were quite similar to the
reference sericin used in this study and those reported in literature. Solution pH significantly influenced the solubility of recovered sericin, so ethanol was
observed to be a better precipitation agent than
the acids used. Although some amino acids were
lost during processing, the amino acid composition
was acceptable. Sericin recovered from silk
wastewater, with a serine content of 28.9%, had the
potential of high moisture absorption.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Sericin recovered from silk wastewaters
is a promising raw material for potential applications
in biomedical, cosmetics and pharmaceutical
industries.

OLGU SUNUMU
8.
Anjioimmünoblastik T-hücreli lenfoması olan bir hastada çoklu ilaç dirençli Corynebacterium mucifaciens’in neden olduğu ölümcül bir sepsis olgusu
A fatal case of sepsis caused by multidrug-resistant Corynebacterium mucifaciens in a patient with an angioimmunoblastic T cell lymphoma
Fatma Koksal - Çakırlar, Nevriye Gönüllü, Mert Kuşkucu, Kübra Can, Seval Ürkmez, Kenan Midilli, Nuri Kiraz
doi: 10.5505/TurkHijyen.2015.58224  Sayfalar 235 - 240
Son yıllarda Corynebacterium türleri
fırsatçı patojenler olarak dikkat çekmeye
başlamıştır. Corynebacterium mucifaciens deri, kan
ve diğer steril vücut sıvılarından izole edilmiştir.
1997’de tarif edildiğinden bu yana nadiren
insan patojeni olarak bildirilmiştir. Bu yazıda
febril nötropeni ve septik şok ön tanısı ile İ.Ü.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sadi Sun Yoğun Bakım
Ünitesinde takibe alınan anjioimmünoblastik
T-hücreli lenfoma tanısı almış 58 yaşında bir
erkek olgu sunulmaktadır. Kan kültüründe
üreyen Gram pozitif çomak şeklinde bakterilerin
identifikasyonu Phoenix (BD Diagnostic Systems,
Sparks, MD) otomatize idendifikasyon sistemi
kullanılarak yapılmıştır ve 16S rRNA dizi analizi
ile doğrulanmıştır. Bakterinin antibiyotik MIK
değerleri E test ile saptanmıştır ve EUCAST
kriterlerine göre değerlendirilmiştir. Hastadan
alınan 4 kan kültür örneğinde saf olarak
Gram pozitif çomak şeklinde üreyen bakteri,
C. mucifaciens olarak tanımlanmıştır. Bakteri
kökeninden elde edilen 16S rRNA dizisi,
GenBank veri bankası ile yapılan karşılaştırmada
C. mucifaciens ile uyumlu bulunmuştur. Bakterinin
E test ile yapılan antibiyotik MIK değerleri
seftazidim, klindamisin, azitromisin ve klaritromisin
için >256 μg/mL, sefotaksim ve siprofloksasin için
32 μg/mL, penisilin, ampisilin ve sefepim için 16 μg/mL, imipenem için 6 μg/mL, piperasillin+tazobaktam
için 8 μg/mL, amoksisilin+klavulanik asit için 3
μg/mL, tobramisin için 0,16 μg/mL, amikasin
için 1,25 μg/mL ve teikoplanin için 2 μg/mL
olarak tespit edilmiştir. Vankomisin (MİK, 1 μg/mL)
ve gentamisin (MİK, 0,16 μg/mL) C. mucifaciens’e
etkili ilaçlar olarak bulunmuştur. Hasta yapılan
tüm müdahelelere rağmen septik şok ve çoklu
organ yetersizliği nedeniyle kaybedilmiştir.
C. mucifaciens immün-yetmezlik öyküsü olan
hastalarda önemli bir insan patojeni olarak
düşünülmelidir.
In recent years, Corynebacterium
species has attracted attention as opportunistic
pathogens. Corynebacterium mucifaciens has been
isolated from skin, blood and other sterile body fluids.
It has been rarely reported as human pathogens,
since it was described in 1997. In this study, a 58
years old male patient who has a medical history
of angioimmunoblastic T-cell lymphoma, taken to
the Sadi Sun Intensive Care Unit in I.U. Cerrahpasa
Medical Faculty Hospital with the preliminary
diagnosis of febrile neutropenia and septic shock
was reported. The identification of Gram-positive
rod-shaped bacteria isolated in blood cultures was
performed by using the Phoenix (BD Diagnostic
Systems, Sparks, MD) automated identification system
and was confirmed by 16S rRNA sequence analysis.
Bacterial antibiotic MIC values were determined by
E-test and evaluated according to EUCAST criteria.
