ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 70 (3)
Cilt: 70  Sayı: 3 - 2013
TÜM DERGİ
1.
2013-3 Cilt 70 Tüm Dergi
2013-3 Vol 70 Full Printed Journal
Murat DUMAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.88319  Sayfalar 134 - 174
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2.
Yaşlı hastalarda yüksek eritrosit sedimentasyon hızının nedenlerinin incelenmesi
Causes of high erythrocyte sedimentation rates in elderly patients
Nihal Uğuz, Tuğrul Çelik, Oya Torun Güngör, Ceylan Bal, Fatih Bakır, Fatma Kazancı, Ramazan Yiğitoğlu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.71542  Sayfalar 135 - 140
AMAÇ: Eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) klinik tıpta sıklıkla istenen basit ve ucuz bir laboratuvar testidir. Test antikoagulanlı kan tüpündeki eritrositlerin yerçekimi etkisiyle dikey olarak bir saat içinde düştüğü mesafeyi ölçer. ESH’nin aşırı yükselmesi (≥ 100 mm/saat) sıklıkla ciddi hastalıklar ile ilişkilidir. Bu çalışmada 65 yaş ve üstü hastalarda ESH’nin 100 mm/saat’i geçtiği hastalıkları ve oranlarını tespit etmek amaçlandı.

YÖNTEMLER: Bu çalışmada Turgut Özal Üniversitesi Hastanesi’nde tedavi gören 65 yaş ve üstü hastalar geriye dönük incelendi. ESH’si 100 mm/saat’in üzerinde olanların yaş, cinsiyet, sedimentasyon hızı ve tanıları kaydedilerek analiz yapıldı. Tanılar beş gruba ayrıldı: (i) enfeksiyon; (ii) malignensi; (iii) inflamatuvar/konnektif doku hastalıkları; (iv) renal hastalıklar; (v) diğer hastalıklar. ESH Westergren tekniği ile sodyum sitrat antikoagülanlı tam kan kullanılarak ölçüldü. Okumalar bir saatlik inkübasyondan sonra yapıldı.
BULGULAR: ESH’si 100 mm/saati geçen 65 yaş ve üstü 205 hasta analiz edildi. Hastaların 115’i kadın (%56), 90’ı erkekti (%44). Hastaların yaş ortalaması 74,9 ± 6,45, eritrosit sedimentasyon hızı ortalaması 114,9 ± 14,8 idi. Hastalık gruplarına göre dağılım incelendiğinde enfeksiyon hastalıkları birinci sırayı alırken (%37,5), ikinci sırada malignensiler (%21,9), üçüncü sırada diğer hastalıklar (%21,4), dördüncü sırada böbrek hastalıkları (%15,1) gelmekteydi. Konnektif ve inflamatuvar doku hastalığı görülme sıklığı ise %3,9’du.

SONUÇ: Yaşlılarda ESH’nin aşırı yükselmesinin en sık nedeni enfeksiyondur. Diğer yaş gruplarından farklı olarak malignensi eritrosit sedimentasyon hızını arttıran en sık ikinci neden olarak bulunmuştur. Aşırı yüksek ESH’ye sahip hastalarda etiyoloji araştırılırken yaş faktörü göz önünde bulundurulmalıdır.

OBJECTIVE: The erythrocyte sedimentation rate (ESR) determination is a simple and inexpensive laboratory test that is frequently ordered in clinical medicine. The test measures the distance that erythrocytes have fallen after one hour in a vertical column of anticoagulated blood under the influence of gravity. In this study it was aimed to determine the frequency of diseases which ESRs were over 100 mm/h in patients aged 65 and over.

METHODS: In this study patients aged 65 and over who were treated in Turgut Özal University Hospital were retrospectively examined. Patients whose ESRs were over 100 mm/h were analyzed recording their ages, genders, ESRs and diagnoses. Diagnoses were divided into five groups: (i) infection; (ii) malignancy; (iii) inflammatory/connective tissue diseases; (iv) renal diseases; (v) miscellaneous diseases.

