ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 77 (2)
Cilt: 77  Sayı: 2 - 2020
TÜM DERGİ
1.
THDBD 2020-2 Cilt 77 Tüm Dergi
TBHEB 2020-2 Vol 77 Full Printed Journal
Utku Ercömart
Sayfalar 138 - 267
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2.
Mersin İlinde 2010-2015 yılları arasında tanı konulan Kutanöz Laishmaniasis olgularının epidemiyolojik olarak değerlendirilmesi
Epidemiological evaluation of the patients diagnosed with Cutaneous Laishmaniasis during the period of 2010-2015 in Mersin province
Müzeyyen Cömert Aksu, Serdar Deniz, Altan Togay, Fuat Güneş
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.93271  Sayfalar 139 - 148
GİRİŞ ve AMAÇ: Leishmaniasis, Leishmania cinsi hücre içi protozoon parazitlerin neden olduğu tüm dünyada ve Akdeniz bölgesinde yaygın olarak görülen bir hastalıktır. Bu çalışmadaki amaç; ilimiz'de Kutanöz Leishmaniasis tanı ve tedavi alan olguları epidemiyolojik olarak inceleyerek bu olguların epidemiyolojik özelliklerini belirlemek ve yeni oluşan endemik bölgeleri saptayarak oluşturulacak sağlık politikalarına katkı sağlamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2010- 2015 tarihleri arasında devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri ve toplum sağlığı merkezlerinde Kutanöz Leishmaniasis tanısı konularak, Halk Sağlığı Müdürlüğüne bildirimi yapılan 376 olguya ait veriler; yaş grupları, cinsiyet, meslek grupları, tanı alınan aylar, tanı alınan bölgeler, ilimizdeki Kutanöz Leishmaniasis insidansı ve tanı alan sağlık kurumlarına göre dağılımları incelenmiştir.
BULGULAR: Çalışmamızdaki 376 Kutanöz Leishmaniasis olgusunun 176'sı (%46.8) erkek, 200’ü (%53.2) kadın olup, en sık 143 (%38.1) olgu ile 0-9 yaş arasındaki bireylerde görüldüğü saptanmıştır. Meslek gruplarına göre değerlendirildiğinde 74 olgu (%19.7) ile en yüksek ev hanımları ve emeklilerde tespit edilmiştir. Olguların aylara göre dağılımına bakıldığında en fazla Şubat, Mart (129 olgu), en az ise Eylül ayında (9 olgu) gözlenmiştir. Tanı konulan bölgelere göre değerlendirildiğinde en yüksek 222 olgu (%59.0) ile Mut‘ta daha sonrada 92 (%24.5) olgu ile Tarsus’ta belirlenmiştir. Bölgelere göre KL insidansı sırayla en yüksek Mut, Bozyazı ve Tarsus’ta saptanmıştır. Bildirim yapan kurumlar irdelendiğinde, en yüksek 213 olgu ile devlet hastanelerinde en az 9 olgu (%2.4) ile üniversite hastanelerinden bildirim yapılmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İlimizde olguların büyük bir bölümü Mut ve yıllar içinde artan oranlarda Tarsus ilçesinde saptanmıştır. Bu nedenle özellikle bu bölgelerde olmak üzere olguların erken tanısı için sağlık taramalarının yoğunlaştırılması, olguların tam tedavilerinin yapılmasının sağlanması, halk sağlığı eğitimlerinin ve vektör kontrol çalışmalarının yıl boyunca düzenli olarak yapılması gerektiği kanısına varılmıştır.
INTRODUCTION: Leishmaniasis is a disease, caused by intracellular protozoan parasites, commonly seen all over the world and in the Mediterranean region. This study aimed to determine retrospectively the epidemiological properties of Cutaneous Leishmaniasis cases which were diagnosed and treated. Pinpointing areas of endemic and epidemiological characteristics of the patients were asked to contribute to the newly formed health policy.
METHODS: The data from The Cutaneous Leishmaniasis cases which were diagnosed and notified to the state hospital, university hospital and public health directorate, between 2010 and 2015 were analysed and categorized (376 cases) according age group, sex, occupation, diagnosis of the month, incidence, health care organization and district.
RESULTS: 376 Cutaneous Leishmaniasis cases were notified and 176 patients (%46.8) were male, 200 (%53.2) were female. The highest rate was between 0 and 9 years with 143 cases (%38.1). Then housewives and retired group were 74 (%19.7) cases.The most cases were reported in February, March (129 cases), and the least in September (9 cases). When analysed by district, the highest number of cases was Mut district 222 cases (%59) then Tarsus with 92 (%24.5). According to the regions, the highest incidence of KL is Mut, Bozyazı and Tarsus. 213 cases was the highest amount at the government hospital and least üniversity hospital.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The majority of cases were detected in Mut and at an increasing rate in Tarsus. Therefore fortheseregions, it has been determined thati dentification of health screening, public health, education and vector control work is to be doneregularly throught the year.


3.
Hemodiyalizde Kör Nokta: Aşılama
The Blind Spot On Hemodialysis: Vaccination
Emrah Günay, Şafak Kaya, Enver Yüksel
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.83435  Sayfalar 149 - 154
GİRİŞ ve AMAÇ: Son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) olan hastalar olumsuz sonuçlara hatta ölüme neden olan birçok enfeksiyona karşı normal populasyona göre daha duyarlıdır. Hemodiyalize giren hastaların mortalite nedenleri arasında enfeksiyonlar önemli bir yer tutmaktadır. Bu ölümlerin çoğu aşıyla korunulabilecek hastalıklardandır. Diyaliz hastalarında aşılanma oranları hala istenilen seviyede değildir. Bir eğitim araştırma hastanesinde hemodiyaliz tedavisi alan SDBY hastalarındaki rutin aşılarla aşılanma durumunu irdeleyip, varsa oranlardaki düşüklük nedenlerini belirlemek ve sorunu çözmek için bir anket çalışması uyguladık. Amacımız aşılama konusundaki farkındalığı artırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma eğitim ve araştırma hastanesinin diyaliz ünitesinde programlı hemodiyalize giren hastalar arasında uygulanmıştır. Hastaların aşı ve aşılanma hakkında bilgilerinin ve görüşlerinin saptanması amacı ile anket formları hazırlanmış ve bilgilendirilmiş gönüllü olurları alındıktan sonra yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanmıştır. Anketlerden elde edilen verilerin analizi SPSS 16 Windows paket programı ile yapıldı. Veriler frekans ve yüzdeler biçiminde özetlendi.
BULGULAR: Çalışma süresince 120 hastaya anket uygulandı. Hastaların yaş ortalaması 52,7±17,3 (17-84) ve 69 (%57.5)’u kadın, 51 (%42.5)’i erkekti. Doksan sekiz (%81.7) hasta tetanoz aşısını yaptırmamıştı. Pnömokok aşısını 116 (%96.7) hasta, influenza aşısını 98 (%81.7) hasta, hepatit B aşısını 30 (%25) hasta yaptırmamıştı. Yüz on yedi (%97.5) hasta doktorunun önermesi durumunda aşı yaptırabileceğini belirtti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Anketimizin sonucunda hastalarımızın hepatit B dışındaki aşılarla ilgili bilgi sahibi olmadıkları görüldü. Pnömokok, difteri-tetanoz, influenza aşılarının uygulanmasındaki düşüklüğün hekim kaynaklı olduğu sonucuna varıldı. Olasılıkla ülkemizdeki bir çok diyaliz ünitesinde kronik diyaliz programındaki hastaların pnömokok, influenza, difteri-tetanoz aşılamaları göz ardı edilmektedir. Hemodiyaliz hastalarıyla ilgilenen hekimler olarak bu konuda daha bilgili ve duyarlı olmamızın aşılanma oranlarının artmasına neden olacağı kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: Patients with end-stage renal disease (ESRD) are more susceptible to adverse events and even deaths from infectious diseases than normal populations. Infection is an important cause of mortality among hemodialysis patients. Most of these deaths are diseases that can be protected by vaccination. Vaccination rates in dialysis patients are still not at the desired level. In a training and research hospital, we performed a questionnaire study to investigate the vaccination status with routine vaccines in ESRD patients receiving hemodialysis treatment and to determine the causes of low rates if any. Our aim was to increase awareness of vaccination.
METHODS: This study was performed among patients who have received hemodialysis treatment in education and research hospital. The questionnaire forms have been prepared for the purpose of determining the information and opinions of the patients about vaccines and vaccination. Data were analyzed using SPSS 16 Windows. The data are summarized in the form of frequencies and percentages.
RESULTS: The questionnaire was performed to 120 patients during the study period. The mean age of the patients was 52.7 ± 17.3 (17-84) and 69 (57.5%) were female and 51 (42.5%) were male. The numbers of patients who had not vaccinated were 116 (96,7%), 98(81,7%), ninety-eight (81.7%), and 30 (25%) for pneumococcus, influenza, tetanus and hepatitis B, respectively. One hundred and seventeen (97.5%) patients stated that they could be vaccinated in case of doctor's recommendation.
DISCUSSION AND CONCLUSION: As a result of our survey, it was seen that our patients did not have enough knowledge about vaccinations except hepatitis B. Low rates of pneumococcus, diphtheria-tetanus and influenza vaccination was the result of physician indifference. Probably in many dialysis units in our country, pneumococcus, influenza and diphtheria-tetanus vaccinations of patients in chronic dialysis program are ignored. We believe that if hemodialysis physicians improve the knowledge and sensitivity about this issue, immunization rates would be improved.

