ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 73 (4)
Cilt: 73  Sayı: 4 - 2016
TÜM DERGİ
1.
THDBD 2016-4 Cilt 73 Tüm Dergi
TBHEB 2016-4 Vol 73 Full Printed Journal

doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.02693  Sayfalar 302 - 418
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2.
Kurşun maruziyetinin taranmasında saç ve idrar numunelerinin kullanılabilirliğinin araştırılması
Investigation of the hair and urine samples’ utility for screening lead poisoning
Ceylan Bal, Murat Büyükşekerci, Müjgan Ercan, Oya Torun Güngör, Engin Tutkun, Fatma Meriç Yılmaz
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.88896  Sayfalar 303 - 310
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı eş zamanlı olarak bakılan tam kan, 24 saatlik idrar ve saç kurşun düzeylerinin birbiri ile karşılaştırılması, kurşun maruziyetinin taranmasında saç ve idrar numunelerinin kullanılabilirliğinin araştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne 2010-2014 yılları arasında periyodik muayene amaçlı başvuran 436 işçiye ait veri değerlendirildi. Tam kan, 24 saatlik idrar ve saç kurşun düzeyleri eş zamanlı olarak bakılmış kişiler çalışmaya dahil edildi. Kişiler iki farklı tam kan maruziyet sınırına (10 μg/dL ve 30 μg/dL) göre değerlendirildi.
BULGULAR: Tam kan maruziyet sınırlarına göre sınıflandırılan grupların 24 saatlik idrar ve saç kurşun düzeyi birbirinden farklı ve istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0,001). Tam kan kurşun düzeyi 24 saatlik idrar kurşun düzeyi ile ve saç kurşun düzeyi ile pozitif bir korelasyon gösteriyordu (sırasıyla; r=0,552; p<0,001, r=0,566; p<0,001). 10 μg/dL sınır değerine göre saç %95 sensivite, %64 spesifite, %16 yalancı pozitiflik, %13 yalancı negatiflik gösterirken, 24 saatlik idrar örnekleri %53 sensivite, %100 spesifite, %0 yalancı pozitiflik ve %49 yalancı negatiflik gösteriyordu. 30 μg/dL sınır değerine göre saç %100 sensiviteye, %36 spesifite, %58 yalancı pozitiflik, %0 yalancı negatifliğe sahipken, 24 saatlik idrar numunesi %86 sensivite, %89 spesifite, % 22 yalancı pozitiflik ve %7 yalancı negatifliğe sahipti.
Sonuç: Saç yüksek ve düşük düzey kurşun maruziyetini belirlemede uygun bir numune olmasına rağmen, 24 saatlik idrar yüksek düzey maruziyetleri belirlemede iyi bir numunedir. Bu iki numune ile farklı maruziyet seviyeleri araştırılırken yanlış negatiflik açısından dikkatli olunmalıdır.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Saç yüksek ve düşük düzey kurşun maruziyetini belirlemede uygun bir numune olmasına rağmen, 24 saatlik idrar yüksek düzey maruziyetleri belirlemede iyi bir numunedir. Bu iki numune ile farklı maruziyet seviyeleri araştırılırken yanlış negatiflik açısından dikkatli olunmalıdır.
INTRODUCTION: The aim of this study is to compare whole blood, 24 hour urine and hair lead levels which were measured concurrently and to evaluate the utility of hair and 24h urine samples for screening of lead exposure.
METHODS: 436 workers who refered to Ankara Occupational Disease Hospital between 2010 and 2014 for periodic examination were evaluated. People whom whole blood, 24 hour urine and hair lead levels were measured concurrently were included in this study. People were evaluated according to two different whole blood exposure levels (10 μg/dL and 30 μg/dL).
RESULTS: Groups’ who were classified according to whole blood exposure levels 24h urine and hair lead levels were significantly different from each other (p<0,001). Whole blood lead levels correlated positively with 24h urine lead levels and hair lead levels (r=0,552; p<0,001, r=0,566; p<0,001, respectively). For whole blood lead limit value 10 μg/dL, hair samples showed 95% sensivity, 64% specifity, 16% false-positiveness and 13% false-negativeness, 24h urine samples showed 53% sensivity, 100% specifity, 0% false-positiveness and 49% false-negativeness. For whole blood lead limit value 30 μg/dL, hair samples had 100% sensivity, 36% specifity, 58% false-positiveness and 0% false-negativeness, 24h urine samples had 86% sensivity 89% specifity, 22% false-positiveness and 7% false-negativeness.
Conclusion: Altough hair is a suitable sample for determining high and low level of lead exposure, 24h urine is suitable for screening high level exposure. When evaluating different levels of exposure with two samples, false- negativeness must be considered.

DISCUSSION AND CONCLUSION: Altough hair is a suitable sample for determining high and low level of lead exposure, 24h urine is suitable for screening high level exposure. When evaluating different levels of exposure with two samples, false- negativeness must be considered.

3.
Zararlılarla mücadele adı altında semt pazarlarında satılan biyosidal ürünlerin aktif içeriğinin incelenmesi
Investigation of the active composition of biocidal products traded in local street bazaars for pest control
Emine Can-güven, Ahmet Çil, Banu Oğuz, Deniz Tezcan, Kadir Gedik, Perihan Binnur Kurt-karakuş
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.55823  Sayfalar 311 - 322
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, turizm ve tarıma dayalı bir ekonomiye sahip Antalya ilinde yapılan toksikoloji çalışmalarından çıkan yasaklı pestisitlerin güncel kullanımına yönelik bulgulardan hareketle, yoğun biyosidal ürün pazarına sahip Antalya ili genelindeki semt pazarları ve tezgâh altı diye tabir edilen yerlerde satılan biyosidal ürünlerin yapısı ve yapısındaki etken maddelerin nitel olarak belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Antalya ili genelindeki semt pazarları ve tezgâh altı diye tabir edilen satıcılardan DDT, böcek öldürücü, karınca öldürücü adı altında satılan toplam 19 adet numune toplanmıştır. Ürünlerin içeriğinin belirlenmesi amacıyla her birinden 100 mg tartılarak 10 ml metanol içerisinde çözüldükten sonra izooktan ile seyreltilerek Shimadzu marka QP2010 Ultra model Gaz Kromatografisi-Kütle Spektrometresi cihazında analizi yapılmıştır. Tarama modunda elde edilen kromatogramlar kapsamlı bir pestisit kütüphanesi olan Wiley/NIST içeriği ile eşleştirilmiştir.