RESULTS: Two hundred five patients aged 65 and over whose ESRs were over 100 mm/h were analyzed. 115 of patients were women (56%) and 90 of them were men (44%). Age means of patients were 74.9 ± 6.45 and ESR means were 114.9 ± 14.8. When distribution according to disease groups was assessed, infection took the first rank (37.5%), malignancy took the second rank (21.9%), miscellaneous diseases took the third rank (21.4%), renal diseases took the forth rank (15.1%). The frequency of inflammatory/connective tissue diseases was 3.9%.

CONCLUSION: In elderly, the most common cause of extreme elevation of ESR is infection. Different from other age groups, malignancy was found as the second common reason causing elevation of ESR. When etiology was researched in patients with extreme elevation of ESR, the age factor must be taken into consideration.

3.
Savaş yaralanması sonrasında İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi Medicalpark Hastanesi’ne başvuran Libyalı hastaların yara örneklerinden izole edilen izolatların dağılım ve antibiyotik duyarlılık sonuçlarının incelenmesi
The evaluation of the distribution and antimicrobal susceptibility of the strains isolated from war wound specimens of the Libyan patients at Izmir University School of Medicine Medicalpark Hospital in Turkey
Mürşide Tunçel Başoğlu, Gülfem Terek Ece
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.35762  Sayfalar 141 - 146
AMAÇ: Deri ve yumuşak doku enfeksiyonları, oluşturduğu klinik tablolar ve etkenlerin çeşitliliği açısından önemlidir. Yara kültürleri tedavi maliyetlerinin düşmesine ve dirençli mikroorganizmaların yayılımının önlenmesi ve kontrol edilmesine katkı sağlar. Çalışmamızda Libya’daki iç savaş sonrası İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi Medicalpark Hastanesinde tedavi gören hastaların yara örneklerinden izole edilen izolatların dağılım ve antibiyotik duyarlılıklarının değerlendirilmesi ve aynı tarihler arasında aynı servislerde tedavi gören Türk hastaların sonuçlarıyla karşılaştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Çalışmamızda Libya’daki iç savaş sonrası ülkemize gelen ve Kasım 2011- Nisan 2012 tarihleri arasında İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi Medicalpark Hastanesi’nde tedavi olan Libyalı hastalardan alınan 40 yara örneğinden ve aynı tarihler arasında hastanemizde tedavi gören Türk hastalardan alınan 154 yara örneğinden izole edilen izolatlar retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Üreyen izolatlar konvansiyonel yöntemler ve otomatize Vitek version 2.0 (Biomerieux, Fransa) sistemi ile identifiye edilmiş, antibiyotik duyarlılığı Vitek 2.0 otomatize sistemde çalışılmıştır.

BULGULAR: Libyalı hastalardan alınan toplam 40 yara örneğinin 17 (%42,5)’sinde üreme saptanmıştır. Bu izolatların 10 (%58,8)’u Gram negatif bakteri, yedisi (%41,2) Gram pozitif bakteriydi. En sık izole edilen suşlar Enterobacter cloacea dört (%23,5), koagülaz negatif Stafilokoklar (KNS) dört (%23,5), Stapylococcus aureus (%17,6) ve Proteus mirabilis (%11,7) olarak belirlenmiştir. E. cloacea’nın meropenem ve amikasine duyarlı olduğu görülmüştür.

SONUÇ: Çalışmamızda yara yeri örneklerinden izole edilen izolatların dağılımı ve antibiyotik duyarlılığı incelenmiştir. Libyalı hastalarda en sık izole edilen suşlar E. cloacea ve KNS olarak saptanmıştır. Aynı dönemde hastanemizde tedavi gören Türk hastaların yara örneklerinde en sık P. mirabilis’in, Gram pozitif etkenlerden metisiline duyarlı S. aureus’un ürediği tespit edilmiştir. Ülkemizde benzer çalışmalar olmadığından verilerimizi karşılaştırma şansımız olmamıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesi için geniş kitleleri kapsayan ileri çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz.

OBJECTIVE: Skin and soft tissue infections are important due to the clinical picture they create and the varying microorganisms that cause infection.Wound culture helps by reducing treatment cost and monitorizing resistant strains and their spread. The aim of our study is to evaluate the distribution and antimicrobial susceptibility of strains isolated from wound specimens of the patients after the Libya conflict and compare to Turkish patients at Izmir University School of Medicine Medicalpark Hospital.

