ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 76 (2)
Cilt: 76  Sayı: 2 - 2019
1.
THDBD 2019-2 Cilt 76 Tüm Dergi
TBHEB 2019-2 Vol 76 Full Printed Journal
Utku Ercömart
Sayfalar 124 - 229
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2.
Yozgat Çevresinde Yaşayan Çocuklarda Brusella Antikor Seropozitifliği
Brucella Antibody Seropositivity In Children Living Around Yozgat
Seda Sabah Özcan, Ghaniya Daar Ede, Neziha Yilmaz
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.43660  Sayfalar 125 - 130
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Bruselloz, dünya ölçeğinde görülen zoonotik bir hastalıktır. Türkiye’de yüksek morbidite ve düşük mortalite ile ilişkili halk sağlığı problemleri arasında yer almaktadır. Gelişmiş ülkelerde oldukça nadir görülür. Yüksek morbiditeli olması ve ekonomik kayıplara yol açması nedeniyle ülkemizde ve gelişmekte olan ülkelerde halen önemli bir halk sağlığı sorunu olarak devam etmektedir. Ülkemizde, olguların büyük çoğunluğunu hayvancılığın yoğun olarak yapıldığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşayan bireyler oluşturur. Bruselloz patognomonik bulgularla seyreden bir hastalık olmadığından tanının doğrulanması için serolojik ve bakteriyolojik testler gereklidir. Dünyada, özellikle endemik bölgelerdeki bruselloz vakalarının %20-30'unu çocuklar oluşturmaktadır. Çocukluk çağı bruselloz daha ziyade pastörize olmayan süt ve süt ürünlerinin tüketiminden kaynaklanır. Yozgat ilinde çiğ süt ve süt ürün kullanımı yaygındır. Çocukluk çağında brusella antikor seropozitifliği ile ilgili veriler çok sınırlıdır. Bu çalışmada Yozgat ve çevresinde yaşayan çocuklarda brusella antikor seropozitifliğinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 1-15 yaş grubunda sağlıklı 238 çocuk dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen çocukların ebeveynlerinden aydınlatılmış onam alındı. Çocukların hane halkı sayısı ve yaşadıkları yerler (kırsal veya kentsel bölge) sorgulandı. Serum örneklerinde ELISA yöntemi kullanılarak Brucella antijenlerine karşı antikorların varlığı araştırıldı.
BULGULAR: Bulgular: Çalışmaya alınan 238 çocuğun yaş ortalaması 7.3 ± 4.1 olup çocukların %48’i kız %52’si erkek idi. Çalışmaya dahil edilen çocukların 71’i (%30)’u kırsal 167’si (%70)’i kentsel bölgede yaşamaktaydı. Çalışma kapsamına alınan çocukların %1.6 ‘sında Brusella Ig G antikoru pozitif olarak saptanırken olguların hiçbirinde Brusella IgM antikoru saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Çalışmamızda seropozitivitenin yüksek bulunması, çalışma populasyonunun hastane başvuruları arasından oluşturulması, günümüzde pastorize olmayan süt ve süt ürünleri kullanılması ve ailelerin zaman zaman kırsal kesimden gelen süt ürünlerini kullanıyor olmasından kaynaklanabilir. Çocuklarda bruselloz, daha çok subakut veya asemptomatik olarak geçirildiğinden genellikle tedavisiz kalır. Tedavisiz kalan olgularda kronikleşme ve buna bağlı olarak ileri yaşlarda gelişebilecek sekeller nedeni ile çocuklarda bruselloz özellikle endemik bölgelerde araştırılması gereken bir halk sağlığı sorunudur.
INTRODUCTION: Objective: Brucellosis is a zoonotic disease in the World. It is associated with a high degree of morbidity and minimal mortality among the public health problem in Turkey
It is very rare in developed countries. Due to its high morbidity and economic loss, it still remains a major public health problem in our country and in the developing countries.
In our country, the vast majority of the cases are individuals living in the regions of Eastern and Southeastern Anatolia where animal husbandry is intensively performed.
Since brucellosis is not a disease with pathognomonic findings, serological and bacteriological tests are necessary to confirm the diagnosis. In the world, 20-30% of the cases of brucellosis, especially in endemic regions, are children. Childhood brucellosis is most often caused by the consumption of non-pasteurized milk and dairy products. Raw milk and milk products are common in Yozgat province. In childhood, the data about the seropositivity of brucella are very limited. In this study, it was aimed to investigate the seropositivity of brusella antibody in children living in and around Yozgat.


METHODS: Methods: The study included 238 healthy children in the 1-15 age group.
Approved informed by parents before being included in the study.
The number of households the children live in and the places they live in (rural and urban area) were questioned. Serum samples were analyzed for the presence of antibodies to Brucella antigens using a direct enzyme-linked immuno sorbent assay (ELISA).

RESULTS: Results: The average age of the 238 children studied was 7.3 ± 4.1 years, of which 48% were girls and 52% were girls. 71 (30%) of the children included in the study were rural and 167 (70%) were living in urban areas. No Brucella IgM antibody was detected in any of the cases when Brucella IgG antibody was detected in 1.6% of the children included in the study.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Conclusions: The high seropositivity in our study may be due to the fact that the study population is formed from hospital applications, the use of non-pasteurized milk and dairy products nowadays, and the fact that families sometimes use dairy products from rural areas.
Brucellosis in children can not usually be treated because it is more subacute or asymptomatic. Brucellosis is a public health problem that needs to be investigated especially in endemic areas in children due to chronicity in the untreated cases and consequent sequelae that can develop in later ages.


3.
Manisa İli Hepatit A Seronegatifliği ve Sosyal Belirleyicilerle İlişkisi, 2014
Hepatitis A seronegativity and its relationship with social determinants in Manisa Province, 2014
hilal görgel kahraman, Özgen Alpay Özbek, Mestan Emek, Gonca Atasoylu, Özgur Sekreter, Belgin Unal
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.05826  Sayfalar 131 - 140
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırmada 2014 yılı Manisa İli’nde iki yaş üstü nüfusta, hepatit A seronegatifliğinin sosyal belirleyicilerle ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın bağımlı değişkeni, hepatit A seronegatifliği; bağımsız değişkenleri cinsiyet, yaş grubu, öğrenim durumu, mesleksel durum, yıllık kişi başı eşdeğer gelir, algılanan gelir durumu, hane yoğunluğu (odabaşına düşen kişi sayısı), yerleşim yeri ve çocukluk dönemi yerleşim yeridir. Serum örneklerinde anti-HAV pozitifliği elektrokemilüminesans metodu ile Roche ticari marka ürünü olan Cobas e 411 (Roche Diagnostics GmbH, Mannheim, Germany) analizörü ve bu analizörle uyumlu Roche Cobas Elecsys anti-HAV kiti ile üreticinin önerileri doğrultusunda çalışılmış ve yorumlanmıştır. Bağımsız değişkenlerle bağımlı değişken arasındaki ilişki kategorik değişkenler için ki-kare testi ile incelenmiştir. Her bir değişkene ait kaba ve yaşa göre düzeltilmiş Odds Ratio (OR) ve %95 güven aralıkları (GA) lojistik regresyon yöntemiyle hesaplanmıştır.
BULGULAR: Araştırmada 1223 kişinin veri ve örneği değerlendirilmiştir. Hepatit A seronegatifliği %24.4 olarak saptanmıştır. Hepatit A seronegatifliğinin en yüksek olduğu yaş grupları 2-9, 10-19 ve 20-29 olup sırasıyla,%78.5, %65.8 ve %31.3 olarak bulunmuştur. 30 yaş ve üzeri gruplarda seronegatiflik %5.5-%0.0 olarak değişmektedir. Hepatit A seronegatifliğinin en düşük olduğu ilçe Köprübaşı (%8.30), en yüksek olduğu ilçe ise Kırkağaç’tır (%34.6).
Araştırmada hepatit A seronegatifliğinin sosyal belirleyicilerle ilişkisine bakıldığında; yıllık kişi başı eşdeğer geliri ≤3265TL olma (OR: 0.61, %95 GA: 0.42-0.90) ve hane yoğunluğuna göre kişi sayısı 1’den fazla olma (OR: 0.48, %95GA: 0.32-0.71) ile hepatit A seronegatifliği arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Hepatit A seronegatifliği ile cinsiyet, çocukluk dönemi yerleşim yeri, yerleşim yeri, öğrenim durumu, mesleksel durum, algılanan gelir düzeyi ve hanedeki tuvaletin konumu arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p>0.05).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocukluk döneminde seronegatiflik ve bulaştırıcılığın yüksek olması, ilerleyen yaşla birlikte morbidite ve mortalitenin artması nedeniyle aşılama yapılmalıdır. Sağlık hizmet gereksinimi belirlenirken hepatit A seronegatifliğinin yüksek olduğu bölgeler, düşük gelirli ve kalabalık aileler öncelenerek bağışıklama ve sağlık eğitimi hizmeti verilmelidir.