Gram-positive rod-shaped bacteria which were
isolated from 4 blood culture samples taken from
the patient, were identified as C. mucifaciens.
The 16S rRNA gene sequence which obtained from
the bacteria was matched with C. mucifaciens
sequences in GenBank database. Antibiotic
MIC values with E test were determined as;
>256 μg/mL for ceftazidime, clindamycin,
azithromycin, and clarithromycin, 32 μg/mL
for cefotaxime and ciprofloxacin, 16 μg/mL for penicillin, ampicillin and cefepime, 6 μg/mL for
imipenem, 8 μg/mL for piperacillin + tazobactam,
3 μg/mL for amoxicillin + clavulanic acid, 0.16 μg/
mL for tobramycin, 1.25 μg/mL for amikacin and
2 μg/mL for teicoplanin, respectively. Vancomycin
(MIC, 1 μg/mL) and gentamycin (MIC, 0.16 μg/mL)
were found to be the effective antibiotics against
C. mucifaciens. Despite all of the interventions
performed patient passed away due to septic shock
and multiple organ failure. C. mucifaciens should
be considered as an important human pathogen in
patients with history of immunodeficiency.

DERLEME
9.
Tarım çalışanlarının bitki koruma ürünleri konusunda bilgi ve davranışları
Knowledge and behavior of agricultural workers about the plant protection products
Ersin Uskun
doi: 10.5505/TurkHijyen.2015.54872  Sayfalar 241 - 254
Bitki koruma ürünleri doğru kullanılmadıklarında
halk sağlığı ve çevre üzerine olumsuz etkilere neden
olabilirler. Bu çalışmada tarım çalışanlarının bitki
koruma ürünleriyle ilgili bilgi ve davranışları dünyadaki
ve Türkiye’deki çalışmalarda bildirilen bulguların
ışığında derlenmiştir. Yapılan çalışmalarda standart
bir form kullanılmadığından değerlendirmelerin farklı
başlıklarla ya da sorularla yapıldığı görülmektedir.
Bu çalışmaların birçoğunda tarım çalışanlarının bitki
koruma ürünlerini kullanma, zamanlama, ilaç seçimi
ve doz belirlemede karar verirken kimden bilgi
ya da öneri aldıkları, ürünü uygun dozda kullanıp
kullanmadıkları, tarım ürünlerinde bitki koruma
ürünü ile ilgili kalıntı kaygısı yaşayıp yaşamadıkları
ve bu kaygı için neler yaptıkları, ürünleri hangi
koşullarda sakladıkları, ürün üzerindeki kullanım
talimatlarını okuma ve uygulama durumları,
uygulama sırasında kişisel koruyucu donanım (maske,
eldiven, özel giysi) kullanıp kullanmadıkları, ilaçlama
sırasında ya da sonrasında sağlık sorunu yaşayıp
yaşamadıkları ve yaşıyorlarsa ne tür şikayetlerinin
olduğu, kullanılmış boş ürün ambalajlarını nasıl
bertaraf ettikleri sorgulanmıştır. Bu araştırmalardan
elde edilen sonuçlara göre; tarım çalışanlarının büyük
çoğunluğu ürün uygulama zamanına kendisi karar
vermekte (%30-80), kullanacağı ürünü ve dozunu kendisi belirlemekte (%45), ürünün önerilen dozuna uymamakta ve yüksek dozda ürün uygulamaktadırlar
(%18-30). Bir kısmı tarım ürünleri üzerindeki kalıntı
sorununu önemsememekte ve uygulama yaparken bu
durumu dikkate almamakta (%9-32), ürünün uygulama
sonrası bekleme sürelerine uymamaktadırlar (%4-
68). Tarım çalışanları bitki koruma ürünleri ile
ilgili korunma ve hijyen kurallarına yeterince
uymamaktadır (uygulama sonrası el yıkama %60-100,
tüm vücut temizliği yapma %33-91). Kişisel koruyucu
donanım kullanımı (%31-93) düşüktür. Ürünlerin
kullanımı sırasında veya sonrasında, akut etkilenim
belirtileri yaygın (%20-70) olarak görülmektedir.
Boş ürün ambalajları uygun şekilde bertaraf
edilmemekte, çevreye rasgele bırakılmakta (%3-80),
bazen de yeniden kullanılmaktadır (%2-11). Uygulama
sırasında bir kısım tarım çalışanlarının çevreyi ve
çevredeki evcil hayvanları dikkate almaması (%85-90)
da endişe vericidir. Tarım alanında çalışan bireylerin
bitki koruma ürünlerinin kullanımıyla ilgili doğru
bilgi, tutum ve davranış geliştirmelerini sağlamak
amacıyla, daha çok eğitime, davranış değişikliği
sağlayacak programlara ve denetime gereksinim
vardır.
