ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 68 (3)
Cilt: 68  Sayı: 3 - 2011
TÜM DERGİ
1.
2011-3 Tüm Dergi
2011-3 Full Printed Journal

Sayfalar 114 - 164
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2.
Riskli hastalarda metisiline dirençli Staphylococcus aureus taşıyıcılığının belirlenmesinde hızlı tanı testlerinin değerlendirilmesi
Evaluation of rapid tests for determination of methicillin resistant Staphylococcus aureus carriage in high risk patients
Suheyla Surucuoglu, Melek Sakarya, Hörü Gazi, Talat Ecemiş, Semra Kurutepe
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.88156  Sayfalar 115 - 121
AMAÇ: Metisilin dirençli Staphylococcus aureus (MRSA) tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de mortalitesi yüksek hastane kökenli enfeksiyonlara yol açan bir bakteridir. Hastanelerde MRSA kaynağı sıklıkla MRSA ile kolonize veya enfekte hastalar ve MRSA taşıyıcısı sağlık çalışanlarıdır. Günümüzde MRSA taraması amacı ile kullanılan klasik kültür yöntemlerinin geç sonuç vermesi nedeniyle, taşıyıcıların saptanmasında hızlı ve güvenilir tanı yöntemlerine giderek daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Bu araştırmada riskli hastalarda MRSA taşıyıcılığının belirlenmesinde CHROMagar’ın ve moleküler yöntemlerden GeneOhm MRSA gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonunun (PZR) kullanılabilirliği değerlendirilmiştir.
YÖNTEMLER: Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi Yoğun Bakım Üniteleri’nde tedavi edilmekte olan ve MRSA enfeksiyonu için risk taşıyan 131 hasta ve bu hastalar ile temas eden 46 sağlık personeli olmak üzere toplam 177 kişiden burun sürüntüsü örneği alınmıştır. Kültür yöntemi olarak koyun kanlı agara ve CHROMagar’a doğrudan ekim yöntemi ve triptik soy broth’da zenginleştirme yapıldıktan sonra CHROMagar’a aktarma ekimi kullanılmıştır. PZR yöntemi üretici firmanın önerilerine uygun olarak Smart Cycler II hızlı DNA amplifikasyon sistemi ile çalışılmıştır.
BULGULAR: Geleneksel kültür yöntemi olan koyun kanlı agara ekilen örneklerin %15,3’ünde, kromojenik agara yapılan ekimlerin %18,6’sında, zenginleştirilmiş besiyerinde bekletildikten sonra kromojenik agara ekilen örneklerin %20,3’ünde MRSA ürediği görülmüştür. Araştırmada en duyarlı (%97,3) ve özgül (%100) kültür yöntemi olarak triptik soy broth’un kullanıldığı zenginleştirme yöntemi bulunmuştur. En hızlı kültür yöntemi olan kromojenik agara doğrudan ekim yönteminin duyarlılığı %89,2, özgüllüğü %100 olarak değerlendirilmiştir. GeneOhm MRSA PZR’nin duyarlılığı (%97,3) ve özgüllüğü (%100) ise zenginleştirme yöntemi ile benzer bulunmuştur.
SONUÇ: Testlerin sonuçları ve maliyetleri göz önüne alınarak, riskli hastaların aktif sürveyans taramalarında ön zenginleştirme de triptik soy broth kullanılarak veya doğrudan ekim yapılarak kromojenik agarın kullanılabileceği düşünülmüştür.

OBJECTIVE: The objective of the current study was to evaluate the usability of GeneOhm MRSA Real Time PCR, a molecular method, and CHROMAgar in the determination of MRSA carriage among patients under risk.
METHODS: Nasal swap samples were taken from a total of 177 subjects, 131 patients who were undergoing treatment in the Intensive Care Units of Celal Bayar University Hospital and were at high risk for MRSA infection and 46 healthcare workers who were in contact with these patients. With regard to culture, we used direct inoculation to sheep blood agar, direct inoculation to CHROMAgar and inoculation to CHROMAgar after enrichment in trypticase soy broth. In compliance with the manufacturer’s recommendations, PCR method was carried out with Smart Cycler II rapid DNA amplification system.
RESULTS: MRSA grew in 15.3% of the specimen inoculated to sheep blood agar, the classical culture method, and in 18.6% of the specimen inoculated to chromogenic agar while it grew in 20.3% of the specimens inoculated to chromogenic agar after enrichment. Results showed that enrichment trypticase soy broth yielded the highest sensitivity (97.3%) and specificity (100%). The sensitivity and specificity of direct inoculation to chromogenic agar, the most rapid culture method, were 89.2% and 100%, respectively. With 97.3% sensitivity and 100% specificity, GeneOhm MRSA PCR was comparable to enrichment method.