NOT
Çalışma 19. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi’nde(15-19 Mart 2017, Antalya) sözel bildiri olarak sunulmuştur.

INTRODUCTION: The aim of this cross-sectional study is to investigate the relationship between hepatitis A seronegativity and some social determinants in Manisa Province, in the year 2014.
METHODS: The study was carried out using the data and obtained from the study titled 'Determining the Seroprevalence of Some Vaccine-Preventable Diseases in Manisa'. The dependent variable was hepatitis A seronegativity; gender, age group, educational level, occupational class, annual income per capita, perceived income status, household density (number of people per room) and childhood place of residence were the independent variables. Serum samples were analyzed for total anti-HAV positivity with electrochemiluminescence immunoassay method by a Roche-Cobas e 411 (Roche Diagnostics GmbH, Mannheim, Germany) device and compatible kits. The relationship between dependent and independent variables were examined by using chi-square test for categorical variables. The adjusted odds ratios (OR) and 95% confidence intervals (CI) for each variable were calculated by logistic regression method.
RESULTS: In this study, data from1223 person were analyzed. Hepatitis A seronegativity was 24.4%. The age groups with the highest hepatitis A seronegativity were 2-9, 10-19 and 20-29, with the percents of 78.5%, 65.8% and 31.3% respectively. Seronegativity percentages range from 0.0% to 5.5% in groups over 30 years of age. Köprübaşı district (8.30%) had the lowest hepatitis A seronegativity and Kırkağaç (34.6%) had the highest. When we evaluated the association between social determinants and hepatitis A seronegativity; having an equivalent of annual income per capita equal or lower than 3265 TL had a protective effect on hepatitis A seronegativity (OR: 0.61, 95% CI: 0.42-0.90). According to the density of the households, it was found that those who had more than one person had a protective effect on hepatitis A seronegativity (OR: 0.48, 95% CI: 0.32-0.71). There was no significant association between hepatitis A seronegativity and gender, place of childhood, place of residence, educational status, occupational status, perceived income level and toilet location of the dwelling (p> 0.05 for all).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Hepatitis A vaccination should be performed because of high contagiousness during childhood and increasing mortality and morbidity with aging. Districts with high hepatitis A seronegativity, families with low-income and households with high density must be prioritised for immunization and health education services



4.
Terme ilçesinde Shilella sonnei enfeksiyonu salgını, Türkiye, Eylül 2012
Outbreak of Shigella sonnei infection in Terme City, Turkey, September 2012
SELMUR TOPAL, HUSEYIN CELIK, Şenol YILMAZ, Erdinç Özoğlu, Okan Karaoğlanoğlu, Fehminaz Temel, HULYA SIRIN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.90277  Sayfalar 141 - 148
GİRİŞ ve AMAÇ: Türkiye’de her yıl su kaynaklı akut gastroenterit salgınları görülmekle birlikte bunların sadece bazıları ayrıntılı olarak araştırılmaktadır. Samsun Halk Sağlığı Müdürlüğü, 24 Eylül 2012 tarihinde, Terme ilçesinde akut gastroenterit vakalarında artış olduğunu Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’na bildirmiştir. Bu salgın, salgının kaynağını ve bulaş yolunu tespit etmek ve salgın ile ilgili kontrol önlemlerini almak amacı ile incelenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Eşleştirilmiş vaka kontrol çalışması yapılmıştır. Araştırmada olası vaka Terme İlçesinde ikamet eden, günde 2 ve daha fazla ishal ve kusma veya karın ağrısı, bulantı, ateş ve diğer semptomlardan iki ve daha fazlasına sahip olan kişi olarak tanımlanmıştır. Çalışmada 15-24 Eylül tarihleri arasında hastaneye başvuran olası vakalar ve bunların 1.1 eşleştirme ile komşularından seçilen kontroller maruziyet açısından karşılaştırılmıştır. Etkenin tespit edilmesi için hastaneye başvuran vakaların 33’ünden gaita numunesi alınmış, mikrobiyolojik, viral ve parazitolojik inceleme yapılmıştır. Salgına neden olduğu düşünülen kontaminasyonun tespit edilmesi amacı ile su kaynakları, deposu ve su şebeke sistemi de incelenmiş ve su örnekleri alınmıştır.
BULGULAR: Akut barsak enfeksiyonu sürveyans verilerinin incelenmesinde hastaneye 4050 gastroenterit tanısı ile ilişkili ICD10 tanı kodları ile başvuru olduğu belirlenmiştir. Atak hızı %9.2’dir. Salgın incelemesinde 112 olası vakanın %65’inin kontrollerin ise % 50’sinin musluk suyu içtiği (ORadj=1.9; %95 GA: 1.1-3.5), buna karşılık vakaların %39’unun kontrollerin ise %54’ünün şişe suyu içtikleri (ORadj=0.51, %95 GA: 0.29-0.90) belirlenmiştir. Toplanan 33 gaita örneğinin 27’sinde kültür sonucu Shigella sonnei, değişik noktalardan alınan 52 su örneğinin 18’inde total koliform (47-500) ve 4’ünde E. coli (5-20) tespit edilmiştir. Çevresel incelemede su deposunun yakınlarında kırık su borusu tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu geniş çaplı salgın, kontamine musluk suyunun içilmesine bağlı büyük bir Shigella sonnei salgınıdır. Su şebeke sisteminin incelenmesi ve tamir edilmesi sağlanmıştır.
INTRODUCTION: Waterborne outbreaks occur in Turkey every year; however, few have been thoroughly investigated. On 24 September 2012, an increase in gastroenteritis cases in Terme City, Samsun Province was reported to the Public Health Institution of Turkey. We investigated this outbreak to determine its source and mode of transmission, and to recommend control measures.
METHODS: A matched case control investigation was conducted. A probable case had onset of diarrhoea (≥2/day) and vomiting plus ≥2 of the following symptoms in a Terme City resident: abdominal pain, nausea, perceived fever. In the study, we compared exposures during 15-24 September, of probable cases and 1: 1 matched neighbourhood control-persons. We took stool samples of 33 cases to identify the agent and for bacteriological, viral and parasitological tests.
We inspected the water sources, water distribution system and tanks for possible cause of contamination and collected water samples.