METHODS: Fourty wound specimens of Libyan patients admitted to Izmir University School of Medicine Medicalpark Hospital between October 2011 - April 2012 after the Libya conflict and 154 wound specimens of Turkish patients treated during the same interval were retrospectively evaluated. The strains were isolated by conventional methods and automatized Vitek 2.0 (Biomerieux, France) system. The antibiotic susceptibility was studied by automatized Vitek 2.0 system.
RESULTS: Seventeen (42.5%) of the fourty specimens were culture positive. Ten (58.8%) of them were Gram negative, and seven (41.2%) were Gram positive. The mostly isolated strains were Enterobacter cloacae (23.5%), coagulase negative Staphylococci (CoNS) (23.5%), Stapylococcus aureus (17.6%) and Proteus mirabilis (11.7%). Enterobacter cloacae was susceptible to meropenem and amikacin.
CONCLUSION: We evaluated the distribution and antimicrobial susceptibility of wound specimens after the Libya conflict. The mostly isolated strains were E. cloacae and CoNS. Meanwhile Turkish patients had P. mirabilis as Gram negative bacteria and methicillin susceptible S. aureus as Gram positive bacteria isolated in wound specimens. We could not compare this data to our country due to a lack of similar studies. Further studies with a greater number of patients are necessary to obtain reasonable data.


4.
Çiğ sütlerden izole edilen bazı Pseudomonas bakterilerinin proteolitik, lipolitik aktivitelerinin ve antibiyotik duyarlılıklarının araştırılması
Investigation of proteolytic, lipolytic activities and antibiotics susceptibility of some Pseudomonas bacteria isolated from raw milks
Tuba Çaylak Taş, Gökçen Yuvalı Çelik, Dilşad Onbaşılı
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.42275  Sayfalar 147 - 152
AMAÇ: Pseudomonas bakterileri proteaz ve lipaz gibi yüksek sıcaklıklarda kararlı ekstraselüler enzimleri sentezlerler. Bu nedenle Pseudomonas türleri çiğ veya pastörize sütte bozulmadan sorumlu en yaygın organizmalardır. Bu çalışmanın amacı, çiğ sütlerden izole edilen 15 adet Pseudomonas suşunun antibiyotik duyarlılığı, proteolitik ve lipolitik aktivitelerini belirlemektir.

YÖNTEMLER: Bu çalışmada incelenen 15 adet Pseudomonas spp. suşu Türkiye’de Kayseri ve Niğde illerinden toplanan 50 adet çiğ süt örneğinden izole edilmiştir. Örnekler, laboratuvara transfer edilene kadar düşük sıcaklıkta muhafaza edilmiş ve 24 saat içerisinde analize alınmıştır. İzole edilen suşlar Analitik Profil İndeks (API 20 NE) kullanılarak tanımlanmıştır. Pseudomonas suşlarının proteolitik ve lipolitik aktiviteleri Skim Milk Agar (SMA) ve Tribütirin Agar (TA) besiyerlerinde test edilmiştir. Bir gecelik kültürlerden besiyerlerine nokta ekim yapılmıştır. İnkübasyondan sonra SMA ve TA besiyerlerinde oluşan zonlar kumpas ile ölçülmüştür. Aynı zamanda, suşların yedi antibiyotiğe karşı duyarlılıkları test edilmiştir. Pseudomonas spp suşlarının antibiyotiklere karşı duyarlılığı ampisilin (10 μg), amikasin (30 μg), gentamisin (10 μg), oflaksasin (5 μg), tetrasiklin (30 μg), kloramfenikol (30 μg) ve sefuroksim (30 μg) antibiyotikler için disk difüzyon yöntemi kullanılarak belirlenmiştir. Sonuçlar CLSI standartlarına göre yorumlanmıştır.