BULGULAR: Nitel değerlendirme sonucunda örneklerde etken maddesi klorpirifos olan dursban maddesinin yanı sıra diklorvos, aldicarb ve sipermetrin bulunduğu görülmüştür. Bu etken maddelere ek olarak, örneklerde değişik oranlarda sebasik asit, merkaptan, propiyonik asit vb. gibi yardımcı maddeler (dolgu maddeleri) tespit edilmiştir. En fazla tespit edilen etken madde, numunelerin %31,6'sında görülen klorpirifos iken, en fazla tespit edilen yardımcı madde ise sebasik asittir (%47,4).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Analizler sonucunda örneklerin bazılarında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yasaklanmış (aldicarb, diklorvos ve sipermetrin), yasaklı olmayıp reçeteli satılması gereken (klorpirifos) etken maddelere sahip ürünlerin veya zararlı canlılara tesir edecek herhangi bir etken madde içermeyen ürünlerin kontrol ve denetimden uzak bir şekilde ticari faaliyetlerde kullanıldığı görülmüştür. Bu tür ürünlerin yeterli bilgi birikimi olmayan kişiler tarafından bilinçsiz bir şekilde uygulanmasının gerek kullanıcı ve gerekse de çevre sağlığı açısından ciddi risk oluşturabileceği düşünülmektedir.
INTRODUCTION: In this study, the qualitative determination of contents and active ingredients of pest control products traded in local street bazaars and/or by nonregistered traders in Antalya with reference to the results of toxicological studies conducted in the city in which the economy is mainly based on tourism and agriculture having an intense biocidal product market is aimed.
METHODS: A total of 19 samples sold under the name of DDT, insecticide, termiticide were gathered from public markets and illegal suppliers in Antalya. To identify the ingredients of products, 100 mg of sample was dissolved in 10 ml of methanol and diluted with isooctane, then was subjected to instrumental analysis on a Shimadzu QP2010 Ultra Gas Chromatography-Mass Spectrometry. Chromatograms gathered from scan mode were linked to the content of Wiley/NIST library which has extensive pesticide database.
RESULTS: Qualitative results indicate that some of the samples contain dursban consisting of chlorpyrifos as an active ingredient besides dichlorvos, aldicarb and cypermethrin. In addition to these active ingredients, inactive ingredients (extender) such as sebacic acid, mercaptane, propionic acid, etc. were detected at varying ratios. Chlorpyrifos was the mostly detected active content available in 31.6% of the samples, and mostly detected extender matter was sebacic acid with a ratio of 47.4%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: To conclude, samples containing active ingredients banned by Republic of Turkey Ministry of Food, Agriculture and Livestock (aldicarb, dichlorvos, cypermethrin), have to be sold by prescription (chlorpyrifos) or containing non-active ingredients acting mainly on the pests are released to public in an uncontrolled manner in local street bazaars or markets. Inattentive and insensible trading and usage of such chemicals with known health effects poses danger both for environment and human health.

4.
Kırmızıbiberde aflatoksin oluşturmayan Aspergillus flavus izolatlarının belirlenmesi
Determining non-toxigenic Aspergillus flavus isolates on red pepper
Mehmet Koç, Bekir Bülent Arpacı, Ayhan Ak, Kerim Karataş, Peter Cotty
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.36034  Sayfalar 323 - 332
GİRİŞ ve AMAÇ: Türkiye’nin güneyinde yer alan Kahramanmaraş, kurutulmuş biber üretiminde kullanılan geniş biber üretim alanlarına sahiptir. Kurutulmuş kırmızıbiber dünyada en çok üretilen baharattır ve kurutulmuş gıdalar en fazla mikotoksin bulaşımana maruz kalan ürünlerdir. Bu mikotoksinlerden aflatoksinler Aspergillus cinsine giren birçok tür tarafından üretilen zehirli fungal bileşiklerdir. Aflatoksinler Türk Gıda Kodeksi Bulaşanlar Yönetmeliğine göre baharatlarda toplam aflatoksin miktarı 10 µg/kg ile sınırlandırılmıştır. Aflatoksinle bulaşık ürünlerin toksik ve kanser yapıcı etkileri bulunabilir. Aflatoksin bulaşımı ürünün kalitesini düşürür ve pazarlanma olanaklarını ortadan kaldırır. Aspergillus flavus türü S ve L ırkları olarak iki gruba ayrılabilir. S ırkları genel olarak L ırklarından daha fazla aflatoksin oluşturma eğilimindedirler. L ırkına giren Aspergillus küflerinin birçoğu aflatoksin oluşturamamaktadır. Toksin üretmeyen Aspergillus flavus izolatları aflatoksin bulaşımının önlenmesi amacı ile biyolojik kontrol ajanı olarak kullanılabilmektedir. Bu çalışma kırmızıbiberde aflatoksin üreten türleri belirlemek ve uygun koşullar altında olsa da toksin üretme yeteneği bulunmayan izolatları belirlemek amacı ile yürütülmüştür.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İzole edilen Aspergillus flavus S ve L ırkları Cotty (1994)’nin bildirdiği A&M sıvı ortamına aktarılmıştır. Aflatoksin kantifikasyonu HPLC ile yapılmıştır.
BULGULAR: Kırmızıbiber örneklerinden izole edilen A. flavus izolatlarının aflatoksin üretme yetenekleri belirlenmiştir. Toplam 15 örnekten izole edilen 212 Aspergillus flavus izolatının 63’ü uygun koşullar altında toksin üretememiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmada küf ile bulaşık kırmızıbiber örneklerindeki Aspergillus türleri belirlenmiştir. Aspergillus flavus örneklerde baskın tür olarak bulunmuştur. Örneklerin aynı zamanda Aspergillus parasiticus ve Aspergillus tamari türleri ile de bulaşık olduğu belirlenmiştir. Toksin üreten izolatların ürettikleri aflatoksin miktarı ise 3,2 µ/kg x 103 ile 6,7 µ/kg x 103 arasında değişiklik göstermiştir. Bununla birlikte kırmızıbiber örneklerinde Aspergillus flavus türünün S ırkının nadir olarak görüldüğü L ırkının büyük çoğunluğu teşkil ettiği belirlenmiştir. Propagül sayısı ile izolatların toksin üretme kabiliyetleri arasında istatistiksel anlamda ilişki bulunamamıştır.
INTRODUCTION: Kahramanmaraş, located south east of Turkey is a city which has large open field pepper cultivation areas for producing dried chillies. Dried red pepper is the most produced spice in the world and dried foods are the most subjected products to mycotoxin contamination. Among these mycotoxins aflatoxins are toxic fungal metabolites produced by several species of Aspergillus genus. Total aflatoxin contamination in spices was limited with 10 µg/kg by Turkish Food Codex Regulation on contaminants in foodstuffs. Aflatoxin contaminated products can be effect toxic and carcinogenic. Contamination with aflatoxins reduce crop quality and limit marketing posibilities. Aspergillus flavus can be divided into the S and L strains. Generally S strain isolates tend to produce greater quantities of aflatoxins than do L strain isolates. Many isolates belonging L strain cannot produce aflatoxin. Non toxigenic strains of Aspergillus flavus can be used as biological control agents from the prevention of aflatoxin contamination. This study was carried out in order to determine the aflatoxin -producing species on red pepper and aimed to identify isolates without aflatoxin producing ability under suitable conditions.
