ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 71 (2)
Cilt: 71  Sayı: 2 - 2014
TÜM DERGİ
1.
THDBD 2014-2 Cilt 71 Tüm Dergi
TBHEB 2014-2 Vol 71 Full Printed Journal
Murat DUMAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.26234  Sayfalar 60 - 106
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2.
Afyon Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi çalışanlarında HBV, HCV ve HIV seroprevelansı
Seroprevalence of HBV, HCV and HIV among health care workers in the Afyon Pediatrics, Obstetrics and Gynecology Hospital
Zerrin Aşcı
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.36025  Sayfalar 61 - 66
AMAÇ: Sağlık çalışanları, kan ve vücut sıvılarıyla karşılaşarak enfekte olma riski altındadırlar. Bu çalışmada, Afyon Zübeyde Hanım Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesinde çalışmakta olan 274 sağlık personelinde hepatit B virüsü (HBV), hepatit C virüsü (HCV) ve insan immün yetmezlik virüsü (HIV) seroprevalansının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Çalışmada 2012-2013 yıllarında hastane personelinin sağlık taraması amacıyla oluşturulan bilgi formları retrospektif olarak incelenmiştir. Bilgi formlarındaki hepatit B yüzey antijeni (HBsAg), hepatit B yüzey antikoru (anti-HBs), HCV antikoru (anti-HCV) ve HIV antikoru (anti-HIV) sonuçları değerlendirmeye alınmıştır.
BULGULAR: HBV’ye ait serolojik göstergeler değerlendirildiğinde 44 (%16) personelde anti-HBs negatif saptanmıştır. Çalışanların 231’i (%84,30) hepatit B’ye karşı bağışık, 3 (%1,1)’sinin de taşıyıcı olduğu saptanmıştır. HBV seronegatif olan sağlık çalışanları hepatit B aşı programına alınmıştır. Hastane çalışanlarında anti-HCV ve anti-HIV pozitifliği saptanmamıştır.
SONUÇ: HBV, HCV, HIV için risk altında bulunan sağlık çalışanlarının aralıklı olarak bu virüsler açısından taranması ve HBV’ye karşı bağışık olmayanların aşılama proğramlarının sürdürülmesi gerekmektedir. Standart enfeksiyon kontrol önlemleri ve aktif hepatit B immunizasyonu kan yoluyla bulaşan hastalıklardan korunmada gerekli ve etkilidir.
OBJECTIVE: Healthcare workers are at risk of infection due to exposure to blood and other body fluids. The aim of this study was to determine seroprevalence of hepatitis B virus (HBV), hepatitis C virus (HCV) and human immunodeficiency virus (HIV) in 275 healthcare workers of Afyon Zubeyde Hanim Pediatrics, Obstetrics and Gynecology Hospital between the years 2012 to 2013.
METHODS: In the study, personnel information forms of the Afyon Zubeyde Hanim Pediatrics, Obstetrics and Gynecology Hospital created for the purpose of health screening between the years 2012 to 2013 were evaluated retrospectively. Results for hepatitis B surface antigen (HBsAg), hepatitis B surface antibody (anti-HBs), HCV antibody (anti-HCV) and HIV antibody (anti-HIV) at the form were evaluated.
RESULTS: Evaluation of the serological markers of hepatitis B virus showed that 44 (16%) of healthcare workers were anti-HBs negative, 231 (84%) of them were immune, and 3 (1,1%) of them were carrier. All of the seronegative healthcare workers for HBV were included to a hepatitis B immunization program. All hospital workers were found negative for anti-HIV and anti-HCV.
CONCLUSION: Healthcare workers who are at high risk of infection for HBV, HCV, HIV should be screened to determine whether they are infected with these viruses. Standard infection control measures and active immunization against HBV are necessary and effective for the prevention of blood-borne diseases.

3.
