ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 76 (4)
Cilt: 76  Sayı: 4 - 2019
1.
THDBD 2019-4 Cilt 76 Tüm Dergi
TBHEB 2019-4 Vol 76 Full Printed Journal
Utku Ercömart
Sayfalar 378 - 487
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2.
Staphylococcus aureus, Klebsiella pneumoniae ve Pseudomonas aeruginosa ile immunize edilen tavuklardan elde edilen IgY antikorlarının etkinliğinin ELISA yöntemiyle araştırılması
Investigation of the effectiveness of IgY antibodies obtained from chickens where immunized with Streptococcus aureus, Klebsiella pneumoniae and Pseudomonas aeruginosa by ELISA
Ali Afandi, Funda Doğruman Al
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.67366  Sayfalar 379 - 390
GİRİŞ ve AMAÇ: IgY antikoru: tavukların serum ve yumurta sarısında bulunan antikorlardır. Tavuklarda bulunan bu antikorlar enfeksiyon sırasında mikroorganizmalara karşı yüksek miktarda gelişen spesifik antikorlardır ve aynı zamanda bu antikorların yumurta sarısına transfer olduğu bilinmektedir. IgY teknolojisi, tavuk yumurtasında antikoru üretmeye ve izole etmeye dayanan bir yöntemdir. IgY antikorunun yumurta sarısından izolasyonu koyun, keçi ve tavşan gibi hayvanların kanından izole edilmesine göre daha kolay, non-invazif, uzun ömürlü ve yüksek miktarda sentezlenmesi gibi avantajlara sahiptir. Tavuk antikorlarının, tanı yöntemlerinde kullanılması, memeli antikorlarına göre daha düşük maliyete neden olabilecektirÇalışmamızda, nozokomiyal pnömoni etkeni olarak sık tanımlanan Staphylococcus aureu (S.aureus), Klebsiella pneumoniae (K.pneumoniae) ve Pseudomonas aeruginosa (P.aeruginosa) bakterilerine karşı IgY eldesi ve antikorların etkinliğinin ELISA yöntemiyle araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tavukların immunizasyonu, S.aureus ATTC 6538, P.aeruginosa ATCC 27853 ve K. pneumoniae ATCC13883 bakterileri kullanılarak hazırlanan antijen süspansiyonu 22 haftalık Lohmann Brown cinsi yumurta tavuklarına Freund’s tamamlanmış adjuvanı ile kas içine enjekte edilerek gerçekleştirildi. Hatırlatma immunizasyonları iki hafta aralıklarla dört kere Freund’s tamamlanmamış adjuvant kullanarak yapıldı. Bakterilere karşı oluşan IgY antikorlarının saflaştırılması ve elde edilmesi için PEG 6000 kullanıldı. Antikorların etkinliği ELISA yöntemi ile değerlendirildi. İmmunize edilen ve edilmeyen tavukların yumurtalarından izole edilen IgY antikorlarının OD değeri karşılaştırıldı.
BULGULAR: S.aureus, P.aeruginosa, K.pneumoniae ile immunize edilmiş ve edilmemiş tavukların IgY antikorlar arasındaki OD değerleri farklı dilüsyonlarda (1/100 ve 1/1000) karşılaştırıldığında; immunize olan tavukların yumurtalarından izole edilen IgY antikorların OD değerlerinin ODC değerinden daha yüksek olduğu saptanmıştır (p˂0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda elde edilen veriler nozokomiyal pnömoni etkeni olarak sık izole edilen bakterilere karşı tavuklardan elde edilen IgY antikorlarının etkinliğinin yüksek olduğunu göstermiştir. IgY antikorlarının non invazif, hızlı ve düşük maliyetli elde edilebilmesi bu antikorların son 10 yılda tanıda kullanılmasının yanı sıra bazı hastalıklara karşı korunmada ve tedavi seçenekleri arasında yer almasını sağlamıştır. IgY antikorlarının gelecekte tanı ve tedavi amacıyla etkin olarak kullanılabileceği düşüncesine varılmıştır.
INTRODUCTION: IgY antibody is found in chickens' serum and egg yolk. IgY antibody in chickens is specific antibodies that develop highly against microorganisms during infection and is known to be transferred to egg yolk. IgY technology is a method based on producing and isolating antibodies in chicken eggs. The isolation of the IgY antibody from egg yolk is more easier to isolate, non-invasive, long life and higher in amount than it's isolation from sheep, goat and rabbit. Chicken antibodies used in diagnostic methods, will be lower cost than the mammalian antibody. In this study, our aim was to produce IgY antibodies against bacteria of Staphylococcus aureus (S. aureus), Klebsiella pneumoniae (K. pneumoniae) and Pseudomonas aeruginosa (P. aeruginosa) which are commonly identified as the cause of nosocomial pneumonia and to investigate the efficiency of these antibodies by of ELISA method.
METHODS: Immunization of chicken was performed using S. aureus ATTC 6538, P. aeruginosa ATCC 27853 and K. pneumoniae ATCC13883 bacteria grown in blood agar and inactivated subsequently. Twenty-two-week-old Lohmann Brown laying hens were immunized through intramuscular injection with Freund's complete adjuvant and re-stimulate immunizations with Freund's incomplete adjuvant were performed four times at an interval of two weeks. PEG 6000 procedure was used for the isolation and purification of IgY antibodies synthesized by immunized hens against bacteria. Efficacy of antibodies was evaluated with ELISA method and OD values of IgY the antibodies isolated from the eggs of immunized and non-immunized hens were subjected to comparison.
RESULTS: IgY antibodies isolated from hens immunized with S. aureus, K. pneumoniae and P. aeruginosa bacterial antigens and from non-immunized hens were compared in order to determine OD values with ELISA method. In both dilutions (1/100 and 1/1000) IgY OD values of immunized hens were observed to be higher than the calculated cutoff value (ODC) (p˂0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The data obtained from a study shows high efficacy of IgY antibodies isolated from chickens against bacteria which are commonly identified as the cause of nosocomial pneumonia. The fact that IgY antibodies can be obtained quickly through non-invasive cost-effective methods allowed these antibodies to be used in diagnostic procedures over the past decade as well as making them a viable choice among prevention and treatment options against certain diseases. Therefore, based on the results of this study, it was concluded that IgY antibodies might be largely and actively used for the purposes of diagnosis and treatments in the future.

