
| 1. | Nanoteknolojik dezenfektanların heterotrofik biyofilmler üzerine etkisi The efficacy of nanotechnological disinfectants on heterotrophic biofilms Gökçe Yavuz, İrfan Türetgendoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.57778 Sayfalar 323 - 332 GİRİŞ ve AMAÇ: Gümüş sülfadiazin ve benzalkonyum klorür mikroorganizmalara karşı etkin olduğu bilinen biyosidal ajanlardır. Planktonik hücreler bu ajanlardan kolay etkilenmelerine rağmen biyofilm içindeki bakteriler aynı kimyasallara karşı daha dayanıklı olmaktadırlar. Öte yandan, nano tanecikler üzerine fikse edilmiş ajanların ise biyofilm bakterilerine karşı antimikrobiyal etkinliğinin yüksek olduğu bildirilmektedir. Fakat nanoteknolojik dezenfektanların doz ve süresinin biyofilm bakterilerine etkileri değişiklik göstermektedir. Bu dezenfektanların püskürtüldüğü yüzeylerin tipi de etkinliklerini değiştirmektedir. Çalışma kapsamında piyasaya sürülecek olan, nano partiküllere immobilize edilmiş gümüş sülfadiazin ve benzalkonyum’un yüzeylere tutunma yeteneklerini ve biyofilm tabakası üzerine etkilerini incelemek amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Paslanmaz çelik kuponlar üzerine üretici firmadan temin edilen nano benzalkonyum klorür ve nano gümüş sülfadiazin püskürtülüp 24 saat kürleşmesi beklenmiş, ardından kuponlar biyofilm reaktörüne konmuşlardır. Birer aylık aralıklarla bu yüzeylerde oluşan biyofilm tabakasındaki bakteri sayıları, dezenfektan ile kaplanmamış kontrol kuponlarıyla kıyaslanarak incelenmiştir. Doğal şekilde oluşumuna imkân verilen biyofilm içinde çoğalan bakteriler mikrobiyolojik kültür yöntemleri ile sayılmış, ayrıca ölü ve canlı mikroorganizmaların DAPI – CTC boyama ile epifloresan mikroskopta sayıları tespit edilmiştir. BULGULAR: Deney şartları altında mikrobiyal kültür ve DAPI – CTC (ölü-canlı) boyama sonuçlarına göre deney kuponlarında anlamlı ölçüde düşük oranda biyofilm tabakası oluştuğu tespit edilmiştir. Ayrıca nano benzalkonyum klorür, nano gümüş sülfadiazine kıyasla biyofilm bakterilerine karşı anlamlı düzeyde daha etkili bulunmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: Nano benzalkonyum klorür ve nano gümüş sülfadiazin bileşiklerinin tutunduğu yüzeylerde biyofilm oluşumunu gözlemek ve bu sayede dezenfektanların antimikrobiyal yüzey oluşturmak amacıyla endüstride ve klinik alanlarda yer alması için sonuçlar değerlendirilmiştir. Bu dezenfektanlar endüstriyel veya klinik ortamlarda sıkça kullanılmaktadır. Çalışma sonuçları üretici firmaya odaklanması gereken ürün hakkında önemli katkı sağlamıştır. |
| 2. | THDBD 2018-4 Cilt 75 Tüm Dergi TBHEB 2018-4 Vol 75 Full Printed Journal Utku ErcömartSayfalar 323 - 458 Makale Özeti | |
| 3. | Türkiye’de Ulusal Antimikrobiyal Direnç Surveyans Sisteminin İlk Sonuçları The First Results of National Antimicrobial Resistance Surveillance System in Turkey Nilay Çöplü, Hüsniye Şimşek, Deniz Gür, Ayşegül Gözalan, Ufuk Hasdemir, Zeynep Gülay, Gülçin Bayramoğlu, Şöhret Aydemir, Nezahat Gürler, Mete Eyigör, Duygu Perçin, Dilber Aktaşdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.68878 Sayfalar 333 - 344 GİRİŞ ve AMAÇ: Antimikrobiyal direnç ile savaşmak için bazı önlemler alınmalıdır ve mevcut durumun saptanması da bunlardan biridir. Türkiye’de ulusal antimikrobiyal direnç surveyans sistemi bu amaçla kurulmuştur. Ampirik tedaviyi desteklemek, antimikrobiyal kullanım politikaları oluşturmak, rehber kitaplara veri sağlamak, alınmış olan önlemlerin etkinliğini değerlendirmek için başlangıç bilgilerini sağlamak amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Elli beş hastaneden, kan ve beyin omurilik sıvısından izole edilen S. aureus, E. faecalis and E. faecium, S. pneumoniae, E. coli, K. pneumoniae and P. aeruginosa izolatlarının direnç verileri toplanmıştır. Antimikrobiyaller ve test yöntemleri uluslararası surveyans sitemleri ile uyumlu olacak şekilde seçilmiştir. Toplanan veriler WHONET programı ile analiz edilmiştir. BULGULAR: S. aureus (n=1437); metisilin direnci % 31,5, rifampin, linezolid ve vankomisin