METHODS: S and L races of A. flavus were transferred A&M media (Cotty (1994). Aflatoxin quantification was made yy HPLC.
RESULTS: Aflatoxin producing ability of A. flavus isolates isolated from red pepper samples were determined. Aspergillus tamari 63 of 212 Aspergillus flavus isolates isolated from total 15 samples could not produce aflatoxin under suitable conditions.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Aspergillus species were determined in mold contaminated red pepper samples in this study. Aspergillus flavus was found as dominant species in the samples. Therewithal it was determined that the samples also contaminated with Aspergillus parasiticus and Aflatoxin quantity of toxin producing isolates were varied between 3,2 µ/kg x 103 and 6,7 µ/kg x 103. Additionally, S strains of Aspergillus flavus were rarely found and L strains composed majority of the strains in red pepper samples. Statistically significant relationship were not found between the number of propagules and toxin producing ability of isolates.

5.
Kuzey Kıbrıs’daki bir üniversite hastanesinden izole edilen Pseudomonas aeruginosa, Acinetobacter baumannii ve Klebsiella pneumoniae bakterilerinin antibiyotik direnç oranları
Antibiotic resistance rates of Pseudomonas aeruginosa, Acinetobacter baumannii and Klebsiella pneumoniae isolated from a university-affiliated hospital in North Cyprus
Emrah Ruh, Umut Gazi, Meryem Güvenir, Kaya Süer, Nedim Çakır
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.82653  Sayfalar 333 - 344
GİRİŞ ve AMAÇ: Antimikrobiyallere dirençli Gram-negatif bakterilere bağlı gelişen enfeksiyonlar gittikçe artan oranlarda görülmektedir. Bu nedenle direnç paternlerinin rutin olarak taranması tedavide uygun antibiyotik verilmesi için önemlidir. Ancak, Kuzey Kıbrıs’daki antibiyotik direnç profiline ilişkin yeterli veri mevcut değildir. Bu çalışma Kuzey Kıbrıs’daki Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ) Hastanesi’nde izole edilen Pseudomonas aeruginosa, Acinetobacter baumannii ve Klebsiella pneumoniae bakterilerindeki direnç oranlarının araştırılması amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: YDÜ Hastanesi Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarı’nda 01.08.2010 ve 31.12.2014 tarihleri arasında izole edilen P. aeruginosa, A. baumannii ve K. pneumoniae bakterileri bu çalışmaya dahil edilmiştir. Tanımlama ve duyarlılık testleri BD Phoenix 100 sistemi (6.01A yazılım programı) kullanılarak yapılmıştır. Antimikrobiyal duyarlılık test sonuçları CLSI (Clinical and Laboratory Standards Institute) kılavuzuna göre belirlenmiş ve bakteri izolatlarının antibiyotiklere olan direnç oranları retrospektif olarak incelenmiştir.
BULGULAR: YDÜ Hastanesi’nde Ağustos 2010 ve Aralık 2014 tarihleri arasında izole edilen 186 P. aeruginosa, 61 A. baumannii, ve 204 K. pneumoniae suşunun antibiyotik direnç oranları değerlendirilmiştir. P. aeruginosa izolatlarında en yüksek direnç oranları aztreonam (%42,9), seftazidim (%19,5), levofloksasin (%20,2) ve siprofloksasin (%18,8) antibiyotiklerinde görülmüştür. İmipenem ve meropenem için ise daha düşük direnç oranları (sırasıyla %11,8 ve %6,5) saptanmıştır. A. baumannii izolatlarının, test edilen antibiyotiklerin çoğuna karşı yüksek seviyede dirençli (%32,8-%92,7) olduğu görülmüş; bu izolatlar arasındaki kolistin direnci ise %5,1 olarak belirlenmiştir. K. pneumoniae izolatlarında en yüksek direnç oranları ampisilin-sulbaktam (%39,9), sefazolin (%35,3), sefuroksim (%34,2) ve tetrasiklin (%30,8) antibiyotiklerinde; en düşük oranlar ise ertapenem (%4,6), imipenem (%0,0), meropenem (%1,0) ve amikasin (%0,0) antibiyotiklerinde saptanmıştır. Ayrıca, K. pneumoniae izolatları arasında %16,7 oranında genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) pozitifliği görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, bilgimiz dahilinde, Kuzey Kıbrıs’daki bir merkezde P. aeruginosa, A. baumannii ve K. pneumoniae izolatlarının antibiyotiklere karşı direnç oranlarını değerlendiren ilk araştırmadır. Çalışmamızda test edilen antibiyotikler arasında özellikle P. aeruginosa ve K. pneumoniae suşlarında karbapenem direnci; A. baumannii’de ise kolistin direnci, yüksek direnç oranlarının bildirildiği diğer çalışmalara göre daha düşük oranlarda bulunmuştur. Ancak, bu çalışmanın bulguları hastanemizde antibiyotik direncinin gözardı edilmemesi ve test sonuçlarının rutin olarak taranması gerektiğine işaret etmektedir. Çok merkezli çalışmalar yürütülerek, Kuzey Kıbrıs’daki antimikrobiyal direnç paternleri ve altta yatan genetik mekanizmalar ile ilgili daha geniş kapsamlı verilerin elde edilmesi gerekmektedir.
INTRODUCTION: Infections caused by resistant Gram-negative bacteria occur at increasing rates. Therefore, routine screening of resistance patterns is crucial for treatment approaches using proper antibiotics. Nevertheless, the antibiotic resistance profiles in North Cyprus still remain unclear. This study was conducted in order to investigate the resistance rates of Pseudomonas aeruginosa, Acinetobacter baumannii and Klebsiella pneumoniae which were isolated from the Near East University (NEU) Hospital, North Cyprus.
METHODS: P. aeruginosa, A. baumannii and K. pneumoniae isolates which were reported at the NEU Hospital Clinical Microbiology Laboratory between 01.08.2010 and 31.12.2014 were included in this study. Identification and susceptibility testings were performed on the BD Phoenix 100 system (software version 6.01A). The antimicrobial susceptibility test results were determined according to the Clinical and Laboratory Standards Institute (CLSI) guidelines, and the bacterial isolates were screened retrospectively in terms of antibiotic resistance rates.
