TÜM DERGİ | |
1. | THDBD 2020-2 Cilt 77 Tüm Dergi TBHEB 2020-2 Vol 77 Full Printed Journal Utku ErcömartSayfalar 138 - 267 Makale Özeti | |
ARAŞTIRMA | |
2. | Mersin İlinde 2010-2015 yılları arasında tanı konulan Kutanöz Laishmaniasis olgularının epidemiyolojik olarak değerlendirilmesi Epidemiological evaluation of the patients diagnosed with Cutaneous Laishmaniasis during the period of 2010-2015 in Mersin province Müzeyyen Cömert Aksu, Serdar Deniz, Altan Togay, Fuat Güneşdoi: 10.5505/TurkHijyen.2019.93271 Sayfalar 139 - 148 GİRİŞ ve AMAÇ: Leishmaniasis, Leishmania cinsi hücre içi protozoon parazitlerin neden olduğu tüm dünyada ve Akdeniz bölgesinde yaygın olarak görülen bir hastalıktır. Bu çalışmadaki amaç; ilimiz'de Kutanöz Leishmaniasis tanı ve tedavi alan olguları epidemiyolojik olarak inceleyerek bu olguların epidemiyolojik özelliklerini belirlemek ve yeni oluşan endemik bölgeleri saptayarak oluşturulacak sağlık politikalarına katkı sağlamaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2010- 2015 tarihleri arasında devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri ve toplum sağlığı merkezlerinde Kutanöz Leishmaniasis tanısı konularak, Halk Sağlığı Müdürlüğüne bildirimi yapılan 376 olguya ait veriler; yaş grupları, cinsiyet, meslek grupları, tanı alınan aylar, tanı alınan bölgeler, ilimizdeki Kutanöz Leishmaniasis insidansı ve tanı alan sağlık kurumlarına göre dağılımları incelenmiştir. BULGULAR: Çalışmamızdaki 376 Kutanöz Leishmaniasis olgusunun 176'sı (%46.8) erkek, 200’ü (%53.2) kadın olup, en sık 143 (%38.1) olgu ile 0-9 yaş arasındaki bireylerde görüldüğü saptanmıştır. Meslek gruplarına göre değerlendirildiğinde 74 olgu (%19.7) ile en yüksek ev hanımları ve emeklilerde tespit edilmiştir. Olguların aylara göre dağılımına bakıldığında en fazla Şubat, Mart (129 olgu), en az ise Eylül ayında (9 olgu) gözlenmiştir. Tanı konulan bölgelere göre değerlendirildiğinde en yüksek 222 olgu (%59.0) ile Mut‘ta daha sonrada 92 (%24.5) olgu ile Tarsus’ta belirlenmiştir. Bölgelere göre KL insidansı sırayla en yüksek Mut, Bozyazı ve Tarsus’ta saptanmıştır. Bildirim yapan kurumlar irdelendiğinde, en yüksek 213 olgu ile devlet hastanelerinde en az 9 olgu (%2.4) ile üniversite hastanelerinden bildirim yapılmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: İlimizde olguların büyük bir bölümü Mut ve yıllar içinde artan oranlarda Tarsus ilçesinde saptanmıştır. Bu nedenle özellikle bu bölgelerde olmak üzere olguların erken tanısı için sağlık taramalarının yoğunlaştırılması, olguların tam tedavilerinin yapılmasının sağlanması, halk sağlığı eğitimlerinin ve vektör kontrol çalışmalarının yıl boyunca düzenli olarak yapılması gerektiği kanısına varılmıştır. |
3. | Hemodiyalizde Kör Nokta: Aşılama The Blind Spot On Hemodialysis: Vaccination Emrah Günay, Şafak Kaya, Enver Yükseldoi: 10.5505/TurkHijyen.2019.83435 Sayfalar 149 - 154 GİRİŞ ve AMAÇ: Son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) olan hastalar olumsuz sonuçlara hatta ölüme neden olan birçok enfeksiyona karşı normal populasyona göre daha duyarlıdır. Hemodiyalize giren hastaların mortalite nedenleri arasında enfeksiyonlar önemli bir yer tutmaktadır. Bu ölümlerin çoğu aşıyla korunulabilecek hastalıklardandır. Diyaliz hastalarında aşılanma oranları hala istenilen seviyede değildir. Bir eğitim araştırma hastanesinde hemodiyaliz tedavisi alan SDBY hastalarındaki rutin aşılarla aşılanma durumunu irdeleyip, varsa oranlardaki düşüklük nedenlerini belirlemek ve sorunu çözmek için bir anket çalışması uyguladık. Amacımız aşılama konusundaki farkındalığı artırmaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma eğitim ve araştırma hastanesinin diyaliz ünitesinde programlı hemodiyalize giren hastalar arasında uygulanmıştır. Hastaların aşı ve aşılanma hakkında bilgilerinin ve görüşlerinin saptanması amacı ile anket formları hazırlanmış ve bilgilendirilmiş gönüllü olurları alındıktan sonra yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanmıştır. Anketlerden elde edilen verilerin analizi SPSS 16 Windows paket programı ile yapıldı. Veriler frekans ve yüzdeler biçiminde özetlendi. BULGULAR: Çalışma süresince 120 hastaya anket uygulandı. Hastaların yaş ortalaması 52,7±17,3 (17-84) ve 69 (%57.5)’u kadın, 51 (%42.5)’i erkekti. Doksan sekiz (%81.7) hasta tetanoz aşısını yaptırmamıştı. Pnömokok aşısını 116 (%96.7) hasta, influenza aşısını 98 (%81.7) hasta, hepatit B aşısını 30 (%25) hasta yaptırmamıştı. Yüz on yedi (%97.5) hasta doktorunun önermesi durumunda aşı yaptırabileceğini belirtti. TARTIŞMA ve SONUÇ: Anketimizin sonucunda hastalarımızın hepatit B dışındaki aşılarla ilgili bilgi sahibi olmadıkları görüldü. Pnömokok, difteri-tetanoz, influenza aşılarının uygulanmasındaki düşüklüğün hekim kaynaklı olduğu sonucuna varıldı. Olasılıkla ülkemizdeki bir çok diyaliz ünitesinde kronik diyaliz programındaki hastaların pnömokok, influenza, difteri-tetanoz aşılamaları göz ardı edilmektedir. Hemodiyaliz hastalarıyla ilgilenen hekimler olarak bu konuda daha bilgili ve duyarlı olmamızın aşılanma oranlarının artmasına neden olacağı kanaatindeyiz. |
4. | Tip 2 diyabetli bireylerde hastalık bilgi düzeyi, sağlıklı yaşam biçimi ve yaşam kalitesi ilişkili mi? Is there association between disease knowledge level, healthy lifestyle and quality of life of type 2 diabetic individuals? Ceren Gezer, Deniz Ulusandoi: 10.5505/TurkHijyen.2019.65037 Sayfalar 155 - 166 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada tip 2 diyabetik bireylerin hastalık bilgi düzeyi, sağlıklı yaşam biçimi, yaşam kalitesi ve aralarındaki ilişkinin değerlendirilmesi hedeflenmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma Haziran-Ekim 2016 tarihlerinde Bor Merkez Aile Sağlığı Merkezi’ne başvuran 101 tip 2 diyabetli birey ile yürütülmüştür. İlgili tarihlerde merkeze başvuran tüm bireylere teke tek görüşme tekniğiyle bireylere genel özellikleri, Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği II, Yaşam Kalitesi Kısa Form 36, ile Hastalıkla İlgili Bilgi Düzeyi Ölçeği’ni kapsayan anket formu uygulanmış olup vücut ağırlığı ve boy uzunluğu tekniklerine göre ölçülerek beden kütle indeksi hesaplanmıştır. BULGULAR: Bireylerin %32.6’sı kilolu ve %60.5’i obezdir. Bireylerin HbA1c ortalamaları 8.0±2.1 olarak belirlenmiştir. Kadınların total kolesterol, HDL ve beden kütle indeksi ortalamaları erkeklere kıyasla daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). SF-36 bileşenlerinden fiziksel fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü, enerji, ağrı ortalamaları erkeklerde kadınlara kıyasla daha yüksektir (p<0.05). Sağlıklı yaşam biçim davranışlarının daha çok benimsenmesi yaşam kalitesinin artışıyla ilişkili iken hastalık bilgi düzeyi artışı ise sağlık sorumluluğu, beslenme, manevi gelişim ve stres yönetimi gibi sağlıklı yaşam biçimi davranışları ve yaşam kalitesindeki artışla ilişkilidir (p<0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Diyabetli kadın bireylerin yaşam kalitesi erkeklere kıyasla daha düşüktür. Diyabetli bireylerde sağlıklı yaşam biçimi davranışları yaşam kalitesi ile ilişkili olup hastalık bilgi düzeyi, sağlıklı yaşam biçimi davranışları ve yaşam kalitesini etkileyebilmektedir. Dolayısıyla sağlıklı yaşam biçimi davranışlarını da kapsayan öz yönetim diyabette metabolik kontrolun sağlanması ve yaşam kalitesinin artırılması bakımından önemlidir. Beden kütle indeksinin yanısıra abdominal obezite, vücut kompozisyonu ve HbA1c gibi metabolik kontrol parametrelerinin diyabetli bireylerde hastalık bilgi düzeyi, sağlıklı yaşam biçimi davranışları ve yaşam kalitesi etkileşimini irdeleyen daha geniş çok merkezli örneklem büyüklüğüne sahip çalışmalara ihtiyaç vardır. Ayrıca tip 2 diyabetli bireylere hastalık bilgisi ve öz yönetim becerilerinin artırılmasına yönelik eğitimlerin verilerek yaşam kalitesine olan etkisinin değerlendirildiği müdahale çalışmaları yararlı olabilir. |