direnci sırası ile % 65,3; % 2,3 ve % 0,0, bulunmuştur. E. faecalis (n=760) ampisilin direnci % 9,7, linezolid, vankomisin, teikoplanin direnci % 1’in altında, yüksek düzey (YD) aminoglikozid %30 civarında bulunmuştur. E. faecium (n=756) ampisilin direnci % 88,1; linezolid ve teicoplanin % 1’den az, vankomisin %17, YD aminoglikozid % 50 civarında bulunmuştur. S. pneumoniae (n=128) non-meninjit sınır değerler için eritromisin (%32) dışında tüm antimikrobiyaller için direnç % 5,2’den düşüktür, menejit sınır değerler için direnç % 14,3-44,8’a yükselmiştir. E. coli (2280) ve K. pneumoniae (1307) için genişlemiş spektrum beta-laktamaz (GSBL) sırası ile % 51,6 ve % 54,0 bulunmuştur. P. aeruginosa (825) direnç % 8,4 (amikacin) ve % 36,4 (piperacillin) arasında değişmektedir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Direnç yakın coğrafi bölgedeki ülkelerden yüksek bulunmuşve zaman içinde artış göstermiş olup bununla mücadele için politikalar geliştirmek gerektiğine işaret etmektedir. Ayrıca, alınan önlemlerin yararlılığını izlemek için de sonuçlar değerli olacaktır. |
| ARAŞTIRMA | |
| 4. | Hastanede yatan hastaların klinik örneklerinden izole edilen enterokok suşlarının antibiyotik duyarlılıklarının değerlendirilmesi Evaluation of antibiotic susceptibilities of enterococcus strains isolated from clinical samples of hospitalized patients İlker Ödemiş, Şükran Köse, Gürsel Ersan, Didem Çelik, İlkay Akbulutdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.70456 Sayfalar 345 - 352 GİRİŞ ve AMAÇ: Enterokoklar idrar yolu enfeksiyonuna, yara yeri enfeksiyonuna ve bakteriyemiye neden olabilmektedir. Hastane kökenli enfeksiyonlarda en sık saptanan etkenlerden birisidir. Enterokoklarda son yıllarda antibiyotiklere karşı artan oranda direnç gözlenmektedir. Kültürlerden izole edilen enterokokların dağılımı ve antibiyotik direnci sağlık bakım merkezleri arasında değişebildiği, bu nedenle de merkezinin kendi sonuçlarını belli aralıklarla değerlendirmesinin faydalı olacağı düşünülmüştür. Bu çalışmanın amacı hastanemizde yatan hastaların idrar, kan, yara, balgam ve beyin omurilik sıvısı (BOS) örneklerinden izole edilen Enterococcus faecalis ve Enterococcus faecium suşlarının ampisilin, gentamisin, streptomisin, siprofloksasin, vankomisin, teikoplanin ve linezolid gibi antibiyotiklere direnç oranlarını belirlemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2010- Ocak 2015 arasında İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yatan hastaların çeşitli klinik örneklerinden izole edilen 390 Enterokok suşu retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Suşların identifikasyonu ve antibiyotik duyarlılıkları; tam otomatize bakteri tanımlama sistemi VITEK-2 (bioMerieux, Fransa) ile çalışılmıştır. Vankomisin, teikoplanin ve linezolid duyarlılıkları E-test (bioMerieux, Fransa) ile de test edilmiştir. Duyarlılık sonuçları ise; Clinical and Laboratory Standarts Institute (CLSI) kriterleri esas alınarak belirlenmiştir. BULGULAR: İdentifiye edilen toplam 390 suşun 154’ü (%40) E.faecalis, 236’sı (%60) E.faecium olarak tanımlandı. E.faecium suşlarının izole edildikleri klinik örnekler sırasıyla; 126’sı (%53) idrar, 65’i (%27) kan, 39’u (%17) yara yeri, 4’ü (%2) balgam ve 2’si (%1) BOS’dur. E.faecalis suşlarının izole edildikleri klinik örnekler ise; 77’si (%50) idrar, 50’si (%33) kan, 22’si (%14) yara yeri, 3’ü (%2) balgam ve 2'si (%1) ise BOS’dur. E.faecalis ve E.faecium suşlarının her ikisi için en duyarlı bulunan antibiyotik linezolid'dir. Hem E.faecalis hem de E.faecium için en dirençli antibiyotik ampisilin saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda hem E.faecalis hemde E.faecium suşlarında ampisilin, vankomisin ve teikoplanin direncinin yüksek saptanması, bu suşlara yönelik ampirik antibiyotik seçiminde dikkate alınması gereken bir veri olduğu düşünülmektedir. |