CONCLUSION: Taking into account the test results and the costs involved, our results suggest that enrichment method or chromogenic agar, without additional incubation, can be used for surveillance screening of high risk patients being treated in intensive care units.

3.
Van ili içme sularının Cryptosporidium spp. ookistleri yönünden incelenmesi
Investigation for Cryptosporidium spp. oocysts of drinking water in Van
Mutalip Çiçek, Hanifi Körkoca, Önder Akkaş
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.26214  Sayfalar 122 - 126
AMAÇ: İçme suyu ile bulaşan ve insanlarda salgın hastalıklara sebep olan birçok mikroorganizma vardır.
Bunlardan biri olan Cryptosporidium spp. kontamine sularla bulaşarak enterite neden olan bir protozoondur. İnsan ve hayvan dışkısıyla atılan bu parazitin ookistleri sanitasyonu kötü çevrelerde içme suyu kaynaklarının kontaminasyonuna yol açmaktadır. Ookistler çevre şartlarına ve bakterileri etkisiz hale getirecek konsantrasyondaki dezenfektanlara dirençlidir. Su ortamında uzun süre canlı kalabilmeleri ve dezenfeksiyona dayanıklı olmaları su arıtma işlemlerinde önemli sorunlar oluşturmaktadır. Bu çalışmada Cryptosporidium’un yöremiz içme sularındaki yaygınlığının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: İçme suyu olarak kullanılan toplam 440 kaynaktan su örnekleri alınmış ve beşer litrelik temiz plastik bidonlara alınarak laboratuvara getirilmiştir. Su örnekleri 0,45 μm’lik selüloz asetat membran filtresi bulunan vakum pompalı filtrasyon cihazından süzülmüştür. Filtre üzerindeki partikülat aynı su örneğinin 20 ml’si içinde yıkanarak santrifüj edilmiş ve çökelti lam üzerine bırakılmıştır. Hazırlanan preparatlar filtrasyon cihazından süzüldükten sonra modifiye asit-fast yöntemiyle boyanarak incelenmiştir. Her bir örnek için üçer preparat hazırlanmıştır.
BULGULAR: Toplam 440 su örneğinin %1,13’ünde Cryptosporidium spp. ookistleri saptanmıştır. İçme suyu olarak kullanılan 191 yüzeysel kaynak suyunun %1,57’sinde, şehir merkezi ve ilçelerden temin edilen 241 şebeke içme suyunun %0,82’sinde ookistler görülmüştür. Su örneklerinin 193’ü kırsal alanlardan elde edilen içme suları olup bunların %1,55’inde, şehir ve ilçe merkezlerinde içme suyu olarak kullanılan 247 suyun ise %0,80’inde pozitiflik saptanmıştır.
SONUÇ: Cryptosporidium su ile bulaşan patojen protozoonlardan biridir. Bu yüzden su analizlerinin yapıldığı laboratuvarlarda Cyrptosporidium rutin analizler içine alınmalı ve bu laboratuvarlar bu parazitin teşhisine yönelik donanımlı hale getirilmelidir. Suyla bulaşan bu protozoonun bulaşma riskini azaltmak için klasik su arıtma yöntemleri ile birlikte ultraviyole, ozonloma ve monitoring sistem gibi modern su arıtma tekniklerinin kullanılmasının halk sağlığı tehditlerini ortadan kaldırabileceği kanaatindeyiz.
OBJECTIVE: There are many microorganisms transmitted by drinking water and causing epidemic diseases in humans. One of these, Cryptosporidium spp is a protozoon causing enteritis transmitted with contaminated waters. Oocysts of the parasite thrown with human and animal feces cause contamination of drinking water sources in environments with poor sanitation. Oocysts are resistant to the environmental conditions and disinfectants concentrations which are effective on bacteria. Oocysts rise to important problems in water treatment due to remaining alive for a long time in water and the resistance to disinfectants. This study aimed to determine the prevalence of this parasite in the drinking water of the Van region.
METHODS: Drinking water samples were taken from 440 sources totally. Water samples were brought to laboratory in five liter clean plastic bins and filtrated from filtration device with vacuum pump which has 0.45 μm cellulose acetate membranes. Particles on the filter were centrifuged by washing in 20 ml of the same water sample, and the sediment was left on the slide. Prepared slides were examined by staining with modified acid fast method after filtering through filtration devices. Three stained slides were prepared for each sample.