5. | Kadınlarda Zayıflama Amacıyla Bitkisel Ürün Kullanım Sıklığının ve Bitkisel Ürün Kullanımını Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi Determining the Frequency Use of Herbal Products and Factors Affecting the Use Herbal Products for Weight Loss among Women Ekin Akca, Canan Karaalp, Gülşah Kanerdoi: 10.5505/TurkHijyen.2019.24572 Sayfalar 167 - 178 GİRİŞ ve AMAÇ: Obezite 21. yüzyılın en önemli halk sağlığı sorunudur. Toplumda yaygınlaşan obezite sıklığı insanları kilo verme amacıyla farklı arayışlara sürüklemiştir. Fiziksel aktivitenin arttırılması, beslenme davranışı değişiklikleri gibi yaşam tarzı değişikliklerinin yanı sıra farklı vücut ağırlığı koruma yöntemleri geliştirilmekte ve bu yöntemlerin içerisinde “zayıflama ürünü” adı altında birçok seçenek sunulmaktadır. Bu araştırmanın amacı, kadınlarda zayıflama amacıyla bitkisel ürün kullanım yaklaşımlarının saptanması ve bitkisel ürün kullanımını etkileyen faktörlerin belirlenmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu araştırma, Denizli ilinde yaşayan, haftada iki kez spor salonuna düzenli olarak devam eden 18-65 yaş aralığındaki kadınlar üzerinde yapılmış olup tanımlayıcı bir anket çalışmasıdır. Araştırma 612 katılımcı ile gerçekleştirilmiştir. Anket formu kişilere yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanmıştır. BULGULAR: Katılımcıların yarıya yakını (n=253, %41.3) bitkisel ürün kullandığını belirtmiştir ve çoğunluk (n=178, %70.4) kullanılan ürün bilgisini doktor veya eczacı ile paylaşmamıştır. Bitkisel ürün kullanan kişilerin yarıdan fazlası (n=159, %62.8) bitki çayı formundaki ürünü tercih etmektedir. Katılımcılardan ürün kullananların yarısından fazlası (n=138, %54.5) bitkisel ürünü aktardan temin etmekte olup yarıdan fazlası (n=128, %50.6), ürünü her gün kullandığını belirtmiştir. Bitkisel ürün kullanan bireylerin %35.2 ‘si, ürünün kullanım tavsiyesini tanıdık-akrabadan almaktadır. Bireylerin %26.3'ünde mide bulantısı-kusma saptanmıştır. Ürün kullanan katılımcıların yarıdan fazlası (n=201, %79.4) ürünü önermektedir. Bitkisel ürün kullanım oranı en yüksek grubu medeni durumu evli ve üniversite mezunu kadınlar oluşturmuştur. Kuru drog olarak en çok kullanılan ilk beş bitki sırasıyla tarçın (%12.6), keten tohumu (%11.5), yulaf (%11.2), çörek otu (%10.6) ve karabiber (%8.5)’dir. Taze drog olarak en çok sarımsak (%24.6), limon (%22.9), maydanoz (%11.5), domates (%8.3) ve nane (%7.8); bitki çayı olarak yeşil çay (%20.5), adaçayı (%7.1), ıhlamur (%6.9), kiraz sapı (%6.1) ve biberiye (%5.2); bitki suyu olarak ise limon (%39.4), lahana (%17.0), soğan (%12.8), sarımsak (%11.7) ve domates (%4.3) tercih edilmektedir. Sorgulanan popüler 19 bitkisel zayıflama ürününden en çok kullanılanlar sırasıyla herbalife ürünleri (%39.0), yeşil kahve (%11.4), biber hapı (%10.5), elma krom(%9.5), altın çilek (%5.7) ve chocolate slim (%5.7)’dir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Aktarlar ve çeşitli platformlarda satışı yapılan bu ürünlerin kullanımının ağırlık kaybındaki etkinliğinin bilimsel verilerle desteklenmesinde hala eksiklikler mevcut olup pek çok yan etki sonucu ölüme varan durumlara yol açabilmektedir. Bitkisel ürünlerle ilgili gerekli düzenlemelerin yanında toksikolojik incelemelerin yapılması ve kanıta dayalı veriler ışığında değerlendirilmesi sağlanmalıdır. |
6. | Akut Gastroenteritli Hastalarda Rotavirüs ve Adenovirüs Sıklığı Rotavirus And Adenovirus Frequency In Acute Gastroenterıc Dıseases ÖZLEM AYTAÇ, FERAY FERDA ŞENOL, Pinar Oner, Naciye Erkmen, Rojda Aslan, Mürüvvet Doğukan, Zülal Aşçı Toramandoi: 10.5505/TurkHijyen.2019.41033 Sayfalar 179 - 184 GİRİŞ ve AMAÇ: Akut gastroenterit özellikle çocuk hastalarda önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Bununla birlikte ekonomik yönden de sağlık harcamalarını artıran bir halk sağlığı sorunudur.Rotavirüs ve adenovirüs kaynaklı gastroenteritler, küçük çocuklarda bütün dünyada ciddi diyarenin en yaygın sebeplerinden biridir.Bu çalışmada hastanemize başvuran akut gastroenteritli hastalarda adenovirus ve rotavirus sıklığının cinsiyete, yaşa ve mevsimlere göre dağılımının saptanması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Elazığ Sağlık Bilimleri Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarına akut gastroenterit şüphesi ile1 Aralık 2015 ile 30 Kasım 2017 tarihleri arasında çeşitli poliklinik ve servislerden gönderilen dışkı örnekleri incelendi.Bu örneklerden rotavirüs ve adenovirüs antijen testi çalışılan dışkı örneklerinin sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi.Rotavirüs ve adenovirüs antijen testi olarak kalitatif immunokromotografik kombo hızlı kaset test(ACRO BİOTECH,U.S.A) kiti kullanıldı. BULGULAR: 6618 örnekten 631(%9,5)’inde rotavirüs, 170(2,6)’inde adenovirüs pozitif