Kan kültürlerinden izole edilen mikroorganizmalar ve antimikrobiyal duyarlılıkları
Microorganisms isolated from blood cultures and their antimicrobial susceptibilities
Feyza Çetin, İpek Mumcuoğlu, Altan Aksoy, Yakup Gürkan, Neriman Aksu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.23230  Sayfalar 67 - 74
AMAÇ: Sepsise bağlı mortalite ve morbiditenin
yüksek olması nedeniyle, etken mikroorganizmaların
hızlı ve doğru tanısı hastanın tedavisi açısından çok
önemlidir. Tanı için uygulanması gereken ilk ve en
değerli test kan kültürüdür. Kan kültürlerinden etken
mikroorganizmanın erken saptanması ve tiplendirilmesi,
antibiyotik duyarlılıklarının belirlenmesi, hastaya uygun
tedavi verilmesi açısından önemlidir. Bu çalışmada
kan kültürlerinden izole edilen mikroorganizmalar
ve antimikrobiyal duyarlılıkları retrospektif olarak
araştırılmış ve hastanemiz antibiyotik kullanım
politikalarına katkıda bulunulması amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Ankara Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Tıbbi Mikrobiyoloji laboratuvarına 01.07.2012
– 01.07.2013 tarihleri arasında gönderilen kan kültürleri
BACT/ALERT 3D (bioMerieux, Fransa) otomatize
sisteminde takip edilmiştir. Pozitif örnekler gram boyama
yöntemi ile incelendikten sonra kanlı agar, çikolata agar
ve eozin metilen blue (EMB) agar besiyerlerine ekimleri
yapılmıştır. Tüm plaklar 35±2°C’de 16-20 saat enkübe
edilmiş ve VITEK 2 (bioMerieux, Fransa) otomatize
sisteminde bakteri tanımlanması ve antibiyotik duyarlılık
testleri çalışılmıştır.
BULGULAR: Kan kültürlerinden izole edilen toplam
2279 mikroorganizmanın 1533’ü (%67,3) gram-pozitif
bakteri, 670’i (%29,4) gram-negatif bakteri, 76’sı (%3,3)
mayalardan oluşmaktaydı. En etkili antibiyotikler
stafilokoklar için vankomisin (%100), tigesiklin (%100) ve
linezolid (%96); E. faecium ve E. faecalis için sırasıyla
tigesiklin (%100, %100), linezolid (%96,6, %90,9) ve
vankomisin (%75,9, %96,1), Enterobacteriacea için
meropenem (%91,7), tigesiklin (%91,3) ve amikasin
(%84,6); Acinetobacter spp. için kolistin (%98,9),
tigesiklin (%81,5) ve netilmisin (%67,4), Pseudomonas
spp. için kolistin (%95,1), amikasin (%54,1) ve gentamisin
(%50,6) olarak saptandı. Kültürlerden izole edilen kandida
suşlarında vorikonazol, flusitozin ve kaspofungine karşı
herhangi bir direnç gözlenmezken bazı non-albicans
kandidalarda düşük oranda amfoterisin B ve flukonazol
direnci izlenmiştir.
SONUÇ: Kan kültürleri enfeksiyon hastalıklarının
teşhisinde kullanılan en önemli testlerden biridir.
Kan kültürlerinden izole edilen mikroorganizmaların
dağılımının her merkezde düzenli aralıklarla
izlenmesi ve antimikrobiyal duyarlılığının belirlenmesi
ampirik tedaviye başlama sırasında klinisyene yol
gösterecektir.
OBJECTIVE: Because of high sepsis-related mortality and morbidity, fast and correct diagnosis of causative
agents is very important for the treatment of patients. The first and most valuable test must be applied is a blood culture. Early detection, identification and determination of antimicrobial susceptibility of pathogen microorganism are important for the decision of appropriate treatment. In this study, the microorganisms which were isolated from blood cultures and their antibiotic susceptibility were investigated retrospectively and it was aimed to contribute to antimicrobial usage policies in our hospital.