RESULTS: We identified 4050 hospital admissions with gastroenteritis-related ICD codes from acute gastroenteritis surveillance data. The attack rate was 9.2%. ın this outbreak investigation, of 112 probable cases, 65% had drank unboiled tap-water during 15-24 September, compared to 50% of 112 control-persons (ORadj=1.9; 95% CI: 1.1-3.5); conversely, 39% of case-patients and 54% of control-persons had drank bottled water (ORadj=0.51, 95% CI: 0.29-0.90). Of 33 stool specimens collected, 27 were culture-positive for Shigella sonnei; of 52 water samples collected at various distribution points, 18 had total coliform (range: 47-500) and 4 had E. coli (range: 5-20). Environmental investigation revealed a damaged water-pipe nearby the water tank.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This large Shigellosis sonnei outbreak was caused by drinking contaminated tap-water. We recommended thorough inspection and repair of water treatment system.

5.
Meram ilçesinde ev tipi su arıtma cihazların kullanım sıklığının belirlenmesi ve içme suyu kalitesine etkisi
Determination of usage frequency of household type water purifiers and effects on drinking water quality in Meram district
YUSUF KENAN BOYRAZ, Lutfi Saltuk Demir, Kübra Eken, Muhammed Fatih TABARA, Reyhan Evci, Yasemin Durduran, Mehmet Uyar, Tahir Kemal ŞAHİN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.90197  Sayfalar 149 - 156
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, ev tipi su arıtma cihazlarının Meram ilçesinde kullanım sıklığının tespit edilmesi ve bu cihazların içme suyunun mikrobiyolojik ve kimyasal kalitesine etkisinin saptanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel tipteki bu çalışma Konya ili Meram ilçesinde 1 Nisan – 1 Haziran 2016 tarihleri arasında yapılmıştır. Örneklem büyüklüğü G-Power 3.1.9.2 bilgisayar programı ile Meram ilçesinde ev tipi su arıtma cihazı kullanım prevalansı bilinmediğinden %50 alınarak %95 güven aralığında (α=0.05), %7 sapma, %80 güç ve desen etkisi 2 olacak şekilde 810 hane olarak hesaplanmıştır. Meram ilçesindeki mahallelerden örnekleme seçilen 810 haneye ulaşılmıştır. Çalışmaya katılmayı kabul eden katılımcılara yüz yüze görüşme yöntemiyle anket uygulanmıştır. Ev tipi arıtma cihazı kullanılan ve analiz için ulaşılabilen hanelerin şebeke sisteminden ve arıtma cihazlarından, mikrobiyolojik ve kimyasal analiz için su örnekleri alınmıştır. Mikrobiyolojik analiz membran süzme yöntemiyle Konya Halk Sağlığı Laboratuvarında yapılmıştır. Kimyasal analizler; pH, iletkenlik, serbest klor, amonyum, nitrit, florür, kalsiyum, magnezyum ve toplam sertlik analizleri Hach Lange DR 3900 UV spektrofotometresiyle ve Hach Lange HQ40D pH-iletkenlik cihazıyla, Meram Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda yapılmıştır.
BULGULAR: Görüşülen 810 hanenin 67'sinde (% 8.3) su arıtıcılarının kullanıldığı tespit edilmiştir. Ev tipi su arıtma cihazlarından önce, musluk suyundan alınan örneklerin hiçbirinde toplam koliform bakterilerin üremesi görülmemiştir. Arıtılmış sudan alınan bir örnekte ise 9 kob/100 mL toplam koliform bakteri üremesi gözlemlenmiştir (% 2.5). Serbest klor, pH, iletkenlik, florür, kalsiyum, magnezyum ve toplam sertlik analizlerin, şebeke suyuna kıyasla arıtılmış suda önemli ölçüde düşük olduğu tespit edilmiş; nitrit ve amonyum analizlerinde ise önemli bir farklılık gözlenmemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ev tipi su arıtma cihazları hem hijyenik açıdan hem de sağlık için faydalı olan; florür, kalsiyum, magnezyum mineralleri ile suyun toplam sertliğini önemli ölçüde azaltmasından dolayı sağlıklı ve kaliteli bir içme suyu tercihi olarak bulunmamıştır. Düzenli bakım yapılmasına rağmen iyi hijyen sağlanamadığı durumda mikrobiyolojik açıdan halk sağlığı sorunu ortaya çıkmasına sebep olabilirler.
INTRODUCTION: In this study, it is aimed to determine usage frequency of household type water purifiers in Meram district and their effects on microbiological and chemical quality of water.
METHODS: This cross-sectional study was conducted in Meram district of Konya province between the dates of 1st April - 1st June 2016. As the usage prevalence of household type water purifiers in Meram district was not known, it was assumed as 50% with G-Power 3.1.9.2 software; sample size was calculated as 810 houses with 95% confidence interval (α=0.05), 7% deviance, 80% power and design effect as 2. 810 houses were selected which were sampled from the neighborhoods of Meram district. A questionnaire was applied to the participants who agree to participate, by face to face interview. Water samples were taken from homes which were accesible, for microbiological and chemical analysis from the water network system and the household water purifier. Microbiological analysis was performed by membrane filtration method in Konya public health laboratory. Chemical analyzes (pH, conductivity, free chlorine, ammonium, nitrite, fluoride, calcium, magnesium and total hardness) were carried out by the Hach Lange DR 3900 UV spectrophotometer and the Hach Lange HQ40D pH-conductivity instrument at Meram Medical Faculty Public Health Department.
RESULTS: It is found that water purifiers are being used in 67 out of 810 households (8.3%) that were interviewed. None of the samples taken from tap water before household type water purifiers were shown total coliform bacteria growth. In one sample taken from treated water thorough purifiers, 9 kob/100 mL total coliform growth was observed (2.5%). In analyses of free chlorine, pH, conductivity, fluoride, calcium, magnesium and total hardness, all parameters were confirmed to be significantly lower in treated water compared to municipal water, while in analyses of nitrite and ammonium no significant differences were observed.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Household type water purifiers were found not to be a healthy and high quality preference for drinking water, as a result of both hygienic risks and the fact that they significantly decrease water hardness and amounts of salubrious minerals like fluoride, calcium and magnesium in municipal water. Despite regular maintenance when good hygiene can not be provided they may cause the problem of public health in microbiological terms.

6.
Yeni Zelanda Beyaz Tavşanların Serum Biyokimyasal Parametrelerin Normal Değerleri
Normal values of biochemical parameters in serum of New Zealand White Rabbits
Özcan Özkan, Selcuk PEKKAYA
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.53254  Sayfalar 157 - 162
GİRİŞ ve AMAÇ: Bir organ kompleksi olan laboratuvar hayvanları biyomedikal çalışmalarda insanlar için model olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle, laboratuvar hayvanlarının normal fizyolojik değerleri hakkında bilgi, sağlık durumlarıyla ilgili önemli bilgiler sağlar. Bu çalışmada da Yeni Zellanda tavşanlarının serum normal biyokimyasal değerlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Toplam 93 adet (60♂; 33♀) tavşanın kulaklarından kan alındı. Serum örneklerinde biyokimyasal testler yapıldı. Analizler için biyokimyasal parametrelerin belirlenmesinde ticari teşhis kitleri kullanıldı. İstatiksel olarak, erkek ve dişi tavşana göre değişkenlerin ortalama değerleri arasındaki fark bağımsız örnek t-testi ile analiz edildi.
BULGULAR: Erkek ve dişi tavşanlar arasında albümin, protein, CK ve LDH (p <0.05) değerleri istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Öte yandan dişi tavşanlarda kreatinin, kolesterol ve Mg değerleri (p <0.05) önemli derecede artmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hayvanların sağlık durumlarının değerlendirmesi için düzenli aralıklarla biyokimyasal testler yapılmalıdır. Birçok değişkene bağlı olduğundan, araştırmalarda kullanılan hayvanlarda aynı koşullardaki kontrol grubunun değerleri temel alınmalıdır.
INTRODUCTION: Laboratory animals, which are an organ complex, are used as model for human in biomedical studies. For this reason, information about the normal physiological values of laboratory animals provides important information on their health status. In this study, it is aimed to determine the serum normal biochemical values of New Zealand rabbits.
METHODS: Blood was taken from the ears of the rabbits. Biochemical tests were performed on serum samples. For analyses, commercial diagnostic kits were used for determination of biochemical parameters. Statistically, the difference between the mean values of the variables according to male and female rabbit was analyzed by independent sample t-test.
RESULTS: Albumin, protein, CK and LDH (p <0.05) values were found statistically significant between male and female rabbits. On the other hand, creatinine, cholesterol and Mg values (p <0.05) increased significantly in female rabbits.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Biochemical tests should be conducted at regular intervals to assess the health status of animals. Since many variables are linked, the animals used in the research should be based on the values of the control group on the same conditions.