4.
Tip 2 diyabetli bireylerde hastalık bilgi düzeyi, sağlıklı yaşam biçimi ve yaşam kalitesi ilişkili mi?
Is there association between disease knowledge level, healthy lifestyle and quality of life of type 2 diabetic individuals?
Ceren Gezer, Deniz Ulusan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.65037  Sayfalar 155 - 166
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada tip 2 diyabetik bireylerin hastalık bilgi düzeyi, sağlıklı yaşam biçimi, yaşam kalitesi ve aralarındaki ilişkinin değerlendirilmesi hedeflenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma Haziran-Ekim 2016 tarihlerinde Bor Merkez Aile Sağlığı Merkezi’ne başvuran 101 tip 2 diyabetli birey ile yürütülmüştür. İlgili tarihlerde merkeze başvuran tüm bireylere teke tek görüşme tekniğiyle bireylere genel özellikleri, Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği II, Yaşam Kalitesi Kısa Form 36, ile Hastalıkla İlgili Bilgi Düzeyi Ölçeği’ni kapsayan anket formu uygulanmış olup vücut ağırlığı ve boy uzunluğu tekniklerine göre ölçülerek beden kütle indeksi hesaplanmıştır.
BULGULAR: Bireylerin %32.6’sı kilolu ve %60.5’i obezdir. Bireylerin HbA1c ortalamaları 8.0±2.1 olarak belirlenmiştir. Kadınların total kolesterol, HDL ve beden kütle indeksi ortalamaları erkeklere kıyasla daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). SF-36 bileşenlerinden fiziksel fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü, enerji, ağrı ortalamaları erkeklerde kadınlara kıyasla daha yüksektir (p<0.05). Sağlıklı yaşam biçim davranışlarının daha çok benimsenmesi yaşam kalitesinin artışıyla ilişkili iken hastalık bilgi düzeyi artışı ise sağlık sorumluluğu, beslenme, manevi gelişim ve stres yönetimi gibi sağlıklı yaşam biçimi davranışları ve yaşam kalitesindeki artışla ilişkilidir (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Diyabetli kadın bireylerin yaşam kalitesi erkeklere kıyasla daha düşüktür. Diyabetli bireylerde sağlıklı yaşam biçimi davranışları yaşam kalitesi ile ilişkili olup hastalık bilgi düzeyi, sağlıklı yaşam biçimi davranışları ve yaşam kalitesini etkileyebilmektedir. Dolayısıyla sağlıklı yaşam biçimi davranışlarını da kapsayan öz yönetim diyabette metabolik kontrolun sağlanması ve yaşam kalitesinin artırılması bakımından önemlidir. Beden kütle indeksinin yanısıra abdominal obezite, vücut kompozisyonu ve HbA1c gibi metabolik kontrol parametrelerinin diyabetli bireylerde hastalık bilgi düzeyi, sağlıklı yaşam biçimi davranışları ve yaşam kalitesi etkileşimini irdeleyen daha geniş çok merkezli örneklem büyüklüğüne sahip çalışmalara ihtiyaç vardır. Ayrıca tip 2 diyabetli bireylere hastalık bilgisi ve öz yönetim becerilerinin artırılmasına yönelik eğitimlerin verilerek yaşam kalitesine olan etkisinin değerlendirildiği müdahale çalışmaları yararlı olabilir.
INTRODUCTION: In this study, it is aimed to evaluate the level of disease knowledge, healthy lifestyle, quality of life and the relationship between of them in type 2 diabetic individuals.
METHODS: The study was conducted with 101 type 2 diabetic individuals who were referred to the Boron Center Family Health Center between June-October 2016. A questionnaire consisting of general characteristics, Healthy Lifestyle Behavior Scale II, Quality of Life Short Form 36, and Knowledge Level of Disease Questionnaire was applied to all individuals who applied to the center at the related dates by face to face. Body weight and height measured accoruding to tehniques and body mass index were calculated.
RESULTS: Out of 32.6% and 60.5% of the individuals were overweight and obese, respectively. The mean HbA1c level of individuals was 8.0±2.1. The mean total cholesterol, HDL and body mass index of females were found higher than males (p<0.05). Physical function, physical role strength, energy and pain averages of SF-36 components were higher in males than females (p<0.05). While more adoption of healthy lifestyle behaviors is related to the increase of quality of life, increase of disease knowledge level is related to healthy lifestyle behaviors such as health responsibility, nutrition, spiritual development and stress management and increase in quality of life (p <0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The quality of life of women with diabetes is lower than that of men. Healthy lifestyle behaviors in diabetic individuals are related to quality of life and can affect disease knowledge level, healthy lifestyle behaviors and quality of life. Self-management including healthy lifestyle behaviors is therefore important in terms of ensuring metabolic control and increasing quality of life. Metabolic control parameters such as abdominal obesity, body composition and HbA1c as well as the body mass index need to be studied with a wider multicentral sample size that examines the disease knowledge level, healthy lifestyle behaviors and quality of life interactions in diabetic individuals. In addition, intervention studies may be useful in evaluating the effect of quality of life on individuals with type 2 diabetes by providing training to improve disease knowledge and self-management skills.