METHODS: Blood cultures which were sent to Ankara
Numune Training and Research Hospital Microbiology
Department during the period 01.07.2012 through
to 01.07.2013 were monitorized with BacT / Alert
3D (bioMerieux, France) automated system. Positive
cultures were inoculated onto blood agar, chocolate agar
and eosin methylene blue agar after examined by Gram
stain preparation. All plates were incubated on at 35±2°C
for 16-20 hours and bacterial identification and antibiotic
susceptibility tests were performed by with the VITEK 2
(bioMerieux, France) system.
RESULTS: Total of 2279 microorganisms were isolated
from blood cultures consisting of 1533 (67.3%) of grampositive
bacteria, 670 (29.4%) of gram-negative bacteria
and 76 (3.3%) yeast. The most effective antibiotics were
vancomycin (100%), tigecycline (100%) and linezolid
(96%) for Staphylococcus spp.; tigecycline (100%, 100%)
linezolid (96.6%, 90.9%) and vancomycin (75.9%, 96.1%)
for E. faecium and E. faecalis respectively; meropenem
(91.7%), tigecycline (91.3%) and amikacin (84.6%) for
Enterobacteriaceae; colistin (98.9%), tigecycline (81.5%)
and netilmicin (67.4%) for Acinetobacter spp.; colistin
(95.1%), amikacin (54.1%) and gentamicin (50.6%) for
Pseudomonas spp. There was no resistance found against
voriconazole, flucytosine and caspofungin in for Candida
spp. while there was only few level low percentage
resistance found against amphotericin B and fluconazole
in some non-albicans candida.
CONCLUSION: Blood cultures are one of the most
important tests in diagnosis of infectious diseases.
Monitoring the distribution of isolated microorganisms
from blood cultures and determination of their
antimicrobial susceptibility at regular intervals in each
center would be a guide to the clinician in the decision
of empirical treatment.

4.
Erzurum merkezinde bazı okullardaki lavabo-tuvalet muslukları ve sularının mikrobiyolojik yönden incelenmesi
Microbiological examination of waters from faucets of washbasin-toilets in some schools at the city centre of Erzurum
Ahmet Yılmaz, Hakan Uslu, Ahmet Ayyıldız
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.76993  Sayfalar 75 - 80
AMAÇ: Erzurum merkezindeki bazı okullardaki
lavabolardan akan suların mikrobiyolojik yönden
incelenmesi yanında, bu okulların lavabo ve
tuvaletlerindeki musluk başlarından alınan sürüntü
örneklerindeki bakteri bulaşının ne oranda olduğunun
belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Erzurum il merkezindeki sosyoekonomik
düzeyi farklı bölgelerden seçilen 11 ilköğretim ve dört
ortaöğretim okulundaki tuvalet (75 adet) ve lavabo
(75 adet) musluk başlarından alınan sürüntü örnekleri
Lauryl Sulphate sıvı besiyeri içinde laboratuvara getirildi
ve %5 koyun kanlı agar, EMB agar ve McConkey agar
besiyerlerine ekilerek kültürleri yapıldı. Su örnekleri
ise 200 mL’lik steril koyu renkli cam şişeler içerisinde
laboratuvara getirildi ve TSE ISO 9308-2 standardına göre
değerlendirildi.
