TÜM DERGİ | |
1. | THDBD 2025-2 Cilt 82 Tüm Dergi TBHEB 2025-2 Vol 82 Full Printed Journal Utku ERCÖMERTdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.50469 Sayfalar 208 - 361 Makale Özeti | |
ARAŞTIRMA | |
2. | Klinik örneklerden izole edilen Acinetobacter baumannii’nin fenotipik ve genotipik özelliklerinin araştırılması Investigation of phenotypic and genotypic characteristics of Acinetobacter baumannii isolated from clinical samples Nezahat KOŞAR, Djursun KARASARTOVA, Ayşe Semra GÜRESER, Ayşegül TAYLAN ÖZKANdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.94752 Sayfalar 209 - 230 GİRİŞ ve AMAÇ: Acinetobacter baumannii dünya çapında yaygın bir nozokomiyal patojendir. Çalışmamızda Çorum Erol Olçok Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran hastaların klinik örneklerinden izole edilmiş olan A. baumannii izolatlarının antibiyotik direnç oranı, blaOXA ve ISaba1 genleri, metallo-beta-laktamaz üretimi, biyofilm oluşumu ve klonal sınıflandırmasının belirlenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca plazmid profilini tanımlamak ve genler, klonlar ve plazmidler arasındaki ilişkiyi analiz etmek de amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2018 ve 2019 yılları arasında izole edilen 98 A. baumannii çalışmaya dahil edilmiştir. Antibiyotik duyarlılık testleri Vitek 2 otomatize sistemi ile belirlenmiştir. Kolistin duyarlılığı için referans yöntem olan sıvı mikrodilüsyon yöntemi kullanılmıştır. Sıvı mikrodilüsyon ile Vitek 2’den elde edilen sonuçlar karşılaştırılmıştır. BlaOXA-23, blaOXA-24/40, blaOXA-51 ve blaOXA-58 genleri multipleks polimeraz zincir reaksiyonu ile tespit edilmiştir. ISAba1/blaOXA-23 ve ISAba1/blaOXA-51 genleri PCR ile saptanmıştır. İzolatların genotipleri ve alt tipleri Repetitive Extragenic Palindromic PCR yöntemi ile belirlenmiştir. Uluslararası klonlar multipleks PCR ile araştırılmıştır. İzolatların plazmid profilleri ise alkali lizis yöntemi ile saptanmıştır. Biyofilm oluşumu ve metallo-beta-laktamaz üretiminin belirlenmesinde ise fenotipik yöntemler kullanılmıştır. BULGULAR: A. baumannii derin trakeal aspirat örneklerinde (%32), yarada (%21), kanda (%17), balgamda (%15), idrarda (%9), doku biyopsi örneklerinde (%4), plevral sıvıda (%1) ve beyin omurilik sıvısında (%1) saptanmıştır. Yoğun bakım ünitesinden alınan hasta örneklerinde A. baumannii %58 sıklıkta tespit edilmiştir. İzolatların %13’ü test edilen tüm antibiyotiklere duyarlı iken %45’inde yaygın antibiyotik direnci olduğu bulunmuştur. Karbapenem dirençli izolatların %98,8’inde ISAba1/ blaOXA-23, ISAba1/ blaOXA-51, blaOXA-23, blaOXA-51 genleri tespit edilmiştir. BlaOXA-24/40 ve blaOXA-58 genleri saptanmamıştır. Epidemiyolojik sınıflandırmada yedi genotip ve 21 alt tip saptanmıştır. Hastane endemik izolatı olarak Genotip D ve uluslararası klon 2 tanımlanmıştır. İzolatların %73,4’ünün plazmid taşıdığı ve bu plazmidlerin izolatlar arasında farklılık gösterdiği belirlenmiştir. İzolatların %88’inde farklı biyofilm seviyeleri ölçülürken seftazidim, imipenem, meropenem, trimetoprim-sülfametoksazol ve siprofloksasine duyarlı izolatlarda daha güçlü biyofilm oluşumu tespit edilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: A. baumannii izolatlarında blaOXA-23 genotipi karbapenem direnci ile ilişkilidir. Genotip D ve uluslararası klon 2 hastanemizin endemik izolatı olarak tanımlanmış olup izolatların plazmid profilleri, genotipler ve klonalite açısından duyarlı ve dirençli izolatlar arasında benzerlik saptanmamıştır. Seftazidim, imipenem, meropenem, trimetoprim-sülfametoksazol ve siprofloksasine duyarlı izolatlarda daha güçlü biyofilm oluşumu tespit edilmiştir ve biyofilm oluşumu ile antibiyotik direnci arasındaki ilişki konusunda daha geniş kapsamlı çalışmaların yapılmasına ihtiyaç olduğu kanaatine varılmıştır. |