bulunmuştur. Adenovirus ve rotavirus pozitiflik oranları incelendiğinde cinsiyete göre farklılığın olmadığı görülmüştür. Rotavirüs en sık kış mevsiminde, adenovirüs ise yaz mevsiminde daha çok tespit edilmiştir.Yaş gruplarına göre viral antijen pozitiflik oranlarının dağılımı incelendiğinde; çalışmamızda en yüksek pozitiflik oranı rotavirüs için %12,9 ile 0-12 ay ve %11,1 ile 13-24 ay aralıklarında ve adenovirüs için %3,7 ile 0-12 ay aralığında saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Genellikle akut ishalin başlıca sorumlusu olan rotavirüs enfeksiyonu kış mevsiminde, adenovirüs ise yaz mevsiminde artış göstermektedir.Bizim de çalışmamızda rotavirüs enfeksiyonunu en sık olarak kış mevsiminde, adenovirüs enfeksiyonunu ise yaz mevsiminde tespit edilmiştir.Çalışmamızda ayrıca rotavirüs ve adenovirüs enfeksiyon sıklığı ençok üç yaş altındaki hastalarda gözlemlenmiştir. Ayrıca, 2016 yılına kıyasla 2017 yılında daha fazla sayıda hastanın hastanemize başvurduğu görülmüştür. Bölgemizde, adenovirus ve rotavirusun neden olduğu akut gastroenterit sıklığı düşünüldüğünde, hızlı tanı konulması, komplikasyonların önlenmesi ve gereksiz antibiyotik kullanımının önüne geçilmesi bakımından önemlidir. |
7. | Akut Gastroenteritli Hastalarda Rotavirus ve Enterik Adenovirus Sıklığının Araştırılması The Investigation of Rotavirus and Adenovirus Frequency Among Patients with Acute Gastroenteritis HARUN GÜLBUDAK, NURBANU KURNAZ, Seda Tezcan Ülger, ELİF VURAL TAŞDEMİR, Gulcin Bozlu, Merve Türkegün, Nuran Delialioğludoi: 10.5505/TurkHijyen.2019.13540 Sayfalar 185 - 194 GİRİŞ ve AMAÇ: Viral patojenler gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde akut gastroenteritin en yaygın nedenidir. Bu çalışmada hastanemize başvuran akut gastroenteritli hastalarda rotavirus ve enterik adenovirus pozitifliğinin belirlenmesi ve etkenin yaş, cinsiyet ve mevsimlere göre dağılımının retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2012-Aralık 2017 tarihleri arasında hastanemize başvuran akut gastroenterit ön tanılı 2885 hastanın dışkı örneği çalışmaya dahil edilmiştir. Dışkı örneklerinde rotavirus ve enterik adenovirus antijenleri kalitatif immünokromotagrafik (ABON Biopharm Rota/Adeno, Çin) yöntem ile çalışılmıştır. BULGULAR: İncelenen 2885 hasta örneğinin 610 (%21.1)’unda rotavirus ve/veya adenovirus antijeni saptanmıştır. Rotavirus antijen pozitifliği %10.5-28.5 arasında, adenovirus antijen pozitifliği %6.1-29 arasında, rotavirus ve adenovirus antijeni birlikte pozitifliği %3.5-64.9 arasında tespit edilmiştir. Kadın hastaların %47.4’ünde, erkek hastaların %52.6’sında rotavirus ve/veya adenovirus antijeni saptanmış olup cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0.406). Rotavirus ve adenovirus pozitiflik oranı en sık 13-24 ay yaş grubunda saptanmıştır (p<0.001). Mevsimlere göre rotavirus ve adenovirus pozitifliği değerlendirildiğinde; rotavirus pozitifliği en yüksek kış mevsiminde tespit edilmiştir (p<0.05). Adenovirus pozitifliği ise en yüksek sonbahar mevsiminde tespit edilmiştir ancak bu oran sadece ilkbahar mevsimine göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.0001). TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma sonucunda, bölgemizde rotavirus ve adenoviruslerin, özellikle çocukluk çağındaki akut gastroenteritlerin önemli bir nedeni olduğu görülmüştür. Akut gastroenteritli hastalarda sonbahar ve kış aylarında rotavirus başta olmak üzere diğer viral etkenlerin hızlı immunukromotografik testlerle araştırılması erken tanı konmasını sağlayacak ve gereksiz antibiyotik kullanımını önleyecektir. Ayrıca, yenidoğanlarda rotavirus gastroenteriti için aşı göz önünde bulundurulmalıdır. |