3.
Üçüncü basamak bir hastanede iki yıllık HIV pozitifliklerinin değerlendirilmesi
Evaluation of two-year HIV positivity in a tertiary hospital
Pınar Şamlıoğlu, Yeşer Karaca Derici, Sevgi Yılmaz Hanci, GÜLİZ DOĞAN, ARZU BAYRAM, Neval Agus, Nisel Yılmaz, ŞÜKRAN SABA ÇOPUR, SEBAHAT Şen TAŞ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.70370  Sayfalar 391 - 394
GİRİŞ ve AMAÇ: İnsan immun yetmezlik virusu (HIV) kişiler arası bulaşabilen ve edinsel immun yetmezlik sendromu (AIDS)'e neden olabilen bir virustur. Laboratuvar tanısında ELISA yöntemi kullanılmakta ve pozitif sonuç çıkan örneklerin Western-Blot (WB) ile doğrulaması yapılmaktadır. Bu çalışmada üçüncü basamak bir hastanede iki yıllık dönemde HIV pozitiflik oranının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji Laboratuvarına gelen toplam 59543 kan örneğinde makro ELISA sistemi ile (Architect-Abbott,USA) HIV antikor test edilmiştir. Test sonuçları pozitif veya sınırda bulunan hastalardan yeni kan istenmiş ve çalışma her iki kanla tekrarlanmıştır. Negatif bulunan sonuçlar ''negatif'' olarak rapor edilmiştir. Pozitif bulunan 117 örnek (%0.2) WB ile doğrulama için İzmir Hıfzısıhha Merkezi'ne gönderilmiştir.
BULGULAR: Retrospektif olarak iki yıllık dönemde incelenen 59543 kan örneğinin 117'sinin (%0.2) antiHIV testi tekrarlayan reaktif bulunmuştur. Bunların WB ile doğrulanması sonucunda 48'i (%0.08) pozitif, 5'i (%0.008) aradeğer, 64'ü (%0.1) negatif olarak bildirilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Son iki yıllık dönemde hastanemiz HIV pozitiflik oranı incelendiğinde artış görülmemiştir. Kişiler arası bulaşın engellenmesine yönelik koruyucu önlemler konusunda toplumsal eğitimlerin düzenli olarak yapılmasının hastalık yayılımının önüne geçilmesine katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
INTRODUCTION: Human immunodeficiency virus (HIV) is a virus that can be transmitted interpersonally and may causes Acquired Immunedeficiency Syndrome (AIDS).ELISA method is used in laboratory diagnosis and positive results are confirmed by Western-Blot (WB).The aim of this study was to evaluate the rate of HIV positivity in a two-year period in a tertiary hospital.
METHODS: 59543 blood samples from the Microbiology Laboratory of Izmir Tepecik Education and Research Hospital were tested by macro ELISA (architect,Abbott, USA) to detect HIV antibody. The test was repeated with the new blood samples of the patients that have positive or borderline test results. Negative results reported as "negative". 117 positive samples (0.2%) were validated by WB analysis in İzmir Public Health Center.
RESULTS: 59543 blood samples were analyzed retrospectively and 117 samples (0.2%) were detected as anti-HIV test reactive. 48% (0.08 percent) positive, 5% (%0.008) Dec value 64% (%0.1) has been reported as negative by verification with WB.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It is thought that the regular training on preventive measures to prevent transmission of HIV will contribute to the prevention of disease spread.

4.
Klinik Pseudomonas aeruginosa izolatlarının virülans özellikleri ve epidemiyolojik ilişkisi
The virulence characteristics and epidemiological relationship of clinical Pseudomonas aeruginosa isolates
Nilüfer Uzunbayır-Akel, Yamaç Tekintaş, Fethiye Ferda Yılmaz, İsmail Öztürk, Mustafa Okeer, Sabire Şöhret Aydemir, Feriha Feriha Çilli, Mine Hoşgör-Limoncu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.68235  Sayfalar 395 - 404
GİRİŞ ve AMAÇ: Pseudomonas aeruginosa konak savunmasının bozulduğu durumlarda, özellikle sağlık kuruluşlarında ciddi enfeksiyonlara neden olabilen fırsatçı patojendir. Direnç problemine ek olarak bu bakterilerin sahip oldukları farklı virülans özellikleri enfeksiyonun ve tedavinin seyrini değiştirebilmektedir. Bu çalışmada çeşitli kliniklerden izole edilen P. aeruginosa izolatlarının antibiyotik duyarlılıklarının, epidemiyolojik ilişkilerinin ve virülans faktörleri özelliklerinin saptanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin farklı kliniklerinden izole edilen 83 P. aeruginosa izolatı ile gerçekleştirildi. Etken olan izolatların antibiyotik duyarlılıkları VITEK 2 Compact® otomatize sistemiyle ve klonal ilişkileri “Enterobacterial Repetitive Intergenic Consensus-Polimeraz Zincir Reaksiyonu (ERIC-PZR)” ile araştırıldı. Her bir klondan seçilen temsilcilerin virülans faktörlerinin belirlenebilmesi için fenotipik testler yapıldı. Elastaz aktivitesinin araştırılmasında “Elastin Congo Red” ölçüm yöntemi kullanılırken, Proteaz, DNaz, Lipaz, Siderofor ve Hareket (Twitching) aktivitelerinin fenotipik olarak belirlenmesi amacıyla uygun yöntemler uygulandı. İzolatların biyofilm üretimleri kristal viyole metoduyla ve biyofilmle ilişkili olduğu düşünülen çoğunluğu algılama (ÇA) genleri ise PZR yöntemiyle araştırıldı.
BULGULAR: Antibiyotik duyarlılık testi sonuçlarına göre en yüksek direnç imipeneme karşı (%43,4), en düşük direnç ise amikasine karşı (%14,5) gözlendi. İzolatların ERIC-PZR sonuçlarına göre 19 ilişkisiz klon içerisinde yer aldıkları saptandı. Her bir klonu temsilen seçilen izolatların tamamında siderofor ve elastaz üretimi gözlendi, proteaz, lipaz ve twitching motilitesi sırasıyla 5, 14 ve 15 izolatta belirlenirken, hiçbir kökende DNAz üretimi saptanmadı. 19 temsilci izolatın dokuzunun güçlü biyofilm ürettiği ve lasI, lasR, rhlR genlerini sırasıyla 17, 18, 13 izolatta, rhlI geninin ise tüm izolatlarda pozitif olduğu belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgular değerlendirildiğinde, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde farklı antibiyotik direnç profilleri olan P. aeruginosa izolatları saptandı. Bu dirençli izolatların epidemiyolojik olarak ilişkisiz klonlarda yer almaları, genotipik olarak farklı özelliklere sahip izolatların kliniklerde dolaşımda olduklarını göstermektedir. Patogeneze katkıda bulunabilecek pek çok virülans faktörünü de içeren bu izolatlarda özellikle biyofilm üretiminin yaygın olduğu dikkat çekmektedir. Bu durum hem tedavinin daha zor hale gelmesini, hem de sağlık kuruluşlarında pek çok farklı yüzeyde kolonize olabilmelerine katkıda bulunduklarını düşündürmektedir. Ülkemizde ve bölgemizde yapılacak daha kapsamlı çalışmalarla P. aeruginosa bakterilerinin direnç durumları ve virülans faktörlerinin, enfeksiyonun şiddetine olan etkileri ortaya koyulabilecektir.
INTRODUCTION: Pseudomonas aeruginosa is an opportunistic pathogen that can cause serious infections, especially in health care settings where host defense is impaired. In addition to resistance problem, the different virulence characteristics of these bacteria can change the course of infection and cure. In this study, it was aimed to determine antibiotic susceptibilities, epidemiological relations and virulence factors of clinical P. aeruginosa isolates.
METHODS: This study was performed, a total of 83 P. aeruginosa isolated from different clinical samples of Ege University Faculty of Medicine Hospital. Antibiotic susceptibilities of isolates were investigated by the VITEK 2 Compact® automated system and epidemiological relations of isolates determined via "Enterobacterial Repetitive Intergenic Consensus-Polymerase Chain Reaction (ERIC-PCR)". Phenotypic tests were performed to determine the virulence factors of the selected representatives from each clone. While the "Elastin Congo Red" method was used for the investigation of elastase activity, appropriate methods applied for Protease, DNase, Lipase, Siderophore and Twitching activities to the detect virulence properties phenotypically. The biofilm production of isolates was investigated by crystal violet method, and the quorum sensing (QS) genes thought to be related to biofilm were determined by PCR method.
RESULTS: According to results of antibiotic susceptibility test, the highest resistance was observed against imipenem (43,4%) and the lowest resistance was observed against amikacin (14,5%). Isolates were found in 19 unrelated clones according to ERIC-PZR results. Siderophore and elastase production were observed in all of the representative isolates. Protease, lipase and twitching motility were determined at 5, 14 and 15 isolates respectively, no DNase production was detected. Nine of the 19 representative isolates produced strong biofilms, and the lasI, lasR, rhlR genes were identified in 17, 18, 13 isolates respectively and the rhlI gene was found in all strains.
DISCUSSION AND CONCLUSION: When the data were evaluated, different antibiotic resistant P. aeruginosa isolates which have different resistance profiles were detected at Ege University Faculty of Medicine Hospital. The inclusion of these resistant isolates in epidemiologically unrelated clones suggests that isolates with genotypically different properties are circulating in the clinics. Despite the many virulence factors that can contribute to pathogenesis, it is noteworthy that biofilm production is particularly prevalent in these isolates. This situation has meant that treatment becomes more difficult, as well as being able to colonize on many different surfaces in health care facilities. More extensive studies in both our country and our region could show the resistance profile of P. aeruginosa bacteria and the effects of virulence factors on the severity of infection.