RESULTS: Cryptosporidium oocysts were detected in 1.13% of the total 440 water samples. Oocysts were determined in 1.57% of 191 surface water sources and 0.82 % of 241 drinking water of city and town networks. Cryptosporidium oocysts were positive in 1.55% of 193 water samples from drinking water in rural areas and in
0.80% of 247 water used as drinking water in the city and district centers.
CONCLUSION: Cryptosporidium is one of the pathogen protozoa transmitted by contaminated water. For this reason, Cryptosporidium should been checked routinously in water analysis laboratories and these laboratories should be equipped to diagnose this protozoon. We think that to reduce the risk of waterborne transmission of Cryptosporidium, which threats public health, modern water treatment techniques such as ultraviolet, ozonation and water monitoring systems should be used with conventional water treatment methods.

4.
Akut koroner sendromda troponin T ve troponin I
Troponin T and troponin I at acut coronary sendrom
Mehmet Avcıküçük, Fatih Bakır, Canan Topçuoğlu, Ali Güçtekin
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.85047  Sayfalar 127 - 134
AMAÇ: Troponinler, tropomiyozin ile birlikte iskelet ve kalp kası kasılmasının düzenlenmesinde rol alan yapısal proteinlerdir ve kalp kası hasarının duyarlı ve özgül belirteci oldukları bilinmektedir. Bu çalışmada, akut koroner sendromun erken dönem tanısında serum Troponin T ve Troponin I düzeylerinin duyarlılık, özgüllük, pozitif ve negatif tahmini değerler yönünden karşılaştırılması amaçlanmıştır. Ayrıca akut myokart infarktüsünün erken döneminde (ilk altı saat içinde) troponinlerin kullanımı araştırılmıştır.
YÖNTEMLER: Çalışmamıza, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisine göğüs ağrısı şikayetiyle başvuran ve kardiyoloji bölümünce izlemi yapılan 18-90 (ortalama 60,42) yaşları arasında 176 kişi dâhil edilmiştir. Serum troponin I düzeyleri Dade Behring Dimension analizöründe (Siemens Healthcare Diagnostics, Deerfield, IL, USA), troponin T düzeyleri Elecsys 2010 analizöründe (Roche Diagnostics, Basel, Switzerland) ölçülmüştür.
BULGULAR: Troponin I için kesme noktası 1.84 ng/ml olarak belirlenmiş; duyarlılığı %80, özgüllüğü %90,9, pozitif tahmini değeri %80, negatif tahmini değeri %90,9 olarak bulunmuştur. Troponin T için kesme noktası 0,051 ng/ml olarak belirlenmiş; duyarlılığı %92,7, özgüllüğü %70,2, pozitif tahmini değeri %58,6, negatif tahmini değeri %95,5 olarak bulunmuştur. Myokart infarktüsü grubunu kontrol ve myokart infarktüsü dışı grubundan ayırt etmede ROC eğrisinde eğri altında kalan alan, troponin I’da 0,914 (0,871- 0,957) olarak, troponin T’de ise 0,887 (0,835- 0,939) olarak belirlenmiştir.
SONUÇ: Çalışmamıza göre akut myokart infarktüsü tanısı konan hasta serumlarında troponin I’nın özgüllüğü troponin T’den daha yüksek, troponin T’nin duyarlılığının ise troponin I’dan daha yüksek bulunmuştur. Ancak troponin T’nin yalancı pozitifliği de troponin I’dan daha yüksek olarak belirlenmiştir.
OBJECTIVE: Troponins and tropomyosins are not only the structural proteins that play roles in arrangement of skeletal and heart muscles, but also sensitive and spesific markers of heart muscle damage. In this study we aimed to compare the values of sensitivity, specifity, positive and negative predictive values of troponin T and troponin I which were used to early diagnose of acute coronary syndrome. We also investigated the useability of troponins in diagnoses of the early stage (first 6 hours) of acute myocardial infarction.
METHODS: In our study, 176 patients between the ages 18- 90 (average is 60,42) admitted to emergency unit of Training and Research Hospital of Ankara Numune Cardiology Unit with chest pain were investigated. Serum troponin I and serum troponin T levels were analysed by Dade Behring Dimension (Siemens Healthcare Diagnostics, Deerfield, IL, USA) and by Elecsys 2010 analyser (Roche Diagnostics, Basel, Switzerland), respectively.