RESULTS: The antibiotic resistance rates of 186 P. aeruginosa, 61 A. baumannii, and 204 K. pneumoniae strains which were isolated between August 2010 and December 2014 at the NEU Hospital were evaluated. P. aeruginosa isolates were mostly resistant to aztreonam (42.9%), ceftazidime (19.5%), levofloxacin (20.2%) and ciprofloxacin (18.8%). In contrary, resistance rates for imipenem and meropenem were lower (11.8% and 6.5%, respectively). A. baumannii displayed high resistance (32.8%-92.7%) to most of the antibiotics tested, while the resistance rate for colistin was 5.1%. The highest antimicrobial resistance rates in K. pneumoniae isolates were detected in ampicillin-sulbactam (39.9%), cefazolin (35.3%), cefuroxime (34.2%) and tetracycline (30.8%); while the lowest rates of resistance were recorded for ertapenem (4.6%), imipenem (0.0%), meropenem (1.0%) and amikacin (0.0%). Besides, extended-spectrum beta-lactamase (ESBL) positive results were obtained among 16.7% of K. pneumoniae isolates.
DISCUSSION AND CONCLUSION: To our knowledge, this is the first study that evaluated the antimicrobial resistance rates of P. aeruginosa, A. baumannii and K. pneumoniae isolates in a centre from North Cyprus. Among the antibiotics tested, particularly the carbapenem resistance in P. aeruginosa and K. pneumoniae strains, and colisitin resistance in A. baumannii were detected at lower rates in comparison to the other studies where high rates of resistance were documented. Nevertheless, the results of this study indicate that antibiotic resistance in our hospital cannot be ignored and the test results should be monitored routinely. By conducting multi-centered studies, more comprehensive data on antimicrobial resistance patterns and the underlying genetic mechanisms should be documented in North Cyprus.

6.
Karbapenemlere dirençli Acinetobacter baumannii izolatlarında moleküler tiplendirme ve karbapenemazların araştırılması
Molecular typing and investigation of carbapenemases in carbapenem resistant Acinetobacter baumannii isolates
Nilgün Özbey, Müşerref Tatman Otkun
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.91489  Sayfalar 345 - 354
GİRİŞ ve AMAÇ: Acinetobacter baumannii hastane enfeksiyonlarına yol açan etkenler içinde önemli yer tutmaktadır ve karbapenemlerde dahil antibiyotiklerin çoğuna direnç göstermektedir. Karbapenemlere karşı dirence; penisilin bağlayan proteinlerdeki değişiklikler, dış membran geçirgenliğindeki azalma ve kromozomal veya plazmid aracılıklı beta-laktamazlar (karbapenemazlar) neden olurlar. A.baumannii karbapenem direncinde karbapenemleri hidrolize eden oksasilinaz ve metallo-beta-laktamazları içeren karbapenemazlar önemli yer tutar. Bu çalışmada karbapenem dirençli A. baumannii’lerde karbapenemazların varlığı ve bunların kromozomal veya plazmid kaynaklı olduğunun araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışılan 65 A. baumannii’nin %66’sı yoğun bakım ünitesindeki hastalardan, en çok kandan (%37) ve alt solunum yolu örneklerinden (%32) elde edilmiştir. Antibiyotik duyarlılıklarını değerlendirmede VITEK2 otomatize sistem ve disk difüzyon testi kullanılmıştır. Ek olarak karbapenemler için M.I.C. evaluator stripler ile MİK değerleri araştırılmıştır. İzolatlar arasındaki klonal ilişki M13 ve DAF4 primerleri kullanılarak AP-PZR ile değerlendirilmiştir. Karbapenemaz genleri multipleks-PZR ile tarandı ve plazmit kaynaklı karbapenemaz araştırılmıştır.
BULGULAR: İzolatlar tobramisin, netilmisin ve kolistine sırasıyla %98.5, %98.5 ve %96.9 oranında duyarlı olarak bulunmuştur. Diğer antibiyotiklere direnç oranı oldukça yüksek olup %78.5-100.0 arasında direnç saptanmıştır. Tikarsilin, piperasilin, piperasilin-tazobaktam, seftazidim, seftriakson, sefepim, imipenem, meropenem ve siprofloksasin için %100.0; tikarsilin-klavulanik asit, gentamisin, levofloksasin, tetrasiklin, doksisiklin ve trimethoprim-sulfametoksazol için %98.5; minosiklin için %93.8; amikasin için %92.3 ve ampisilin-sulbaktam için %78.5 direnç oranı saptanmıştır. AP-PZR ile araştırmada iki farklı patern gözlenmiştir. Bütün izolatlarda kromozomal kaynaklı OXA-23 ve OXA-51 enzim geni pozitif bulunmuştur. İzolatların hiçbirinde plazmit izole edilmemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İzolatlarımız YBÜ’de, kan örneklerinden daha sık saptanmıştır. İzolatlar M13 ve DAF4 primerlerin kullanıldığı AP-PCR’da klonal benzerlik göstermiştir. Hastanemizde tek Acinetobacter klonunun var olması hepsinin aynı kaynaktan köken aldığını düşündürmektedir. Bu nedenle karbapenem dirençli izolatların çapraz enfeksiyonlarını önlemek için temel enfeksiyon kontrol önlemlerine dikkat etmek gerektiği sonucuna varılmıştır.
INTRODUCTION: Acinetobacter baumannii is one of the important causes of nosocomial infections and resistant to most of the antibiotics including carbapenems. Changes in penicillin-binding proteins, reduced outer membrane permeability, and production of chromosomal or plasmid-induced beta-lactamases (carbapenemases) cause resistance to carbanepems. Carbapenemases which include oxacillinases and metallo-beta-lactamases which hydrolize carbapenems significantly contribute to the carbapenem-resistance of A.baumannii. The purpose of this study was to assess the presence of carbapenemases of chromosomal and plasmid origin in carbapenem-resistant A.baumannii strains.
METHODS: Of the total 65 strains, 66% were isolated from patients in intensive care unit; most of strains were blood (37%) and lower respiratory tract (32%) isolates. In assessing antibiotic susceptibility, VITEK2 automated system and disk diffusion tests used. Inaddition carbapenem MIC values were determined using M.I.C. evaluator strips. Clonal relationship between the isolates determined by AP-PCR, using M13 and DAF4 primers. Carbapenemase genes were searched by multiplex-PCR and presence of plasmid-borne carbapenemase were investigated.