5.
Hemovijilans Hemşireliği Ve Transfüzyon Güvenliğine Katkısı
Hemovigilance Nursing And Contributıon To Transfusion Safety
Rabiya Gün, Semra Öz, Selma Altındiş, Yeşim Uyutan, Mehmet Köroğlu, Mustafa Altındiş
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.19970  Sayfalar 405 - 414
GİRİŞ ve AMAÇ: Hemovijilans, kan ve ürünlerinin elde edilmesinden son alıcıların takibine kadar bütün transfüzyon basamaklarını eksiksiz izleme prosedürüdür. Hemovijilansın ana hedefi, transfüzyonun güvenliğini arttırmaktır. Çalışmamızda Sakarya Eğitim Araştırma Hastanesi sağlık personelinin transfüzyon güvenliği hakkında bilgi düzeyi, eğitim sonrası değerlendirme ve hemovijilans hemşireliğinin transfüzyon güvenliğine katkısının irdelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma, Sakarya Üniversitesi Klinik Araştırmalar Girişimsel Olmayan Etik Kurulu’ndan 02.07.2018 tarihinde 166 karar numarası ile onay alındıktan sonra, Ocak-Temmuz 2018 tarihlerinde Sakarya Eğitim Araştırma Hastanesi’nde çalışan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 432 sağlık personeli ile gerçekleştirilmiştir. Katılımcılara, eğitim öncesi ve transfüzyon güvenliği eğitimi sonrası durumu değerlendiren literatürden yararlanılarak oluşturulmuş 20 soruluk bir anket uygulanmıştır. Veriler SPSS 20.0 istatistik paket programı kullanılarak değerlendirilmiştir.


BULGULAR: Çalışma grubunu oluşturanların 329’u (%76.2) kadın, 103’ü (%23.8) erkek olup yaş ortalaması 29.1±8.7 yıl idi. Katılımcıların meslek dağılımına bakıldığında 48’i (%11.1) doktor, 256’sı (%59.3) hemşire ve 128’i (%29.6) diğer yardımcı sağlık personeli idi. Çalışanların meslekteki çalışma yılı ortancası 5.5 (1-43 yıl) iken bulunduğu klinikte çalışma yılı ortancası 2.0 (1-42 yıl) olarak bulunmuştur. Çalışma grubunun bilgi sorularından aldığı puan, 20 soru üzerinden, 1 ile 19 arasında değişirken ortalaması 9.7±4.2 olarak hesaplanmıştır. Çalışmada cinsiyet ile bilgi puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Eğitim sonrası tekrar test grubunun bilgi puan ortalaması 13.3±5.2 olup eğitim öncesine göre anlamlı düzeyde yüksektir (p<0.001).


TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmalarda eğitimin etkisi net bir şekilde görülmekte olup transfüzyon güvenliğinin sağlanması ve reaksiyonların azaltılmasında ilgili sağlık personelinin farkındalığının arttırmasının önemi yadsınamaz. Ayrıca bu tür çalışmalarla sağlık çalışanlarında hemovijilans takibinde hangi süreçlerde aksama olduğunun tespit edilerek o konuya yönelik çalışmalar yapılması faydalı olacaktır.
INTRODUCTION: Hemovigilance is a thorough follow-up procedure for all transfusion steps, from the acquisition of blood and its products to the follow-up of end-recipients. The main goal of hemovigilance is to increase the safety of transfusion. The aim of this study was to investigate the level of knowledge about the transfusion safety of the health personnel of Sakarya Training and Research Hospital, the post-training evaluation and the contribution of hemovigilance nursing to the safety of transfusion.
METHODS: The study was carried out with 432 health personnel who were working at Sakarya Training and Research Hospital between January and July 2018 and accepted to participate in the study. A questionnaire consisting of 20 questions was applied to participants before and after education and transfusion safety education. The data were evaluated by using SPSS 20.0 statistical package program.
RESULTS: Of the study group, 329 (76.2%) were female and 103 (23.8%) were male. The mean age was 29.1 ± 8.7 years. 48 (11.1%) were doctors, 256 (59.3%) were nurses and 128 (29.6%) were other health personnel. The median of the working year was 5.5 years (1-43 years) and the median of the study was 2.0 (1-42 years). The mean score of the study group ranged from 1 to 19, and the mean score was 9.7 ± 4.2. There was no significant difference in gender and knowledge scores. The mean score of the post-test re-test group was 13.3 ± 5.2 and it was significantly higher than the pre-training level (p <0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The effect of education is clearly seen in the studies and it cannot be denied that the awareness of related health personnel should be increased in order to ensure the safety of transfusion and decrease the reactions. In addition, it will be useful to determine the processes in which health care workers are experiencing hemovigilance by determining the disruption of these processes.