3. | Metisiline dirençli Staphylococcus aureus ve metisiline duyarlı Staphylococcus aureus izolatlarında makrolid–lincosamide–streptogramin B direncinin fenotipik ve genotipik analizi Phenotypic and genotypic analysis of macrolide–lincosamide–streptogramin B resistance in methicillin-resistant Staphylococcus aureus and methicillin-susceptible Staphylococcus aureus isolates Noura SAED MAHMOUD AETEER, Aylin ALTAY KOÇAK, Hasan Cenk MİRZA, Gizem İNCE CEVİZ, Ahmet BAŞUSTAOĞLUdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.86570 Sayfalar 231 - 238 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde izole edilen MRSA ve MSSA izolatlarının MLSB fenotipi ve genotipik direnç genlerinin karakterize edilmesi amaçlanmış ve MSSA ve MRSA izolatlarının direnç oranları karşılaştırılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Başkent Üniversitesi Ankara ve Adana Hastanelerinden 2016-2022 yılları arasında toplanan 50 MSSA ve 50 MRSA izolatı dahil edilmiştir. İlk olarak S. aureus izolatları katalaz ve koagülaz testleri ile, MRSA izolatları ise sefoksitin disk difüzyon testi ile doğrulanmıştır. MLSB direncini belirlemek için izolatlar, disk difüzyon testi (D-test) kullanılarak klindamisin ve eritromisin direnci açısından çalışılmıştır. D-test sonuçlarına göre direnç fenotipleri saptanmış ve dirençli fenotipler polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) kullanılarak direnç genleri açısından taranmıştır. ermA, ermB, ermC ve msrA genlerine spesifik primerler kullanılarak PZR amplifikasyonu yapılmıştır. BULGULAR: Elli MRSA izolatından 25’i (%50) eritromisine dirençli, klindamisine duyarlı ve D-zonu pozitif olacak şekilde indüklenebilir direnç fenotipini (iMLSB) göstermiştir. İki (%4) izolat, yapısal direnç fenotipini (cMLSB) gösteren D-zonu negatif, klindamisin ve eritromisin dirençli saptanmıştır. Yirmiiki (%44) izolat ise S fenotipini gösteren D-zonu negatif, klindamisin ve eritromisin duyarlı saptanmıştır. Sadece bir izolat (%2) klindamisine duyarlı, eritromisin dirençli ve MSB fenotipine uygun olarak D-zonu negatif bulunmuştur. Elli MSSA izolatının 8’inin (%16) eritromisine dirençli D-zonu pozitif iMLSB fenotipine sahip olduğu saptanırken, iki (%4) izolatın ise D-zonu olmaksızın her iki antibiyotiğe de dirençli cMLSB fenotipine sahip olduğu bulunmuştur. D-zonu olmayan klindamisin ve eritromisin duyarlı olarak ise, 40 (%80) izolat saptanmıştır. Direnç genleri 28 MRSA ve 10 MSSA örneği olmak üzere toplamda 38 örnekte incelenmiştir. MLSB direnç genlerinden, ermC, 25 MRSA (%89,3) ve 4 MSSA örneğinde (%40) pozitif bulunmuştur. İkinci en sık saptanan gen ise ermA geni olmuştur; 4 (%40) MSSA izolatında saptanırken, MRSA izolatlarında ise saptanmamıştır. MSB fenotipli bir MRSA örneğinde msrA geni pozitif olarak doğrulanmıştır. Tüm örnekler, ermB geni varlığı açısından negatif bulunmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, Ankara ve Adana’dan izole edilen izolatlarda gerçekleştirilen bu çalışmada, ülkemizde daha önce yapılan çalışmalarla benzer şekilde, iMLSB fenotipi en yaygın fenotip olarak bulunmuş ve MRSA izolatlarında daha yaygın olduğu görülmüştür. MLSB direnci için direnç genleri arasında en sık görülen gen literatürle uyumlu olarak ermC olmuştur. ermA pozitifliği ise az sayıda saptanmış ve ermB geni hiç saptanmamıştır. Dolayısıyla ermC geninin bu bölgede daha yaygın olduğunu söyleyebiliriz. |