BULGULAR: Mikrobiyolojik inceleme sonucunda;
toplam 150 sürüntü örneğinin 136’sında (%90,7) bakteri
belirlendi. İzole edilen bakteriler ise 54 örnekte
Esherichia coli olup (%36), bu bakteri lavabo musluklarının
24’ünde (%32), tuvalet musluklarının da 30’unda (%40)
bulundu. Diğer bir bakteri ise Staphylococcus aureus
olup, bu bakteri sürüntü örneklerinin 52’sinde (%34,6)
izole edildi. Bu bakterinin izolasyon yüzdesi tuvalet
musluklarında %32 (24 örnek), lavabo musluklarında ise
%37,3 (28 örnek) olarak görüldü. Okul türlerine göre
yapılan değerlendirmede ise E. coli’nin ilköğretim
okullarındaki musluklardan izole edilme oranı %37,3
(41 örnek), ortaöğretim okullarındakilerde %32,5 (13 örnek) olarak tespit edildi. S. aureus izole edilme
oranları ise söz konusu okullarda sırasıyla %29,1
(32 örnek) ve %50 (20 örnek) olarak belirlendi. Çalışmada,
incelenen su örneklerinin hiçbirinde toplam koliform
bakteri ve fekal koliform bakteri bulunmadı.
SONUÇ: Erzurum merkezindeki incelenen okullardaki
musluklardan akan suyun mikrobiyolojik yönden uygun
iken lavabo ve tuvalet musluklarının uygun bulunmadığı
görülmüştür. Bunun da toplum sağlığı ve kişisel
temizlik alışkanlığı açısından önemli olduğu ortaya
çıkmaktadır.
OBJECTIVE: It was aimed to determine the proportion
of bacteria transmitted in swap samples taken from these
schools’ top faucets of washbasins and toilets as well
as microbiological examination of flowing water from
the washbasin in some schools at the city centre of
Erzurum.
METHODS: Swab samples were taken from top faucets
of washbasin (75) and toilets (75) in eleven primary and
four secondary schools selected from the region with
different socioeconomic levels in the city centre of
Erzurum were transported to the laboratory in Lauryl-
Sulphate broth medium and cultivated by inoculating on
%5 sheep blood agar, EMB agar ve McConkey agar. Water
samples were also brought to the laboratory in sterile
200 mL dark coloured glass bottles and evaluated
according to TSE ISO 9308-2 method.
RESULTS: At the end of the microbiological
examination; 136 (90.7%) of from a total of 150 swab
samples. In 54 examples of isolated bacteria were also
Escherichia coli (36%), 24 of these bacteria were from
the sink faucet (32%), 30 from the toilet faucet (40%).
Staphylococcus aureus was isolated in 52 (34.6%) of swab
samples. The isolation percentage of this bacterium was
determined 32% (24 samples) in the toilet faucet, 37.3%
(28 samples) in the sink faucet. The rates of E. coli
isolated from the faucets were determined as 37.3% (41
samples) in the primary schools and 32.5% (13 samples)
in the secondary schools, in the evaluation which was
performed according to the school types. S. aureus
isolation rates were also detected in the subject schools’ samples 29.1% (32 samples) and 50% (20 samples),
respectively. In none of the water samples examined in
this study, the total coliform bacteria and fecal coliform
bacteria were found.
CONCLUSION: The flowing water from the faucets in
schools in the center of Erzurum was microbiologically
clean, however it was dirty due to the detection of
bacteria on faucets washbasin and toilets, and which was
also came out to be important in the terms of both public
health and individual hygiene habit.

5.
Çorum Eğitim ve Araştırma Hastanesinde derin trekeal aspirat örneklerinden izole edilen Pseudomonas aeruginosa ve Acinetobacter baumannii suşlarının antimikrobiyal duyarlılık paternlerinin değerlendirilmesi
Evaluation of antimicrobial susceptibility patterns of Pseudomonas aeruginosa and Acinetobacter baumannii strains that were isolated from deep tracheal aspirate specimens in Çorum Hitit University Training and Research Hospital
Leyla ÖZÜNEL, Zehra İlkay BOYACIOĞLU, Ayşe Semra GÜRESER, Ayşegül TAYLAN ÖZKAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.76093  Sayfalar 81 - 88
AMAÇ: Bu çalışmada 01.07.2012-31.07.2013 tarihleri
arasında Hitit Üniversitesi Çorum Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Anestezi Yoğun Bakım Ünitesi’nde yatan
ventilatör ilişkili pnömoni hastalarından alınan derin
trakeal aspirat (DTA) örneklerinde üreyen Acinetobacter
baumannii ve Pseudomonas aeruginosa suşları ve bu
bakterilerin antimikrobiyal direnç paternleri retrospektif
olarak incelenmiştir.