6.
Çocukluk Çağında Ekstrahepatik Portal Ven Obstruksiyonuna Hematolojik Bakış Açısı
Hematological Aspects of Extrahepatic Portal Vein Obstruction in Childhood
Neslihan Karakurt, Fatma Demirbaş, Gönül Çaltepe, Canan Albayrak, Ayhan Gazi Kalaycı
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.89106  Sayfalar 415 - 422
GİRİŞ ve AMAÇ: Ekstrahepatik portal ven obstrüksiyonu nadir ancak önemli bir portal hipertansion (PHT) nedenidir. Hastalar sitopeni veya kanama ile hematoloji kliniğine başvurabilirler. Bu çalışmanın amacı bu hastalardaki tecrübemizi aktarmak ve portal ven trombozunda (PVT) trombofili araştırmasının önemini vurgulamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Haziran 2006 ve Ekim 2018 tarihleri arasında hastanemize başvuran ve ekstra hepatik portal ven anomalisi tanı alan çocuklar çalışmaya dahil edildi. Vasküler anomaliler trombus ve/ veya portal kavernom (PK) olarak ifade edildi. Bulgular retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Yaş ortalaması 4,6± 3,4 olan 12 hasta (K/E: 9/3) dahil edildi. Başvuruda en sık şikayet karın ağrısı ve gastrointestinal kanamaydı. Tanıda on hastada (%83) sitopeni vardı; sekizi (%67) anemik, beşi (%42) lökopenik ve dokuzu (%75) trombositopenikti. Görüntüleme yöntemleri ile on hastada trombus, on hastada PK tespit edildi. Beş hastanın umbilikal kataterizasyon hikayesi olup birinde ayrıca Factor V Leiden homozigot mutasyonu saptandı. Dört hastada ise PAI-1 heterozigot mutasyonu saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocukluk çağında PVT nadir olup trombositopeni, splenomegali ve ösafagial varis kanaması ile prezente olabilir. Çocuklarda PVT trombositopeninin sık bir nedeni olmamasına rağmen klinisyenlerin yenidoğan döneminde umbilikal ven kataterizasyonuyla ilgili bilgi alması ve splenomegalisi olan hastalarda portal doppler USG değerlendirmesi önerilir. PAI-1 mutasyonları ile ilgili daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: Extrahepatic portal vein obstruction is rare but considerable cause of portal hypertension (PHT). Patients may present with cytopenia(s) or bleeding, to hematology clinics. The aim of this study is to present our experience of patients with this rare disease and emphasize the value of thrombophilia assessment in portal venous thrombosis (PVT).
METHODS: Children admitted to our hospital between June 2006 and October 2018 with diagnosis of extra-hepatic portal venous anomalies are included. Vascular anomalies were defined as trombus and/ or portal cavernoma (PC), The medical reports were assessed retrospectively.


RESULTS: Twelve patients (Female/ Male: 9/ 3) aged 4.6± 3.4 years old are included The most common complaints on admission were abdominal pain and upper gastrointestinal bleeding. Ten patients (83%) had cytopenia(s) at diagnosis; eight (67%) had anemia, five (42%) leukopenia and nine (75%) thrombocytopenia. Imaging studies revealed thrombus in ten (83%) and PC in ten (83%) patients. Five patients had a history of umbilical catheterization and one was also positive for homozygous mutation of Factor V Leiden. Four patients were positive for heterozygous mutation of PAI- 1.
DISCUSSION AND CONCLUSION: PVT during childhood is rare, it may present with thrombocytopenia, splenomegaly and esophageal varices bleeding. Although PVT it is not a common cause of thrombocytopenia in children, clinicians are encouraged to get information regarding history of umbilical catheterization in neonatal period and obtain portal doppler ultrasound in cases with splenomegaly. Further studies about PVT Plasminogen activator inhibitor 1 mutations are needed.

7.
Orta Anadolu bölgesinde tersiyer bir merkeze başvuran gebe hastalarda Sitomegalovirüs (CMV) tarama sonuçları
Cytomegalovirus (CMV) screening results in pregnant women admitted to a tertiary center in the middle Anatolia
Özgür Kan, Özgür Koçak
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.55631  Sayfalar 423 - 430
GİRİŞ ve AMAÇ: Anneden çocuğa geçen enfeksiyonların önemli bir nedeni olan insan sitomegalovirüs (CMV), etkilenen bebeklerde uzun dönemde ciddi sekellere yol açabilir ve yenidoğanlarda genetik olmayan konjenital işitme kaybının en yaygın nedenini oluşturmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde CMV prevalansının gelişmiş ülkelere oranla daha yüksek olduğu bilinmektedir ve seroprevalansın ülkeler, hatta bölgeler arasında dahi ciddi farklılık gösterdiği bildirilmektedir. Bu çalışmanın amacı, bir bölge referans hastanesine başvuran gebe kadınlarda CMV seroprevalansının değerlendirilmesi ve gebelik sırasında CMV taramasının etkinliğinin araştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2016 ile Eylül 2018 tarihleri arasında bir üniversite hastanesi gebe polikliniğine ayaktan başvuran toplam 3362 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Serolojik inceleme sonrasında aktif enfeksiyon olduğu düşünülen olgularda avidite testi uygulanmıştır. Bu test sonucu düşük avidite izlenen olgulara invaziv amniyosentez işlemi önerilmiştir ve alınan örnekler Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) metodu ile incelenmiştir.
BULGULAR: CMV immunglobulin (Ig) G ve Ig M seropozitiflik oranları sırasıyla 96.40% ve 1.75% olarak bulunmuştur. CMV enfeksiyonu düşünülen hastalardaki avidite test sonuçları incelendiğinde 10 (20.83%) olguda düşük avidite, 3 (6.25%) olguda ara düzeyde avidite ve 35 (72.91%) olguda yüksek avidite olduğu izlenmiştir. Düşük avidite saptanan 10 olguda yapılan PCR analiz sonucunda bu hastaların üçünde akut primer enfeksiyon bulguları gözlenmiştir. Doğum sonrası yapılan muayenelerde, bu yenidoğanların birinde konjenital CMV enfeksiyonu bulguları saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: CMV enfeksiyonunun tedavisinde kullanılan ajanların gerek maliyet, gerek terapötik etkinliği ile ilgili yeterli çalışma bulunmaması nedeniyle gebelikte rutin CMV taraması önerilmemektedir. Ancak özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki riskli gruplarda serolojik değerlendirme faydalı olabilir. Aşı ve anti-viral tedavi hakkında yapılacak sonraki geniş kapsamlı çalışmalar ile taramanın gerekliliği ve etkinliği hakkında daha fazla bilgi sahibi olunabilir.
INTRODUCTION: Human cytomegalovirus (CMV) is a common cause of mother-to-child infection that may lead to severe long-term sequelae in affected infants and is the most common non-genetic cause of hearing loss. CMV prevalence is reported to be higher in developing countries and seroprevalence varies between countries and even regions. The aim of this study was to evaluate the seroprevalence of CMV in pregnant women who applied to regional reference hospital and to investigate the efficacy of antenatal CMV screening.
METHODS: A total of 3362 patients admitted to a university hospital pregnant outpatient clinic between January 2016 and September 2018 were included in the study. After serological examination, avidity test was performed in cases with results suggestive of active infection. Amniocentesis was recommended to patients with low avidity and these patients were evaluated by Polymerase Chain Reaction (PCR) method.
RESULTS: The frequency of CMV immunglobulin (Ig) G and M seropositivity rates were 96.40% and 1.75%, respectively. According to avidity test results of patients with CMV infection; low, intermediate and high avidity levels were found in 10 (20.83%), 3(6.25%) and 35 (72.91%) patients, respectively. PCR analysis results showed primary infection in 3 of the cases with low avidity. Only one infant had signs of congenital CMV infection at the time of birth.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although routine CMV screening in pregnancy is not recommended due to lack of adequate studies on the validity of treatment and cost-effectiveness, serological examination may be beneficial especially in risky groups in developing countries. Further studies on vaccination and anti-viral therapy may provide more comprehensive information about the necessity and efficacy of screening.