7.
Kanser erken teşhis ve tarama eğitim merkezleri'ne (KETEM) başvuran kadınlarda Human Papillomavirüs (HPV) sıklığının değerlendirilmesi ve genotiplerin analizi
Evaluation of the frequency of Human Papillomavirus (HPV) in women admitted to cancer early diagnosis and screening training centers (KETEM) and analysis of HPV genotypes
Özgur Kan, Umit GORKEM, Ahmet Barış, Özgur Kocak, Cihan Togrul, Engin Yıldırım
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.47123  Sayfalar 163 - 168
GİRİŞ ve AMAÇ: Serviks kanseri Türkiye'de en sık görülen jinekolojik kanserler arasındadır. Human Papillomavirüs (HPV) genotipleri ile servikal maligniteler arasında kuvvetli bir neden sonuç ilişkisi mevcuttur ve bölgeler arasında bu genotiplerin dağılımı farklılıklar göstermektedir. HPV dağılımı üzerine yapılmış populasyon temelli epidemiyolojik çalışmaların eksikliği sebebiyle prevalans ile ilgili veriler kısıtlıdır. Çalışmanın amacı Çorum ilindeki Human Papillomavirüs (HPV) pozitiflik oranlarının ve yüksek riskli HPV tiplerinin dağılımlarının incelenerek, Türkiye genelinde HPV haritası çıkarılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çorum ili Kanser Erken Teşhis ve Tarama Eğitim Merkezleri'ne (KETEM), Ağustos 2014 ile Ocak 2018 yılları arasında başvuran toplam 33.649 kadın dahil edilmiştir. Çalışma öncesi üniversite etik kurulundan gerekli onamlar alınmıştır. Servikal sürüntü örnekleri HPV-DNA inceleme için toplanmış ve PCR yöntemi ile HPV DNA araştırılmıştır. HPV DNA sonucunun pozitif olduğu belirlenen olgularda genotiplendirme için yeniden analiz yapılmıştır. Ek olarak, HPV pozitif olan olgularda sitolojik inceleme sonuçları karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen kadınlarda HPV DNA pozitiflik oranı %3.29 olarak saptanmıştır. HPV DNA pozitifliği saptanan 1108 olguda, serviks kanseri açısından en yüksek riskli alt tipler olan Tip 16 ve Tip 18 sıklıkları, sırasıyla %14.69 ve %1.17 olarak izlenmiştir. HPV DNA pozitifliği izlenen kadınların sitolojik sonuçları incelendiğinde %66.52'sinde prekanseröz lezyon saptanmamıştır ve bu hastaların %41.34'ünde enfeksiyon ilişkili sitoloji sonuçları gözlenmiştir. En sık izlenen sitolojik anormal sonuç %8.21 ile LGSIL olarak görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: HPV tiplendirme serviks kanseri tarama programlarında giderek önem kazanmaktadır. Bölgesel farklılıklar ve literatürde yer alan çalışmaların metodolojisindeki heterojen dağılım düşünüldüğünde Sağlık Bakanlığı'nın 2019 yılında yayınlaması beklenen Türkiye geneli tarama programı sonuçları HPV prevalansının ve bölgeler arasındaki dağılımın değerlendirilmesinde yol gösterici olacaktır. HPV genotiplerinin yaygınlığının değerlendirilmesi ve ülkenin her bölgesinden edinilen verilerin analizi ile uygun aşılama ve korunma politikaları geliştirilebilir.
INTRODUCTION: Cervical cancer is one of the most common gynecologic cancers among women in Turkey. Human papillomavirus genotypes (HPV) are strongly associated with cervical malignancies, and the distribution of HPV genotypes varies regionally. The population-based epidemiological data of HPV prevalance in the general population in most parts of the country remains unknown. The purpose of the study was to assess HPV positivity rates, detect high-risk HPV types and obtain HPV mapping of Çorum, Turkey.
METHODS: A total of 33,649 patients who applied to Cancer Early Diagnosis, Screening and Training Centers (KETEM) between August 2014 and January 2018 were included in this study. Prior to the study, permission was obtained from the ethics committee of the university. Cervical swab samples were collected for HPV-DNA examination and PCR method used to detect HPV DNA. Genotyping was performed in HPV DNA positive samples. In addition, cytologic examination results were also recorded in patients with HPV positive.
RESULTS: HPV DNA positivity was found in 3.29% of the patients. HPV DNA was positive in 1108 cases, The highest risk subtypes for cervical cancer, Type 16 and 18, were 14.69% and 1.17%, respectively. When cytological results of HPV DNA positive women were examined; 66.52% of the patients had no precancerous lesion and infection-related cytology results were observed in 41.34% of these patients. The most frequent cytologic abnormal result was LGSIL with 8.21%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: HPV typing studies are increasingly important in cervical cancer screening. Considering the regional differences and the heterogeneity of the studies, the results of the Ministry of Health's screening program in 2019 will guide the assessment of the prevalence. By mapping HPV genotypes and evaluating advanced data across all country, appropriate vaccination and prevention policies can be developed.