| 5. | Endüstriyel enzimler üreten Bacillus izolatlarının morfolojik, biyokimyasal ve moleküler yöntemlerle karakterizasyonu Morphological, biochemical and molecular characterization of Bacillus isolates as a producer of industrial enzymes Yonca Yüzügüllü Karakuş, Arzu Sertel, Yonca Duman, Fikriye Polatdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.87004 Sayfalar 353 - 364 GİRİŞ ve AMAÇ: Bacillus cinsine ait türlerin tanımlanmasında türler arasındaki moleküler benzerliklerin fazla olması nedeniyle ayrım zorlaşmaktadır. Bu çalışma kapsamında, özellikle birbiriyle yakın akraba olan gruplar arasında karşılaştırma yaparak türlerin karakterize edilmesi amaçlanmıştır. Moleküler tanımlanması yapılan ve fenotipik özellikleri belirlenen izolatların endüstriyel kullanımları da ayrıca irdelenmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kocaeli ilinin farklı bölgelerinden (Kocaeli Üniversitesi Kampüsü, Yuvacık Baraj Yolu üzerindeki tarlalar ve dere kenarı, Kent Ormanı) alınan toprak örnekleri; pastörizasyon işleminden sonra seri seyreltmeler hazırlanarak, nutrient agar plaklara yayma ekim yapılmıştır. Bacillus benzeri koloniler morfolojik karakterlerine göre tek tek seçilip, tekrar yayma ekimle saflaştırılmış ve numaralandırılmıştır. Bacillus cinsine ait olanlarda önce korunmuş bir gen bölgesi olan ve sınıflandırmada yaygın olarak kullanılan 16S rRNA (16S rDNA) gen dizi analizi gerçekleştirilmiştir. Yakın akraba olanları birbirinden ayırmak için ilave moleküler (gyrB gen bölgesinin Sau3AI enzimi ile muamele edilmesi) ve biyokimyasal (seçici besiyerlerinde gelişme) analizler yapılmıştır. Filogenetik analizler NJ (neighbour joining) metodu ile gerçekleştirilmiştir. İzolatlar ayrıca fizyolojik özellikleri açısından karşılaştırılmıştır. BULGULAR: İzolatlara ait 7 farklı Bacillus tür (Y1: B. cereus, Y7: B. pumilus, Y12: B. megaterium, Y13: B. methylotrophicus, Y15: B. subtilis, Y35: B. licheniformis ve Y38: B. sonorensis) tanımlanmış ve her bir izolatın fizyolojik özellikleri kaydedilmiştir. Buna göre tüm izolatlar 30 ila 45°C sıcaklık aralığında ve pH’sı 9 olan besiortamında gelişme göstermiştir. Diğer yandan Y7, Y15, Y35 ve Y38 numaralı izolatlar 50°C’ye kadar olan sıcaklıklarda büyüme yeteneklerini korumuşlardır. Aralarında tuza en fazla tolerans gösterenin B. licheniformis olarak tanımlanmış olan Y35 numaralı izolat olduğu gözlenmiştir. Bu izolat yaklaşık %12 (w/v) oranında tuz içeren ortamda gelişebilmektedir. Tuza karşı duyarlılığı en fazla olan izolatlar ise B. cereus ve B. megaterium olarak tanımlanan Y1 ve Y12 numaralı izolatlar olup büyümelerinin %5’lik (w/v) NaCl’da durduğu kaydedilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Yapılan bu çalışmada izolatların tür tanımlanması için seçilen 16S rRNA ve gyrB gen bölgelerinin, Bacillus’ların moleküler düzeyde ayırımında kullanılabileceği gösterilmiştir. Gerçekleştirilen biyokimyasal testler, moleküler analiz bulgularını desteklemiştir. İzolatların sıcaklık, pH ve tuz toleransları endüstride hali hazırda kullanılan Bacillus’larla karşılaştırılmış ve birçoğunun benzer fizyolojik koşullarda gelişme gösterdiği gözlenmiştir. Diğer yandan, izolatlardan Y1’in literatürde rapor edilen benzer suşlardan daha geniş bir pH aralığında gelişme gösterdiği bulunmuştur. Y35’de gözlenen yüksek tuz konsantrasyonu (%12, w/v) içeren ortamlarda gelişebilme yeteneği ise toprak Bacillus’larında ilk defa bu çalışmada sunulmuştur. Sonuç olarak, Y1 ve Y35 başta olmak üzere tür tanımlaması yapılan tüm izolatların endüstriyel biyoteknoloji alanında özgün enzim ya da toksin üretimi, ilaç ham madde sentezi gibi veya benzeri çalışmaların yapılmasına olanak sağlayabilecekleri düşünülmektedir. |