RESULTS: For Troponin I cut of point was calculated as 1.84 ng/ml. Sensitivity 80%, spesifity 90.9% positive and negative predictive values were obtained as 80% and 90.9% respectively. For troponin T cut of point
was calculated as 0.051 ng/ml. Sensitivity is 92.7%, spesifity 70.2%, positive and negative predictive values were obtained 58.6% and 95.5% respectively. In order to differantiate MI group with non- MI and control groups; the area under the ROC curve was 0.914 (0.871-0.957) for troponin I and 0.887 (0.835- 0.939) for troponin T.

CONCLUSION: According to our study; in the patients who get the diagnosis of AMI we observed troponin I spesitivity is higher than troponin T but troponin T sensitivity is higher than Troponin I. We also observed that troponin false positive ratio was found higher than troponin I.

OLGU SUNUMU
5.
Bitki çayı (Teucrium chamaedrys) alımına bağlı gelişen bir akut hepatit olgusu
A case: Acute hepatitis associated with herbal (Teucrium chamaedrys) ingestion
Onur Ural, Özgür Satılmış, Gaye Ural, Nebahat Dikici
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.05900  Sayfalar 135 - 138
Türkiye’de bitkisel tedavilere bağlı toksik bulgulara pek sık rastlanmamaktadır. Olgumuz 33 yaşında bir bayan hastadır. Sarılık şikayeti ile başvuran olgunun yaklaşık iki haftadır, her gün Teucrium chamaedrys bitkisini içeren bir çayı aldığı öğrenilmiştir. Hastada akut ikterik hepatit bulguları saptanmış ve akut hepatit yapabilecek başka bir neden tespit edilememiştir. T. chamaedrys alımı sonlandırılıp takip edilen hastada klinik iyileşme izlenmiş ve yaklaşık dokuz hafta içinde serum bilirubin, aminotransferaz, alkalen fosfataz düzeyleri normal sınırlara düşmüştür. Bu olgu T. chamaedrys alımının akut ikterik hepatite neden olabileceği, klinik olarak akut viral hepatitleri taklit edebileceği ve bitkisel tedavilerin genel olarak kabul edildiği kadar güvenli olmadığını göstermektedir.
Herbal medicine toxicity has been infrequently reported in Turkey. Our case describes a 33- year-old
woman who applied with jaundice. She acknowledged that she was taking daily a tea containing the plant Teucrium chamaedrys for two weeks. It was determined she had symptoms of acute icteric hepatitis. Other causes of acute hepatitis were excluded. After T. chamaedrys was not taken anymore by the patient, she recovered clinically and her serum bilirubin, aminotransferases and alkaline phosphatase values returned to normal levels within 9-weeks. This case suggests that T. chamaedrys intake may cause acute icteric hepatitis which might clinically mimic acute viral hepatitis, and it shows that herbal medicines are not as safe as they have been generally assumed.

DERLEME
6.
Anadolu ve Balkan Yarımadası’nda Kırım Kongo kanamalı ateşi (KKKA)’nin güncel durumu
Current situation of Crimean Congo hemorrhagic fever (CCHF) in Anatolia and Balkan Peninsula
Yavuz Uyar, Iva Christova, Anna Papa
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.60352  Sayfalar 139 - 151
.
Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA), özellikle Ixodid cinsi kene ısırığı (esas olarak Hyalomma cinsi) tarafından insanlara bulaşan viral bir hastalıktır. CCHFV, Bunyaviridae ailesinden Nairovirus cinsine aittir. KKKA virüsü segmentli, tek iplikli, negatif polariteli bir RNA virüsüdür. Hastalığın başlangıcında ani ateş, titreme, şiddetli baş ağrısı, sırt ağrısı ya da bacak ağrıları, kas ağrısı, mide bulantısı ve kusma gibi belirtiler olabilir. KKKA, ilk olarak eski Sovyetler Birliği ve Kongo’da tespit edilmiş olup, hızlıca Avrupa, Asya ve Afrika’nın büyük bölümüne yayılmıştır ve 30’dan fazla ülkede bildirimi yapılmıştır.
İklim değişiklikleri; kenelerin yaşam döngüsünü ve göçmen kuşların göç yollarını etkileyebilir, KKKA’nden yoksun bölgelere virüs yayılımında ve kene sayısının artmasında rol alabilir. Tarım ve çiftçilik için arazi kullanımının genişletilmesi ve avcılık faaliyetlerindeki değişiklikler de KKKA insidansında rol oynayabilir. Hayvan ticareti ve nakli KKKA virüsü ile enfekte kenelerin endemik olmayan bölgelere transferine neden olarak konak-kene-virüs dinamiklerini etkileyebilir.