RESULTS: The isolates were susceptible to tobramycin, netilmicin, and colistin by 98.5%, 98.5% and 96.9%, respectively. The resistance to other antibiotics was quite high, ranging from 78.5 to 100.0%. The resistance rates to ticarcillin, piperacillin, piperacillin-tazobactam, ceftazidime, ceftriaxone, sefepime, imipenem, meropenem, and ciprofloxacin was 100.0%; to ticarcillin-clavulanic acid, gentamicin, levofloxacin, tetracycline, doxycycline, and trimethoprim-sulfamethoxazole 98.5%; to minocycline 93.8%; to amikacin 92.3%; and to ampicillin-sulbactam 78.5%. In AP-PCR investigation, two different patterns were observed. Only chromosomal OXA-23 and OXA-51 carbapenemase enzyme genes were found in all isolates. No plasmids were obtained from any isolates.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our isolates were prevalent in hemocultures from intensive care units. Isolates showed clonal similarity at AP-PCR with M13 and DAF4 primers. This shows that there is one single Acinetobacter clone from the same source in our hospital. Universal infection control measures should be taken in order to prevent cross-infection by carbapenem resistant isolates.

7.
Yoğun Bakım Hastalarında Hastane Kaynaklı Pnömoni Olgularının Değerlendirilmesi ve Sık Görülen Bakteriyel Etkenlerin Antimikrobiyallere Dirençlerinin Araştırılması
Analysis of Nosocomial Pneumonia and Antimicrobial Resistance of Frequently Encountered Bacterial Isolates in Intensive Care Unit Patients
Yasemin Genç, Yakup Gürkan, İpek Mumcuoğlu, Dilek Kanyılmaz, Altan Aksoy, Neriman Aksu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.84755  Sayfalar 355 - 364
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı; hastanemiz yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) yatmakta olan hastalardan alınan alt solunum yolu örneklerinden izole edilen hastane kaynaklı pnömoni (HKP) etkenlerinin tür dağılımlarını, direnç paternlerini ve etken-kolonizasyon oranlarını saptamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada 11.06.2012-01.01.2014 tarihleri arasında üreme saptanan 96 balgam, 1023 endotrakeal aspirat (ETA) olmak üzere 1119 alt solunum yolu örneği retrospektif olarak değerlendirilmiştir. ETA örneklerine kantitatif kültür, balgam örneklerine kalitatif kültür yöntemleri uygulanmıştır. Üreyen mikroorganizmaların etken-kolonizasyon ayrımı hastanemiz Enfeksiyon Kontrol Komitesi tarafından CDC kriterlerine göre yapılmıştır. İdentifikasyon ve antibiyotik duyarlılık testleri Vitek-2 (bioMerieux, France) otomatize sistemiyle çalışılmıştır.
BULGULAR: Toplam 678 hastadan alınan 1119 örnekten 1309 mikroorganizma izole edilmiştir. Bu mikroorganizmalardan 401 hastaya ait 962 mikroorganizma kolonizasyon, 277 hastaya ait 347 mikroorganizma ise etken olarak kabul edilmiştir. Etken mikroorganizmaların 338'i ETA, dokuzu balgam materyalinden üretilmiştir. En sık görülen etken mikroorganizmalar ETA örneklerinde; Acinetobacter baumannii 208 (%61.5), Pseudomonas spp. 53 (%15.6), Klebsiella pneumoniae 20 (%5.9), Staphylococcus aureus 18 (%5.3), Escherichia coli 9 (%2.6), balgam örneklerinde Acinetobacter baumannii 6 (%66,6), Pseudomonas spp. 2 (%22.2), Klebsiella pneumoniae 1 (%11.1)'dir. Kolonizasyon olan mikroorganizmalar ise; A.baumannii 272 (%28.3), Enterobactericae üyeleri 228 (%23.7), Pseudomonas spp. 131 (%13.6), Candida spp. 138 (%14.3) olarak saptanmıştır. En sık izole edilen A.baumannii, Pseudomonas spp. ve K. pneumoniae izolatlarının tamamının çoklu antimikrobiyal direnci olduğu izlenmiştir. HKP tanısı konulan hastaların enfeksiyonlarından 235’i ventilatör ilişkili pnömoni (VİP), 63’ü VİP dışı HKP olarak değerlendirilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: HKP, YBÜ’lerinde sık görülen mortalitesi yüksek bir hastane enfeksiyonudur. YBÜ’lerinde HKP etkeni olan mikroorganizmaları ve antimikrobiyal duyarlılıklarını izlemek ampirik tedavide yol gösterici olduğu gibi mortalite ve morbiditeyi azaltmak için de önemlidir. Olguların çoğunun geç başlangıçlı, olması hastanede yatış süresinin HKP açısından önemli bir risk faktörü olduğunu göstermektedir. En sık etken A. baumannii olarak tespit edilmiş ve bu mikroorganizma için kolitsinin tedavide tek seçenek olduğu görülmüştür. Kolonize olan mikroorganizmaların zamanla etken haline dönüşebileceği unutulmamalı ve bu hastalar takip edilmelidir.
INTRODUCTION: In this study, we aimed to investigate the distribution of species, resistance patterns and infection- colonization rates of hospital acquired pneumoniae (HAP) isolates which isolated from lower respiratory tracts of the patients hospitalized in intensive care units (ICU).
METHODS: In this study, we retrospectively analyzed 1119 lower respiratory tract samples [96 sputum, 1023 endotracheal aspirates (ETA)] with positive culture results, and obtained between June 11, 2012- January 01, 2014. Quantitative cultures were done in ETA samples, and qualitative cultures were done in sputum samples. The infection-colonization differentiation of the bacteria grew on culture was done by Infection Control Committee of our hospital, in accordance with CDC criteria. Identification and antibiotic susceptibility tests were performed by using Vitek-2 (bioMerieux, France) automated system.
RESULTS: A total of 1309 microorganisms were isolated from 1119 samples obtained from 678 patients. Among those microorganisms, 962 isolates from 401 patients were considered as colonization, and 347 microorganisms isolated from 277 patients were considered as causative agents. Causative agents from ETA material is 338 and nine causative agents are produced from sputum materials. The most frequently isolated microorganisms in ETA materials were Acinetobacter baumannii (208, 61.5%), Pseudomonas spp. (53, 15.6%), Klebsiella pneumoniae (20, 5.9%), Staphylococcus aureus (18, 5.3%), and Escherichia coli (9, 2.6%), in sputum materials were Acinetobacter baumannii (6, 66.6%), Pseudomonas spp. (2, 22.2%), Klebsiella pneumoniae (1, 11.1%). The microorganisms regarded as colonization were A.baumannii (272, 28.3%), Enterobactericae spp. (228, 23.7%), Pseudomonas spp. (131, 13.6%), and Candida spp. (138, 14.3%). All frequently isolated species, namely A. baumannii, Pseudomonas spp. and K. pneumoniae had multiple antimicrobial resistances. Among nosocomial pneumonia (HAP), 235 were considered as ventilator-associated pneumonia (VAP), and 63 were considered as non-VAP NP.