| 6. | Tip 2 Diyabet hastalığı ve bozulmuş glikoz toleransı olan kadınlarda asemptomatik bakteriüri ve üriner sistem enfeksiyonları Asymptomatic bacteriuria, urinary tract infection and risk factors in women with type 2 diabetes mellitus and impaired glucose tolerance Özlem Genç, Evrim Aksu, Türkan Paşalı Kilit, Fatma Emel Koçak, Yasemin Korkut, Kevser Onbaşıdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.59013 Sayfalar 365 - 374 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda; tip 2 diabetes mellitusu (DM) olan ve bozulmuş glikoz toleransı (BGT) olan iki kadın hasta grubunun üriner sistem infeksiyonu (ÜSİ) ve asemptomatik bakteriüri (ASB) varlığı ve ilişkili risk faktörleri açısından karşılaştırılması amaçlandı. Risk faktörleri olarak; yaş, vücut kitle indeksi (VKİ), serum HbA1c ve kreatinin seviyeleri, glomerüler filtrasyon oranı (GFR), idrardaki lökosit sayısı, glikoz miktarı ve mikroalbumin düzeyi seçildi.lökosit sayısı, glikoz miktarı ve mikroalbumin düzeyi seçildi. YÖNTEM ve GEREÇLER: Diyabetli 208 kadın hasta ve BGT olan 208 kadın hasta çalışmaya dahil edildi. Serum HbA1c ve kreatinin seviyeleri ve idrardaki lökosit sayısı, glikoz miktarı ve mikroalbumin düzeyi biyokimya laboratuvarında ölçüldü. GFR, Cockcroft-Gault formula kullanılarak hesaplandı. Hastalardan alınan orta akım idrarı mikrobiyoloji laboratuvarında kanlı agar ve EMB agara ekildi. BULGULAR: Diyabetli hasta grubunda 5 hastada (%2), BGT hasta grubunda 15 (%7) hastada ASB saptandı. ÜSİ; diyabetik grupta 9 hastada (%4), BGT hasta grubunda 7 hastada (%3) belirlendi (p>0.05). Piyüri; her iki hasta grubunda ASB ile ilişkili risk faktörü idi (p<0.05). Diyabetli grupta; VKİ (p=0.041), kreatinin (p=0.045) ve GFR (p=0.035) ÜSİ ilişkili risk faktörü olarak saptandı. BGT hasta grubunda ise sadece piyüri; ÜSİ ile ilişkili (p=0.019) risk faktörü olarak belirlendi. Hem ASB’si olan hem de ÜSİ olan hastalarda en fazla Escherichia coli izole edildi (%89). TARTIŞMA ve SONUÇ: Yüksek VKİ ve serum kreatinin seviyesi ve düşük GFR’nin tip 2 diyabetes mellitusu olan hastalarda ÜSİ gelişimi açısından risk faktörü olduğunu düşünmekteyiz. Ayrıca bu çalışma; BGT olan hastalarda da hem ASB hem de ÜSİ gelişme riskinin diyabetli hastalar ile aynı olduğunu gösteren ilk çalışmadır. Her iki hasta grubunda ASB ve ÜSİ oranının benzer olduğu düşünülürse, özellikle pyüri saptanan BGT’si olan hastalarda da idrar kültürü yapılmasını önermekteyiz. |
| 7. | “Genital Mikoplazma” Sıklığının Multipleks Gerçek Zamanlı Polimeraz Zincir Reaksiyonu ile Saptanması: Klinikte önemli olabilir mi? Detection of "Genital Mycoplasma" Incidence by Multiplex Real-Time Polymerase Chain Reaction: Could it be clinically important? Cemile Sönmezdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.79926 Sayfalar 375 - 382 GİRİŞ ve AMAÇ: Genital mikoplazma etkenleri, erişkin ve infantlarda birçok enfeksiyon ile ilişkilidir. Bu nedenle etkenlerin doğru ve hızlı tanısı önemlidir. Kültür yöntemlerinde karşılaşılan sorunlar ve mikoplazmaların fastidiyöz özellik taşıması nedeniyle, günümüzde enfeksiyöz ajanların tanısında yaygın olarak kullanılan moleküler yöntemler genital mikoplazma enfeksiyonlarının tanısında da kullanılabilmektedir. Bu çalışmada merkezimize rutin tanı amacıyla gönderilen semptomatik hastalarda Multipleks Gerçek Zamanlı Polimeraz Zincir Reaksiyonu ile genital mikoplazma sıklığının araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2016-Aralık 2017 tarihleri arasında Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü, Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar Referans Laboratuvarı’na tanı amacıyla gönderilen, 0-72 yaş olguları içeren 359 semptomatik hastaya (179 kadın, 180 erkek) ait ürogenital örnek çalışmaya dahil edilmiştir. Toplam 359 hastaya ait akıntı veya idrar örneğinden Mycoplasma hominis, Mycoplasma genitalium, Ureaplasma urealyticum, Ureaplasma parvum ticari Gerçek Zamanlı PZR testi ile çalışılmıştır. BULGULAR: Toplam 359 hastanın %25,62’sinin (92/359) tek ve çoklu etken ile kolonize olduğu tespit edilmiştir. Çoklu etken pozitifliği 18 hastada (%5) saptanmıştır. Ureaplazma pozitif örneklerin %52,70’i (39/74) U. parvum, %47,3’i (35/74) U. urealyticum; Mikoplazma pozitif hastaların ise %81,08’i (30/37) M. hominis ve %18,92’si (7/37) M. genitalium olarak tespit edilmiştir. Kadınlarda U. parvum ve erkeklerde U. urealyticum sıklığının diğer etkenlere göre daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. M. hominis, M. genitalium ve U. parvum en fazla 30-34 yaş grubunda görülürken, U. urealyticum 18-24 yaş grubunda görülmüştür. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak genital mikoplazma etkenlerinin patojenik rolü gittikçe artan bir şekilde kabul edildiğinden, semptomatik olgularda enfeksiyon etkenleri araştırılırken genital mikoplazma etkenlerinin akılda tutulması gerektiği düşünülmüştür. Ayrıca erken tedavi ve komplikasyonların zamanında önlenebilmesi için duyarlılık ve özgüllüğü yüksek olan tanı metodlarının kullanılarak etkenlerin ayırımının yapılması gerektiği düşüncesine varılmıştır. |