8.
Çorum ilinde hemşirelik öğrencilerinin kistik hidatik hakkındaki bilgi düzeyleri ve tutumları
Knowledge and attitudes of nursing students about cystic hydatid in Çorum Province
Gülay Yılmazel, Derya Yapar, Aysegul Taylan Ozkan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.95826  Sayfalar 431 - 440
GİRİŞ ve AMAÇ: Kistik ekinokokkoz dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaygın görülen, sağlık ve ekonomik açıdan yük getiren önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bu çalışmanın amacı hemşirelik öğrencilerinin kistik ekinokokkoz hakkındaki bilgi düzeylerini ve tutumlarını belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yöntemler: Kesitsel tipteki bu araştırma, Şubat-Mayıs 2016 tarihleri arasında Çorum ilinde yapıldı. Hitit Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu’nun hemşirelik bölümünde öğrenim gören gönüllü ve ulaşılabilen 364 öğrenci örneklem kapsamına alındı. Araştırmanın verileri, üç aşamalı bir anket formu ile toplandı. Anket formunun ilk aşaması tüm öğrencilere yönelik olup bu aşamada öğrencilerin sosyo-demografik özellikleri yer aldı. Anket formunun ikinci aşaması ise kistik ekinokokkoz hastalığını bildiğini belirten öğrencilere yönelik olup öğrencilerin kistik ekinokokkoz ile ilgili bilgi düzeylerinin değerlendirilmesi amacıyla hazırlandı. Öğrencilerin kistik ekinokokkoz ile ilgili tutumlarının incelenmesinde belirleyici olan “köpeğiniz var mı?” sorusu oldu. Araştırmanın verileri SPSS 17.0 paket programında değerlendirildi. Kategorik değişkenlerin analizinde Ki-kare testi kullanıldı. Bağımlı ve bağımsız değişkenler arasındaki ilişki lojistik regresyon analizi ile belirlendi. P<0.05 değeri istatistiksel açıdan anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Bulgular: Araştırmada öğrencilerin %75.5’i 18-21 yaş aralığında olup yaş ortalamaları 20.33±1.84 yıldır. Öğrencilerin %63.7’si kız ve %36.3’ü erkektir. Birinci sınıfta öğrenim görenlerin oranı %37.9, dördüncü sınıfta öğrenim görenlerin oranı %19.8’dir. “Kistik ekinokokkoz hastalığını biliyor musunuz” sorusuna “evet” yanıtını verenlerin oranı %28.3’dür. Kistik ekinokokkoz hastalığını bildiğini belirten öğrencilerden %72.8’i hastalığın karaciğeri etkilediğini, %97.1’i hastalığın gastrointestinal belirtilerinin olduğunu, %82.5’i hastalığın su ve besinlerle insanları enfekte ettiğini belirtmiştir. Öğrencilerin %72.9’u ekinokoklar için esas konak olarak köpeği göstermiştir. Araştırma grubunda köpeği olan öğrencilerin oranı %13.2 olup bu öğrenciler arasında köpeğinin yaşam alanlarında (evlerinde) bulunduğunu belirtenlerin oranı %27.1’dir. Hastalığın bilinmesi sınıflar arasında farklıdır, annesi çalışanlarda annesi ev hanımı olanlara göre anlamlı ölçüde yüksek bulunmuştur (p<0.05). Lojistik regresyon modeli sonuçlarına göre öğrencilerin kistik ekinokokkoz hastalığını bilmemesi birinci sınıf öğrencilerinde 4.2 kat, üçüncü sınıf öğrencilerinde 3.1 kat, annesi ev hanımı olanlarda 4.9 kat daha yüksekti (p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda öğrencilerin yaklaşık üçte birinin kistik ekinokokkoz hastalığını bildiği belirlenmiştir. Kistik ekinokokkozise yönelik öğrencilerin bilgi düzeylerinin düşük, hastalığın erken tanısına yönelik tutumlarının olumlu, hastalığın önlenmesi ve kontrol altına alınması açısından yaptıkları uygulamaların yetersiz olduğu belirlenmiştir. Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar ışığında müfredat programları dışında da hemşire adaylarına belirli aralıklarla hastalıkla ilgili sürekli ve güçlendirilmiş davranış değiştirici sağlık eğitimlerinin verilmesi önerilebilir.
INTRODUCTION: Hydatid cyst is a major public health problem which brings health and economic burden and it is seen commonly in Turkey as in world. The aim of this study was to determine knowledge levels, attitudes and practices about hydatid cyst in nursing students.
METHODS: This descriptive research was conducted between February-May 2016 in Çorum. Sample of study was included 364 volunteer nursery students. The data were collected via a three-phase questionnaire form. The first phase included socio-demographic characteristics for all students. The second phase was prepared to evaluate level of knowledge on hydatid disease. The question “have you a dog?” was decisive in the analysis of cystic echinococcosis-related attitudes and practices of students. Data were assessed using SPSS 17.0 package program. In the analysis of categorical variables the Chi-square test was used. Multinominal logistic regression analysis was used to determine the relationship between the dependent and independent variables. P<0.05 was considered statistically significant.
RESULTS: Results: Of the students, 75.5% were between the age range of 18-21 and the mean age was 20.33±1.84 years. In the study, 63.7% were female and 36.3% were male, 37.9% were in first grade and 19.8%.were in the fourth grade. The response rate was 28.3% to the question “do you know hydatid cyst?”. Among the students who stated that they knew the disease 72.8% showed as liver disease, 97.1% said disease had gastrointestinal symptoms and 82.5% said that people would be infected with water and food. Dogs was shown as the main host for echinococ by 72.9% of students. Among the students, 13.2% had a dog and of the students 27.1% had a dog in their living areas (house). The rate of knowledge was significantly different between class and in working mother than housewives. According to the results of logistic regression model the risk of unknown of disease was 4.2 times higher in first grade and 3.1 times higher in third grade students than second grade studes, 4.9 times higher in housewives than working mothers.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, it was determined that approximately one third of the students knew cyctic hydatid. Also students had low knowledge, positive attitudes for the early diagnosis of the disease and inadequate practices for the prevention and control of the disease. Outside of the curriculum, continuous and reinforced health education would be useful for candidate nursing students to modificate their behaviors.

9.
Ünye İlçesinde Ağustos 2017’de Meydana Gelen Norovirüs İlişkili Su Kaynaklı Bir Salgın Üzerinden Epidemiyolojik Yaklaşım, Kontrol Önlemleri, Zorluklar
Epidemiological Approach, Control Measures and Challenges of a Norovirus-Associated Waterborne Outbreak in Unye District in August 2017
Zeynep Özge Özgüler, Fehminaz Temel, Pınar Duman, Çağrı Emin Şahin
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.80106  Sayfalar 441 - 452
GİRİŞ ve AMAÇ: Ünye ilçesindeki hastanelere 20-23 Ağustos 2017 tarihleri arasında 1426 akut barsak enfeksiyonu (ABE) başvurusu olduğu saptanmıştır. İncelemenin amacı vaka sayısındaki artışın sebeplerini saptamak olası kaynakları kontrol altına almak ve salgının tekrarlanmaması için önlem almaktır. Çalışmanın bir diğer amacı da sahada karşılaşılan zorlukları ve salgına müdahalenin akışını ortaya koymaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İnceleme için yüz yüze anket uygulanmak istenmiş ancak bölgenin fındık toplama zamanı olması ve kurban bayramı tatili döneminin başlaması nedeni ile vakalara ulaşılamayacağı anlaşılmıştır. Yüz yüze veri toplama çalışması yapılamamış olup vaka tespiti için hastane kayıtları kullanılarak tanımlayıcı bir çalışma yapılmıştır.
Şüpheli vaka, ilçedeki hastanelere 20-23 Ağustos 2017 tarihlerdeki ABE ilişkili ICD-10; A09, R11 veya K52.8/9 tanı kodlarıyla başvuran kişidir. Otuz adet su örneğinin mikrobiyolojik, iki su örneğinin virolojik, yedi adet gaita örneğinin mikrobiyolojik, parazitolojik ve virolojik incelemeleri yapılmıştır.