5.
Kadınlarda Zayıflama Amacıyla Bitkisel Ürün Kullanım Sıklığının ve Bitkisel Ürün Kullanımını Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi
Determining the Frequency Use of Herbal Products and Factors Affecting the Use Herbal Products for Weight Loss among Women
Ekin Akca, Canan Karaalp, Gülşah Kaner
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.24572  Sayfalar 167 - 178
GİRİŞ ve AMAÇ: Obezite 21. yüzyılın en önemli halk sağlığı sorunudur. Toplumda yaygınlaşan obezite sıklığı insanları kilo verme amacıyla farklı arayışlara sürüklemiştir. Fiziksel aktivitenin arttırılması, beslenme davranışı değişiklikleri gibi yaşam tarzı değişikliklerinin yanı sıra farklı vücut ağırlığı koruma yöntemleri geliştirilmekte ve bu yöntemlerin içerisinde “zayıflama ürünü” adı altında birçok seçenek sunulmaktadır. Bu araştırmanın amacı, kadınlarda zayıflama amacıyla bitkisel ürün kullanım yaklaşımlarının saptanması ve bitkisel ürün kullanımını etkileyen faktörlerin belirlenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu araştırma, Denizli ilinde yaşayan, haftada iki kez spor salonuna düzenli olarak devam eden 18-65 yaş aralığındaki kadınlar üzerinde yapılmış olup tanımlayıcı bir anket çalışmasıdır. Araştırma 612 katılımcı ile gerçekleştirilmiştir. Anket formu kişilere yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanmıştır.
BULGULAR: Katılımcıların yarıya yakını (n=253, %41.3) bitkisel ürün kullandığını belirtmiştir ve çoğunluk (n=178, %70.4) kullanılan ürün bilgisini doktor veya eczacı ile paylaşmamıştır. Bitkisel ürün kullanan kişilerin yarıdan fazlası (n=159, %62.8) bitki çayı formundaki ürünü tercih etmektedir. Katılımcılardan ürün kullananların yarısından fazlası (n=138, %54.5) bitkisel ürünü aktardan temin etmekte olup yarıdan fazlası (n=128, %50.6), ürünü her gün kullandığını belirtmiştir. Bitkisel ürün kullanan bireylerin %35.2 ‘si, ürünün kullanım tavsiyesini tanıdık-akrabadan almaktadır. Bireylerin %26.3'ünde mide bulantısı-kusma saptanmıştır. Ürün kullanan katılımcıların yarıdan fazlası (n=201, %79.4) ürünü önermektedir. Bitkisel ürün kullanım oranı en yüksek grubu medeni durumu evli ve üniversite mezunu kadınlar oluşturmuştur. Kuru drog olarak en çok kullanılan ilk beş bitki sırasıyla tarçın (%12.6), keten tohumu (%11.5), yulaf (%11.2), çörek otu (%10.6) ve karabiber (%8.5)’dir. Taze drog olarak en çok sarımsak (%24.6), limon (%22.9), maydanoz (%11.5), domates (%8.3) ve nane (%7.8); bitki çayı olarak yeşil çay (%20.5), adaçayı (%7.1), ıhlamur (%6.9), kiraz sapı (%6.1) ve biberiye (%5.2); bitki suyu olarak ise limon (%39.4), lahana (%17.0), soğan (%12.8), sarımsak (%11.7) ve domates (%4.3) tercih edilmektedir. Sorgulanan popüler 19 bitkisel zayıflama ürününden en çok kullanılanlar sırasıyla herbalife ürünleri (%39.0), yeşil kahve (%11.4), biber hapı (%10.5), elma krom(%9.5), altın çilek (%5.7) ve chocolate slim (%5.7)’dir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Aktarlar ve çeşitli platformlarda satışı yapılan bu ürünlerin kullanımının ağırlık kaybındaki etkinliğinin bilimsel verilerle desteklenmesinde hala eksiklikler mevcut olup pek çok yan etki sonucu ölüme varan durumlara yol açabilmektedir. Bitkisel ürünlerle ilgili gerekli düzenlemelerin yanında toksikolojik incelemelerin yapılması ve kanıta dayalı veriler ışığında değerlendirilmesi sağlanmalıdır.
INTRODUCTION: Obesity is the most important public health problem of the 21st century. The prevalence of obesity in the community has led people to search for weight loss. In addition to lifestyle changes such as increasing physical activity, eating behavior changes, different body weight protection methods are developed and many of these methods are offered under the name of weight loss products. The aim of this study is to determine the herbal product use approaches for weight loss in women and to determine the factors affecting the use of herbal products.
METHODS: This descriptive study was conducted on women aged 18-65, who live in Denizli province, who attend the sports courses twice a week. The research was carried out with 612 participants. The questionnaire was applied to individuals through face-to-face interviews.

RESULTS: Approximately half of women use herbal products (41.3%) and a great majority of the participants (70.4%) do not mention their products to their doctors or pharmacists. More than a half of the participants use of herbal products in the forms of tea 62.8%. Most of the participants (54.5%) buy such products from herbalists. It has been detected that 50.6% of the participants use herbal products everyday. Less than a half of them (35.2%) state that they get the necessary information and usage method from their neighbours and relatives. 26.3% of the participants have nausea-vomiting. 79.4% of the females advise the herbal products they use themselves to others. A great majority of them are married and have graduated from university. Top 5 dry herbs are cinnamon (12.6%), flax seed (11.5%), oat (11.2%), black sesame (10.6%) and black pepper (8.5%). Garlic (24.6%), lemon (22.9%), parsley (11.5%), tomato (8.3%) and mint (7.8%) are mostly used as fresh herbs. Green tea (20.5%), sage (7.1%), linden (6.9%), cherry stalk (6.1%) and rosemary (5.2%) are preferred as herbal tees. Lemon (39.4%), cabbage (17.0%), onion (12.8%), garlic (11.7%) and tomato (4.3%) are used as herbal juice. Top 6 popular imported herbal drogs are herbalife (39.0%), green coffee (11.4%), pepper pill (10.5%), apple chromium (9.5%), golden berry (5.7%) and chocolate slim (5.7%).


DISCUSSION AND CONCLUSION: There are still deficiencies in supporting the effectiveness of the use of these products which are sold on various platforms. These products can lead to many side effects which can lead to death. In addition to the necessary regulations on herbal products, toxicological examinations and evidence-based data should be evaluated.

6.
Akut Gastroenteritli Hastalarda Rotavirüs ve Adenovirüs Sıklığı
Rotavirus And Adenovirus Frequency In Acute Gastroenterıc Dıseases
ÖZLEM AYTAÇ, FERAY FERDA ŞENOL, Pinar Oner, Naciye Erkmen, Rojda Aslan, Mürüvvet Doğukan, Zülal Aşçı Toraman
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.41033  Sayfalar 179 - 184
GİRİŞ ve AMAÇ: Akut gastroenterit özellikle çocuk hastalarda önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Bununla birlikte ekonomik yönden de sağlık harcamalarını artıran bir halk sağlığı sorunudur.Rotavirüs ve adenovirüs kaynaklı gastroenteritler, küçük çocuklarda bütün dünyada ciddi diyarenin en yaygın sebeplerinden biridir.Bu çalışmada hastanemize başvuran akut gastroenteritli hastalarda adenovirus ve rotavirus sıklığının cinsiyete, yaşa ve mevsimlere göre dağılımının saptanması amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Elazığ Sağlık Bilimleri Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarına akut gastroenterit şüphesi ile1 Aralık 2015 ile 30 Kasım 2017 tarihleri arasında çeşitli poliklinik ve servislerden gönderilen dışkı örnekleri incelendi.Bu örneklerden rotavirüs ve adenovirüs antijen testi çalışılan dışkı örneklerinin sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi.Rotavirüs ve adenovirüs antijen testi olarak kalitatif immunokromotografik kombo hızlı kaset test(ACRO BİOTECH,U.S.A) kiti kullanıldı.

BULGULAR: 6618 örnekten 631(%9,5)’inde rotavirüs, 170(2,6)’inde adenovirüs pozitif bulunmuştur. Adenovirus ve rotavirus pozitiflik oranları incelendiğinde cinsiyete göre farklılığın olmadığı görülmüştür. Rotavirüs en sık kış mevsiminde, adenovirüs ise yaz mevsiminde daha çok tespit edilmiştir.Yaş gruplarına göre viral antijen pozitiflik oranlarının dağılımı incelendiğinde; çalışmamızda en yüksek pozitiflik oranı rotavirüs için %12,9 ile 0-12 ay ve %11,1 ile 13-24 ay aralıklarında ve adenovirüs için %3,7 ile 0-12 ay aralığında saptanmıştır.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Genellikle akut ishalin başlıca sorumlusu olan rotavirüs enfeksiyonu kış mevsiminde, adenovirüs ise yaz mevsiminde artış göstermektedir.Bizim de çalışmamızda rotavirüs enfeksiyonunu en sık olarak kış mevsiminde, adenovirüs enfeksiyonunu ise yaz mevsiminde tespit edilmiştir.Çalışmamızda ayrıca rotavirüs ve adenovirüs enfeksiyon sıklığı ençok üç yaş altındaki hastalarda gözlemlenmiştir. Ayrıca, 2016 yılına kıyasla 2017 yılında daha fazla sayıda hastanın hastanemize başvurduğu görülmüştür. Bölgemizde, adenovirus ve rotavirusun neden olduğu akut gastroenterit sıklığı düşünüldüğünde, hızlı tanı konulması, komplikasyonların önlenmesi ve gereksiz antibiyotik kullanımının önüne geçilmesi bakımından önemlidir.