Son yıllarda, Balkanlar’da ve Türkiye’de KKKA epidemiyolojisi değişmektedir. Balkanlar endemik KKKA bölgesi olarak bilinir ve heryıl sporadik vakalar, hatta salgınlar bildirilir. Balkanlar ve Türkiye’de yıllık olarak tespit edilen insan KKKA vakalarının sayısı artmaktadır. Hastalık, Balkanlarda; Bulgaristan, Kosova ve Arnavutluk bölgelerinde endemik olarak bilinirken, sadece son zamanlarda Türkiye’de (2002 yılında ve o zamandan beri, her yıl birçok vaka) ve Yunanistan’da (2008, ölümcül bir durumda) ortaya çıkmıştır.
KKKA virüsünün S segment tabanlı sekansında filogenetik ağaçta ayırt edilebilir yedi ana “clade” vardır. Şu ana kadar, Balkanlardaki suşların tamamı “Europe 1 clade” içinde yer almış, ancak Yunanistan ve son yıllarda Türkiye’den AP92 ve AP92-benzeri suşlar da bildirilmiştir. Türk suşlarda yapılan kapsamlı bir çalışma suşların iki ana “cluster” altında toplandığını ve bunlardan birinin iki alt “cluster”a bölündüğünü göstermiştir.
Bu derlemede, KKKA hastalığının Balkanlar ve Anadolu’daki güncel durumunun gözden geçirilmesini amaçlanmıştır.
.
Crimean-Congo hemorrhagic fever (CCHF) is a viral disease transmitted to humans mainly by bite of Ixodid ticks, mainly those of the Hyalomma genus. CCHFV belongs
to the genus Nairovirus in the family Bunyaviridae. CCHF virus is a segmented, single stranded, negative sense and RNA viruses. The onset of the disease is very sudden, with symptoms such as fever, rigors, intense headache, chills, and backache or leg pains, myalgia, nausea, and vomiting. CCHF originally identified in the former Soviet Union and the Congo, has rapidly spread across large sections of Europe, Asia, and Africa, and has been reported in more than 30 countries.
The climatic changes may affect the life cycle of ticks and the routes of migratory birds, leading to tick abundance and virus distribution in CCHF-free areas. Extended use of land for agriculture and farming and changes in hunting activities play also a role in CCHF incidence, while livestock trade and movement may influence host-tick-virus dynamics resulting in transfer of CCHFV-infected ticks in non-endemic areas.
Recent years, the epidemiology of CCHF is changing in Balkans and Turkey. Balkan Peninsula is a known endemic CCHF area, and sporadic cases and even outbreaks are being reported every year. The annual number of human CCHF cases is increasing in Balkans and Turkey. While Bulgaria, Kosovo and Albania were known endemic regions in Balkans, the disease emerged only recently in Turkey (in 2002, and since then, many cases every year) and in Greece (in 2008, one fatal case).
Seven main clades are distinguishable in the phylogenetic tree based on S segment sequences of CCHFV. Up to now all strains from Balkans belong into the Europe 1 clade, while in Greece, and, recently in Turkey, AP92 and AP92-like strains are also present. A detailed study on Turkish strains showed that they are grouped into two main clusters, each one further divided into two subclusters.
In this article, we were aimed to review of the current status of CCHF disease in the Balkans and Anatolia peninsula.

7.