DISCUSSION AND CONCLUSION: HAP is frequently seen in ICUs, and it has a high mortality rate. Determining the bacteria causing HAP in ICUs, and their antimicrobial susceptibilities is important for future empirical therapies, and to reduce mortality and morbidity. Since most of NP cases appear late during hospitalization, it is evident that duration of hospital stay is an important risk factor for NP. The most frequent causative agent was A. baumannii, and colistin was determined as the only treatment option. It must be kept in mind that colonized microorganisms may be causative infectious agents in time, and the patients should be followed up.

8.
Kocaeli il merkezinde bulunan hastanelerde çalışan hemşirelerin zoonotik hastalıklar hakkındaki bilgi düzeylerinin belirlenmesi
The determination of knowledge level of nurses working in the hospitals in the center of Kocaeli province about the zoonotic diseases
Rüştü Taştan, Levent Altıntaş, Sibel Cevizci
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.62134  Sayfalar 365 - 378
GİRİŞ ve AMAÇ: Zoonotik hastalıklar küresel ölçekte, sağlığı sosyoekonomik yönden tehdit eden halk sağlığı sorunudur. Son çeyrek yüzyılda, giderek sayısal artış gösteren yeniçıkan enfeksiyon hastalıklarıyla birlikte bu sorun sağlık hizmetlerinde geniş bir boyut kazanmıştır. Hemşireler, toplumda ve sağlık hizmeti sunumunda “rol model” etkileri olan sağlık çalışanlarıdır. Bu çalışma; zoonozların kaynakları, bulaşma yolları ve korunma önlemleri hakkında hemşirelerin bilgi düzeylerini incelemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu araştırma, Kocaeli merkezinde bulunan kamu ve özel hastanelerde aktif çalışan gönüllü hemşirelerle yapılmıştır. Tanımlayıcı tipte, 30 sorudan meydana gelen anket 2012’de uygulanmıştır. Toplanan veriler SPSS v.20 programıyla analiz edilmiştir.
BULGULAR: Hastanelerde çalışan hemşirelerin sadece %46'sı (n=550) araştırmaya katılmıştır. Katılımcıların %70’i 26–44 yaş grubunda, %67’si 1-5 hizmet yılındaydılar. Hemşirelerin çoğu (n=380) üniversite, diğerleri Sağlık Meslek Lisesi(n=155) mezunudur. Katılımcılar en çok (%45) virüsleri, sonra bakterileri ve parazitleri (%44) patojenik etken biliyor; %73’ü hayvanlardan insanlara, %68’i insanlardan hayvanlara enfeksiyon bulaştığını, %16’sı ise hiç bulaşmadığını düşünüyor. Bu çalışmada Salmonelloz hariç, zoonotik hastalıkların bulaşma kaynakları hakkında katılımcı eğitim düzeyleri arasında istatistiksel anlamlılık (P>0,05) saptanmamıştır. Katılımcıların %41i sağlık bilgisi için uzmanlardan yararlanmakta, %65’i sağlık haberlerini yetersiz görmektedir. Hemşirelerin %59’u kendini zoonozlar bilgisi bakımından ‘yetersiz’ görmekte, %89’u ise mesleki eğitime katılmayı istemektedir. Sürekli sosyoekonomik tehdit olan zoonozlar, insan sağlığına çokyönlü zarar veren, önemli halk sağlığı sorundur. Etkileri bakımından toplumda sürekli risk oluşturan ve sağlık çalışanlarının işgüvenliğini tehdit eden zoonotik hastalıklar sorununu çözmek için öncelikle eğitim programlarının gözden geçirilmesi gerekmektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırma bulguları, sağlık çalışanlarının güvenliğini tehdit eden, topluma çokyönlü zarar veren zoonotik hastalıklar sorununun çözümü için yalnızca Hekimler ve Veteriner Hekimlerin mesleklerarası işbirliğinin yeterli olmayacağını işaret etmektedir. Sorununun kalıcı çözümü için ‘Tek Sağlık’ yaklaşımıyla hemşirelerin ve diğer sağlık çalışanlarının da katıldığı etkin sürekli mesleki eğitimlerin düzenlenmesinin gerektiği vurgulanmaktadır.
INTRODUCTION: Zoonotic diseases are public health problems on a global scale that threaten health socioeconomically. This problem have gained a huge ground with other ever increasing infectional diseases in last twenty-five years. Nurses are health employees who are regarded as role models in a society while providing health services. This study aims to investigate the knowledge levels of nurses about sources, contagion and prevention precautions of zoonosis.
METHODS: Nurses who were working in public and private hospitals in the city center of Kocaeli volunteered to participate in this study. Data were collected with a 30-item descriptive questionnaire and analyzed using SPSS v.20.
RESULTS: Almost half (46%) of the nurses (n=550) from the universe of the study filled out the questionnaires and most of them (%70) were within the age range of 26-44, and 67% had previous working experience of 1-5 years. Most of the nurses had a university degree (n=380) and the rest had high school diploma (n=155). Results of the study also revealed that 45% of the participants regarded viruses and 44% bacteria and parasites as pathogenic agents. Most of the participants (73%) believed zoonotic diseases transmit from animal to humans and 68% from humans to animals and 16% believed that there was no transmission. In this study, among zoonotic diseases, except Salmonellosis, there was no statistical significance between educational levels and knowledge regarding the sources of contagion (P>0,05). Findings also revealed that 41% of the participants benefitted from experts about health knowledge and 65% thought health news were inadequate. More than half of them (59%) thought their zoonotic knowledge level was inadequate and 89% wanted professional training. Zoonoses are important public health problems which harm human health in many ways socioeconomically. To overcome the problems about zoonotic diseases that threaten the work security of health employees and create a constant risk for the society, first of all, the education programs should be revised.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study revealed that solving this problem, which threatens the security of the health employees and harms the society from multiple dimensions, by an inter-professional collaboration between physicians and veterinarians was difficult. To reach a constant solution to this problem, nurses and other health employees should also attend professional training sessions and inter-professional collaboration with ‘One Health’ approach.

9.
Kanatlı eti ürünlerinde toplam aerobik mezofilik mikroorganizma ve Enterobacteriaceae belirlenmesinde klasik ve hızlı yöntemlerin karşılaştırması
Comparison of conventional and rapid methods for determination of total aerobic mesophilic microorganisms and Enterobacteriaceae in poultry products
Çetin Ertuğrul, İbrahim Çakır
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.98470  Sayfalar 379 - 388
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, bütün karkas ve mekanik olarak ayrılmış 123 adet kanatlı eti ürünlerinde, toplam aerobik mezofilik mikroorganizma sayısı ve Enterobacteriaceae sayısının belirlenmesinde klasik ve hızlı test yöntemlerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada, toplam aerobik mezofilik mikroorganizma sayısının belirlenmesinde ISO 4833: 2003 klasik yöntemi ve TEMPO TVC hızlı test yöntemi, Enterobacteriaceae sayısının belirlenmesinde ise ISO 21528-2: 2004 klasik yöntemi ve TEMPO EB hızlı test yöntemi eş zamanlı olarak çalışılmıştır. Buna göre toplam aerobik mezofilik mikroorganizma sayımında 100, Enterobacteriaceae sayımında ise 85 örneğe ait sonuçlar istatistikî olarak değerlendirilmiştir. Klasik ve hızlı test yöntemlerinin istatistiki olarak karşılaştırılmasında Office Excel 2007 (Microsoft, Redmond, ABD) programı kullanılarak, tanımlayıcı istatistik testleri, F-testi ve t-testi yapılmıştır. Lineer regresyon ve Pearson korelasyon analizleri ise MINITAB 16 programı (Minitab Inc., State College, TX, ABD) kullanılarak yapılmıştır.