8.
Yoğun Bakım Ünitesinde Gelişen Sağlık Bakım İlişkili Candida İnfeksiyonlarının Değerlendirilmesi
Evaluation Of Health-Care Associated Candida Infections In An Intensive Care Unit
Serife Cetin, Hafize Sav, İlhami Çelik, Elif Bolat, Fahriye Afsar Cagır, TUĞBA BULUT, Gulden Şengül, Serpil Başlarlı, Özlem Kaya Hassu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.78785  Sayfalar 169 - 176
GİRİŞ ve AMAÇ: Candida türleri sağlık bakım ilişkili (SBİ) infeksiyona yol açan tedavisi güç, mortalitesi yüksek patojenlerden birisidir. Sağlık bakım ilişkili Candida infeksiyonu insidansı bin hasta gününde 0.8-4.5 ve mortalitesi %5.8-%83.3 arasındadır. Bu çalışmada Candida türlerine bağlı gelişen SBİ infeksiyon sıklığı, Candida türleri, risk faktörleri ve mortalitenin irdelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İç Hastalıkları Yoğun Bakım Ünitesinde (YBÜ), 1 Ocak 2014 - 31 Aralık 2016 tarihleri arasında takip edilen 3399 hasta çalışmaya dâhil edildi. Hasta ve laboratuvara dayalı aktif sürveyans yöntemi ve Centers for Disease Control and Prevention (CDC) tanı kriterleri eşliğinde Candida infeksiyonu tanısı alan 41 olgu retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Sağlık bakım ilişkili Candida infeksiyon insidansı bin hasta gününde 3.7 olduğu tespit edilmiştir. Hastaların %53.7 (n=22)’si kadın ve %85.3 (n=35)’i 65 yaşın üzerinde olduğu belirlenmiştir. Candida infeksiyonlarının %73.1’inin üriner kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyonu (ÜKİ-ÜSE) olduğu saptanmıştır. İzole edilen Candida türlerinin %73.2 (n=30)’sinin non-albicans olduğu bulunmuştır. Mortalitenin %70.7 (n=29) olduğu belirenmiştir. Mekanik ventilatör (MV) desteğinde olan 17 hastanın 15’inin öldüğü (p=0.038), total paranteral nutrisyon (TPN) tedavisi uygulanan 19 hastanın ise 17’sinin öldüğü saptanmıştır (p=0.014). Candida türüne göre mortalite incelendiğinde, Candida albicans üremesi olan 11 hastanın 10’unun, non-albicans üremesi olan 30 hastanın ise 19’unun öldüğü tespit edilmiştir (p=0.086). Cinsiyet, yaş, diyaliz tedavisi, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), diyabetes mellitus (DM), kardiyo-vasküler hastalık (KVH), böbrek hastalığı (BH), üriner kateter (ÜK) ve santral venöz kateter (SVK) gibi risk faktörlerinin mortalite ile ilişkisinin olmadığı saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız sonucunda, hastanede yatış süresinin uzaması, MV desteği, TPN tedavisi ve Candida türlerinin mortaliteyi etkileyeceği belirlenmiştir. YBÜ’de çalışan sağlık profesyonellerinin invaziv işlemlerde asepsiye uyması, doğru bir şekilde el hijyeni sağlaması, infeksiyon kontrol önlemlerine etkin olarak uyması ile birlikte bu profesyonellere periyodik olarak eğitim verilmesi ve sağlık bakım standartlarının artırılması sonucunda SBİ Candida infeksiyon insidansı ve mortalitesi azaltılabilir.
INTRODUCTION: Candida is one of the pathogens with difficult to treat and high mortality that cause Healthcare-Associated Infections (HAIs). Candida infection is 0.8-4.5 per 1000 patient days and the mortality between 5.8% and 83.3%. The aim of this study was to investigate the incidence of HAIs Candida infection, and the risk factors of causing infections, Candida species and mortality.
METHODS: A total of 3399 patients who were hospitalized to Internal Medicine Intensive Care Unit between January 1, 2014 and December 31, 2016 were included in the study. Forty-one patients who were diagnosed with clinic of patient's, laboratory based surveillance method and Centers for Disease Control and Prevention diagnostic criteria with Candida infections were retrospectively investigated.
RESULTS: The incidence of HAIs Candida infection is 3.7 per thousand patient days. 53.7% (n=22) of the patients were female and 85.3% (n=35) were over 65 years old. 73.1% of Candida infections were urinary catheter associated urinary tract infection. Non-albicans were isolated in rate 73.2% (n=30). The mortality of patients with Candida infection were 70.7% (n=29). Fifteen of seventeen patients with mechanical ventilation (MV) died (p=0.038). Seventeen of nineteen patients who underwent total parenteral nutrition (TPN) treatment were found to have died (p=0.01). When investigated mortality by type of Candida, one of eleven patients with C. albicans and 19 of 30 patients with non-albicans died (p=0.08). There was no correlation between mortality with risk factors such as sex, age, dialysis treatment, chronic obstructive pulmonary disease, diabetes mellitus, cardiovascular disease, renal disease, urinary catheter and central venous catheter (p> 0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: We should not be forgotten that long term hospitalization, MV for respiratory support, TPN treatment and Candida of type in the hospital will may affect mortality. Health professionals working in the ICU are recommended to practice hand hygiene, aseptic techniques in invasive procedures, infection control and prevention procedures. In addition, periodic education of health professionals and development of healthcare standards can reduce the incidence and the mortality of HAIs Candida infection.

9.
Gastroenterit semptomları olan olgularda Adenovirüs sıklığının shell-vial hücrü kültürü yöntemi ile saptanması
Detection of adenovirüs frequency in cases with gastroenteritis symptoms by shell-vial cell culture
AYSEGUL AKSOY GOKMEN, Candan Cicek, Hale Kalfaoglu, Eylem Ulaş Saz
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.38233  Sayfalar 177 - 182
GİRİŞ ve AMAÇ: Virüslere bağlı gastroenteritler tüm dünyada yaygındır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde çocuklar için son derece önemli bir sağlık sorunu ve önde gelen bir mortalite sebebidir. Viral patojenler arasında rotavirüs (%25-65) ve enterik adenovirüsler (%5-15) en yaygındır. Bu çalışmada Ocak 2010- Mart 2014 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Viroloji Laboratuvarına gastroenterit ön tanısı ile gönderilen hastaların dışkı örnekleri incelendi. Dışkı örneklerinde Adenovirüs sıklığının shell-vial hücre kültürü tekniği ile belirlenmesi, yaş ve mevsimlere göre dağılımının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 264 akut gastroenterit ön tanılı hasta retrospektif olarak çalışmaya dahil edildi. Adenovirüs izolasyonunda shell-vial hücre kültürü yöntemi ve HEp-2 hücre dizisi (German Collection of Microorganisms and Cell Cultures, DSMZ, Almanya) kullanıldı. İşlemlerin tümü ikinci düzey güvenlik kabinlerinde yapıldı. Her hasta için bir hücre kültürü tüpü hazırlandı. Adenovirüsün saptanmasında, iki günlük inkübasyon süresi sonunda etkene özgül floresan izotiyosiyanat ile işaretlenmiş monoklonal antikor (Light Diagnostic, Millipore, ABD) kullanıldı. Floresan mikroskopta (Olympus BX50, Japonya) 20x ve 40x büyütmede değerlendirildi. En az iki veya daha fazla sayıda hücrenin tipik elma yeşili floresans verdiği örnekler pozitif olarak kabul edildi
BULGULAR: Akut gastroenterit ön tanısı ile çalışmaya dahil edilen 264 hastanın 190’ı çocuk (%72.0), 74’ü (%) erişkindi. Viroloji laboratuvarına gönderilen 264 dışkı örneğinin 13’ünde (%4.9) shell-vial hücre kültürü tekniği ile adenovirüs pozitifliği bulundu (Şekil 1). Pozitif bulunan örneklerin tümü 18 yaş altı hastalardı. Olguların 111’i kadın (%42), 153’ü erkek (% 58) hasta idi. Adenovirüs pozitifliği oranı açısından cinsiyetler arasında anlamlı fark bulunamadı (p>0.05). Mevsimsel sıklık açısından dışkıda shell vial hücre kültürü yöntemiyle adenovirüs pozitifliği en düşük yaz (%0.4) aylarında, en yüksek kış (%2.7) aylarında bulundu.