Kanser hastalarında farmakogenetik uygulamaları ve farmakoekonomi
Pharmacogenetic applications andpharmacoeconomics in cancer patients
Yasemin Baskın, Gizem Çalıbaşı
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.77598  Sayfalar 152 - 0
İlaçların, kullanan kişiler için yararlı etkileri olduğu düşünülmektedir ancak bazen ilaç kullanımı kullanıcıda yan etkiler gösterebilmektedir. Bazı hastalarda aynı ilaç için beklenen sağaltım etkisi gözlenirken, bazı hastalarda ise yaşamı tehlikeye atacak kadar yan etki tespit edilmiştir. İlaç kullanımına bağlı olarak bireyler arasındaki bu etki değişkenliğinin etiyolojisi çok sebeplidir. Diyet, çevre, fizyolojik etkiler, cinsiyet, yaş ve sağlık durumu olası etkenler arasında yer almaktadır. Fakat bireyler arasında var olan genetik farklılıklar, ilaç alımı sonucunda oluşan etkiler, ilacın aktivitesi üzerine en büyük etkiye sahiptir. Bireylerin kullanımı sonucu ilaç tepkisinin değişkenliği bireydeki hedef genlerin ve metabolizma enzimlerinin genetik olarak belirlenen karakteristik özelliklerinin bir parçasıdır. Farmakogenetik bilim dalının amacı ise kişiye özgü genetik faktörlerin ilaç etkisi ve etkileşimi arasındaki bağlantısını araştırmaktır. Günümüze kadar farmakogenetik alanında elde edilen veriler ışığında “hepsi için uygun” (one size fits all) görüşünün yetersizliği gösterilmiştir. Her bireyin kendine özgü genetik kökeninden dolayı kanser sağaltımına yanıtların yorumlanmasında farmakogenomik kullanılır. Geleneksel yöntemlerle kanser sağaltımı vücuttaki hızla bölünen hücreleri hedef alır ancak vücuttaki tek bölünen hücreler kanser hücreleri değildir. Bu nedenle kişide kanser sağaltımları birçok yan etki göstermeye yatkındır. Özellikle birçok kanser tipinde hastaya çoklu ilaç stratejileri öngörülmektedir. Çoklu ilaç sağaltımlarının kullanımlarında daha fazla ilaç tepkisi, daha fazla maliyet ve daha fazla yan etki gözlemlenmektedir. Hastalar için kullanılacak olan farmakogenetik testler Amerikan Klinik Onkoloji Derneği (American Society of Clinical Oncology - ASCO), Ulusal Kapsamlı Kanser Ağı (National
Comprehensive Cancer Network - NCCN) ve Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç İdaresi (United States Food and Drug Administration - US FDA) gibi önemli kuruluşlar tarafından da onaylanarak önerilmektedir.
Sağlık alanında teknolojik gelişmenin sonucu sağlık harcamaları artmış, bunun yanısıra, sağlığa ayrılan bütçenin gittikçe sınırlandığı bir dönem başlamıştır. Sağlık politikalarına yön veren kamu yöneticileri için bu kısıtlı kaynağın kanıta dayalı ve kamu yararına kullanılması zorunluluğu doğmaktadır. Yeni sağaltım seçenekleri için etkinlik değerlendirilmesinde yol gösteren en önemli gelişme farmakogenomik testler olmaktadır. Bu testler ile hastaya uygun olan ilaç ve doz tercihi yapılarak hastaya etkisi olmayan ilaçlara harcanan bütçede ve oluşacak yan etkilerin sağaltımı için harcanan bütçede önemli küçülmeler sağlanmaktadır. Bu gelişmeler farmakoekonomi kapsamında tartışılmaktadır.
Drugs are assumed to make drug users better, but sometimes they can harm with their side effects. For the same drug, some patients show expected therapeutic effect while the others exhibit life-threatening drug side effects. In this inter individual variability, the etiology is multifactorial. Diet, environment, physiological influences, gender, age, and health status are possible factors. But variation in the genetic differences between individuals will have a major impact on drug activity. Variable drug response could be in part to genetically determined characteristics of target genes or drug metabolizing enzymes. Pharmacogenetics looks for these genetic factors which are linked to drug effects. With our increasing know ledges in the pharmacogenomic area we can say that ‘‘one size fits all’’ view is not correct. In cancer treatment, each individual’s unique genetic origin of cancers because of pharmacogenomics in predicting responses to treatment is used. Traditional cancer treatment has targeted dividing cells in the body. But cancer cells are not the only dividing cells in the body, for these reason cancer therapies are liable to have many side-effects. Especially for many cancer types, approved multiple drug strategies are used. The more drug response rate from using combination therapy means as the more expense and adverse reactions. Pharmacogenetic tests whose primer advantage for patients are approved and suggested to clinicians by significant organizations such as American Society of Clinical Oncology National Comprehensive Cancer Network and United States Food and Drug Administration.
Health expenditures increased as a result of technological development in the field of health, as well as, increasingly constrained budgets allocated to health has started a period. Deciding the policies of this limited resource for public health managers to use evidence-based and public interest obligation arises. For the activity that led to the evaluation of new treatment options are the most important development in
pharmacogenomics tests. These tests were done with the patient the appropriate medication and dosage to the patient profile, with no impact on the budget spent on drugs for the treatment of side effects will occur and the significant downsizing is provided in the budget spent. These developments are discussed within the scope of pharmacoeconomics.

LookUs & Online Makale
w