When the plant protection products are not used
properly, they may have adverse effects on public
health and environment. In this study, the knowledge
and behavior of agricultural workers about the plant
protection products in the light of findings that have
been reported in the studies performed in Turkey and
the world were reviewed. Since there was no standard
form used in these studies, assessments were seen to
be made through different titles or questions. In most
of the studies from whom did the agricultural workers
receive knowledge or recommendation for making
decision about use of the plant protection products,
timing, pesticide selection and dosage definition;
whether the product is used at proper dose; or not
whether they were concerned about residue of
pesticides on the products and what did they do about
this concern; in which circumstances were they storing
the products, whether they read and implement the
instruction on the products; whether they were using
personal protective equipment (mask, glove, special
wear) during the spraying, whether they experienced
health problems during or after the agricultural
spraying and, if yes what kind of complaints they had
and how were they disposing the used empty products
packages. According to the results of these studies;
majority of the agricultural workers (30-80%) decide the timing of product application by themselves; defined the pesticide and dosage themselves (45%);
they did not comply to the recommended dosage and
they used high doses of pesticides (18-30%). Some
of them ignored the issue of residuel pesticides on
the products and neglect this during the application
(9-32%) and; mostly (4-68%) did not comply to the
waiting period following the application. Agricultural
workers did not sufficiently follow the protection and
hygiene rules (washing hands after application: 60-
100% and taking a shower after application: 33-91%)
regarding plant protection products. Rate of personal
protection equipment usage was low. Symptoms of
acute exposure was commonly (20-70%) seen during
or after product usage. Empty product packages were
not properly disposed, randomly left to environment
(3-80%) and sometimes used again (2-11%). It was
also of concern that some of them (85-90%) did not
take into account environment and surrounding
animals. Further training, programs and supervisions
are needed in order to workers in the agriculture
field correct knowledge, attitudes and behavior
development regarding the use of pesticides.

10.
Bitkilerde RNA interferans
RNA interference in plants
Sümer Aras, Semra Soydam - Aydın, Aslı Fazlıoğlu, Demet Cansaran - Duman, İlker Büyük, Kürşat Derici
doi: 10.5505/TurkHijyen.2015.13285  Sayfalar 255 - 262
RNA interferans (RNAi) mekanizması, hücreye
giren çift zincirli RNA’nın (dsRNA) komplementeri
olan mRNA zincirinin degradasyonuna yol açması ile
sonuçlanan transkripsiyon sonrası gen susturma (posttranscriptional
gene silencing), ya da gen ifadesinin
düzenlenmesi olarak tanımlanır. RNAi mekanizması
sırasında, hedef mRNA’ya komplementer dizi, 500
kDa ağırlığında ve nükleaz aktiviteli bir RNA-multi
protein kompleksi olan RISC faktörü aracılığı ile
mRNA’nın anlamlı dizisine bağlanır ve gen susturulma
mekanizması bu RISC faktörü aracılığı ile kontrol
edilir. Gen susturulması mRNA’nın RISC faktöründe
bulunan ‘Argounate’ proteinle etkileşime girmesi
ve ‘Dicer’ enzimi tarafından tanınıp kesilmesi ile
gerçekleşir. Bu mekanizma, genomun virüs kalıtım
materyali ve transpozonlar gibi hareketli genetik
elementlerin istilasından korunmasını sağlamak
amacıyla gerçekleşen doğal bir işlemdir. RNAi
mekanizması, ökaryot organizmalarda iki tür
molekül tarafından gerçekleştirilir. Bu moleküller
22 nükleotid uzunluğunda miRNA (micro RNA) ve 21-
23 nükleotid uzunluğunda, çift zincirli siRNA (small
interfering RNA) molekülleridir. Son yıllarda bilim
dünyasının önde gelen konuları arasında yer alan
RNAi araştırmaları ile çeşitli organizmalarda genlerin
işlevlerini inceleme, işlevlerini bilmediğimiz genlerin
fonksiyonlarını belirleme, konak patojen ilişkisi,
üreme, programlanmış hücre ölümü, tümör oluşumu gibi birçok alanda bilgi sahibi olunmuştur. Ayrıca; bitkilerde kodlanmayan RNA’ların doku farklılaşması
ve gelişiminin kontrolü, sinyal iletimi, fitohormonlarla
etkileşim, abiyotik (kuraklık, tuzluluk vb.) ve biyotik
(patojenler vb.) stres gibi çevresel etmenlere verilen
cevaplarda rol oynadığı görülmüştür. Bu derleme
çalışmasında RNAi mekanizmasının temelleri ve
bitkilerde RNAi kullanımı açıklanmaya çalışılacaktır.