8. | Kırsal Alanda Yaşayan Halkın Evsel Su Deposu Kullanımları: Trabzon'dan Bir Çalışma Domestic Water Tank Usage Of People In A Rural Area: A Study In Trabzon Cevriye Ceyda Kolaylı, Murat Topbaş, Şehbal Yeşilbaş Üçüncü, Gamze Çan, Nazım Ercüment Beyhun, Sertaç Çankaya, Serdar Karakullukçu, Volkan Karabacak, Sinan Saymazdoi: 10.5505/TurkHijyen.2019.76401 Sayfalar 195 - 206 GİRİŞ ve AMAÇ: Kırsal alanda yaşayan bireyler, su ihtiyaçlarını karşılayabilmek için su deposu yaptırabilmektedir. Bazen sadece kendisi, bazen de birkaç aile ile birlikte ortak olarak bu depoları kullanmaktadır. Araştırmada Trabzon'da kırsal alanda yaşayan halkın bireysel veya ortak kullandığı evsel su depolarını kullanım durumlarının ve su depolarının niteliklerinin tanımlanması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma tanımlayıcı tipte olup veriler 16 Nisan – 4 Haziran 2015 tarihleri arasında Trabzon’un 10 ilçesinde toplanmıştır. Öncelikle seçilen ilçelerdeki Aile Sağlığı Merkezi / Toplum Sağlığı Merkezlerine bu tarihlerde başvuran bireylere araştırmanın amacı açıklanmıştır. Sonrasında bireysel veya birkaç ailenin ortak kullandığı, şehir şebekesine bağlı olmayan evsel su deposu olan bireylerle, yüz yüze anket uygulama yöntemiyle araştırma verileri toplanmıştır. Toplam 282 evsel su deposu kullanıcısına ulaşılmıştır. BULGULAR: Katılımcılara göre su depolarına gelen suyun %95,7’si kaynak suyudur. Su deposu kullanıcılarının %96,8’i depolarını her gün kullanmaktadır. Depoların %82,6’sı toprak üstünde / bahçede bulunmakta, %84,8’inin içi sıvalı beton, %87,9’unun üstü kapalı olup, %62,1’inin havalandırma bacası mevcuttur. Depo sularının %18,1’i her zaman klorlanmaktadır. Suların içme – kullanmaya uygunluğuna yönelik analizleriyle ilgili olarak; %41,1’i veriler toplanmadan önce herhangi bir zamanda analiz edilmiş, analiz edilenlerin %24,1’inde anormallik saptanmıştır. Kullanıcıların %46,4’ü analizlerde anormallik saptanmasına rağmen su deposunu kullanmaya devam etmiştir. Depoların temizlenmesiyle ilgili olarak; katılımcıların %4,3’ü daha önce depolarının temizlenmediğini, temizlenenlerin ise %76,7’sinin fırça / basınçlı su jeti ile temizlendiğini belirtmiştir. Katılımcıların %77,3’ü su depoları temizlenmediğinde bulaşıcı hastalıkların, %66,3’ü salgınların, %34,0’ı kronik hastalıkların meydan geleceğini ifade etmiştir. Katılımcıların %14,9’u ise su depolarının temizlenmemesinin hiçbir zararının olmadığı düşüncesindedir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmada kırsal alanda bireysel veya birkaç hanenin ortak kullandığı su depolarının kontrolsüz ve denetimsiz olduğu görülmüştür. |
9. | Şanlıurfa yöresindeki Anofel larvalarının morfolojik tanımlanması ve üreme alanlarının fiziksel ve ekolojik özelliklerin araştırılması Morphological identification of Anopheles larvae, and investigation of physical and ecological characteristics of reproduction areas in Sanliurfa region Seher Topluoglu, Djursun Karasartova, Zafer Kadri Karaer, Aysegul Taylan Ozkandoi: 10.5505/TurkHijyen.2019.00087 Sayfalar 207 - 216 GİRİŞ ve AMAÇ: Sivrisinek kontrol çalışmalarının bilimsel temelli olarak yapılabilmesi için vektör türlerinin tanımlanması ve üreme alanlarının fiziksel ve ekolojik özelliklerinin belirlenmesi son derece önemlidir. Bu çalışmada Şanlıurfa yöresinde Anopheles türlerinin morfolojik yöntemle tanımlanması ve üreme alanlarının fiziksel ve ekolojik özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 29 Eylül 2009 ile 03 Ekim 2009 tarihleri arasında sıtma vakalarının görüldüğü Şanlıurfa ilinin Birecik, Eyyübiye, Haliliye, Harran, Siverek ve Viranşehir ilçelerinde belirlenen dokuz üreme alanından sivrisinek larvası toplanmış, dördüncü evre larvaları morfolojik karakterleri DuBose ve Curtin (1965), Merdivenci (1984) ve Darsie ve Samanidou-Vojadjoglou (1997)’nın anahtarlarına göre tanımlanmıştır. Üreme alanlarındaki suyun temel ekolojik parametrelerinden sıcaklık ve çözünmüş oksijen ExStik® DO600 (Extech Instruments-USA); pH ve iletkenlik Hanna Instruments 98129 pH/Conductivity/TDS Tester (Hanna Instruments-Germany); tuzluluk ExStik®II EC400 Conductivity/TDS/ Salinity/Temperature Meter (Extech Instruments-USA) kullanılarak ölçülmüştür. BULGULAR: Toplanan 274 dördüncü evre larvalardan 231 (%84,3)’i An. sacharovi, 41 (%14,96)’i An. superpictus olarak tespit edilmiştir. İki (%0,73) örnek Anopheles cinsi olarak tanımlanmakla beraber tür ayrımı yapılamamıştır. Morfolojik bulgulara göre dokuz üreme alanının %88,89 (n=8)’unda An. sacharovi, %11,11 (n=1)’nde ise An. superpictus’un baskın tür olduğu saptanmıştır. Sıtma vektörü olarak bilinen An. sacharovi farklı pH değerleri, çözünmüş oksijen oranları, elektriksel iletkenliği, su sıcaklığı ve tuzluluk oranı olan yatay vejetasyonlu üreme alanlarının hepsinde tespit