TARTIŞMA ve SONUÇ: Bölgemizde gastroenterit vakalarında enterik adenoviral etkenin de rutin olarak araştırılması gerektiğini düşündürmekle birlikte altın standart yöntem olan hücre kültürü ile yapılan çalışmamızdan elde edilen veriler epidemiyolojik verilere katkı sağlamaktadır.
Anahtar sözcükler: Gastroenterit, adenovirüs, shhel-vial hücre kültürü

INTRODUCTION: Gastroenteritis which is caused by viruses are common all over the world. It is a very important health problem and a leading cause of mortality for children in developed and developing countries. Among the viral pathogens, rotavirus (25-65%) and enteric adenovirus (5-15%) are the most common. In this study, stool specimens of patients sent to Ege University Medical Faculty Medical Microbiology Department Virology Laboratory between January 2010 and March 2014 for pre-diagnosis of gastroenteritis were examined. It is aimed to determine the frequency of adenovirus in stool specimens by shell-vial cell culture technique and to investigate its distribution according to age and season.
METHODS: A retrospective study of 264 patients with acute gastroenteritis were included in the study. The shell-vial cell culture method and HEp-2 cell line (German Collection of Microorganisms and Cell Cultures, DSMZ, Germany) were used for adenovirus isolation. All of the operations were done in second level security cabinets. A cell culture tube was prepared for each patient. In the detection of adenovirus, monoclonal antibody (Light Diagnostic, Millipore, USA) labeled with effect specific fluorescein isothiocyanate was used at the end of the two-day incubation period. The fluorescence microscope (Olympus BX50, Japan) was evaluated at 20x magnification and 40x magnification. Specimens that gave at least two or more of the cells a typical apple green fluorescence were considered positive
RESULTS: Of the 264 patients included in the study with acute gastroenteritis pre-diagnosis, 190 (70%) were children (72.0%) and 74 (%) were adults. 13 (4.9%) of the 264 stool samples sent to the virology laboratory had adenovirüs positivity with the shell-vial cell culture technique (Figure 1). All positive samples were under 18 years of age. Of the cases, 111 were female (42%) and 153 were male (58%). There was no significant difference between genders in terms of adenovirus positive rate (p> 0.05). In terms of seasonal frequency, adenovirüs was found to be the lowest in summer (0.4%) and the highest in winter (2.7%) by shell vial cell culture in stool
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although we think that enteric adenoviral agent should be investigated routinely in the gastroenteritis cases in our region, the data obtained from our work done with cell culture, which is the gold standart method, contribute to the epidemiological data.

10.
Ankilozan spondilitli hastalarda BMP-6 (rs267196 ve rs267192) genetik polimorfizmi
Genetic polymorphism of BMP-6 gene (rs267196 and rs267192) in patients with Ankylosing spondylitis
Özlem Öztopuz, Fatma Sılan, Özlem Coşkun, Ayla Akbal
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.91979  Sayfalar 183 - 194
GİRİŞ ve AMAÇ: Kemik morfogenetik proteinlerinin (BMP’ler), çeşitli popülasyonlarda Ankilozan Spondilit (AS) ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmanın amacı (BMP-6) gen polimorfizminin (rs267192 ve rs267196) AS ile ilişkisini belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu vaka kontrol çalışması, Ağustos ve Kasım 2013 tarihleri arasında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon polikliniğinde gerçekleştirilmiştir. Kırk iki AS hastası ve 58 sağlıklı kontrol BMP-6 (rs267192 ve rs267196) polimorfizmi için ters transkripsiyon-polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) analizi ile kontrol edildi. BMP-6 polimorfizmi ile laboratuvar bulguları arasındaki ilişkiyi değerlendirildi.
BULGULAR: BMP-6 rs267196 için AA, AT ve TT genotiplerinin sıklığı AS hastalarında% 9.5 (n = 4),% 38.1 (n = 16) ve % 52.4 (n = 22) idi ve ve kontrol grubunda % 15.5 (n = 9),% 44.8 (n = 26) ve % 39.7 (n = 23) sırasıyla. BMP-6 rs267196 A allel taşıyıcılar (T alelline karşı) 1.4 kat daha yüksek risk ve rs267192 T allel taşıyıcıları (C alelline karşı) AS için 1.08 kat daha yüksek risk taşıyordu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yapılan çalışmalar BMP-6 polimorfizmini AS için olası bir risk faktörü olarak önermesine rağmen, BMP-6, rs267196 ve rs267192 allelleri çalışma grubumuzdaki hastalık riski ile ilişkili bulunmamıştır.
INTRODUCTION: Bone morphogenetic proteins (BMPs) have been documented to be associated with Ankylosing Spondylitis (AS) in several populations. The goal of the present study was to determine the association of the (BMP-6) gene polymorphism (rs267192 and rs267196) with AS.
METHODS: This case-control study was conducted during August and November 2013 at the physical therapy and rehabilitation outpatient clinics of Çanakkale Onsekiz Mart University Hospital. Forty-two AS patients and 58 healthy controls were checked with reverse transcription-polymerase chain reaction (RT-PCR) analysis for BMP-6 (rs267192 and rs267196) polymorphism. We evaluated the relationship between the BMP-6 polymorphism and laboratory findings.
RESULTS: The frequencies of AA, AT, and TT genotypes for BMP-6 rs267196 were 9.5% (n=4), 38.1% (n=16), and 52.4% (n=22) in AS patients, and 15.5% (n=9), 44.8% (n=26), and 39.7% (n=23) in controls respectively. BMP-6 rs267196 A allele carriers (versus T ancient allele) had 1.4-fold higher risk and rs267192 T allele carriers (versus C ancient allele) had 1.08-fold higher risk for AS.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although some studies have suggested BMP-6 polymorphisms as a possible risk factor for AS, BMP-6, rs267196 and rs267192 alleles were not associated with the disease risk in our study groups.

11.
İndirekt Hemaglütinasyon Yöntemiyle anti-Echinococcus granulosus Antikorları Pozitif Saptanan Serum Örneklerinin Western Blot Testi ile Değerlendirilmesi
Western blot assay of anti-Echinococcus granulosus antibody positive serum samples by indirect haemagglutination method
Ayşe Semra Güreser, Gamze Gizem Duman, Fakhriddin Sarzhanov, Djursun Karasartova, Funda Dogruman Al, Aysegul Taylan Ozkan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.03779  Sayfalar 195 - 202
GİRİŞ ve AMAÇ: Echinococcus granulosus larvasının insanlarda sebep olduğu Kistik Ekinokokkoz (KE), ülkemizde hayvancılığın yoğun olarak yapıldığı bölgelerde yaygın görülen ve tanı için klinisyen, radyolog ve mikrobiyologların multidisipliner yaklaşımını gerektiren bir zoonozdur. Enzim-linked immünassay (ELISA) ve indirek hemaglütinasyon (IHA), hastaların tanısında ilk sırada tercih edilirken Western Blot (WB) testi daha çok doğrulama amacıyla kullanılmaktadır. Fakat serolojik testlerin hastalığın tanı ve takibinde tek başına kullanımı, değişken duyarlılık ve özgüllük oranları nedeniyle önerilmemekte, uygun tanı için birden fazla serolojik testin kullanımı gerekmektedir.
Çalışmamızda, Aralık 2015-2016 tarihleri arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Laboratuvarı’na KE şüphesiyle gönderilen hasta serumlarında IHA yöntemiyle titrasyon veren örneklerin doğrulama testi olarak kabul edilen WB yöntemi ile değerlendirilmesi ve iki test arasındaki tutarlılığın saptanması amaçlanmıştır.