| 8. | Ordu İli İlköğretim Okulu Öğrencilerinde baş biti Pediculus humanus capitis Yaygınlığının Belirlenmesi The Prevalence of Pediculus humanus capitis among Primary School Pupils in Ordu Province Ülkü Karaman, Özgür Enginyurt, Ömer Karaman, Cemil Çolak, Gamze Kaçmazdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.72324 Sayfalar 383 - 390 GİRİŞ ve AMAÇ: Anoplura takımında yer alan ve kozmopolit yayılım gösteren Pediculus capitis tüm hayat evrelerini insanların saç derisinde geçiren bir ektoparazittir. Peduculosise neden olabildiği gibi vektörlükleri de bulunmaktadır. Bu çalışmada Ordu ili ilköğretim okulu öğrencilerinde parazitin epidemiyolojisinin belirlenmesi, tedavisi ve koruma yolları ile ilgili halk sağlığı eğitimi, amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada, P. capitis açısından Ordu ilinde bulunan 11 anaokulu, 8 ilkokul ve 7 ortaokul taranmıştır. Baş muayenesine alınarak özellikle başın ense ve kulak arkası bölgeleri P. capitis’in yumurta, nimf ya da erişkin formları açısından incelenmiştir. Tarama uygulaması ile ilgili koruyucu ruh sağlığı açısından bir strateji belirlenmiştir. Bu doğrultuda okul müdürlüğü tarafından tahsis edilen odaya öğrenciler tek tek alınmış ve muayene sonucu öğrenciye herhangi bir bilgi verilmemiştir. Sonuçlar toplu halde okul müdürlüğüne teslim edilmiş ve gerekli tedavilerinin yapılması sağlanmıştır. Tarama sürecinde öğrencilerin duygu durumlarını bozucu davranışlardan kaçınılmaya yönelik gerekli önlemler alınmıştır. Veriler, ortalama ve standart sapma ya da ortanca ve çeyrek sapma veya sayı/yüzde olarak verilmiştir. Verilerin normal dağılıma uygunluğu Shapiro Wilk testi ile incelenmiştir. İstatistiksel analizlerde verilerin dağılımına göre parametrik ya da parametrik olmayan anlamlılık testleri kullanılmış ve p<0,05 anlamlı olarak kabul edilmiştir. BULGULAR: Çalışmada 6616 erkek, 6264 kız olmak üzere 12880 öğrenci P. capitis açısından incelenmiştir. Öğrencilerin 238 (%3,5) erkek, 1368 (%21,8) olmak üzere toplamda 1606 (%12,4) öğrencide pozitiflik saptanmıştır. Baş biti görülme yüzdesi açısından kızlar ile erkekler arasında anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0,001). Kızlarda parazit görülme oranı anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmada parazitin epidemiyolojisinin görülme yüzdesinin yüksek olması beklenen ilköğretim çocuklarında yapılmıştır. Ayrıca diğer çalışmalarla benzer olarak kızlarda görülme yüzdesi daha yüksek tespit edilmiştir. Çalışma da parazitin Ordu ili ilköğretim okullarında yaygınlığı belirlenmiş, tedavileri ve tedavi sonrası kontrolleri yapılmıştır. Ayrıca parazit ile savaşta kontrol programı oluşturularak etkili bir korunma stratejisi oluşturulmuştur. |
| 9. | Ankara ve Konya illerine ait suların organoklorlu ve organofosforlu pestisitler yönünden değerlendirilmesi Evaluation of organochlorine and organophosphate pesticides of waters in Ankara and Konya Figen Demli, Günnur Orhan, Zahide Esra Durak, Hüseyin İlterdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.05025 Sayfalar 391 - 398 GİRİŞ ve AMAÇ: Pestisitler; tarımsal üretimi olumsuz yönde etkileyen böcekler, kemiriciler, funguslar ve yabani otlar gibi zararlılara karşı kullanılan kimyevi maddelerdir. Suya taşınımı ise püskürtülmeleri esnasında etrafa yayılmaları, uygulandıkları topraktan suya sızma/süzülme, kaza ile yere dökülen kimyasalın topraktan, yağan yağmurun etkisi ile yüzey sularına karışması ile mümkün olduğundan ölçülmesi ve izlenmesi önem taşımaktadır. Son yıllarda, dünya