edilmiştir. Türün larva yaşam alanlarının temel ekolojik parametrelerinin tolerans limitleri; pH: 7,77-9,18 (ortalama 8,52); elektriksel iletkenlik: 310-1.100 (µS/cm) (ortalama 496,91); çözünmüş oksijen (mg/l): 1,64-13,06 (ortalama 9,67); su sıcaklığı: 20,3-25,8°C (ortalama 23,46); tuzluluk: 0,15-0,55 ppt (ortalama 0,24) olarak bulunmuştur. Araştırma alanında An. superpictus türünün tespit edildiği üreme alanının temel ekolojik parametreleri ise; pH: 8,48; elektriksel iletkenlik: 710 µS/cm; çözünmüş oksijen: 8,91 mg/l; su sıcaklığı: 25,8 °C; tuzluluk: 0.35 ppt olarak ölçülmüştür. Sivrisinek üreme alanlarının fiziksel ve ekolojik özelliklerinden pH değerinin An. sacharovi ile An. superpictus için istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermediği (p=0,189) ancak su sıcaklığı (p= 0,0000001), elektriksel iletkenlik (p= 0,0000001), tuzluluk (p= 0,0000001) ve çözünmüş oksijen (p= 0,001) değerlerinin anlamlı düzeyde farklı olduğu belirlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: An. sacharovi ekolojik esnekliği nedeniyle gerek sıtmanın endemik olduğu gerekse bulaşın tekrar başladığı alanlarda hakim tür haline gelebildiğinden Şanlıurfa İlinde de birincil sıtma vektörü olabileceği düşünülmektedir. Bu kapsamda Şanlıurfa’daki vektör kontrol stratejilerinin gözden geçirilmesi, vektörün özelliklerine göre planlama yapılması gerekmektedir. |
10. | Türk sağlık çalışanlarında metisiline dirençli Staphylococcus Aureus'un burun taşıyıcılığı oranının incelennesi, 1990-2019: meta-analiz Methicillin-resistant Staphylococcus aureus Orhan Akpınar, Arzu Yi&775;ği&775;t, Mustafa Güzel, Dogan Akdogandoi: 10.5505/TurkHijyen.2020.46872 Sayfalar 217 - 226 GİRİŞ ve AMAÇ: Metisiline dirençli staphylococcus aureus,sağlıkla hizmeti ile ilişkili enfeksiyonlara neden olan en yaygın patojenler arasındadır. Sağlık çalışanları, MRSA'nın hastalara ve diğer sağlık çalışanlarına yayılması için rezervuar görevi görebilir. Bu çalışmanın amacı ise Türkiye'deki sağlık çalışanlarında staphylococcus aureus'un nazal taşıyıcılık prevalansının belirlenmesidir YÖNTEM ve GEREÇLER: Yapmış olduğumuz meta analiz PRISMA (Meta-analysis by Preferred Reporting Items for Systematic Reviews and Meta-Analyses) kurallarına uygun olarak gerçekleştirildi.1990'dan 2019'a kadar ulusal ve uluslararası veritabanlarında yayınlanan çalışmaların sistematik araştırması yapılarak kayıt altına alındı. Yapılan araştırma sonucunda 440 makaleden sadece 26 araştırma kriterlerimize uyduğu için meta analiz çalişmamiza dahil edildi. Cochrane Q istatistiği, çalışmalarda sonuçların heterojenliğini değerlendirmek için hesaplandı. Çalışmalar arasında heterojenlik I2 istatistikleri kullanılarak değerlendirildi. Etki büyüklüğü% 95 güven aralığı ile tahmin edilmiştir. BULGULAR: : Araştırmada seçilen 26 çalışmaya göre toplanan staphylococcus aureus ve MRSA prevalansı sırasıyla % 24.0 [%95 güven aralığı (CI): 0.19-0.29] ve %16.0 (%95 CI: 0.12-0.21) olarak tespit edilmiştir. Çalışmalar arasında heterojenite (Staphylococcus aureus için I2 = 95.62, MRSA için p = 0.000 ve I2 = 81.10; p =0.000) bulunmasından dolayı araştırmada meta-analiz için rastgele etki modeli kullanılmıştır. Bu araştırma PROSPERO (The International Prospective Register of Systematic Reviews) veri tabanına (ID= CRD42018117306) protocol numarası ile kayıtlıdır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Tüm dünyada olduğu gibi hastane enfeksiyonları ülkemiz için de önemli bir sorun arz etmektedir. Sağlık çalışanları, Metisiline dirençli staphylococcus aureus 'un hastalara ve diğer sağlık çalışanlarına yayılması için rezervuar görevi görebilir. Hastane personeli kaynaklı olan enfeksiyonların önlenmesinde en önemli adım, hastane enfeksiyonu ve hijyen konusunda eğitimlerdir. Hastane enfeksiyonlarının ve dirençli mikroorganizmaların kontrolü ve önlenmesi için Türkiye'de maliyeti de göz önüne alarak etkin sağlık politikaları geliştirilmelidir. |