YÖNTEM ve GEREÇLER: KE şüpheli örnekler E. granulosus antijenleri ile hazırlanmış IHA (Fumouze Laboratoires, Fransa) yöntemi ile analiz edilmiş, titre veren 54 örnek doğrulama testi kabul edilen WB (Anti-Echinococcus EUROLINE-WBIgG, Almanya) yöntemi ile tekrar çalışılmıştır. WB stripleri üzerindeki antijen bantlarının varlığı ve yoğunluğu ticari EURO-LineScan yazılımı kullanılarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Elli dört hastanın 44’ü (%81,48) IHA ile pozitif saptanırken, WB yöntemi ile 46’sı (%85,19) pozitif olarak saptanmıştır. Altı (%11,12) hasta IHA ile negatif (< 1/320 titre) olarak saptanırken WB testi ile pozitif olarak saptanmıştır. Bunlardan iki tanesi 1/80, dört tanesi de 1/160 titrede IHA negatif olarak saptanmıştır. Cohen's Kappa analizi ile iki test arasında düşük (fair, slight) tutarlılık olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak KE tanısında sadece IHA testi ile pozitif olan hastalar atlanabilmekte; bu nedenle immün-tanısal testlerin birlikte kullanımı tanıda duyarlılığı arttırmaktadır. IHA ile tarama, WB ile doğrulama yapılması durumunda kit kullanım kılavuzuna göre negatif olarak değerlendirilse dahi daha doğru sonuç verme açısından, 1/80’den itibaren titrasyon veren tüm serumların WB ile analizi önerilir.
INTRODUCTION: Cystic Echinococcosis (CE) is a zoonotic disease mainly caused by the larvae of Echinococcus granulosus is common in rural areas in Turkey. A multidisciplinary approach consisting of clinicians, radiologists and microbiologists is required for the proper diagnosis of the disease. Enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA) and indirect hemagglutination (IHA) tests are preferred in the primer diagnosis of cystic echinococcosis (CE), while western blot (WB) is used to confirm the disease. However the use of serologic tests alone in diagnosis and follow-up of the disease is not recommended due to variable sensitivity and specificity rates and multiple serologic tests are required for appropriate diagnosis. In our study, it was aimed to compare the test results of patients sera sent to Gazi University Medical Faculty Microbiology Laboratory, between December 2015 and December 2016, with the preliminary diagnosis of CE, by WB test after those titrated with IHA. It is also aimed to determine the consistency between the two tests.
METHODS: CE suspicious specimens were first tested by the IHA method (Fumouze Laboratoires, France) prepared with E. granulosus antigens. Afterwards 54 samples were tested again with the WB method (Anti-Echinococcus EUROLINE-WBIgG, Germany). The presence and intensity of antigen bands on the WB strips was assessed using commercial EUROLINE Scansoftware.
RESULTS: Of the 54 cases, we found that 44 (81.48%) were positive with IHA test while 46 (85.19%) of them were positive with WB method. Six patients (11.12%) were positive with WB while they were negative by the IHA (< 1/320 titer). Two of them were IHA-negative in the titer 1/80, four in the titer 1/160. Cohen's Kappa analysis showed fair (slight) consistency (κ = 0.26) between the two tests.
DISCUSSION AND CONCLUSION: As a result, using only IHA test can miss out CE patients therefore, the combined use of immunoassay tests increases the sensitivity in diagnosis. In the case of screening with IHA and confirmation with WB, for the more accurate results, the analysis of all sera titrating with IHA from 1/80 is recommended with WB, even if it is negative according to kit procedures.

12.
Polikistik over sendromunda progesterone tedavisinin pulmoner fonksiyonlara etkisi
Effects of progesterone treatment in polycystic ovary syndrome on pulmonary functions
Fikriye Karanfil Yaman, Sertaç Arslan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.46656  Sayfalar 203 - 210
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda polikistik over sendromlu hastaların solunum fonksiyon testlerinin değerlendirilmesi ve progesteron tedavisinin solunum fonksiyonlarına etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Eğitim araştırma hastanesi kadın doğum kliniğinde Rotterdam Kriterleri’ne göre polikistik over sendromu (PKOS) tanısı almış hastalar ve PCOS olmadığı bilinen sağlıklı kadınlar üniversite hastanesi göğüs hastalıkları kliniğinde solunum fonksiyon testi (SFT) ile değerlendirildi. SFT’den bağımsız olarak, PKOS hastaları kadın doğum kliniğinde iki siklus boyunca, siklusun 16 ve 25. günleri arasında medroxyprogesterone acetate ile tedavi edildi. Tedavi sonrasında hastalar tekrar SFT ile değerlendirildi. Bağımsız değişkenlerin karşılaştırılmasında Paired Sample t-test, normal dağılım göstermeyen değişkenlerde Mann-Whitney U test ve Wilcoxon test kullanıldı. P<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Tedavi sonrası FEV1 ve FVC değerleri tedavi öncesine göre anlamlı olarak artmış bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PKOS hastalarının tedavi öncesi SFT değerleri ile kontrol grubu arasında anlamlı farklılık saptanmazken, tedavi sonrası FEV1 ve FVC değerleri artmış bulundu.
INTRODUCTION: We aimed to evaluate patients with polycystic ovary syndrome in terms of respiratory function tests and to investigate the relationship between progesterone therapy and pulmonary functions.
METHODS: Fifty patients, who were diagnosed polycystic ovary syndrome (PCOS) according to Rotterdam criteria, at gynecology and obstetrics clinic of a research and training hospital included in the study group. Fifty healthy person were included in the control group. Both groups were evaluated with pulmonary function tests (PFT) at pulmonary medicine clinic of a university hospital. Independent from PFT survey, the patient group was treated with two cycles of medroxyprogesterone acetate between 16 and 25 days of the cycle as the standart follow up and treatment at gynecology and obstetrics clinic. Afterwards they were evaluated with PFT again. Statistical analysis of independent measurements were analyzed by Paired Sample t-test. Mann-Whitney U, Wilcoxon test was used to analyze the data without normal distribution. P value <0.05 was considered as significant.
RESULTS: Post-treatment pulmonary function test values were compared with pre-treatment values. Post-treatment FEV1 and FVC values were found increased after the treatment.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although the pulmonary function of PCOS patients were not different from that of the healthy female population, progesterone treatment has been shown to increase FEV1 and FVC values. However, studies should continue to show which mechanisms are effective at these hormones. A better understanding of the effects of sex hormones on respiration may lead to the application of hormone therapies in respiratory problems.


13.
Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğüne Bağlı Okullarda 2017-2018 Eğitim Öğretim Yılında Yapılan “Beyaz Bayrak İşbirliği Protokolü” Uygulamalarının Değerlendirilmesi
Evaluation of The Application of The "White Flag Cooperation Protocol" in The Schools of National Education Directorate of Province of Ankara in 2017-2018 Academic Year
Asiye Çiğdem Şimşek, Zuhal Yıldırım, Seçil Özkan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.19327  Sayfalar 211 - 220
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Okul çağı, çocukların fiziksel, bilişsel ve sosyal yönden büyüme ve gelişmelerinin hızlandığı, beslenme ve temizlik alışkanlıklarının geliştiği ve sağlıklı yaşamın temellerinin atıldığı bir dönemdir. Bu dönemde kazandırılacak hijyen alışkanlıkları birey olma yolundaki çocuğun gelişimi için oldukça önemlidir.
Sağlık Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında, eğitim kurumlarının hijyen konusunda teşvik edilmesi, toplum sağlığının korunması ve geliştirilmesi, yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve yeterli eğitim almış sağlıklı nesiller yetiştirilmesi amacıyla “Beyaz Bayrak İşbirliği Protokolü” 2006 yılında imzalanarak çalışmalar başlatılmıştır.
Bu çalışmada Ankara’da “Beyaz Bayrak İşbirliği Protokolü” uygulamalarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu tanımlayıcı çalışmada, Ankara ilinde “Beyaz Bayrak İşbirliği Protokolü” çerçevesinde İl Sağlık Müdürlüğü ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü yetkili personeli tarafından 2017-2018 eğitim ve öğretim yılında gerçekleştirilen denetimler sonucunda “Beyaz Bayrak Sertifikası” alan okullar değerlendirmeye alınmıştır.
BULGULAR: Ankara İlinde İl Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı okullarda 2017-2018 eğitim ve öğretim yılında yapılan “Beyaz Bayrak İşbirliği Protokolü” uygulamaları değerlendirilmiştir.
2017-2018 eğitim ve öğretim yılında Ankara ilinde bulunan 2868 okulun %41.9'u (1204) “Beyaz Bayrak ve Beyaz Bayrak Sertifikası” sahibi okul sayısı olmuştur.