BULGULAR: Proteolitik aktiviteye sahip olduğu saptanan 14 Pseudomonas suşunun bu aktivitelerinin 14,2 ve 55,0 mm zon çapları arasında olduğu bulunmuştur. Lipolitik aktivite gösteren 13 suşun aktivitelerinin 5,3 ve 29,3 mm zon çapları arasında olduğu bulunmuştur. Test edilen Pseudomonas suşlarının %57’sinin antibiyotiklere karşı duyarlı, %35’inin dirençli ve %8’sinin orta duyarlı olduğu belirlenmiştir.

SONUÇ: Çalışmamız ilaç sanayi ve diğer sektörlerde kullanılan mikrobiyal enzimlerin saflaştırılması ve ekonomik faydalarına yönelik konulara ışık tutacaktır.

OBJECTIVE: Pseudomonas bacteria secrete extracellular enzymes, extremely stable to high temperatures such as protease and lipase. Accordingly, Pseudomonas species are the most common organisms in raw or pasteurized milk at the time of spoilage. The aim of this study was to determine antibiotic sensitivity, proteolitic and lipolytic activity of fifteen Pseudomonas spp. strains isolated from raw milk samples.

METHODS: In the study, 15 Pseudomonas spp. strains were isolated from 50 raw milk samples collected from Kayseri and Nigde provinces in Turkey. The samples were maintained at low temperature during transfer to the laboratory and analyzed within 24 hrs. Isolated strains were identified by using Analytical Profile Indeks (API 20 NE). Proteolytic activities and lipolytic activities of Pseudomonas strains were tested in Skim Milk Agar (SMA) medium and in Tributyrin Agar (TA) medium. Overnight cultures were spot inoculated onto media. After incubation, the transparent zones of bacteria on the SMA and TA media were measured by calper rule. Also, the Pseudomonas spp. strains were tested for their susceptibility to seven antibiotics. Antibiotic susceptibility tests of Pseudomonas spp. strains to ampicillin (10 μg), amikacin (30 μg), gentamicin (10 μg), oflaxacin (5 μg), tetracyclin (30 μg), chloramphenicol (30 μg), cefuroxime (30 μg) were determined by using the disc diffusion method. The results were described according to CLSI standards.
RESULTS: Fourteen Pseudomonas strains were determined that had proteolytic activities. Proteolytic activities of these strains were found between 14.2 and 55.0 mm zone diameters. Thirteen strains showed lipolytic activities. Lipolytic activities of these strains were found between 5.3 and 29.3 mm zone diameters. It was determined that 57% of Pseudomonas strains were susceptibility, 35% were resistant and 8% were intermediate susceptibility against antibiotics.

CONCLUSION: Our study shed light on purification and economic benefits of microbial enzymes used in the pharmaceutical industry and other sectors.

OLGU SUNUMU
5.
Olgu sunumu: Samsun’da bir ürogenital myiasis olgusu
A case report: An urogenitale myiasis case from Samsun
Metin Özdemir, Muhammet Arif Bahadır
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.80148  Sayfalar 153 - 156
Myiasis, canlı insanların ve omurgalı hayvanların, en azından belirli bir süre için hastanın ölü veya canlı dokularından, vücut sıvılarından veya hazmettiği gıdalardan beslenen, Diptera türünden sinek larvaları (kurtçukları) tarafından infestasyonudur. Bu vaka sunumunda, Psychoda türüne ait sinek larvasının sebep olduğu, Samsun’da, 60 yaşında bir kadın hastadaki ürogenital myiasisi bildiriyoruz. Karın ağrısı, ishal ve idrar yaparken yanma şikayeti ile hastanemize başvuran hastanın idrar örneğinde bir larva tespit edildi. Bu bildiride ürogenital myiasis’e sebep olan sineklerin biyolojisini ve klinik önemini tartışıyoruz.
Myiasis is the infestation of live human and vertebrate animals with larvae (maggots) of flies from the order Diptera, which, at least for a certain period, feed on the host’s dead or living tissue, liquid body-substance or ingested food. We report the case of a 60-year old female patient with urogenital myiasis, caused by the larva of a fly belonging to the genus Psychoda, in Samsun. The patient complained from abdominal pain, diarrhea and disuria, while in her urine samples a larva was detected. In this report, we discuss the biology and clinical significance of flies causing urogenital myiasis.