INTRODUCTION: Acute gastroenteritis is an important cause of mortality and morbidity, especially in pediatric patients. Furthermore, it is a public health problem that increases health spending in the economic. Rotavirus and adenovirus-induced gastroenteritis is one of the most common causes of severe diarrhe a world wide in young children. In this study, it was aimed to determine the distribution of adenovirus and rotavirus frequency according to sex, age and season in acute gastroenterit is patients who applied toour hospital.
METHODS: Stool sample swith suspected acute gastroenteritis, sent from different clinics and policlinics to Elazığ University of Health Sciences Education and Research Hospital Medical Microbiology laboratory between the dates of 1 December 2015 and 30 November 2017 were investigated.The results of the rotavirus and adenovirus antigen test stool specimens were analyzed retrospectively. A qualitative immunochromotographic combo fast cassette test (ACRO BİOTECH, U.S.A) kit was used for the rotavirus and adenovirus antigen test.
RESULTS: Of the 6618 samples were positive 631 (9.5%) for rotavirus and 170 (2.6) for adenovirus.When adenovirus and rotavirus positivity rates were examined, it was seen that there was no difference according to sex. Rotavirus was detected more frequently in the winter season and adenovirus was detected more in the summer. When the distribution of viral antigen positivity rate saccording to age groups is examined; the highest positivity rate in our study was found in rotavirus 12,9% at between 0-12 months, 11.1% at between13-24 months, and adenovirus 3.7% at the interval of 0-12 months.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Rotavirus infection, which is usually responsible for acute diarrhea, is increasing in winter and adenovirus is increasing in summer. We also observed that rotavirus infection was the most common in winter and adenovirus infection was in summer.Inpresent study, the incidence of rotavirus and adenovirus infections was also highest in patients under three years of age.In addition, more patients were admitted toour hospital in 2017 than in 2016. When we consider the acute gastroenteritis frequency, which are cause of adenovirus and rotavirus for our region, it is important to be diagnosed quickly in terms of prevent the complications and unnecessary use of antibiotics

7.
Akut Gastroenteritli Hastalarda Rotavirus ve Enterik Adenovirus Sıklığının Araştırılması
The Investigation of Rotavirus and Adenovirus Frequency Among Patients with Acute Gastroenteritis
HARUN GÜLBUDAK, NURBANU KURNAZ, Seda Tezcan Ülger, ELİF VURAL TAŞDEMİR, Gulcin Bozlu, Merve Türkegün, Nuran Delialioğlu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.13540  Sayfalar 185 - 194
GİRİŞ ve AMAÇ: Viral patojenler gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde akut gastroenteritin en yaygın nedenidir. Bu çalışmada hastanemize başvuran akut gastroenteritli hastalarda rotavirus ve enterik adenovirus pozitifliğinin belirlenmesi ve etkenin yaş, cinsiyet ve mevsimlere göre dağılımının retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2012-Aralık 2017 tarihleri arasında hastanemize başvuran akut gastroenterit ön tanılı 2885 hastanın dışkı örneği çalışmaya dahil edilmiştir. Dışkı örneklerinde rotavirus ve enterik adenovirus antijenleri kalitatif immünokromotagrafik (ABON Biopharm Rota/Adeno, Çin) yöntem ile çalışılmıştır.
BULGULAR: İncelenen 2885 hasta örneğinin 610 (%21.1)’unda rotavirus ve/veya adenovirus antijeni saptanmıştır. Rotavirus antijen pozitifliği %10.5-28.5 arasında, adenovirus antijen pozitifliği %6.1-29 arasında, rotavirus ve adenovirus antijeni birlikte pozitifliği %3.5-64.9 arasında tespit edilmiştir. Kadın hastaların %47.4’ünde, erkek hastaların %52.6’sında rotavirus ve/veya adenovirus antijeni saptanmış olup cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0.406). Rotavirus ve adenovirus pozitiflik oranı en sık 13-24 ay yaş grubunda saptanmıştır (p<0.001). Mevsimlere göre rotavirus ve adenovirus pozitifliği değerlendirildiğinde; rotavirus pozitifliği en yüksek kış mevsiminde tespit edilmiştir (p<0.05). Adenovirus pozitifliği ise en yüksek sonbahar mevsiminde tespit edilmiştir ancak bu oran sadece ilkbahar mevsimine göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.0001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma sonucunda, bölgemizde rotavirus ve adenoviruslerin, özellikle çocukluk çağındaki akut gastroenteritlerin önemli bir nedeni olduğu görülmüştür. Akut gastroenteritli hastalarda sonbahar ve kış aylarında rotavirus başta olmak üzere diğer viral etkenlerin hızlı immunukromotografik testlerle araştırılması erken tanı konmasını sağlayacak ve gereksiz antibiyotik kullanımını önleyecektir. Ayrıca, yenidoğanlarda rotavirus gastroenteriti için aşı göz önünde bulundurulmalıdır.
INTRODUCTION: Viral pathogens are the most common cause of acute gastroenteritis in developed and developing countries. The objective of this study was to determine the prevalence of rotavirus and enteric adenovirus, and to investigate age, sex, and seasonal-related distribution in patients with acute gastroenteritis, retrospectively
METHODS: A total of 2885 stool specimens obtained from patients with acute gastroenteritis, admitted to our hospital between January 2012 and December 2017 were included in the study. The presence of rotavirus and enteric adenovirus antigen in the stool samples were investigated by qualitative immunochromatographic method (ABON Biopharm Rota/Adeno, China).
RESULTS: In this study, rotavirus and/or adenovirus antigens were detected in 610 (21.1%) out of 2885 patient specimens. Rotavirus antigen positivity was found between 10.5-28.5%, adenovirus antigen positivity was 6.1-29%, and both rotavirus and adenovirus antigen positivity was detected between 3.5-64.9%. Viral antigens positivity was detected as 47.4% in female patients and 52.6% in male patients.There was no statistically significant difference between viral antigen positivity and gender (p=0.406).Rotavirus and adenovirus positivity rates were found most commonly in the 13-24 months age group (p <0.001).The rate of rotavirus antigen positivity in winter months (p<0.05) and enteric adenovirus antigen positivity in autumn (p <0.0001) was found to be statistically significant.When the frequency of rotavirus and adenovirus was evaluated according to the seasons; Rotavirus positivity was the highest in winter season (p<0.05).Adenovirus positivity was the highest in autumn but this rate was found to be statistically significant compared to only spring season (p<0.0001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The results of this study indicated that in our region, rotavirus and adenovirus have an important frequent cause of acute gastroenteritis, especially in childhood. Routine detection of viral agents, especially rotaviruses, by rapid immunochromographic tests in patients with acute gastroenteritis, especially during autumn and winter will ensure early diagnosis and prevent inappropriate use of antibiotics. In addition, vaccination for rotavirus gastroenteritis should be considered in neonates.