kamuoyunda pestisitlerin çevreye etkileri üzerine yoğun bir ilgi artışı olmuştur. Bunun başlıca sebebi dünyanın birçok ülkesinde kullanımı yasak olan organoklorlu pestisitlerin çevredeki kalıntılarının artması ve bu maddelerin insan ve hayvan sağlığına önemli ölçüde zararlı olduklarının anlaşılmasıdır. Bu nedenle pek çok ülkede pestisitlerin üretim ve kullanımına ilişkin katı yasal denetimler getirilmiştir. Bu çalışmada; Ocak 2012-Aralık 2013 tarihleri arasında Ankara ve Konya illerine ait içme-kullanma, kaynak ve doğal mineralli sulardaki organoklorlu ve organofosforlu pestisitlerin miktarını sıvı-sıvı ekstraksiyon ve gaz kromatografisi (GC) yöntemi ile belirlenmesi ve belirlenen sonuçların İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik ve Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelik’te belirtilen mevzuat limitlere uygunluğu yönünden incelenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ankara (625 adet) ve Konya (441 adet) illerine ait toplam 1066 adet su numunesi sıvı-sıvı ekstraksiyonu ile organoklorlu ve organofosforlu pestisitlerin miktarları gaz kromatografisi (GC) yöntemi ile belirlenmiştir. GC cihazında elektron yakalayıcı (ECD), azot fosfor (NPD) ve fosforlu ve kükürtlü (PFPD) detektörlerinden yararlanılmıştır. Ayrıca kolon kapiler kolon (VF-5ms, 30 m 0,25 mm 0,25µm; optima 5,30 m 0,32 mm 0,25µm) ve taşıyıcı faz olarak helyum kullanılmıştır. Değerlendirmede kullanılan mevzuat ve pestisit limiti ise “İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik” ile “Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelik” kapsamında her bir pestisit için olması gereken azami mevzuat sınır değeri 0,1 µg/L olarak ifade edilirken; pestisit parametrelerinin toplamı azami mevzuat sınır değeri için belirlenen değer; 0.5 µg/L’dir. BULGULAR: Yapılan çalışmada; analizi yapılan su numunelerinde bulunan pestisit konsantrasyon değerleri belirtilen mevzuat sınırının altında tespit edilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmada analizi yapılan su numunelerinde bulunan pestisit konsantrasyon değerleri 0,1 µg/L olan mevzuat limit değerinin altında tespit edilmiştir. Sonuç olarak, çalışılan su numunelerinde halk sağlığını tehdit eden miktarlarda pestisit bulunmadığı saptanmıştır. Analiz edilen numunelerde mevzuat değerlerinin altında sonuçların elde edilmesi, belirtilen illerde pestisit kaynaklı kirleticilerin içme-kullanma, kaynak ve doğal mineralli sularına herhangi bir şekilde karışmadığını ve aynı zamanda pestisit uygulamalarının bahsi geçen suları kirletecek seviyede olmadığı anlamını da gösterebilmektedir. Bundan sonraki çalışmalarda değişik illerden alınan numune çeşitliliği artırılarak hem iller bazında hem de bölgesel olarak içme-kullanma, kaynak ve doğal mineralli sularda pestisit kirliliği veya bulaşması hakkında daha fazla bilgi sahibi olunması sağlanabilir. |
| 10. | Aksaray, Nevşehir, Niğde İllerindeki İlçe Okullarında Stafilokokal Enterotoksin ve Bacillus cereus İlişkili Gıda Kaynaklı Salgın, 2015 Food-borne Outbreak Associated with Staphylococcal Enterotoxin and Bacillus cereus In Districts Schools—Aksaray, Nevsehir, Nigde Provinces, 2015 Fatma Özarslan, Pınar Duman, Serap Çetin Çoban, Gülşen Barlas, Fehminaz Temeldoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.89847 Sayfalar 399 - 408 GİRİŞ ve AMAÇ: Aynı yemek firmasında 25 Mayıs 2015’te hazırlanan öğle yemeğinden yiyen 7 ilçeden 872 öğrenci hastanelere bavurmuştur. Hastaneye başvuranların 406’sında bulantı, kusma, baş dönmesi ve titreme şikayetleri olduğu belirlenmiştir. Bu inceleme kaynağının ve bulaş yolunun tespit edilmesi ve kontrol önlemlerinin alınması amacıyla yapılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif kohort çalışmasında Olası vaka tanımı; etkilenen okullarda; 25 Mayıs 2015 tarihinde; "Karın ağrısı ve bulantı ve kusma şikâyetleri olan kişiler" olarak belirlenmiştir. 