BULGULAR: Ünye’deki hastanelerden 1092 şüpheli vaka tespiti yapılmıştır (ilçe nüfusu: 125722). En sık tanı kodu R11: bulantı ve kusmadır (%41). Hastaların %53’ü kadındır. Yaş ortalaması 28,0±18,5, ortanca değeri 25’tir (En küçük: 0-En büyük: 86). Epidemik eğri insandan insana bulaş ile uyumlu çoklu pik yapan dalgalı bir yapı göstermektedir. Belli bir mahallede kümelenme görülmemektedir, toplu yiyecek tüketimi maruziyeti olmamıştır. Çevre incelemesinde su depolarının mevzuata uygun olmadığı ve klor seviyelerinin yetersiz olduğu tespit edilmiştir. On adet su numunesinde Escherichia coli, iki numunede ise E. coli ve Clostridium perfringens birlikteliği tespit edilmiştir. Virolojik inceleme için gönderilen iki su örneğinde virüs tespit edilmemiştir. Altı adet gaita numunesinde Norovirüs tespit edilmiştir, bakteriyolojik ve parazitolojik inceleme sonuçlarında patojen tespiti veya üreme saptanmamıştır. Yapılan süper klorlama sonrasında vakalarda düşüş gözlemlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Suda kontaminasyon olduğunu gösteren mikrobiyolojik inceleme sonuçları, vaka sayılarının aniden yükselmiş ve ilçe geneline dağılmış olmaları ve klinik numune sonuçları, salgının norovirüs ilişkili su kaynaklı bir salgın olduğuna işaret etmiştir. Gastroenterit salgınlarını oluşmadan önlemek için klorlamaların düzenli yapılması, rutin su denetlemelerinde patojenlerin veya düşük klor seviyelerinin tespit edilmesi halinde, vaka sayılarında artış olmadan, kontaminasyonun nedeninin araştırılması, depolar ve şebekelerin incelenmesi ve tespit edilen sorunlar için düzeltme çalışmaları yapılması önerilmiştir.
Patojene özel, hızlı ve kanıta dayalı bir şekilde müdahale edilebilmesi amacıyla norovirüse yönelik incelemeler için bölgesel analiz merkezlerinin olması veya sahada uygulanabilecek taşınabilir tespit yöntemleri ihtiyacı olduğu düşünülmektedir. Halk sağlığı eylemi açısından ilçede genel hijyen eğitimleri, hastane hazırlıklılığı, süper klorlama gibi konularda kararlar alınmıştır.

INTRODUCTION: There were 1426 acute gastroenteritis hospital admissions in Unye district between 20-23 August 2017. Aim of this investigation conducted by field epidemiology unit was to identify possible reasons for the increase of cases, control probable sources and take preventive measures to prevent re-occurrence of the outbreak. Further aim of this study was revealing the difficulties encountered on the field and the flow of this intervention.
METHODS: A face-to-face survey was intended but as it was hazelnut harvesting period of district and the beginning of a national holiday, it was understood that it wouldn’t be possible to reach the cases. The survey couldn’t be carried out, for case detection, a descriptive study using hospital records was conducted. The suspected case was a person admitted to district hospitals between 20-23 August 2017 with gastroenteritis related ICD-10 codes: A09, R11 or K52.8/9. Microbiological tests for 30; virological tests for two water samples; microbiological, parasitological and virological tests for seven stool samples were applied.

RESULTS: A total of 1092 suspected cases were identified from hospitals in Ünye (district population: 125722). Most common diagnostic code was R11: nausea and vomiting(41%). Fifty-three percent of cases were female. Mean age was 28.0±18.5 and median value was 25(Min.: 0-Max.: 86). Epidemic curve revealed person-to-person transmission with propagated peaks. There was no clustering in a certain neighborhood nor common food exposure. Environmental investigation showed that structure of water tanks didn't comply with regulations and chlorine levels were inadequate. Escherichia coli was detected in ten water samples, coexistence of E.coli and Clostridium perfringens was detected in two samples. No virus was detected in the two water samples. Norovirus was detected in six stool specimens, while bacteriological, parasitological examination revealed no detected pathogen. Decrease in cases was observed after hyperchlorination.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Results of microbiological examinations that showed contamination in water, sudden increase of cases and it's spread throughout district along with results of clinical samples, indicated that outbreak was a norovirus-associated water-borne outbreak. In order to avoid gastroenteritis outbreaks,regular chlorination, investigation of the causes for contamination, to examine water tanks/networks and improvement for detected problems in case of detected pathogens or low chlorine levels in routine water-inspections, prior to an increase in cases, were recommended. It was thought that portable detection methods or provincial-based analysis centers for norovirus-related analyses are necessities for conducting pathogen-specific, evidence-based interventions. For public health action, decisions were taken on issues such as general hygiene education, hospital preparedness and hyperchlorination.

10.
Üçüncü basamak bir hastanede 2006-2016 yılları arasında kistik ekinokokkozis vakaları
Cystic echinococcosis cases in a tertiary hospital between 2006 and 2016
Arif Dogan Habiloglu, Duygu Mert, Niyazi Karaman, Guray Togral, Mustafa Ertek
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.99706  Sayfalar 453 - 460
GİRİŞ ve AMAÇ: Ekinokokkoz Echinococcus türlerinin neden olduğu zoonotik bir hastalıktır. Echinococcus granulosus hastalığın en sık etkenidir. Önemli oranda mortalite ve morbitideye neden olmaktadır.
Bu çalışmada hepatik ve ekstrahepatik tutulumu olan kist hidatik vakalarının klinik ve laboratuvar bulgularını karşılaştırarak serolojik, biyokimyasal ve rekürrens açısından anlamlı bir fark olup olmadığını tespit etmek amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma retrospektif olarak planlandı. Toplam 82 hasta değerlendirildi. Hastalar, hepatik ve ekstrahepatik tutulumu olanlar olarak iki gruba ayrıldı. Hepatik tutulum 45 hastada, ekstrahepatik tutulum ise 37 hastada saptandı.
BULGULAR: Hepatik tutulumu olan grupta 20 erkek ve 25 kadın hasta vardı. Hastaların ortalama yaşı 47 idi. Laboratuvar tetkiklerinde; %25'inde lökositoz ve %4'ünde eozinofili belirlendi. Hastaların %44'ünde C-reaktif protein (CRP), %8'inde globulin fraksiyonu, %35'inde karaciğer fonksiyon testleri (KCFT) veya bilirubin değerlerinde artma saptandı. Hastaların %60'ında indirekt hemaglutinasyon antikor (IHA) testi pozitif bulundu. 20 hastada rekürrens saptandı.
Ekstrahepatik tutulumu olan grupta 14 erkek ve 20 kadın hasta vardı. Hastaların ortalama yaşı 48 idi. Laboratuvar tetkiklerinde; hastaların %16'sında lökositoz ve %5'inde eozinofili saptandı. Hastaların %16'sında CRP, %8'inde globulin fraksiyonu, %38'inde KCFT veya bilirubin artışı vardı. Hastaların %50'sinde IHA testi pozitif bulundu. 17 hastada rekürrens saptandı.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Karaciğer tutulumu olan grupta; lökositoz, CRP artışı, diabetes mellitus (DM) komorbiditesi, IHA test pozitifliği ve nüks gelişimi ekstrahepatik tutulumu olan gruba göre daha yüksek saptandı. Her iki grupta da globülin fraksiyonu, KCFT veya bilirubin artışı, eozinofili, cinsiyet dağılımı, yaş ortalaması ve altta yatan malignite yönünden sonuçlar benzer bulundu. Hepatik ve ekstrahepatik tutulumu olan hastalar arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı.
INTRODUCTION: Echinococcosis is a zoonotic disease caused by Echinococcus species. Echinococcus granulosus is the most frequent factor of disease. It is the cause of significant morbidity and mortality.
The aim of this study was to compare the clinic and laboratory findings in hepatic and extrahepatic involvement of hydatid cysts cases and to determine whether there was a significant difference in terms of serological, biochemical and recurrence in both group.