TARTIŞMA ve SONUÇ: Ülkemizde nüfusun beşte birini öğrenciler oluşturmaktadır. Okul çağları sağlık bilincinin oluşturulması, sağlıklı nesiller yetiştirilmesi için önemli bir zaman dilimidir. Bu nedenle okulların hijyenik donanımı ve çevre koşulları, temel sağlığın korunmasında büyük önem arz etmektedir.
Ankara İli okullarında “Beyaz Bayrak Sertifikası” müracaatında görülen artışla okulların hijyenik donanımı ve çevre koşullarının iyileştirilmesi sağlanmıştır. Ayrıca, önümüzdeki eğitim ve öğretim yılında “Beyaz Bayrak Sertifikası” alan okul sayısının artırılması, okulların hijyenik donanımı ve çevre koşullarının iyileştirilmesine yönelik eğitim ve araştırma çalışmalarının devam etmesi planlanmaktadır.

INTRODUCTION: School age is a period in which children's physical, cognitive and social growth and development accelerate, nutrition and hyggiene habits develop and the foundations of healthy life are laid. Hygiene habits that will be gained during this period are very important for the development of the child to be an individual.
In 2006, White Flag Cooperation Protocol was signed between the Ministry of Health and the Ministry of National Education, in order to encourage education institutions to promote hygiene, to protect and improve public health, to improve the quality of life and to educate healthy generations with adequate training.
In this study, it is aimed to evaluate the practices of "White Flag Cooperation Protocol" implemented in Ankara in 2017-2018 academic year.

METHODS: In this descriptive study, in the framework of the White Flag Cooperation Protocol in Ankara province, the schools that received White Flag Certificate as a result of the audits conducted in 2017-2018 academic year, were evaluated by the Provincial Health Directorate and authorized personnel of the Provincial Directorate of National Education.
RESULTS: Application of the "white flag cooperation protocol" in the schools of national education directorate of province of Ankara in 2017-2018 academic year is evaluated. In 2017-2018 academic year, “White Flag Certificate " and the applicant of" White Flag Certificate " have seen an increase in the number of schools" and number of schools with White Flag Certificate are 1204 (41.9%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our country, one-fifth of the population is comprised of students. The creation of health awareness at school ages is an important time period for growing healthy generations. Therefore, hygienic equipment and environmental conditions of the school environment is of great importance in the protection of basic health care.
With the increase in the application of the White Flag Certificate in the schools in Ankara province, the hygienic equipment and environmental conditions of the schools were improved. In addition, it is planned to continue the education and research activities in order to increase the number of schools receiving the ın White Flag Certificate in the next academic year and to improve the hygienic equipment and environmental conditions of the schools.



DERLEME
14.
Biyolojik Olmayan Kompleks İlaçlar
Non-Biological Complex Drugs
BÜŞRA CESUR, Devrim Demir Dora
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.95770  Sayfalar 221 - 228
Biyolojik olmayan kompleks ilaçlar son yıllarda yeni bir ilaç grubu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kompleks ilaçlar kimyasal ve biyolojik ilaç sınıfına girmeyen, etkin maddesi homo-moleküler yapıda olmayan, son teknoloji fizikokimyasal analitik yöntemlerle izole edilemeyen, bütünüyle miktar tayini yapılamayan ve karakterize edilemeyen yapılardan oluşan, kimyasal olarak sentezlenemeyen, biyolojik olmayan, çoğunlukla nanopartiküler sistemlerle kompleks halde bulunan tıbbi ürünlerdir. Biyolojik olmayan kompleks ilaçlar lipozomları, glatiramoitleri, demir karbonhidrat komplekslerini, polimerik miselleri ve nano-ilaçları kapsamaktadır. Bu ilaçlar hazırlama teknolojisi açısından biyolojik ve kimyasal ilaçlardan farklılıklar gösterir. Biyolojik olmayan kompleks ilaçların üretimi sırasında ortaya çıkan en büyük problem üretim sürecinin kontrol edilememesi, dolayısıyla seriler arasında farklılıkların olmasıdır. Biyobenzer ürünler gibi bu ürünlerde de her farklı seri üretimde aynı değil, benzer ürün elde edilmektedir. Biyolojik olmayan kompleks ilaçların boyut ve boyut dağılımı, yüzey yükü ve bileşimi gibi fizikokimyasal özellikleri biyolojik sistemlerle olan etkileşimlerine, dolayısıyla da biyolojik aktivitelerine etki eden faktörlerdir. Canlı kaynaklardan elde edilmemiş olsalar da, biyolojik ilaçlar gibi immünojenisiteye ve moleküler kompleksliğe sahiptirler. Bu tıbbi ürünlerin üretim sürecinde ortaya çıkan küçük değişiklikler bile istenmeyen immün sistem yanıtlarına, güvenlilik sorunlarına ve terapötik etkilerinin azalmasına neden olabilir. Bu ilaçların ruhsatlandırılmasına ilişkin gereklilikler ulusal ve uluslararası yasal düzenlemelerde tam olarak kesinleşmiş değildir. Biyolojik olmayan kompleks ilaçlarla ilgili yasal düzenlemelerde EMA ve FDA arasında farklılıklar bulunmaktadır. Bu nedenle bu ürünlerin etkili ve güvenli bir şekilde kullanılabilmesi için, global harmonizasyon ile gereklilikler ortaya konmalı, onay sürecinde ve sonrasında izlenmesi gereken kılavuzlar yayınlanmalıdır. Bu ürünlerle ilgili yapılan farmakodinamik, farmakokinetik ve advers etki konusundaki çalışmalar yetersizdir. Bu derlemede lipozomlar, glatiramoitler, demir karbonhidrat kompleksleri ve polimerik miseller ile ilgili genel bilgiler sunulmuştur.
Non-biological complex drugs have emerged as a new drug group in recent years. These complex drugs are medicinal products, not being a biological or chemical medicine, where the active substance is not a homo-molecular structure, but consists of different structures that cannot be isolated and fully characterized by state of the art physicochemical analytical methods, not synthesized chemically, not biological and often complex with nanoparticle systems. Non-biological complex drugs include liposomes, glatiramoids, iron carbohydrate complexes, polymeric micelles and nano-drugs. These drugs differ from biological and chemical medicines in terms of preparation technology. The major problem that arises during the production of non-biological complex drugs is the inability to control the production process and therefore the differences between the series. As biosimilar products, similar products are obtained in every different production series. Physicochemical properties, such as size and size distribution, surface charge and composition of non-biological complex drugs are factors that effects interaction with biological systems and thus their biological activities. Although not derived from living sources, they have immunogenicity and molecular complexity like biological drugs. Minor changes in the production process of these medicinal products can cause adverse immune system responses, safety problems, and reduced therapeutic efficacy. The requirements for the registration of these drugs in national and international legal regulations are not fully established. There are differences between the legal regulations of EMA and FDA about non-biological complex drugs. Therefore, in order for these products to be used effectively and safely, requirements should be set out the with global harmonization and the guidelines should be published to be followed during and after the approval process. Pharmacodynamic, pharmacokinetic and adverse effect studies on these medicinal products are inadequate. In this review, general information about liposomes, glatiramoids, iron carbohydrate complexes and polymeric micelles are presented.

LookUs & Online Makale
w