8.
Kırsal Alanda Yaşayan Halkın Evsel Su Deposu Kullanımları: Trabzon'dan Bir Çalışma
Domestic Water Tank Usage Of People In A Rural Area: A Study In Trabzon
Cevriye Ceyda Kolaylı, Murat Topbaş, Şehbal Yeşilbaş Üçüncü, Gamze Çan, Nazım Ercüment Beyhun, Sertaç Çankaya, Serdar Karakullukçu, Volkan Karabacak, Sinan Saymaz
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.76401  Sayfalar 195 - 206
GİRİŞ ve AMAÇ: Kırsal alanda yaşayan bireyler, su ihtiyaçlarını karşılayabilmek için su deposu yaptırabilmektedir. Bazen sadece kendisi, bazen de birkaç aile ile birlikte ortak olarak bu depoları kullanmaktadır. Araştırmada Trabzon'da kırsal alanda yaşayan halkın bireysel veya ortak kullandığı evsel su depolarını kullanım durumlarının ve su depolarının niteliklerinin tanımlanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma tanımlayıcı tipte olup veriler 16 Nisan – 4 Haziran 2015 tarihleri arasında Trabzon’un 10 ilçesinde toplanmıştır. Öncelikle seçilen ilçelerdeki Aile Sağlığı Merkezi / Toplum Sağlığı Merkezlerine bu tarihlerde başvuran bireylere araştırmanın amacı açıklanmıştır. Sonrasında bireysel veya birkaç ailenin ortak kullandığı, şehir şebekesine bağlı olmayan evsel su deposu olan bireylerle, yüz yüze anket uygulama yöntemiyle araştırma verileri toplanmıştır. Toplam 282 evsel su deposu kullanıcısına ulaşılmıştır.
BULGULAR: Katılımcılara göre su depolarına gelen suyun %95,7’si kaynak suyudur. Su deposu kullanıcılarının %96,8’i depolarını her gün kullanmaktadır. Depoların %82,6’sı toprak üstünde / bahçede bulunmakta, %84,8’inin içi sıvalı beton, %87,9’unun üstü kapalı olup, %62,1’inin havalandırma bacası mevcuttur. Depo sularının %18,1’i her zaman klorlanmaktadır. Suların içme – kullanmaya uygunluğuna yönelik analizleriyle ilgili olarak; %41,1’i veriler toplanmadan önce herhangi bir zamanda analiz edilmiş, analiz edilenlerin %24,1’inde anormallik saptanmıştır. Kullanıcıların %46,4’ü analizlerde anormallik saptanmasına rağmen su deposunu kullanmaya devam etmiştir. Depoların temizlenmesiyle ilgili olarak; katılımcıların %4,3’ü daha önce depolarının temizlenmediğini, temizlenenlerin ise %76,7’sinin fırça / basınçlı su jeti ile temizlendiğini belirtmiştir. Katılımcıların %77,3’ü su depoları temizlenmediğinde bulaşıcı hastalıkların, %66,3’ü salgınların, %34,0’ı kronik hastalıkların meydan geleceğini ifade etmiştir. Katılımcıların %14,9’u ise su depolarının temizlenmemesinin hiçbir zararının olmadığı düşüncesindedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmada kırsal alanda bireysel veya birkaç hanenin ortak kullandığı su depolarının kontrolsüz ve denetimsiz olduğu görülmüştür.
INTRODUCTION: Individuals living in rural areas can build water tanks to meet their water needs. Sometimes he / she uses these tanks for himself / herself and sometimes with several families. The study aimed to define the conditions of use and quality of domestic water tanks that are used individually or jointly by people living in rural areas in Trabzon.
METHODS: The study type is descriptive and data were collected in 10 provinces of Trabzon between April 16 - June 4, 2015. First of all, the aim of study was explained to the individuals who applied to the Family Health Centers / Community Health Centers in the selected provinces on these dates. Then, research data were collected with face-to-face questionnaire application method with people who uses domestic water tank which is not connected to the city network. A total of 282 domestic water tank users have been reached.
RESULTS: According to the participants, 95.7% of the water coming to the water tanks was spring water. 96.8% of water tank users use their tanks every day. 82.6% of tanks are on the soil / in the garden, 84.8% of them were plastered concrete tanks, 87.9% of them were covered and 62.1% of them hadair shaft. Water in 18.1% of the tanks were always chlorinated. Regarding the analysis of the suitability of water for drinking and use; 41.1% were analyzed anytime before data collection, and 24.1% of the analyzed ones had abnormal results. 46.4% of the users continued to use the water tank even though there was detected abnormality in the analysis. Regarding the cleaning of the water tanks; 4.3% of the tanks had never been cleaned and 76.7% of the cleaned tanks were mechanically cleaned. 77.3% of the participants stated that infectious diseases, 66.3% outbreaks and 34.0% chronic diseases would occur when water tanks were not cleaned. 14.9% of the participants think that there is no harm in not cleaning the water tanks.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In the study, it was found that domestic water tanks that were used individually or jointly by people living in rural areas were uncontrolled and unrestrained.

9.
Şanlıurfa yöresindeki Anofel larvalarının morfolojik tanımlanması ve üreme alanlarının fiziksel ve ekolojik özelliklerin araştırılması
Morphological identification of Anopheles larvae, and investigation of physical and ecological characteristics of reproduction areas in Sanliurfa region
Seher Topluoglu, Djursun Karasartova, Zafer Kadri Karaer, Aysegul Taylan Ozkan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.00087  Sayfalar 207 - 216
GİRİŞ ve AMAÇ: Sivrisinek kontrol çalışmalarının bilimsel temelli olarak yapılabilmesi için vektör türlerinin tanımlanması ve üreme alanlarının fiziksel ve ekolojik özelliklerinin belirlenmesi son derece önemlidir. Bu çalışmada Şanlıurfa yöresinde Anopheles türlerinin morfolojik yöntemle tanımlanması ve üreme alanlarının fiziksel ve ekolojik özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 29 Eylül 2009 ile 03 Ekim 2009 tarihleri arasında sıtma vakalarının görüldüğü Şanlıurfa ilinin Birecik, Eyyübiye, Haliliye, Harran, Siverek ve Viranşehir ilçelerinde belirlenen dokuz üreme alanından sivrisinek larvası toplanmış, dördüncü evre larvaları morfolojik karakterleri DuBose ve Curtin (1965), Merdivenci (1984) ve Darsie ve Samanidou-Vojadjoglou (1997)’nın anahtarlarına göre tanımlanmıştır. Üreme alanlarındaki suyun temel ekolojik parametrelerinden sıcaklık ve çözünmüş oksijen ExStik® DO600 (Extech Instruments-USA); pH ve iletkenlik Hanna Instruments 98129 pH/Conductivity/TDS Tester (Hanna Instruments-Germany); tuzluluk ExStik®II EC400 Conductivity/TDS/ Salinity/Temperature Meter (Extech Instruments-USA) kullanılarak ölçülmüştür.
BULGULAR: Toplanan 274 dördüncü evre larvalardan 231 (%84,3)’i An. sacharovi, 41 (%14,96)’i An. superpictus olarak tespit edilmiştir. İki (%0,73) örnek Anopheles cinsi olarak tanımlanmakla beraber tür ayrımı yapılamamıştır. Morfolojik bulgulara göre dokuz üreme alanının %88,89 (n=8)’unda An. sacharovi, %11,11 (n=1)’nde ise An. superpictus’un baskın tür olduğu saptanmıştır. Sıtma vektörü olarak bilinen An. sacharovi farklı pH değerleri, çözünmüş oksijen oranları, elektriksel iletkenliği, su sıcaklığı ve tuzluluk oranı olan yatay vejetasyonlu üreme alanlarının hepsinde tespit edilmiştir. Türün larva yaşam alanlarının temel ekolojik parametrelerinin tolerans limitleri; pH: 7,77-9,18 (ortalama 8,52); elektriksel iletkenlik: 310-1.100 (µS/cm) (ortalama 496,91); çözünmüş oksijen (mg/l): 1,64-13,06 (ortalama 9,67); su sıcaklığı: 20,3-25,8°C (ortalama 23,46); tuzluluk: 0,15-0,55 ppt (ortalama 0,24) olarak bulunmuştur. Araştırma alanında An. superpictus türünün tespit edildiği üreme alanının temel ekolojik parametreleri ise; pH: 8,48; elektriksel iletkenlik: 710 µS/cm; çözünmüş oksijen: 8,91 mg/l; su sıcaklığı: 25,8 °C; tuzluluk: 0.35 ppt olarak ölçülmüştür. Sivrisinek üreme alanlarının fiziksel ve ekolojik özelliklerinden pH değerinin An. sacharovi ile An. superpictus için istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermediği (p=0,189) ancak su sıcaklığı (p= 0,0000001), elektriksel iletkenlik (p= 0,0000001), tuzluluk (p= 0,0000001) ve çözünmüş oksijen (p= 0,001) değerlerinin anlamlı düzeyde farklı olduğu belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: An. sacharovi ekolojik esnekliği nedeniyle gerek sıtmanın endemik olduğu gerekse bulaşın tekrar başladığı alanlarda hakim tür haline gelebildiğinden Şanlıurfa İlinde de birincil sıtma vektörü olabileceği düşünülmektedir. Bu kapsamda Şanlıurfa’daki vektör kontrol stratejilerinin gözden geçirilmesi, vektörün özelliklerine göre planlama yapılması gerekmektedir.
INTRODUCTION: Identification of vector species and determination of physical and ecological features of their breeding places is essential in implementation of scientific based mosquito control activities. In this study, it is aimed to identify Anopheles species by morphological method and determination of physical and ecological characteristics of their breeding places in Şanlıurfa territory.
METHODS: Mosquito larvae were collected between September 29 and October 03, 2009 from determined 9 breeding places in Birecik, Eyyübiye, Haliliye, Harran, Siverek and Viransehir districts of Şanlıurfa province where malaria cases had been reported and four instar larvae were identified morphologically according to keys of DuBose ve Curtin (1965), Merdivenci (1984) and Darsie and Samanidou-Vojadjoglou (1997).
Essential ecological parameters of water in breeding places were measured. Temperature and dissolved oxygen were measured by using ExStik® DO600 (Extech Instruments-USA); pH and conductivity were measured by using Hanna Instruments 98129 pH / Conductivity /TDS Tester (Hanna Instruments-Germany) and salinity was measured using ExStik®II EC400 Conductivity/TDS / Salinity/Temperature Meter (Extech Instruments-USA).
RESULTS: Of the 274 four instar larvae collected, 231 (%84,3) were identified as An. sacharovi and 41 (%14,96) of them were identified as An. superpictus. Two (0,73%) samples identified as Anopheles genus, species discrimination could not be done. In %88,89 (n=8) of nine breeding places An. sacharovi and in %11,11 (n=1) of total breeding places An. superpictus found to be dominant species according to the morphological results. Malaria vector An. sacharovi detected in all breeding places which had different pH values, dissolved oxygen proportions, electrical conductivity, water temperature and salinity proportions with horizontal vegetation. The limits of tolerance for essential ecological parameters of species found to be as: pH – 7,77-9,18 (mean 8,53); electrical conductivity – 310-1100 (µS/cm) (mean 496,91); dissolved oxygen (mg/l) – 1,64-13,06 (mean 9,67); temperature of water – 20,3-25,8 °C (mean 23,46); salinity 0,15-0,55 ppt (mean 0,24). The limits of tolerance for essential ecological parameters of An. superpictus species in study area measured as: pH 8,48; electrical conductivity 710 µS/cm; dissolved oxygen 8,91 mg/l; temperature of water 25,8 °C; salinity 0,35. In statistical analysis of physical and ecological characteristics of mosquito breeding places; no significant dif¬ference between pH values (p=0,189) was found between An. sacharovi and An. superpictus breeding places but significant dif¬ference have been found in water temperature (p= 0,0000001), electrical conductivity (p= 0,0000001), salinity (p= 0,0000001) and dissolved oxygen (p= 0,001) values.
DISCUSSION AND CONCLUSION: An. sacharovi is thought to be considered to be primary malaria vector in Şanlıurfa Province as it can become the dominant species in malaria endemic areas and also in areas where transmission reoccur due to its ecological flexibility. In this context, vector control strategies in Şanlıurfa should be revised and planning should be done according to the characteristics of the vector.