6.
İmmun sağlam fakat yoğun emosyonel stres altında olan iki olguda Zona zoster sonrası gelişen aseptik menenjit ve hepatit tablosu
Zona zoster associated with aseptic menengitis and hepatitis in two immunocompetent cases after emotional stress
Gökhan Karaahmetoğlu, Ali Acar, Oral Öncül, Mustafa Özyurt, Levent Görenek
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.49091  Sayfalar 157 - 162
Zona zoster, immün sistemi sağlam olanlarda sıklıkla iyi seyirli bir hastalıktır. İmmun sistemi baskılanmış hastalarda ise yaygın olma riski taşır. Zona zoster, hem immun sistemi sağlam, hem de zayıflamış hastalarda nadiren miyelit, aseptik menenjit, ensefalit ve ventrikulit gibi nörolojik komplikasyonlara yol açabilir. Yirmi ve yirmi bir yaşında immunsistemleri sağlam olan iki erkek hasta ortak olarak ateş, şiddetli baş ağrısı, uyku hali, bulantı, kusma yakınmaları ile hastanemiz acil servisine farklı zamanlarda başvurdular. Ek olarak bir hastada yürüme ve denge problemi şikayeti vardı. Hastaların yapılan fizik muayenelerinde bir olguda sol koltuk altında diğer olguda sol lumbal bölgede belli bir dermatom alanı ile sınırlı gruplar halinde vezikuler lezyonlar saptandı. Yine iki olguda da ense sertliği ve meninks irritasyon bulguları pozitifti. Her iki olguya da lomber ponksiyon yapıldı. Beyin omurilik sıvısında lenfosit hakimiyetinde pleositoz ve protein yüksekliği görüldü. Epidemiyolojik olarak birbirleriyle ilişkisi olmayan ve farklı zamanlarda başvuran hastalar servisimize yatırıldı. Alınan anamnezlerinde hastaların her ikisinin de son zamanlarda yoğun emosyonel stres altında oldukları anlaşıldı. Fizik incelemelerinde iki olguda da tek dermatom alanı ile sınırlı döküntüler tespit edildi. Hastalara klinik ve laboratuar olarak aseptik menenjit ile komplike zona zoster tanısı konuldu. Beyin omurilik sıvısında VZV-PCR çalışılmadı ancak klinik ve her iki olgunun da serum VZV IgM serolojilerinin pozitif olması üzerine hastalarda aseptik menenjit ile komplike zona zoster tanısı konuldu. Her iki olguya da asiklovir tedavisi başlandı. Komplikasyonuz olarak iyileşme sağlandı. Bilinen bir immün yetmezliği olmayan ancak emosyonel stres altındaki hastalarda gelişen zona enfeksiyonlarında SSS manifestasyonlarının gelişebileceği akılda tutulmalıdır.
Zona zoster is a mostly benign disease in immunocompetent individuals. On the other hand among immunocompomised persons, there is a risk of dissemination. Zona Zoster causes some neurological complications such as myelitis, aseptic meningitis, encephalitis and ventriculitis in both immunocompetent and immunocompromised individuals. Two (Twenty and twenty two-year old) immunocompetent patients were admitted to emergency service at different time with the similar complaints with fever, severe headache, vomiting and somnolans. In addition one of them had a walking and balance problem. Neck stiffness and meningeal irritation signs were found in both of them. Then we performed a lumbar puncture. Pleocytosis and protein elevation were detected in cerebrospinal fluid (CSF) samples, respectively. After hospitalization both of their histories were the same, having intense emotional stress before the symptoms had occured. We diagnosed zona zoster with complications from aseptic meningitis according to the clinical findings and positive of serum VZV IgM by ELISA. They cured without sequele after the administration of acyclovir. For patients with zona zoster who have not got immune deficiency but are under severe emotional stress,the risk of central nervous system complications should be kept in mind.