YÖNTEMLER: Klinik örnekler %5 koyun kanlı agar,
Eosin Methylene Blue (EMB) ve çikolata agar
besiyerlerine ekilmiştir. Gram-negatif olup, glukozu
fermente etmeyen suşlar VITEK 2 (Biomerieux;
France) cihazında tanımlanmıştır. İzole edilen suşların
10 ayrı antimikrobiyal ilaca karşı direnç durumları
araştırılmış ve sonuçlar Clinical and Laboratory
Standards Institute (CLSI) standartlarına göre
yorumlanmıştır.
BULGULAR: Alınan 238 DTA örneğinin 77 (%32,4)’sinde
A. baumannii ve/veya P. aeruginosa üremiş; bunların 53 (%22,3)’ünde A. baumannii, 20 (%8,4)’sinde
P. aeruginosa, dört (%1,7)’ünde her iki bakteri birlikte
üremiştir. A. baumannii suşlarının kolistin (%1,8) ve
tigesiklin (%3,7) dışındaki antibiyotiklere yüksek direnç
(%47,1-%92,4) gösterdiği görülmüştür. P. aeruginosa
suşlarında ise karbapenem (%70), tigesiklin (%75) ve
trimetoprim-sulfametoksazole (%85) yüksek olmak
üzere, diğer antibiyotiklere de %45-60 arasında
direnç gözlenmiş; yalnızca kolistine duyarlı (%95)
bulunmuştur.
SONUÇ: Non-fermentatif Gram-negatif bakteriler
olan Acinetobacter spp. ve Pseudomonas spp.’nin, yeni
geliştirilen antimikrobiyal ajanlara karşı hızla direnç
geliştirdiği ve bu nedenle tedavi seçeneklerinin gittikçe
azaldığı düşünülmektedir.
OBJECTIVE: In this study, Acinetobacter baumannii
and Pseudomonas aeruginosa strains were collected from
deep tracheal aspirate (DTA) samples of the patients with
ventilator-associated pneumonia, and the antimicrobial
resistance patterns of those isolates were studied. The
patients were hospitalized at the Hitit University, Çorum
Training and Research Hospital, Anesthesia Intensive Care
Unit and were examined during the period of 01.07.2012-
31.07.2013.
METHODS: Clinical samples were cultured in 5% sheep
blood agar, Eosin Methylene Blue (EMB) and chocolate
agar media. The strains that were gram-negative and
non-fermentative for glucose, were defined with the
VITEK 2 system (Biomerieux; France). The isolated strains
were tested against 10 different antimicrobial drugs in
terms of resistance and the results were interpreted
according to Clinical Laboratory and Standards Institute
(CLSI) standards.
RESULTS: Out of 238 DTA samples, 77 (32.4%)
A. baumannii and/or P. aeruginosa strains were isolated; A. baumannii strains were isolated from 53 (22,3%), P.
aeruginosa was isolated from an additional 20 samples
(8.4%), while 4 (1.7%) samples of both bacteria were
found. A. baumannii strains were found to be highly
resistant (47.1% - 92.4%) against all antibiotics with
the exception of colistin (1.8%) and tigecycline (3.7%).
Resistance to P. aeruginosa strains was observed for
carbapenem (70%), tigecycline (75%) and trimethoprimsulfamethoxazole
(85%), while the resistance level
to other antibiotics ranged between 45-60%. Colistin
was the only antibiotic to which these bacteria were
susceptible (95%).
CONCLUSION: Acinetobacter spp. and Pseudomonas
spp., which are non-fermentative Gram-negative
bacteria can rapidly develop resistance to newly
introduced antimicrobial agents, further diminishing the
treatment options.