BULGULAR: Çalışmanın sonuçlarına göre toplam aerobik mezofilik bakteri sayım sonuçlarının doğruluğu açısından klasik ISO 4833: 2003 ve TEMPO TVC yöntemleri arasında istatistiki olarak bir farkın bulunmadığı belirlenmiştir. Aynı şekilde, Enterobacteriaceae sayım sonuçlarının doğruluğu açısından klasik ISO 21528-2: 2004 ve TEMPO EB yöntemleri arasında da istatistiki olarak bir farkın bulunmadığı tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: TEMPO hızlı test sistemi ile yapılan mikrobiyolojik analizlerin gerek toplam aerobik mezofilik mikroorganizma, gerekse de Enterobacteriaceae sayımlarında klasik ISO yöntemlerine göre analiz süresi, analiz maliyeti, çalışma kolaylığı ve kontaminasyon riskinin önemli oranda düşük olması nedeniyle daha avantajlı olduğu sonucuna varılmıştır.
INTRODUCTION: In this research, the conventional and rapid test methods were compared in order to determine the numbers of both total aerobic mesophilic microorganizm and Enterobacteriaceae in a number of 123 poultry meat product samples either supplied as whole carcass or mechanically separated.
METHODS: A concurrent study was carried out involving the conventional ISO 4833 method and TEMPO TVC rapid test method for determining the number of total aerobic mesophilic microorganism, as well as the conventional ISO 21528-2 method and TEMPO EB rapid test method for Enterobacteriaceae counts. According to the consequences of the study, the results were statistically evaluated at a number of 100 and 85 samples from the total aerobic mesophilic microorganism count and Enterobacteriaceae count, respectively. Using MS Office Excel 2007 Software (Microsoft, Redmond, ABD) at the statistical comparison of the conventional and rapid test methods, descriptive statistical tests, as well as F-test and t-test were performed. In addition, linear regression and Pearson correlation analyses were performed using MINITAB 16 software (Minitab Inc., State College, TX, ABD).
RESULTS: According to the evaluation results, no statistically significant difference was found between the conventional ISO 4833 and TEMPO TVC methods regarding the accuracy of total aerobic mesophilic microorganism counts. Similarly, in terms of the accuracy of Enterobacteriaceae counts, there was no statistically significant difference between the conventional ISO 21528-2 and TEMPO EB methods.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Using TEMPO rapid test system offered a significantly decreased duration of microbiological analysis, decreased analysis cost, increased ease of operation and decreased risk of contamination as compared to the conventional ISO methods both in total aerobic mesophilic microorganism and Enterobacteriaceae counts, however, the former method was proven to be more advantageous than the latter.

OLGU SUNUMU
10.
Vorikonazol ile tedavi edilen bir Aspergillus flavus kompleks keratit olgusu
A case of Aspergillus flavus complex keratitis, treated with voriconazole
Gülşen Hazırolan, Özlem Enren Kemer, Dilay Özek, Altan Aksoy, Neriman Aksu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.81905  Sayfalar 389 - 394
Fungal keratitlere, Candida spp. cinsi mayalar ve Fusarium spp, Aspergillus spp ve Alternaria spp, gibi çeşitli filamentöz mantarlar etken olabilir. Fungal keratitlerde, epidemiyolojinin, predispozan risk faktörlerinin bilinmesi ve doğru laboratuvar tanı ile hastaya etkin antifungal tedavinin başlanması gerekmektedir. Fungal keratitleri tedavi etmek zordur ve intraoküler tutulum gibi ciddi bir risk faktörü taşır. Geleneksel antifungaller genellikle iyi topikal transkorneal penetrasyon sağlar ancak sistemik tedavi ile göz içi penetrasyonda sınırlı kalır. Bu yazıda oral ve topikal vorikonazol ile başarılı bir şekilde tedavi edilen A.flavus kompleks keratit olgusu sunulmuştur. Fungal keratitler nadir gözlense de, halen kötü prognozla seyretmektedirler. Fungal keratilerin, tanısın doğru ve hızlı gerçekleştirilmesi ve tedavi seçenekleri hakkında doğru bilgiye sahip olunması önem arz eder.
Fungal keratitis can be caused by yeasts as Candida spp.and filamentous fungi such as Fusarium spp, Aspergillus spp and Alternaria spp. Epidemiology and predisposing risk factors should be known for fungal keratitis and appropriate antifungal therapy should be started with accurate laboratory diagnosis. Fungal keratitis is difficult to treat and carries a significant risk of intraocular involvement. Traditional antifungals usually have good topical transcorneal penetration, but even systemic therapy has limited intraocular penetration. In this paper we report a case of A.flavus complex keratitis which is successfully treated with oral and topical voriconazole. Although rare, fungal keratitis still has a serious prognosis. It is significant to perform accurate and rapid diagnosis and to have accurate knowledge about treatment options.

TEKNIK RAPOR
11.
Halk Salığının Korunması için Yeni Yüzme Suyu AB Direktifinin Uyumlaştırılması ve Uygulamaları
Alignment of New Bathing Water EU Directive and Its Applications to Protect Public Health
Dilek Dikmen, Hasan Irmak
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.97059  Sayfalar 395 - 404
GİRİŞ ve AMAÇ: AB Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı IPA I-2010 Programlaması kapsamında alınan "Yüzme Suyunun İzlenmesinde Uyum” başlıklı eşleştirme projesi, Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu ile Fransa-İtalya konsorsiyomu işbirliğinde 2013 I. çeyreği ile 2015 II. çeyreği arasında yürütülmüştür. Projenin başlıca amaçları yeni yüzme suyu direktifi 2006/7/EC’nin uyumlaştırılarak ulusal mevzuata aktarılması ve bu yeni direktif doğrultusunda Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun yüzme suyu izleme sisteminin güçlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Proje; yeni yüzme suyu direktifi 2006/7/EC’nin uyumunun yapılarak Yönetmelik taslağının hazırlanması, yüzme suyunun sınıflandırılması ve kalite değerlendirmesine yönelik 76/160/EEC direktifinden 2006/7/EC direktifine geçişin aşamalı olarak pilot uygulamalar şeklinde başlayarak tüm yüzme alanlarına yaygınlaştırılması, pilot illerin seçili alanlarında deneysel profil oluşturulması pratiğinin yapılması, yüzme suyu kalite veri yönetimine yönelik çalışmaların yapılması, Sağlık Bakanlığı’nın yüzme suyu kalitesini izleme sisteminin 2006/7/EC Direktifi doğrultusunda geliştirilmesi, Halk Sağlığı Laboratuvarlarının yeni yüzme suyu direktifi doğrultusunda istenen analizleri gerçekleştirmede teknik kapasitesinin güçlendirilmesini sağlamak üzere tasarlanmıştır.