RNA interference (RNAi) is defined as silencing
of gene after transcription (post-transcriptional
gene silencing), when double stranded RNA (dsRNA)
steps into the cell and cause degradation of
endogenic complementary mRNA, or regulation of
gene expression process. During RNA is mechanism,
complementary sequence of target mRNA connects
to sense strand of mRNA by factor of RISC. Gene
silencing mechanism is controlled by RISC factor
with a mass of 500 kDa which is RNA multi protein
complex with nuclease activity. Silencing is
occurred by cutting of mRNA, which is interacting
with Argounate protein on RISC factor, with
Dicer enzyme. This silencing mechanism is natural
and takes a position in defending genome and
biological function of organisms from invasion of
movable genetic material such as viral hereditary
material and transposons. RNAi mechanism
realized with two kinds of molecules in eukaryotic
organisms. These are miRNA (microRNA) which is
22 bp and siRNA (small interfering RNA) which is
21-23 bp. In recent years RNAi has become
prominent research area in science world. Several
information were achieved with researches of
RNAi such as determining function of genes,
host-pathogen interaction, reproduction, apoptosis
(programmed cell death) and tumorgenesis etc. Also, determined with RNAi researchs that;
non-coding RNA plays role in controlling of
tissue development and differentiation, signal
transduction, interaction with phytohormone,
responses of abiotic (drought, salinity etc.) or biotic
(pathogens etc. ) stress. As a conclusion, this review
will try to explain base of RNAi mechanism and
usage in plants.

11.
Mikolojik klinik tanıda moleküler teknikler
Molecular techniques for clinical diagnostic mycology
Nuri Kiraz
doi: 10.5505/TurkHijyen.2015.99705  Sayfalar 263 - 272
Mantar hastalıklarının tanımı, özellikle bağışıklığı
baskılanmış hastalarda bir sorun olmaya devam
etmektedir. İnvaziv mantar enfeksiyonlarının
klinik yönleri genellikle özgül değidir, başka
mikroorganizmalar tarafından da oluşturulabilir
ve kolonizasyonu invaziv hastalıktan ayırt etmek
güçtür. Mevcut tanım yöntemleri ekseri duyarlılıktan
yoksundur. Böylece, sistemik mantar enfeksiyonlarının
erken tanımı için çeşitli tanım yöntemlerinin birlikte
kullanılması gerekmektedir. Mikroskop incelemesi,
kültüre dayalı yöntemler, antijen aranması ve moleküler
teknikler tanımı kolaylaştırabilir ve hızlandırabilir.
Klinik örnekte bulunan mantarın belirlenmesi
ve tanımlanması için nükleik asit amplifikasyon
teknolojisi, özgül problar ve nükleik asit sekanslama
moleküler teknikleri çok hızla gelişmektedir. Ancak
hangisinin en uygun olduğunu belirlemek için henüz
karşılaştırmalı çalışmalar bulunmamaktadır ve bugüne
kadar testlerin standartlaştılması geliştirilememiştir.
Dolayısıyla, moleküler testlerin rutin laboratuvarlarda
kullanılabilmesi için önce geçerli kılınmalarına ve
standartlaştırılmalarına gereksinim bulunmaktadır.
Diagnosing fungal infections remains a problem,
particularly in the immunocompromised patient. The
clinical manifestations of invasive fungal infections
are usually not specific and can be produced by
other organisms and colonization is difficult to
distinguish from invasive disease. Existing diagnostic
tools often lack sensitivity. Thus, the combination of
various diagnostic tools is mandatory to allow earlier
diagnosis of systemic fungal infections. Microscopy,
culture based methods, antigen detection, and
molecular techniques may help to facilitate and
accelerate the diagnosis. Molecular methods are
being developed for the detection and identification
of fungi present in clinical samples at a very fast
rate, whether it is done by nucleic acid amplification
technology or by specific probes or nucleic acid
sequencing. However, no comparative studies have
been done to determine which are optimal and no
standards for testing have been developped to date.
Therefore, extensive validation and standardization
is needed, before molecular assays can be used in a
routine laboratory.

LookUs & Online Makale
w