OLGU SUNUMU
6.
Glucantime ile tedavi edilen yurtdışı kaynaklı bir kutanöz leishmaniasis olgusu
An imported cutaneous leishmaniasis case treated with glucantime
Bayram Pektaş, Ayşegül Aksoy Gökmen, Kıymet Handan Kelekçi, Berrin Uzun, Serdar Güngör, İbrahim Çavuş, Şemsettin Karaca
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.26680  Sayfalar 89 - 92
Kutanöz Leishmaniasis (KL) deride uzun süren
nodüloülseratif yaralarla seyredip atrofik skatrisle
iyileşen, Leishmania türü protozoon parazitlerin
oluşturduğu, 98 ülkede endemik olan hastalık
tablosudur. Hastalık ülkemizde başta Şanlıurfa
olmak üzere özellikle Güneydoğu illerimizde sıkça
rastlanmaktadır. Leishmaniasisin endemik olduğu
komşu ülkelerden son yıllarda ortaya çıkan savaş
nedeniyle insanların göç etmesi hastalığın giderek
artmasına sebep olmaktadır. Bu çalışmada 2013
yılı Haziran ayında İzmir Katip Çelebi Üniversitesi
Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi’ne başvuran,
Suriye’den İzmir’e göç eden, sağ koltuk altı bölgesinde
KL’ye bağlı ülsere lezyonu olan, lezyondan yapılan
aspirasyon materyali yayması ve NNN kültürü ile tanı
konulup, real time PCR ile L. tropica alt türü olduğunu
tespit ettiğimiz 14 yaşında bir kız çocuk olan KL
olgusu tartışılmıştır. Bizim bu yazımızdaki amacımız,
KL’in endemik olduğu bölgelerden gelen hastalar
için, hastalığın endemik olmadığı bölgelerde çalışan
hekimlerde bir farkındalık oluşturmaktır.
Cutaneous Leishmaniasis (CL) is an endemic disease
in 98 countries that causes long-term noduloulcerative
scars on the skin by Leishmania spp. one of the
protozoa parasites. The disease is very common
especially in Şanlıurfa and Southeast provinces in
our country. In recent years, the migration from
neighbor countries because of the wars has led to an
increase in cases. In this study, a CL case of 14-years
old female patient with CL-associated ulcerative
lesion on her right axillary cavity region, migrated
from Syria and applied to İzmir Katip Celebi
University Atatürk Training and Research Hospital
is discussed. It was determined that the causative
agent was Leishmania tropica subspecies
by real-time PCR after diagnosis by aspiration
material smear from lesion and NNN cultural
method. It is aimed to create awareness among
physicians working in non-endemic regions for the
patients from CL endemic areas.

7.
Kronik nazal enfeksiyonlarda unutulan bir patojen olarak Klebsiella ozaenae
Klebsiella ozaenae as a forgotten pathogen in chronic nasal infections
Melek Uyar, Süleyman Yılmaz, M. Haluk Özkul
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.04696  Sayfalar 93 - 98
Ozena, Klebsiella ozaenae’nın neden olduğu
mukoza ve kemik atrofisi ile karakterize burun
boşluğunun kronik bir hastalığıdır. Bu hastalık, düşük
sosyoekonomik gruplarda özellikle hijyenik olmayan
koşullarda yaşayan genellikle yoksulları etkileyen
ılıman bölgelere özgüdür. Gelişmiş ülkelerde nadir
hale gelmiştir. Bu hastalığı tanımamaya bağlı
genellikte tanıda gecikme olur. Bu çalışmada, ozena
tanısı alan ve 15 yıl önce İstanbul’a göç etmiş bir
kadın hasta sunulmuştur. 15 yıl önce Karadeniz
bölgesinden göç eden 33 yaşındaki sağlıklı bir kadın,
3 yıldır pürülan burun akıntısı ve burun tıkanıklığı
şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Tanı; öykü,
klinik belirti ve ozena klinik şüphesi ile yapıldı.