METHODS: The study was planned retrospectively. Total of 82 patients were evaluated. Patients were divided into two groups as hepatic and extrahepatic involvement. Hepatic involvement was detected in 45 patients and extrahepatic involvement was detected in 37 patients.
RESULTS: In group of hepatic involvement, 20 patients were male and 25 patients were female. The mean age of the patients was 47 years. In the laboratory examination; in 25% of patients leukocytosis and in 4% of patients eosinophilia were detected. In 8% of patients increase of globulin fraction, in 44% of patients increase of C-reactive protein (CRP), in 35% of patients increase of liver function test (LFT) or bilirubin were found. Indirect hemagglutination antibody (IHA) test was positive in 60% of patients. 20 patients had recurrence.
In group of extrahepatic involvement 14 patients were male and 20 patients were female. The mean age of the patients was 48. In the laboratory examination; in 16% of patients leukocytosis and in 5% of patients eosinophilia were detected. In 8% of patients increase of globulin fraction, in 16% of patients increase of CRP, in 38% of patients increase of LFT or bilirubin were detected. In 50% of patients IHA test positivity were found. 17 patients had recurrence.

DISCUSSION AND CONCLUSION: In the group with hepatic involvement, leukocytosis, CRP increase, diabetes mellitus (DM) comorbidity, IHA test positivity and recurrence development were higher compared to the extrahepatic patients. The increase in globulin fraction, LFT or bilirubin increase, eosinophilia, gender distribution, mean age and underlying malignancy were similar in both groups. No statistically significant difference was found between the findings of the hepatic involvement and extra hepatic involvement.

11.
HIV ile enfekte olan obez bireylerde Sistatin- C
Cystatin-C in HIV-infected obese individuals
Dilek Yağcı Çağlayık, Hakkı Arıkan, Serpil Çeçen
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.43650  Sayfalar 461 - 468
GİRİŞ ve AMAÇ: Sistatin C böbrek fonksiyonlarını gösteren glomerular filtrasyon hızını (GFR) belirlemede kullanılan bir parametre olup, obezitede arttığı bilinmektedir. Bu çalışmada amacımız HIV ile enfekte olan obez bireylerde GFR hesaplamasında sistatin C’nin etkisini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Enfeksiyon Hastalıkları HIV polikliniğine başvuran HIV enfekte hastalardan obez olanlar çalışmaya dahil edildi. Bireylerin düz bir zeminde çıplak ayakla ve sırtları duvara gelecek şekilde dururken boy uzunlukları ölçüldükten sonra bioimpedans cihazında (Tip-BC-418-MAIII, Tanita Body Composition Analyzer; Tanita, Tokyo, Japan) tüm vücut analizi yapılarak kilo, beden kitle indeksi (BMI), yağ yüzdesi, yağ ağırlığı ve yağsız ağırlıkları tespit edildi. Biyokimyasal verilerine retrospektif olarak ulaşılarak değerlendirme yapıldı. Sistatin C, kreatinin değerleri ölçülmüş olan hastaların CKD- EPİ GFR ( Chronic Kidney Disease Epidemiology Collaboration equation glomeular filtration rate), GFR cr (kreatinin-GFR), GFR cys (sistatin -GFR) ve GFR cre-cys (kombine-GFR) değerleri hesaplandı.
BULGULAR: Yağ yüzdesi fazlalığı %9.21’in üstünde olan HIV ile enfekte bireylerde ( n=5), sistatin C’nin; vücut ağırlığı ve total kolesterol ile orantılı olarak yüksek bir korelasyon ile arttığı saptanırken, GFR cre, GFR cys, GFR cre-cys artışı ile orantılı olarak azaldığı tespit edildi. Yağ yüzdesi fazlalığı %9.21 altında olan HIV ile enfekte bireylerde ( n=29) ise sistatin C’nin GFRcys ile orantılı olarak azaldığı tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: HIV ile enfekte ve yağ dokusu yüksek olan bireylerde vücut ağırlığı ile sistatin C arasındaki artışın daha yüksek korelasyon ile gösterilmesi, HIV enfeksiyonundan kaynaklanan inflamasyonun ve fazla yağ dokusunun sistatin C nin yükselmesine katkıda bulunmuş olabileceğini düşündürmüştür. Bu konuda daha geniş serilerde daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğu sonucuna varılmıştır.
INTRODUCTION: Cystatin C is a parameter used to determine the glomerular filtration rate (GFR) which indicates renal function. It is also known that cystatin C increases in obesity. The aim of this study was to investigate the effect of cystatin C on GFR calculation in HIV-infected obese individuals.
METHODS: Female and male HIV-infected obese patients who applied to the Infectious Diseases outpatient clinic were included in the study. Their heights were measured while they were barefooted and back touching a wall. The weight, body mass index (BMI), fat percentage, fat mass and fat free mass, were determined using Bio-impedance analyzer device (Tip-BC-418-MAIII, Tanita Body Composition Analyzer; Tanita, Tokyo, Japan). Biochemical data of patients were evaluated retrospectively. CKD- EPI GFR ( Chronic Kidney Disease Epidemiology Collaboration equation glomerular filtration rate), GFR cr (creatinin-GFR), GFR cys (cystatin -GFR) ve GFR cre-cys (combined -GFR) were calculated using creatinin and cystatin C values.
RESULTS: Cystatin C proportionally increased with a high correlation with body weight and total cholesterol, and decreased with GFR cre, GFR cys, GFR cre-cys in the group of HIV infected and excess fat percentage over 9.21 %. Cystatin C decreased with GFRcys in the group of HIV infected and excess fat percentage under 9.21 %.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Higher correlation with cystatin-C and high body weight in HIV infected with excess fat percentage obese individuals suggests that inflammation due to HIV infection and excess fat mass together contribute to cystatin-C increasing levels. More studies are needed in large number of groups.