10.
Türk sağlık çalışanlarında metisiline dirençli Staphylococcus Aureus'un burun taşıyıcılığı oranının incelennesi, 1990-2019: meta-analiz
Methicillin-resistant Staphylococcus aureus
Orhan Akpınar, Arzu Yi&775;ği&775;t, Mustafa Güzel, Dogan Akdogan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.46872  Sayfalar 217 - 226
GİRİŞ ve AMAÇ: Metisiline dirençli staphylococcus aureus,sağlıkla hizmeti ile ilişkili enfeksiyonlara neden olan en yaygın patojenler arasındadır. Sağlık çalışanları, MRSA'nın hastalara ve diğer sağlık çalışanlarına yayılması için rezervuar görevi görebilir. Bu çalışmanın amacı ise Türkiye'deki sağlık çalışanlarında staphylococcus aureus'un nazal taşıyıcılık prevalansının belirlenmesidir
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yapmış olduğumuz meta analiz PRISMA (Meta-analysis by Preferred Reporting Items for Systematic Reviews and Meta-Analyses) kurallarına uygun olarak gerçekleştirildi.1990'dan 2019'a kadar ulusal ve uluslararası veritabanlarında yayınlanan çalışmaların sistematik araştırması yapılarak kayıt altına alındı. Yapılan araştırma sonucunda 440 makaleden sadece 26 araştırma kriterlerimize uyduğu için meta analiz çalişmamiza dahil edildi. Cochrane Q istatistiği, çalışmalarda sonuçların heterojenliğini değerlendirmek için hesaplandı. Çalışmalar arasında heterojenlik I2 istatistikleri kullanılarak değerlendirildi. Etki büyüklüğü% 95 güven aralığı ile tahmin edilmiştir.
BULGULAR: : Araştırmada seçilen 26 çalışmaya göre toplanan staphylococcus aureus ve MRSA prevalansı sırasıyla % 24.0 [%95 güven aralığı (CI): 0.19-0.29] ve %16.0 (%95 CI: 0.12-0.21) olarak tespit edilmiştir. Çalışmalar arasında heterojenite (Staphylococcus aureus için I2 = 95.62, MRSA için p = 0.000 ve I2 = 81.10; p =0.000) bulunmasından dolayı araştırmada meta-analiz için rastgele etki modeli kullanılmıştır. Bu araştırma PROSPERO (The International Prospective Register of Systematic Reviews) veri tabanına (ID= CRD42018117306) protocol numarası ile kayıtlıdır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tüm dünyada olduğu gibi hastane enfeksiyonları ülkemiz için de önemli bir sorun arz etmektedir. Sağlık çalışanları, Metisiline dirençli staphylococcus aureus 'un hastalara ve diğer sağlık çalışanlarına yayılması için rezervuar görevi görebilir. Hastane personeli kaynaklı olan enfeksiyonların önlenmesinde en önemli adım, hastane enfeksiyonu ve hijyen konusunda eğitimlerdir. Hastane enfeksiyonlarının ve dirençli mikroorganizmaların kontrolü ve önlenmesi için Türkiye'de maliyeti de göz önüne alarak etkin sağlık politikaları geliştirilmelidir.
INTRODUCTION: Meta-analysis by PRISMA guidelines was performed. We performed a systematic search of published studies in national and international databases from 1990 to 2019. Of the remaining 440 Articles, only 26 studies were included in this meta-analysis. The Cochrane Q statistic was calculated to assess the heterogeneity of results in studies. Heterogeneity among studies was evaluated using the I2 statistics. The effect size was estimated by reported with its 95% confidence interval
METHODS: : Meta-analysis by PRISMA guidelines was performed. We performed a systematic search of published studies in national and international databases from 1990 to 2019. Of the remaining 440 Articles, only 26 studies were included in this meta-analysis. The Cochrane Q statistic was calculated to assess the heterogeneity of results in studies. Heterogeneity among studies was evaluated using the I2 statistics. The effect size was estimated by reported with its 95% confidence interval
RESULTS: Based on the 26 selected articles, the pooled prevalence of Staphylococcus aureus and MRSA was 24,0 % [95% confidence interval (CI): 0,19-0,29] and 16,0 % (95% CI: 0,12-0.21), respectively. Heterogeneity between studies (I² = 95,62, p=0.000 for Staphylococcus aureus and I² = 81,10 p =0.000 for MRSA) was found, so a random-effects model was used for the meta-analysis. This study is registered in the PROSPERO database (ID= CRD42018117306)
DISCUSSION AND CONCLUSION: Hospital infections are a significant problem for our country as it is all over the World. Healthcare workers may act as reservoirs for the spread of MRSA to patients and other healthcare workers. The most critical step in preventing hospital infection from hospital staff is training in hospital infection and hygiene. Cost-effective health policies should be developed in Turkey for the control and Prevention of hospital infections and resistant microorganisms.