Ardından bu şüphe bilgisayarlı tomografi (BT) ve özel
kültürle doğrudan bakteri izolasyonu ile teyit edildi.
Bakteri, nazal endoskopi ile orta meatustaki nazal
akıntı ve krutlardan alınan sürüntü örneklerinden
izole edildi. Hasta ceftriaxone ile başarılı bir
şekilde tedavi edildi. Ozena, kronik rinit durumunda
gelişmiş ülkelerde bile akılda tutulmalıdır. Hatta
endemik olmayan özellikle çok göç alan bölgelerde,
bu klinik durumun akılda tutulması ve klinik şüphe
ile özel tanı araçları kullanılarak tanı konulması mümkündür. Günümüzde etkili tedavileri vardır.
Literatür incelendiğinde, bu konudaki yayınların
çoğunluğunun eski olduğu gözlenmiştir. Bu hastalık
unutulmaya yüz tutmuş gibi görünse de uzun süren
antibiyotik tedavisine rağmen geçmeyen kötü
kokulu burun akıntısı ve burun tıkanıklığı şikayeti
olan hastalarda ayırıcı tanıda düşünülmesi tanıda
elzemdir.
Ozaenae is a chronic disease of the nasal cavity
characterized by mucosal atrophy and bone resorbtion
caused by Klebsiella ozaenae. It is endemic to
temperate regions affecting the poor communities
who live in unhygienic conditions. The incidence
of the disease in developed countries has become
uncommon due to the improvements in hygiene and
sanitation. There is usually a delay in diagnosis due
to unfamiliarity of the disease. We report herein
one case of ozaenae in patient living in Istanbul
for fifteen years. A 33-year-old healthy woman who
migrated from the Black Sea region 15 years ago
presented with nasal obstruction with purulent nasal
discharge for 3 years. Diagnosis was made by history,
clinical signs and clinical suspicion of ozaenae.
Subsequently this suspicion was confirmed with
computerized tomography (CT) and direct evidence
of bacteria (specific cultures). Bacteria were isolated
from swab samples taken from nasal discharge and
crusts in the middle meatus by nasal endoscopy. She
was treated successfully with ceftriaxone. In case
of chronic rhinitis, ozaenae should be kept in mind,
even in developed countries. There are specific
diagnostic tools and effective treatments available. It is important to consider this rare condition in
cases of nasal obstruction even in non-endemic areas
especially in migration areas. When literature is
examined, this disease has tended to be forgotten as
the majority of publications on this subject are old. If
the patient is exhibiting smelly rhinorrhea and nasal
obstruction despite antibiotic therapy for a long time,
ozaenae should be considered as a possible diagnosis.
Clinical suspicion is essential for diagnosis.

DERLEME
8.
Tularemi: Güncel Değerlendirmeler
Updated Assessment On Tularemia
Müsenna Arslanyılmaz, Dilek Aslan, Levent Akın, Dilber Aktaş
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.50490  Sayfalar 99 - 106
Tularemi, Gram negatif kokobasil olan Francisella
tularensisin etken olduğu ağırlıklı olarak Kuzey yarım
kürede görülen zoonotik bir enfeksiyon hastalığıdır.
F. tularensis soğuk ve nemli ortamlara haftalarca canlı
kalacak şekilde dayanıklı bir bakteridir. Fakat güneş
ışığı ve yüksek ısıya dayanıksızdır ve klorlanmış sularda
yaşayamaz. Hastalığın doğrudan ve dolaylı bulaştığı bilinir,
ancak, etken genellikle oral yolla alındığında salgınlara
neden olabilmektedir. Türkiye’de çoğunlukla su ile
bulaştığı bilinen tularemi açısından özellikle laboratuvarda
çalışanlar, çiftçiler, veterinerler, avcılar daha fazla
risk altındadır. F. tularensis besiyerinde 35 ºC’de 2-5
günde ürer. Tanı için serolojik testler sıklıkla kullanılan
yöntemlerdir. Erken dönemde PCR, immünfloresan boyama
ve direkt antijen arama gibi yöntemler de kullanılabilir.