11. | Sedanter erkeklerde egzersize bağlı iskelet kası zorlanmasının enerji düzenleyici hormonlar olan irisin ve nesfatin-1 üzerine olan etkileri Impact of exercise induced skeletal muscle strain on energy regulatory hormones of irisin and nesfatin-1 in sedentary males Seda Uğraş, Oğuz Özçelikdoi: 10.5505/TurkHijyen.2020.91328 Sayfalar 227 - 232 GİRİŞ ve AMAÇ: Egzersiz, vücut enerji metabolik sistem aktivitesini mekanik aktiviteyi veya hormonal etkileri artırarak düzenleyen önemli bir yöntemdir. Bu çalışmadaki amacımız aerobik egzersizin enerji tüketimini artıran irisin hormonu ve enerji alımını baskılayan nesfatin-1 hormonu üzerine etkilerinin incelenmesi ve bunların kas hasarı artışını yansıtan kreatin kinase (CK) ile ilişkisini incelemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Toplam 30 sağlıklı, sedanter erkek katılımcıya anaerobik eşiklerinde 30 dakika aerobik koşu egzersizi uygulandı. Egzersiz öncesi ve sonrası kan örnekleri alındı. Serum irisin, nesfatin-1 ve CK analiz edildi. BULGULAR: Tüm katılımcılarda egzersiz süresince serum irisin ve CK düzeyleri artış gösterdi (%16.4 ve %25.7 sırası ile). Ortalama değerler istatistiksel olarak anlamlı artış göstermesine rağmen nesfatin-1 düzeyi tüm katılımcılarda artış göstermedi (%12.1). Irisin ve CK seviyeleri arasında pozitif yönde artış istatistiksel olarak anlamlı korelasyon gözlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Egzersize bağlı iskelet kası aktivitesi CK ve irisin seviyelerinde artışa neden olabilir. Nesfatin-1 egzersize bağlı hormon gibi görünmeyebilir ve artmış kas aktivitesi ile korelasyon göstermemektedir. Orta yoğunluktaki aerobik egzersiz metabolik hormonları değiştirerek vücut enerji düzenleyici sistemler üzerinde faydalı etkiler sağlayabilir. |
12. | Ülkelerin COVID-19’a karşı aldıkları tedbir sertlikleri ve ilk sonuçları: Beş Avrupa ülkesi ve Türkiye arasında bir karşılaştırma Stringency of government responses to COVID-19 and initial results: A comparison between five European countries and Turkey Hakan Kaçak, Mustafa Said Yıldızdoi: 10.5505/TurkHijyen.2020.60487 Sayfalar 233 - 242 GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 destek tedavilerinden başka müdahale stratejisi bulunmaması nedeniyle engelleme ve baskılama önlemlerine gerek duyulmasına sebep oldu. Karantinalar, kapatmalar, okul ara vermeleri ve diğer müdahale tipleri vaka ve ölüm sayılarının artmasıyla beraber yakınsadı. Önlemler ve etkileri arasındaki bağlantı ve sebep-sonuç ilişkisi bir kaygı nedeni haline geldi. Bu çalışma seçilen ülkelerin (İtalya, İspanya, Fransa, Almanya ve Türkiye) pandemiyi engelleme politikalarının sertlik dereceleri ve müdahalelerin ilk uygulamaya kondukları tarihler bakımından karşılaştırma yapmayı ve vaka ve ölümler üzerindeki etkisini araştırmayı amaçlamıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ülkeler arası karşılaştırma için COVID-19 karşısında hükumet önlemlerinin sertliğinin ölçmek amaçlı olarak geliştirilen İdari Tedbir Sertlik Endeksi kullanılmıştır. Ülkelerin politikalarını ve ölüm ve vaka istatistikleri üzerinde etkilerini karşılaştırmak için önce ülke sertlik verilerini zaman serileri halinde toplulaştırdık ve vaka ve ölüm sayıları ile bir araya getirdik. Ayrıca toplam sertlik skorunun tekil politika bileşenlerine ayrıştırılması ile ülke tedbirleri arasındaki değişkenlik daha görünür hale geldi. BULGULAR: Ölüm ve vaka sayıları, tedbir sertlik seviyeleri ve politika bileşenleri arasında karşılaştırma yapıldı. Milyonda vaka sayıları İspanya ve İtalya’da daha ser tedbirlere rağmen daha yüksekti. Türkiye görece daha az sertlikte önlemlerine karşılık en az milyonda vaka sayısına sahipti. Fransa, Italya ve İspanya’nın milyonda ölüm sayıları ve politika sertlik seviyeleri daha yüksekti. Türkiye ve Almanya’nın ölümleri daha az sertlikte tedbirlerle kontrol ettikleri görülüyordu. Birleşik Krallık en düşük sertlikte skorlara fakat kayda değer ölüm sayısına sahipti. Ülkelerin politika sertlik paternleri ilk vakaları ile birlikte daha yakından incelendiğinde, diğer ülkelerin ilk vakalarından haftalar sonra tedbirleri uygulamaya koyarken Türkiye’nin her bir müdahale türünü ilk vaka ile aynı anda veya daha önce başlatması ile diğer ülkelerden ayrıştığı görülmüştür. TARTIŞMA ve SONUÇ: Salgına karşı yaklaşımlarda tutarsızlık ve uygulamalarda gecikmeler Avrupa ülkeleri için müdahalenin sonraki fazlarında daha sıkı önlemleri daha uzun süre alma gereksinimine neden olmuştur. Türkiye ölü ve vaka sayıları yükselmeden önce seçilen diğer ülkelerden daha erken tarihte aksiyon alabilmiştir. Seçilen ülkelerin müdahale sertlik dereceleri ve politikaları uygulamaya koyma hızı arasındaki karşılaştırma politika önlemlerini zamanında uygulamanın önemini vurgulamaktadır. |