2713 öğrenci, 137 öğretmen, 22 okul çalışanı ile yüz yüze görüşülmüştür. Etkeni tespit etmek için okullardan ve yemek firmasından su ve gıda örnekleri, hastalardan ve yemek firması çalışanlarından 37 tane gaita numunesi alınmıştır. Aynı zamanda gıda firması çalışanlarından burun ve boğaz sürüntü örnekleri alınmıştır. BULGULAR: Öğle yemeği yiyen kişiler arasında atak hızı %52’dir (457/872). Vaka sayısı 25 Mayıs 2015 tarihinde pik yapmıştır ve salgın eğrisi salgının tek kaynaklı bir salgın olduğunu düşündürmektedir. İnkübasyon süresi ortalama 3,3±1,5 saattir. Vakalarda başlıca görülen semptomlar karın ağrısı (%84), bulantı (%83), kusma (%59), ateş (%30) ve ishaldir (%29). Salçalı makarna yiyen olası vakaların yemeyenlere göre hastalanma riski yaklaşık 6 kattır (RR: 5,6 %95 GA: 3,2-9,8). Okullardan alınan salçalı makarna örneklerinde Staphylococcus aureus enterotoksini ve Bacillus cereus, yemek firmasından alınan salçalı makarnada Staphylococcus aureus enterotoksini üremiştir. Gıda işleyicilerinden alınan burun, boğaz ve gaita numunelerinde ve hastalardan alınan gaita numunelerinde Staphylococcus aureus tespit edilmemiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu salgın kontamine salçalı makarnadan kaynaklanmaktadır. İncelemede kontaminasyon kaynağı bulunamamıştır. Gıda firmasına kontrol ve önleme tedbirleri ve iyi hijyen uygulamalarının yerine getirilmesi önerilmiştir. |
| 11. | Bayburt il merkezinde Shigella sonnei gastroenterit salgını, Ekim 2014 A Shigella sonnei gastroenteritis outbreak in Bayburt Province, Turkey, October 2014 Burcu Özüdoğru, Yavuz Kazık, Mecit Kızılaslan, Fehminaz Temeldoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.37084 Sayfalar 409 - 420 GİRİŞ ve AMAÇ: Bayburt Halk Sağlık Müdürlüğü 03-11 Ekim 2014 tarihleri arasında 23 kişinin hastaneye yatırıldığı, 794 kişinin etkilendiği gastroenterit vakalarında hızlı bir artış bildirmiştir. Bu inceleme kaynağının ve bulaş yolunun tespit edilmesi ve kontrol önlemlerinin alınması amacıyla yapılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu vaka-kontrol çalışmasında hastane kayıtları incelenmiştir. Şüpheli vakalar 3-11 Ekim tarihinde gastroenterit ilişkili ICD-10 kodu ile (K-52) tanı almış Bayburt ilinde yaşayan kişilerdir. Olası vakalar günde üçten fazla ishali olan şüpheli vakalardır. Maruziyetleri rastgele seçilmiş olası vakalar ve bunların komşusu olan kontroller arasında karşılaştırma yapılmıştır (247: 247). Düzenlenmiş tahmini rölatif risk (TRRadj) su tüketimi ve hijyen alışkanlıklarını içeren lojistik regresyon modeli kullanılarak elde edilmiştir. Etkeni tespit etmek için 32 su numunesi ve 10 gaita numunesi kültürü yapılmıştır. Su depoları ve mahalle çeşmeleri incelenmiştir. BULGULAR: Atak hızı ‰13,0’tür (794/60980). En sık görülen semptomlar ishal (%100,0), karın ağrısı (%93,9), ateş (%81,0) ve bulantı’dır (%74,5). Sadece mahalle çeşme suyu içme referans alındığında ve hijyen alışkanlıkları kontrol edildiğinde sadece musluk suyu içme (73/247), vakalarda kontrollere göre 2,3 kattır (TRRadj 2,3,%95 GA 1,4-3,6). Üç gaita örneğinde S. sonnei tespit edilmiştir. Su deposundan alınan 6 su örneği Coliform (4-13 CFU / 100ml), Escherichia coli (E. coli) ( (1-2 CFU / 100ml), Enterococcus (2-5 CFU / 100 ml) açısından pozitif tespit edilmiştir. Tüm örneklerde serbest klor seviyesi 0 (sıfır) ppm tespit edilmiştir. Çevresel incelemeler su depolarının fiziksel şartlarının (klorlama cihazı bulunmaması, paslanmış boru mevcudiyeti gibi) uygunsuz olduğunu göstermiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu S. sonnei salgınının kontamine şebeke suyu kaynaklı olduğu düşünülmektedir. Su depolarının onarımı ve tüm depolarda klorlama cihazı bulundurulması önerilmiştir. Halk Sağlığı eylemi olarak hijyen uygulamaları ve kaynatılmış su tüketimi konusunda halk bilgilendirmiştir. |
| DERLEME | |