Klinik bulgular, hastanın immün direnci, sistemik tutulma
derecesi, bakterinin virulansı gibi nedenlerden dolayı
değişiklik gösterir. Tulareminin en sık görülen klinik formu
bölgesel lenfadenitin de eşlik ettiği kütanöz lezyona
komşu ağrısız bir ülser şeklinde görülen ülseroglanduler
formdur. Diğer klinik formları da glandüler, okuloglandular,
orofaringeal, respiratuvar ve tifoidal olarak bilinir.
Dünyada ise endemik bölgeler arasında Kanada, Meksika,
eski Sovyetler Birliği ülkeleri, Tunus, Türkiye, İsrail, İran,
Çin ve Japonya’nın da aralarında bulunduğu ülkeler sayılmaktadır. Ülkemizde hastalığa ilişkin ilk bildirim
1936 yılında olup yıllar içinde bildirimler sürmüştür.
Bildirim sayısı üzerinden yapılan değerlendirmelere
göre 2012 yılı için morbidite hızının milyonda 8 olduğu
tahmin edilmektedir. 2005-2012 yılları bildirimlerine göre
hastalığın en fazla bildirildiği ay Mart olmuştur. Hastalık,
2005 yılından bu yana Bulaşıcı Hastalıkların İhbarı ve
Bildirim Sistemi’nde C Grubu Bildirimi Zorunlu Hastalıklar
Listesinde yer almaktadır. Tularemi, biyoterörizm
açısından “tehlikeli” olarak değerlendirilen bir etkendir.
Halk sağlığı bakış açısıyla değerlendirildiğinde hastalığın
korunma yöntemlerinin toplumda, risk gruplarında ve
sağlık çalışanları arasında yaygınlaştırılması önerilir.
Tularemia is a zoonotic infectious disease which is
caused by a Gram negative coco basil named Francisella
tularensis mostly found in the Northern hemisphere.
F. tularensis is a resistant bacteria that can survive in
cold and moist environment for weeks. However it is
susceptible to sun light and high degrees of heat, and it
can’t live in chlorinated water. It is known that illness can
be transmitted by either direct or indirect ways, however,
epidemics occur when the agent is orally taken. In
Turkey, especially laboratory workers, farmers, veterinary
surgeons, hunters are majorly at risk as tularemia is
transmitted by contagious water sources. F. tularensis
grows in 2-5 days at 35 ºC, in medium. For diagnosis,
frequently used methods are serologic tests. In early phases,
methods like PCR, immunfluorescent antibody testing and
direct antigen detection can be used. Clinical findings can
vary due to patient’s immunity status, severity of systemic
spread, virulence of bacteria, etc. The most frequent form
of tularemia is ulceroglandular form that is a painless
ulcer, adjacent to a cutaneous lesion, accompanied by
regional lymphadenitis. Other clinical forms are known
as glandular, oculoglandular, oropharyngeal, respiratory
and typhoidal tularemia. Endemic regions of tularemia
are; Canada, Mexico, former Soviet Union countries,
Tunisia, Turkey, Israel, Iran, China, and Japan worldwide. Tularemia cases have been reported since 1936.
Based on reported cases, tularemia morbidity
was determined as eight in one billion in 2012.
The highest number of the reported cases occurred
in March between 2005 and 2012. Tularemia is a
Group C notifiable disease according to Notification
System of Infectious Diseases since 2005. Tularemia is
considered as ‘dangerous’ in terms of bio-terrorism.
In public health perspective, prevention strategies
are recommended to be disseminated among
community, risk groups and health professionals.

LookUs & Online Makale
w