11.
Sedanter erkeklerde egzersize bağlı iskelet kası zorlanmasının enerji düzenleyici hormonlar olan irisin ve nesfatin-1 üzerine olan etkileri
Impact of exercise induced skeletal muscle strain on energy regulatory hormones of irisin and nesfatin-1 in sedentary males
Seda Uğraş, Oğuz Özçelik
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.91328  Sayfalar 227 - 232
GİRİŞ ve AMAÇ: Egzersiz, vücut enerji metabolik sistem aktivitesini mekanik aktiviteyi veya hormonal etkileri artırarak düzenleyen önemli bir yöntemdir. Bu çalışmadaki amacımız aerobik egzersizin enerji tüketimini artıran irisin hormonu ve enerji alımını baskılayan nesfatin-1 hormonu üzerine etkilerinin incelenmesi ve bunların kas hasarı artışını yansıtan kreatin kinase (CK) ile ilişkisini incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Toplam 30 sağlıklı, sedanter erkek katılımcıya anaerobik eşiklerinde 30 dakika aerobik koşu egzersizi uygulandı. Egzersiz öncesi ve sonrası kan örnekleri alındı. Serum irisin, nesfatin-1 ve CK analiz edildi.
BULGULAR: Tüm katılımcılarda egzersiz süresince serum irisin ve CK düzeyleri artış gösterdi (%16.4 ve %25.7 sırası ile). Ortalama değerler istatistiksel olarak anlamlı artış göstermesine rağmen nesfatin-1 düzeyi tüm katılımcılarda artış göstermedi (%12.1). Irisin ve CK seviyeleri arasında pozitif yönde artış istatistiksel olarak anlamlı korelasyon gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Egzersize bağlı iskelet kası aktivitesi CK ve irisin seviyelerinde artışa neden olabilir. Nesfatin-1 egzersize bağlı hormon gibi görünmeyebilir ve artmış kas aktivitesi ile korelasyon göstermemektedir. Orta yoğunluktaki aerobik egzersiz metabolik hormonları değiştirerek vücut enerji düzenleyici sistemler üzerinde faydalı etkiler sağlayabilir.
INTRODUCTION: Exercise important tool to regulate body energy metabolic system activity by increasing mechanical activity or hormonal effects. In this study, we aimed to examine effects of aerobic exercise on levels of irisin, which increases energy expenditure and nesfatin-1, which suppress energy intake and their connection with CK, which reflects increased muscle injury.
METHODS: Total of 30 healthy sedentary male preformed 30 min of aerobic running exercise work intensity associated with their anaerobic threshold. Blood samples were taken before and after exercise. Serum irisin nesfatin-1 and creatine kinase (CK) were analysed.
RESULTS: During exercise serum irisin and CK levels increased in all subjects (16.4% and 25.7%, respectively). Despite the mean values increased statistically significant, nesfatin-1 levels did not increased in all subjects (12.1%). There was a positive statistically significant correlation between increase of irisin and CK levels.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Consequently, exercise induced skeletal muscle activity may cause increase in CK and irisin levels. Nesfatin-1 hormones may not seem to be exercise-induced hormone and did not correlate with increased muscle activity. Moderate intensity aerobic exercise may provide beneficial effects on body energy regulatory systems by altering metabolic hormones.

12.
Ülkelerin COVID-19’a karşı aldıkları tedbir sertlikleri ve ilk sonuçları: Beş Avrupa ülkesi ve Türkiye arasında bir karşılaştırma
Stringency of government responses to COVID-19 and initial results: A comparison between five European countries and Turkey
Hakan Kaçak, Mustafa Said Yıldız
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.60487  Sayfalar 233 - 242
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 destek tedavilerinden başka müdahale stratejisi bulunmaması nedeniyle engelleme ve baskılama önlemlerine gerek duyulmasına sebep oldu. Karantinalar, kapatmalar, okul ara vermeleri ve diğer müdahale tipleri vaka ve ölüm sayılarının artmasıyla beraber yakınsadı. Önlemler ve etkileri arasındaki bağlantı ve sebep-sonuç ilişkisi bir kaygı nedeni haline geldi. Bu çalışma seçilen ülkelerin (İtalya, İspanya, Fransa, Almanya ve Türkiye) pandemiyi engelleme politikalarının sertlik dereceleri ve müdahalelerin ilk uygulamaya kondukları tarihler bakımından karşılaştırma yapmayı ve vaka ve ölümler üzerindeki etkisini araştırmayı amaçlamıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ülkeler arası karşılaştırma için COVID-19 karşısında hükumet önlemlerinin sertliğinin ölçmek amaçlı olarak geliştirilen İdari Tedbir Sertlik Endeksi kullanılmıştır. Ülkelerin politikalarını ve ölüm ve vaka istatistikleri üzerinde etkilerini karşılaştırmak için önce ülke sertlik verilerini zaman serileri halinde toplulaştırdık ve vaka ve ölüm sayıları ile bir araya getirdik. Ayrıca toplam sertlik skorunun tekil politika bileşenlerine ayrıştırılması ile ülke tedbirleri arasındaki değişkenlik daha görünür hale geldi.
BULGULAR: Ölüm ve vaka sayıları, tedbir sertlik seviyeleri ve politika bileşenleri arasında karşılaştırma yapıldı. Milyonda vaka sayıları İspanya ve İtalya’da daha ser tedbirlere rağmen daha yüksekti. Türkiye görece daha az sertlikte önlemlerine karşılık en az milyonda vaka sayısına sahipti. Fransa, Italya ve İspanya’nın milyonda ölüm sayıları ve politika sertlik seviyeleri daha yüksekti. Türkiye ve Almanya’nın ölümleri daha az sertlikte tedbirlerle kontrol ettikleri görülüyordu. Birleşik Krallık en düşük sertlikte skorlara fakat kayda değer ölüm sayısına sahipti. Ülkelerin politika sertlik paternleri ilk vakaları ile birlikte daha yakından incelendiğinde, diğer ülkelerin ilk vakalarından haftalar sonra tedbirleri uygulamaya koyarken Türkiye’nin her bir müdahale türünü ilk vaka ile aynı anda veya daha önce başlatması ile diğer ülkelerden ayrıştığı görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Salgına karşı yaklaşımlarda tutarsızlık ve uygulamalarda gecikmeler Avrupa ülkeleri için müdahalenin sonraki fazlarında daha sıkı önlemleri daha uzun süre alma gereksinimine neden olmuştur. Türkiye ölü ve vaka sayıları yükselmeden önce seçilen diğer ülkelerden daha erken tarihte aksiyon alabilmiştir. Seçilen ülkelerin müdahale sertlik dereceleri ve politikaları uygulamaya koyma hızı arasındaki karşılaştırma politika önlemlerini zamanında uygulamanın önemini vurgulamaktadır.
INTRODUCTION: COVID-19, a novel virus with no treatment and medical intervention strategy other than supportive treatment, necessitated prevention and containment measures. Quarantines, lock-downs, school closures and many other types of interventions converged as cases and the number of deaths has increased. Causality and linkage between measures and their effects have become a concern. This study aims to compare the country policies (Italy, Spain, France, United Kingdom, Germany and Turkey) in terms of stringency levels and the dates interventions put into effect for containment of the pandemic and explore its effects on numbers of cases and deaths.
METHODS: The Government Response Stringency Index (GRSI), which is created to measure stringency of government measures against COVID-19 was used for the comparisons. In order to compare countries’ policies and their effects on case and death statistics, we initially aggregated the stringency data of countries and compiled them with logistic numbers of cases and deaths. Additionally, variation between country responses could be more apparent by decomposing the total stringency score to individual policy components.
RESULTS: Number of cases and deaths, intervention stringency levels and components of policies were compared. The number of cases per million population was higher than other countries for Spain and Italy despite their more stringent measures. Turkey had the least cases per million value with relatively less stringent policies. The number of deaths per million population and stringency levels was higher for French, Italy, and Spain. Turkey and Germany seem to control at least the number of deaths with less stringent measures. United Kingdom had the least stringent scores but a considerable number of deaths. After close investigation of countries’ stringency patterns with first case dates, it can be observed that Turkey is diverse from any other country, having taken action for any type of intervention before or concurrent with the first case, as the other countries had taken the measures weeks after their first cases.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Inconsistency of perspective towards the outbreak and delay for implementation led European countries to take strict precautions against Covid-19 for longer period of time for the next phases of intervention. Turkey took action earlier than other nations before the number of cases increased, and reached less number of cases and deaths with less stringent measures. Comparison between intervention stringency levels and policy enforcement rapidity of selected countries highlighted the importance of implementation of measures on time.