| 12. | Probiyotiklerin Tümör Baskılayıcı Etkileri Tumor Suppressor Effects of Probiotics Münevver Kahraman, Aynur Gül Karahandoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.15428 Sayfalar 421 - 442 Hipokrat’ın “Tüm hastalıklar bağırsakta başlar.” yaklaşımından sonra günümüzde de bağırsaklar “ikinci beyin” olarak adlandırılmakta ve bağırsaktaki mikrobiyal denge-sağlık ilişkisi yoğun araştırmaların konusu olmaktadır. Bağırsaklarda çeşitli nedenlerle bozulan mikrobiyel dengenin yeniden oluşturulmasında ise probiyotiklerden yararlanılmaktadır. Özellikle son 20 yılda probiyotiklerin sağlık üzerine etkilerine yönelik pek çok bilimsel bulgu elde edilmiştir. Bunlar arasında modern çağın vebası olarak da kabul edilen kanser üzerine probiyotiklerin etkisini incelemeye yönelik çalışmalar son derece ilginçtir ve bu konu aydınlatılması gereken pek çok bilinmeyeni içermektedir. Probiyotiklerin kanseri önleme ve tedavi etme etkilerinde çeşitli mekanizmalar geçerlidir. Örneğin kanser öncül maddelerini üreten patojenleri inhibe ederek, bağırsak mikroflorasının düzenlenmesinde ve böylece bu zararlı bileşiklerin oluşumunun önlenmesinde etkili olmaktadır. Probiyotiklerin, antimikrobiyal ürünlerin üretimi yoluyla patojen bakterileri engelleyici ve immunomodülatör hücreleri uyarıcı özellikleri gibi kanser oluşumunu önleyici olumlu etkilerine ait de birçok bulgu elde edilmiştir. Kanseri tetikleyen etkenler oldukça karmaşık olmakla birlikte, beslenme yoluyla alındığında probiyotiklerin mutasyona ve tümör oluşumuna yol açan bileşiklerin neden olduğu DNA hasarını önlediği gözlenmiştir. Ayrıca probiyotikler kısa zincirli yağ asitleri gibi kanserden korunmada yararlı olan metabolitleri üretmektedir. Probiyotiklerin kanseri önleyici etkilerini, tümör oluşumunu engelleme, tekrar etme olasılığını azaltma ve oluşmuş kanser hücrelerini ve dokularını yıkıma uğratma şeklinde gerçekleştirebildiklerini gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Probiyotiklerin yerleşim alanı olan kalın bağırsak dışında, mesane, meme ve karaciğer gibi yerleşim alanı olmayan organ ve dokularda da tümör oluşumu ve gelişimini engelleyici etkisi olduğu gösterilmiştir. Probiyotiklerin sağlık üzerine etkilerinin toplum tarafından anlaşılması ticari preparatların kullanımını dünyada ve ülkemizde yaygınlaştırmıştır. Ancak probiyotiklerin kanserin önlenmesi ve tedavisinde kullanılabilmesi için etki mekanizmalarını somut şekilde açıklayan ve olumlu sonuçları klinik denemelerle ispatlanmış birçok çalışmanın yapılması gerekmektedir. Bu derlemede, probiyotiklerin farklı kanser tiplerine etkilerini ispatlamak amacıyla in vitro ve in vivo koşullarda yapılmış öncü niteliğinde çeşitli çalışmalar bu alana ilgi duyan araştırıcılar için irdelenmiş ve tartışılmıştır. |
| 13. | Polimerik Veziküller ve Biyolojik Uygulamaları Polymeric Vesicles and Biological Applications Umut Can Öz, Asuman Bozkırdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.87369 Sayfalar 443 - 458 Bilimin gelişmesindeki temel yaklaşım olan olan doğayı taklit etme çabasının günümüzdeki en son örneklerinden birisi polimerik veziküler sistemlerdir. Hücresel bölümlendirmenin yapıtaşı olan fosfolipitlerin kendiliğinden oluşum süreci ile veziküler yapıları oluşturması sürecinin, sentetik amfifilik kopolimerler üzerinde uygulanması ile üretilen polimerik veziküllerin biyolojik uygulamaları, özellikle eczacılık ve tıp alanında büyük ilgi görmüştür. Polimerik veziküller, kopolimerin hidrofobik bloğunun su ile temasını en aza indirgemek için yan yana gelerek çifte tabakalı bir membranı oluşturması ve bu membranın sulu ortamı çevrelemesiyle meydana gelen mikroskopik/nanoskopik partiküllerdir. Yapılarındaki sulu lümen içerisinde hidrofilik molekülleri barındırabilen bu sistemler aynı zamanda hidrofobik molekülleri kopolimerik vezikül membranı içerisinde taşıyabilmektedirler. Dolayısıyla, yapısında her türlü molekülü taşıyabilme kapasitesi olan ve üretilen çeşitli kopolimer ile kendisine farklı uygulama alanları bulmuş polimerik veziküller, araştırmacılar tarafından çoğunlukla ilaç taşıyıcı sistemler, medikal görüntüleme ajanları, nanoreaktörler ve son yıllarda da kendiliğinden çalışan nanomotorlar olarak kullanılmaktadır. Bu derleme ile, polimerik veziküller üzerinde çalışma yapacak bilim insanları/araştırmacılara genel bir perspektifin sunulması ve güncel bilgilerin bir arada verilmesi amaçlanmıştır. |