BULGULAR: 2006/7/EC Avrupa Birliği Direktifinin uyumlaştırılmasıyla “Yüzme Suyu Kalitesinin Yönetimine Dair Yönetmelik Taslağı” ilgili kurumların da katkısı ile Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından hazırlanmıştır. Eğitimler ve çalıştaylar düzenlenmiştir. Altı Rehber Kitap hazırlanmış, bastırılmış ve dağıtılmıştır. Veri kalite değerlendirmesi ve sınıflandırma pratiği, pilot iller olan Antalya, Çanakkale ve İstanbul'da gerçekleştirilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Proje kontratında yer alan aktivitelerin tamamı başarıyla gerçekleştirilmiş ve tüm zorunlu hedeflere ulaşılmıştır. Proje ile Sağlık Bakanlığının 2006/7/EC Direktifini tam olarak uygulaması için gerekli olan teknik ve kurumsal kapasite başarıyla geliştirilmiştir.
INTRODUCTION: The twinning project entitled "Alignment in Bathing Water Monitoring” was implemented within the framework of EU Pre-Accession Financial Assistance IPA I-2010 Programming by the Ministry of Health, Public Health Institution of Turkey together with France-Italy consortium between the I. quarter of 2013 and II. quarter of 2015. The major aims of the project was to transpose the new bathing water Directive 2006/7/EC into the Turkish National Legislation and strengthening the bathing water quality monitoring system of Ministry of Health - Public Health Institution of Turkey within the framework of the new Directive.
METHODS: The project was designed such as to ensure the alignment of the new bathing water Directive 2006/7/EC and preparation of the draft by-law on bathing water quality management, transition from 76/160/EEC to 2006/7/EC Directive regarding the classification and quality assessment of bathing water starting gradually with the pilot applications and then disseminating to the whole bathing areas, the practice of establishing experimental bathing water profiles in the selected areas of the pilot provinces, compiling of sets of bathing water quality data, improvement of the bathing water quality monitoring system of the Ministry of Health in the direction of 2006/7/EC Directive, improvement of the technical capacity of the Public Health Laboratories to perform analysis according to the new bathing water directive.
RESULTS: The draft “By-law on bathing water quality management” has been prepared with the transposition of 2006/7/EC EU Directive by the Ministry of Health, Public Health Institution of Turkey with the contribution of the relevant institutions. Trainings and workshops were organized. Six guidance documents were prepared, published and distributed. Data quality assessment and classification practice were done at pilot provinces Antalya, Çanakkale and İstanbul.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The all activities given in the project contract have been successfully completed and all project mandatory results were reached. The technical and institutional capacity for the full implementation of the 2006/7/EC Directive by the Ministry of Health was impoved successfully with the project.

DERLEME
12.
Farklı Biyolojik Organizmalarda Proteomik Uygulamalar
Proteomic Applications of Different Biological Organizms
Sinem Özenoğlu, Hatice Yıldızhan, Duygu Özel-demiralp, Demet Cansaran-duman
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.35761  Sayfalar 405 - 418
Marc Wilkins tarafından ilk defa 1994 yılında açıklanan Proteomiks terimi bir organizma, doku veya hücrede herhangi bir zamanda bulunan proteinlerin tamamının, geniş çaplı protein ayırma ve tanımlama yöntemleri kullanılarak analiz edilmesi esasına dayanmaktadır. Proteom; belli bir zaman ve mekânda bir organizmanın sahip olduğu ve ifade ettiği bütün farklı proteinlerin tamamıdır. Proteomik; belli bir zamanda belli bir yerde bulunan tüm proteinlerin yapılarını, yerleşimlerini, miktarlarını, translasyon sonrası modifikasyonlarını, doku ve hücrelerdeki işlevlerini, diğer proteinlerle ve makro moleküllerle olan etkileşimini aydınlatır. Farklı doku ve organlarda bulunan hücrelerdeki DNA’lar birbirine benzese de proteinler birbirine benzememektedir. Bu nedenle özellikle çeşitli hastalıkların tanısında sadece genetik bilimi yeterli olmamaktadır. Bu nedenle proteomiks bilimine ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır. Bu derleme kapsamında öncelikle farklı protein ekstraksiyon yöntemleri, iki boyutlu jel elektroforezi (2-DE) ve kütle spektrofotometresi teknolojilerini içeren proteomik uygulamaları ele alınmıştır. Sonrasında; değişik organizma/doku kullanımı ile proteom alanın farklı bölümlerinde proteom yöntemlerinin uygulanması ile gerçekleştirilen çalışmalar yer almaktadır. Ayrıca son yıllarda proteom analizi ile farklı biyolojik organizmaların biyotik veya abiyotik strese maruz kalınca verdiği yanıtın ve savunma mekanizmalarında kullanılan proteinlerin belirlenmesine yönelik çalışmalar üzerine değerlendirmeler yapılmıştır.
Proteomics term is based on the analysis using a large-scale protein separation and identification methods in 1994 by Wilkins and it describes the understanding of proteins in whole cells, tissues, or body fluids. The proteome is the entire complement of total proteins including produced and expressed proteins by an organism in a particular time and place. Proteomics; at a certain time in a certain place in the structures of all proteins, placements, quantities, after modifications, tissues and cells of translation functions, other proteins and illuminates the interactions with macro molecules. DNA in cells in different tissues and organs is alike although similar proteins. Therefore, science of genetics is not sufficient for the diagnosis of various diseases. For this reason there is increasing interest in the science of proteomics day by day. In this review, firstly, we evaluated the current proteomics technologies which include different protein extraction procedures, two-dimensional gel electrophoresis (2-DE), mass spectrometry (MS) technology. Secondly, we will also review proteomics technology in different parts of the medical field through the use of various organisms and effective work carried out by the use in this field. In addition, in recent years, proteome analysis with different biotic or abiotic stress exposed to biological organisms and their gave defense mechanisms and reponds are evaluated with proteins identification studies.

LookUs & Online Makale
w