DERLEME
12.
Bruselloz düşünüyorum ama doğrulayamıyorum: Seronegatif Bruselloz
I think of Brucellosis but can not verify: Seronegative Brucellosis
Ahmet Sertçelik, Turan Buzgan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.93609  Sayfalar 469 - 472
Bruselloz, Ortadoğu ve Akdeniz ülkeleri başta olmak üzere dünyada yaygın olarak görülen zoonotik bir enfeksiyon hastalığıdır. Ülkemiz de bruselloz açısından endemik bir bölgede yer almaktadır. Alınan tedbirlerle yıllar içinde insidansta azalma olmakla birlikte, hastalığın halk sağlığını ilgilendiren boyutu devam etmektedir. Hastalıklı hayvanlardan ışıl işlem uygulanmadan elde edilen süt ürünlerinin tüketimi en yaygın bulaşma kaynağıdır. Hastalığın klinik görünümü oldukça değişken olup, asemptomatik klinikten ölüme yol açabilecek ciddi komplikasyonlara varıncaya kadar çok geniş ve farklı bir klinik yelpazede karşımıza çıkabilmektedir. Tanı birçok enfeksiyon hastalığında olduğu gibi, klinik görünüm yanında laboratuvar tanıya dayanmaktadır. Serolojik laboratuvar testleri kültür ve moleküler testler yanında, tanı amacıyla hala en yaygın kullanılan metotlardır. Tanı amaçlı olarak pratikte sık kullanılan serolojik testlerden brusella tüp aglütinasyon testi, bazı özel durumlarda hatalı bir şekilde negatif serolojik sonuç verebilmektedir. Seronegatifliğe neden olan Brucella canis enfeksiyonu, prozon hadisesi, blokan antikor varlığı, agamaglobulinemi, henüz antikor üretiminin yeterli olmadığı hastalığın akut başlangıç dönemi göz önüne alınarak; kültür, moleküler yöntemler, özgül antijen kullanımı, Coombs' antiserumu kullanımı, dilüsyon miktarının arttırılması gibi uygun müdahalelerle tanıya gidilmesi yanlış serolojik değerlendirmelerin önlenmesi için olması gereken yaklaşımlardır. Ülkemizde Tarım ve Orman Bakanlığınca yürütülen çiftlik hayvanlarında brusellozun eradikasyonu çalışmaları ile vaka sayıları daha da azaldığında, hastalığın meslek hastalığı karakterinin ön plana geçmesi ve Brucella canis ağırlığının göreceli olarak artması da beklenen bir husustur. Bu sebeple klinik olarak brusellozdan şüphelenilen vakalarda tanı testlerinin uygun kullanımı ve ayrıntılara dikkat edilmesi, hatalı tanılardan uzaklaşılması, zaman ve tetkik israfının önlenmesi ve erken tanı konması için dikkatli olunması oldukça önemlidir. Bu derlemede bruselloz hastalığında görülen seronegatiflik nedenleri ve bu nedenlere yönelik olarak, tanı açısından dikkate alınması ve yapılması gereken hususlar ele alınmıştır.
Brucellosis, which is common worldwide, especially the Middle East and the Mediterranean countries, is an infectious disease. Our country also takes place a part of the endemic area. Although the incidence decreases with the measures taken over the years, the public health aspect of the disease continues. Consumption of dairy products that were obtained without heat treatment from ill animals is the most common transmission source. The clinical of the disease is highly variable and can be seen in a wide and different clinical spectrum from asymptomatic to serious complications that may lead to death. The diagnosis is based on the laboratory diagnosis as well as the clinical presentation, as in many infectious diseases. Serological tests still are the most common methods for diagnosis as well as culture and molecular tests. As a part of serological tests, Brucella tube agglutination tests are applied frequently for diagnosis. Brucella canis infection, prozone phenomenon, presence of blocking antibody, agammaglobulinemia, acute infection period in which antibody production is not sufficient yet are common diagnostic faults. Diagnosis with appropriate interventions such as culture, molecular methods, use of specific antigens, use of Coombs' antibody, increasing dilution is necessary approaches to prevent false serological evaluations. In our country, when the number of cases decreases with the eradication programs of brucellosis in farm animals carried out by the Ministry of Agriculture and Forestry, it is expected that the occupational disease character of the disease will be obvious, and Brucella canis related Brucellosis will increase relatively. For this reason, it is very crucial to use the diagnostic tests appropriately and to pay attention to the details, to keep away from the misdiagnoses, to avoid wasting time and examination, and to be careful in the early diagnosis in cases suspected of brucellosis clinically. In this review, the causes of seronegativity in brucellosis and issues that should be taken into consideration in terms of diagnosis for these causes.

13.
Onkolojik İlaç Geliştirilmesinde Yeni Nesil Dizileme Teknolojisine Dayalı Farmasötik Uygulamalar
Pharmaceutical Applications Based on Next Generation Sequencing Technology in Oncologic Drug Development
Sevcan Yangın, Ümmügülsüm Tanman Zıplar, Demet Cansaran-Duman
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.33576  Sayfalar 473 - 486
Kanser hastalığının tedavisine etkin çözüm bulmak için uluslararası işbirlikli birçok araştırma yapılmaktadır ve bu devam eden çalışmalardan birçok umut veren sonuçlar elde edilmiştir. Kanser hastalığının tedavisine henüz etkin bir çözüm bulunamamıştır ancak araştırmacıların yeni yöntemler geliştirme çabası devam etmektedir ve elde edilen araştırma sonuçlarına ait bulguları içeren çalışmalar yayınlanmaya devam etmektedir. Bu kapsamda kanser hastalığının tedavisi üzerine odaklanan çalışmalarda, ileri teknolojilerin kullanımı sonrası elde edilen bulgular kişiselleştirilmiş tıp alanında ve klinik uygulamalarda kullanılmaya başlanmıştır.
Günümüzde genom dizilemeleri ile genoma dair bilgilerin elde edilmesini sağlayan yeni nesil dizileme teknolojileri, kanser araştırmalarında kullanılan en gelişmiş teknolojilerden biridir. Yeni nesil dizileme teknolojisi hem genleri inceler hem de bazı mutasyonların tespit edilmesini sağlar. Yeni Nesil Dizileme teknolojisi bilinmeyen dizi varyasyonlarını kısa zamanda ve daha kolaylıkla belirlenmesini sağlar böylece klinisyenlerin kanser oluşum, ilerleme ve metastaz mekanizmalarını daha iyi anlamalarını mümkün kılar. Bu derlemede tümör belirteci belirlenmesi, farmakogenomik, hedefe yönelik tedavi, hassas tıp, aşı ile tedavi, biyofarmasötikler, polifarmokoloji, toksigonostik ve farmakoepidemiyoloji gibi alanları da içeren farmasötik uygulamalarda, yeni nesil dizileme teknolojisinin kullanılabilirliği hakkında bilgi sağlanmaya çalışılmıştır.
In order to find an effective solution to the treatment of cancer disease, many international collaborative researches have been carried out and many promising results have been obtained from these on going studies. An effective solution has not yet been found for cancer disease but studies on the development of new treatment methods and the findings of the research results continue to be published. In this context, in the studies focusing on the treatment of cancer, the findings obtained after the use of advanced technologies have been used in personalized medicine and clinical applications.
Nowadays, next-generation sequencing technologies, which provide information on genomes with genome sequencing, are one of the most advanced technologies used in cancer research. Next-generation sequencing technology examines both genes and identifies some mutations.
This technique enables the identification of unknown sequence variations in a short time and more easily, thus enabling clinicians to better understand the mechanisms of cancer. In this review, we aimed to provide information about the availability of next generation sequencing technology in pharmaceutical applications including areas such as tumor marker determination to pharmacogenomics, targeted therapy, precision medicine, vaccine treatment, biopharmaceutics, polypharmocology, toxgonostics and pharmacoepidemiology.

LookUs & Online Makale
w