DERLEME
7.
Kalıcı organik kirleticiler (KOK)
Persistent organic pollutants (POPs)
Hakan İstanbulluoğlu, Ömer Faruk Tekbaş
doi: 10.5505/TurkHijyen.2013.49403  Sayfalar 163 - 174
Kalıcı organik kirleticiler (KOK) çevrede kalıcı özelliği olan kimyasal maddelerdir. KOK’in en önemli özellikleri biyoakümülasyon ve toksisitedir. KOK organik bileşiklerdir ve kimyasal ve biyolojik bozulmaya karşı oldukça dayanıklıdırlar. KOK’in önemli bir kısmını endüstriyel kimyasallar ve pestisitler oluşturmaktadır. Endüstriyel kimyasallar ve pestisitler dışında kalan KOK ise bazı pestisitlerin ya da atıkların yakılması işlemi sırasında yan ürün olarak oluşan bileşiklerdir. Tüm dünya genelinde KOK insan sağlığına ve doğal yaşama karşı bir tehdit unsuru olarak kabul edilmektedirler. KOK maruziyeti; kanserler, doğumsal anomaliler ve immun sistem bozuklukları gibi ciddi sağlık sorunlarına sebep olabilmektedir. KOK maruziyetinin en önemli kaynağı gıdalardır. KOK plasenta yolu ile fetüse, anne sütü yolu ile de bebeğe geçebilmektedir. Çok geniş bir alana yayılımları, kalıcılıkları ve biyoakümülasyon özellikleri nedeniyle hiçbir hükümetin insan ve çevre sağlığını KOK’den tek başına koruması mümkün değildir. Bu kapsamda, insan ve çevre sağlığını KOK’den korumayı amaçlayan Stockholm Konvansiyonu 2001 tarihinde İsveç’in Stockholm kentinde kurulmuştur. Stockholm Sözleşmesi’nde temel amaç; KOK’in kullanılmasına, üretimine, ithalat ve ihracatına yasaklama veya sınırlama getirmektir. Sözleşme, kalıcı organik kirleticilerin üretiminden bertarafına kadar tüm süreçlere ve yan ürün olarak üretilen KOK’lere ilişkin çeşitli düzenlemeler getirmektedir. Sözleşme aynı zamanda, yeni KOK’in geliştirilmesinin önlenmesi ve gelecekte diğer KOK’in de sözleşmeye dahil edilebilmesi hususlarını hükme bağlamaktadır. Türkiye, bu konvansiyonun üyesidir ve üyelik sorumluluklarını yerine getirmek için çalışmaktadır. Konu ile ilgili çok önemli diğer bir husus da kamuoyunun bilinçlendirilmesidir. Bu hususa bugüne kadar gerekli dikkatin sarf edildiğini ve toplumda KOK ve diğer endüstriyel kimyasallarla ilgili olarak bilgi seviyesinin artırıldığını söylemek oldukça zordur. Konunun çeşitli eğitimlerde ele alınması, gelecek nesillere sağlıklı bir çevre armağan etmenin anahtarıdır.
Persistent Organic Pollutants (POPs) are chemical substances that persist in the environment. The most important features of POPs are bioaccumulation and toxicity. POPs are organic compounds and highly resistant against chemical and biological degradation. A significant part of POPs are generally classified as industrial chemicals and pesticides. POPs, apart from industrial chemicals and pesticides, are compounds formed as by-products during incineration of pesticides or same waste products. All over the world, POPs are considered as human health and natural life-threatening. Exposure to POPs can cause serious health problems like; cancers, congenital anomalies and immune system failure. Food is the most important source to exposed POPs. POPs can pass to the fetus through the placenta and can pass through breast milk to the baby. As widely distributed, bioaccumulation and persistence of POPs, none of the governments can protect human health or environment alone from POPs. In this context, The Stockholm Convention was founded in Stockholm, Sweden in 2001 to protect human health and the environment from POPs. The main objective of the Stockholm Convention is, to ban or restrict the use, production, imports and exports of the POPs. Convention brings the various regulations or requirements about, all processes from production to disposal of POPs and POPs produced as a byproduct. At the same time convention stipulates; preventing the development of new POPs and future aspects of the other POPs can be included in the contract. Turkey is a member of this convention and working to fulfill the responsibilities of membership. Another very important aspect is the public awareness on the issue. It is very difficult to say that there is a sufficient knowledge and awareness level in the community on POPs and other industrial chemicals, making attention to this matter ever necessary. Education is the key to presenting a healthy environment to future generations.

LookUs & Online Makale
w