OLGU SUNUMU
13.
Nadir bir patojen Hafnia Alvei: Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi
A rare pathogen Hafnia Alvei: Case report and literature rewiew
Şerife Çetin, Ilhami Celik
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.53533  Sayfalar 243 - 252
Hafnia alvei, insan gastrointestinal florasında bulunan gram negatif bir basildir. İlk kez 1954 yılında tanımlanmıştır. Toplum kökenli ya da sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyon etkeni olabilen bu mikroorganizmanın, günümüze kadar sadece bir kez salgına neden olduğu bilinmektedir. Ayrıca ölüm ile seyreden vaka sayısı oldukça azdır. Bu çalışmada diyabet mellitus, hipertansiyon ve serebrovasküler hastalıkları olan 71 yaşında erkek hastada Hafnia alvei’nin neden olduğu toplum kökenli idrar yolu enfeksiyonu olgusu sunulmaktadır. Hasta, siprofloksasin (yedi gün) ile tedavi edildi. Hafnia alvei, aminoglikozidler, kinolon grubu antibiyotikler ve üçüncü kuşak sefalosporinler ile tedavi edilebilir. Nadiren enfeksiyon etkeni olan bu tür mikroorganizmalardan korunmak amacı ile toplum ve sağlık profesyonellerinin bilgilendirilmesi ve farkındalığının artırılması için çeşitli stratejilerin geliştirilmesi; enfeksiyonların önlenmesini sağlayabilir. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için iç hastalıkları, enfeksiyon kontrol ve halk sağlığı hemşireleri ile diğer sağlık profesyonelleri multidisipliner olarak çalışmalıdırlar.
Hafnia alvei is a gram-negative bacillus found in human gastrointestinal flora. It was first described in 1954. It is known that this microorganism, which may be a community-acquired or health care-associated infection agent, cause only one epidemic to date. In addition to, the number of cases with death is quite low. In this study, we present a case of community-acquired urinary tract infection caused by Hafnia alvei in a 71-year-old male patient with diabetes mellitus, hypertension and cerebrovascular diseases. The patient was treated with ciprofloxacin (seven days). Hafnia alvei can be treated with aminoglycosides, quinolone antibiotics and 3rd generation cephalosporins. In order to protect against these microorganisms which are rarely infectious agents, community and health professionals need to be informed and raised awareness. The development of various strategies for this may prevent infections. Therefore, internal medicine, infection control and public health nurses and other health professionals are recommended to work multidisciplinary.

DERLEME
14.
Jinekolog gözüyle genital tüberküloza global bakış
A global overview of genital tuberculosis from gynecologist’s respect
Ümit Görkem, Sertaç Arslan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.66674  Sayfalar 253 - 266
Tüm dünyada tüberküloz (TB), milyonlarca insanı etkilemekte ve ölümle sonuçlanan en sık on hastalık arasında yer almaktadır. Günümüzde TB’nin tanı ve etkili tedavi yöntemlerinde gerçekleşen iyileşme ile mortalitede çok önemli düşüşler elde edilmiştir. Buna rağmen, TB hala önemini koruyan bir halk sağlığı problemidir. TB gelişmekte olan ülkelerde hala maternal mortalitenin obstetrik olmayan en sık nedenleri arasındadır. Genital TB (GTB) infertilite, pelvik ağrı, kronik pelvik enflamatuvar hastalık, disparoni ve anormal uterin kanamaların önemli nedenlerinden biri olarak düşünülmektedir. Dolayısı ile erken tanı, uygun ve etkili tedavi ile GTB’nin klinik olumsuz sonuçları engellenebilir veya en aza indirilebilir.
GTB sıklıkla akciğer TB’ye veya böbrek, meninks, iskelet ve gastrointestinal sistemlerdeki akciğer dışı odaklara sekonder olarak gelişir. TB basili genital sistemi sıklık sırasına göre 4 yolla enfekte eder: 1- Hematojen yayılım, 2- Lenfatik yayılım, 3- Desendan direkt yayılım, 4- Seksüel ilişki ile genitalyanın primer enfeksiyonu. Ayrıca, hastalık böbrek yetmezliğinde uygulanan periton diyalizi ile de yayılabilmektedir. GTB’nin etkilediği genital organlar sıklık sırasına göre Fallop tüpleri (%90-100), uterin endometriyum (%50-60), serviks (%5-15), uterin myometriyum (%2-5), vulva ve vajendir (%1-2).
TB, genital sistemde tubal hasara ve bozulmuş endometrial reseptiviteye yol açarak infertiliteye neden olmaktadır. İntrauterin yapışıklıklar, menstrüel anormallikler ve bozulmuş endometrial reseptivite ile sonuçlanan endometrium hasarı, tekrarlayan gebelik kayıpları ve ektopik gebelik risklerini artırmaktadır. Ayrıca pelvik kitlelerin değerlendirilmesinde GTB’de ayırıcı tanıda göz ardı edilmemelidir. GTB'li infertil hastalarda en gerçekçi tedavi yaklaşımı, gebelik sonuçlarının çok olumlu olmamasına rağmen, endometriumun değerlendirilmesini takiben hastanın yardımla üreme tekniklerine yönlendirilmesi gerekebilmektedir.
Yüksek risk popülasyonlarının uygun taranma prosedürleri jinekolojik, obstetrik ve reprodüktif olumsuz sonuçların önlenmesi ve TB eradikasyonu için son derece önem taşımaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de son yıllarda göçmenlik oranları hızlı bir şekilde artmaktadır. Dolayısı ile günümüzde unutulmuş bir hastalık gibi görülen TB klinik pratiğimizde akılda tutulmalıdır.
All over the world, tuberculosis (TB) is one of the most common 10 diseases that affect millions of people and result in death. Nowadays, there has been a significant decrease in mortality rates due to the improvement in TB diagnosis and effective treatment methods. However, TB is still a public health problem that remains important.. TB is still among the most common non-obstetric causes of maternal mortality in the developing countries. Genital tuberculosis (GTB) is considered to be one of the important causes of infertility, pelvic pain, chronic pelvic inflammatory disease, dyspareunia and abnormal uterine bleeding. Therefore, negative consequences of GTB can be prevented or minimized by early diagnosis, appropriate and effective treatment.
GTB often develops secondary to pulmonary TB or extrapulmonary TB foci in the kidneys, meninges, skeletal system and gastrointestinal system. The TB bacillus infects the genital system in 4 ways: 1- Hematogenous spread, 2-Lymphatic spread, 3- Descending direct spread, 4- Primary infection of the genitalia with sexual intercourse. In addition, the disease can be spread by the peritoneal dialysis in renal failure. The genital organs affected by GTB, in the order of frequency are; Fallopian tubes (90-100%), uterine endometrium (50-60%), cervix (5-15%), uterine myometrium (2-5%), vulva and vagina (1-2%).
TB causes infertility by causing tubal damage and impaired endometrial receptivity in the genital tract. Endometrial damage resulting in intrauterine adhesions, menstrual abnormalities and impaired endometrial receptivity increases recurrent pregnancy losses and ectopic pregnancy risks. In addition, GTB should not be ignored for the differential diagnosis of pelvic masses. The most realistic treatment approach for the infertile patients with GTD is to direct the patients to the assisted reproductive techniques after evaluation of the endometrium. However, it should be kept in mind that pregnancy outcomes are not very successful with assisted reproductive techniques.
Appropriate screening procedures for high-risk populations are extremely crucial for the prevention of gynecological, obstetric and reproductive adverse outcomes, and TB eradication. Recently, immigration rate has been increasing rapidly in Turkey, as all over the world. Therefore, TB, which is seen as a forgotten disease today, should be kept in mind in our gynecological and obstetric practice.

LookUs & Online Makale
w