OLGU SUNUMU | |
13. | Nadir bir patojen Hafnia Alvei: Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi A rare pathogen Hafnia Alvei: Case report and literature rewiew Şerife Çetin, Ilhami Celikdoi: 10.5505/TurkHijyen.2020.53533 Sayfalar 243 - 252 Hafnia alvei, insan gastrointestinal florasında bulunan gram negatif bir basildir. İlk kez 1954 yılında tanımlanmıştır. Toplum kökenli ya da sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyon etkeni olabilen bu mikroorganizmanın, günümüze kadar sadece bir kez salgına neden olduğu bilinmektedir. Ayrıca ölüm ile seyreden vaka sayısı oldukça azdır. Bu çalışmada diyabet mellitus, hipertansiyon ve serebrovasküler hastalıkları olan 71 yaşında erkek hastada Hafnia alvei’nin neden olduğu toplum kökenli idrar yolu enfeksiyonu olgusu sunulmaktadır. Hasta, siprofloksasin (yedi gün) ile tedavi edildi. Hafnia alvei, aminoglikozidler, kinolon grubu antibiyotikler ve üçüncü kuşak sefalosporinler ile tedavi edilebilir. Nadiren enfeksiyon etkeni olan bu tür mikroorganizmalardan korunmak amacı ile toplum ve sağlık profesyonellerinin bilgilendirilmesi ve farkındalığının artırılması için çeşitli stratejilerin geliştirilmesi; enfeksiyonların önlenmesini sağlayabilir. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için iç hastalıkları, enfeksiyon kontrol ve halk sağlığı hemşireleri ile diğer sağlık profesyonelleri multidisipliner olarak çalışmalıdırlar. |
DERLEME | |
14. | Jinekolog gözüyle genital tüberküloza global bakış A global overview of genital tuberculosis from gynecologist’s respect Ümit Görkem, Sertaç Arslandoi: 10.5505/TurkHijyen.2019.66674 Sayfalar 253 - 266 Tüm dünyada tüberküloz (TB), milyonlarca insanı etkilemekte ve ölümle sonuçlanan en sık on hastalık arasında yer almaktadır. Günümüzde TB’nin tanı ve etkili tedavi yöntemlerinde gerçekleşen iyileşme ile mortalitede çok önemli düşüşler elde edilmiştir. Buna rağmen, TB hala önemini koruyan bir halk sağlığı problemidir. TB gelişmekte olan ülkelerde hala maternal mortalitenin obstetrik olmayan en sık nedenleri arasındadır. Genital TB (GTB) infertilite, pelvik ağrı, kronik pelvik enflamatuvar hastalık, disparoni ve anormal uterin kanamaların önemli nedenlerinden biri olarak düşünülmektedir. Dolayısı ile erken tanı, uygun ve etkili tedavi ile GTB’nin klinik olumsuz sonuçları engellenebilir veya en aza indirilebilir. GTB sıklıkla akciğer TB’ye veya böbrek, meninks, iskelet ve gastrointestinal sistemlerdeki akciğer dışı odaklara sekonder olarak gelişir. TB basili genital sistemi sıklık sırasına göre 4 yolla enfekte eder: 1- Hematojen yayılım, 2- Lenfatik yayılım, 3- Desendan direkt yayılım, 4- Seksüel ilişki ile genitalyanın primer enfeksiyonu. Ayrıca, hastalık böbrek yetmezliğinde uygulanan periton diyalizi ile de yayılabilmektedir. GTB’nin etkilediği genital organlar sıklık sırasına göre Fallop tüpleri (%90-100), uterin endometriyum (%50-60), serviks (%5-15), uterin myometriyum (%2-5), vulva ve vajendir (%1-2). TB, genital sistemde tubal hasara ve bozulmuş endometrial reseptiviteye yol açarak infertiliteye neden olmaktadır. İntrauterin yapışıklıklar, menstrüel anormallikler ve bozulmuş endometrial reseptivite ile sonuçlanan endometrium hasarı, tekrarlayan gebelik kayıpları ve ektopik gebelik risklerini artırmaktadır. Ayrıca pelvik kitlelerin değerlendirilmesinde GTB’de ayırıcı tanıda göz ardı edilmemelidir. GTB'li infertil hastalarda en gerçekçi tedavi yaklaşımı, gebelik sonuçlarının çok olumlu olmamasına rağmen, endometriumun değerlendirilmesini takiben hastanın yardımla üreme tekniklerine yönlendirilmesi gerekebilmektedir. Yüksek risk popülasyonlarının uygun taranma prosedürleri jinekolojik, obstetrik ve reprodüktif olumsuz sonuçların önlenmesi ve TB eradikasyonu için son derece önem taşımaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de son yıllarda göçmenlik oranları hızlı bir şekilde artmaktadır. Dolayısı ile günümüzde unutulmuş bir hastalık gibi görülen TB klinik pratiğimizde akılda tutulmalıdır. |