4. | Türkiye’de üçüncü basamak bir hastaneye başvuran akut gastroenterit olgularında Campylobacter jejuni ve Campylobacter coli sıklığının araştırılması ve izole edilen şuşların antibiyotik duyarlılıkları ve çeşitli virülans faktörlerinin belirlenmesi Investigation of the frequency of Campylobacter jejuni and Campylobacter coli in acute gastroenteritis cases admitted to a tertiary hospital in Türkiye and determination of the antibiotic susceptibility of isolated strains and various virulence factors Yusuf GÖRGÜLÜ, Harun GÜLBUDAK, Leyla ERSOY, Necdet KUYUCU, Seda TEZCAN ÜLGER, Ali KAYA, Gönül ASLANdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.76329 Sayfalar 239 - 248 GİRİŞ ve AMAÇ: Campylobacteriosis dünya çapında en sık görülen gastroenterit türlerinden biridir. Son yıllarda insanlardan ve hayvanlardan izole edilen Campylobacter türlerinin makrolidlere ve özellikle de florokinolonlara karşı antibiyotik direncini arttırdığı bildirilmektedir. Çalışmamızın amacı, akut gastroenteritli hastalarda Campylobacter türlerinin sıklığını belirlemek ve izole edilen örneklerin antibiyotik duyarlılık profilini ve çeşitli virülans faktörlerini araştırmaktı.Çalışmamızın amacı, akut gastroenteritli hastalarda Campylobacter türlerinin sıklığını belirlemek ve izole edilen örneklerin antibiyotik duyarlılık profilini ve çeşitli virülans faktörlerini araştırmaktı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Ekim 2018 ile Nisan 2019 tarihleri arasında Mersin Üniversite Hastanesi’ndeki 401 hastanın dışkı örnekleri dahil edildi. Campylobacter türlerinin antimikrobiyal duyarlılık testleri, EUCAST kılavuzuna göre disk difüzyon yöntemi ile yapıldı. Campylobacter türlerinin ve çeşitli virülans faktörlerinin tanımlanması konvansiyonel Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) ile çalışıldı. Campylobacter türlerinin ve çeşitli virülans faktörlerinin tanımlanması konvansiyonel Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) ile çalışıldı. BULGULAR: Çalışmaya alınan 401 dışkı örneğinin 44’ünde (%10.9) Campylobacter spp. izole edildi. PCR yöntemiyle 36 izolat (%81.8) C. jejuni, 6 izolat(%13.6) ise C. coli olarak tanımlandı. 2 izolat ise PCR yöntemiyle tür düzeyinde tanımlanması yapılamamış olup Campylobacter spp. olarak raporlandı. 44 Campylobacter izolatının tamamı siprofloksasine dirençliydi. İzole edilen Campylobacter suşlarında tetrasiklin direnci %97.7 (n=43), eritromisin direnci ise %9.1 (n=4) olarak belirlendi. Campylobacter izolatlarının sırasıyla %90.9’unda (n=40) ve %54.5’inde (n=24) cadF ve cdtABC pozitifliği tespit edildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak çalışmamız bölgemizdeki Campylobacter epidemiyolojisi hakkında veriler sunmuş ve Campylobacter kültürünün rutin dışkı kültürü testlerinin standart bir bileşeni olarak dahil edilmesinin önemini vurgulamıştır. Campylobacter türlerinde makrolid grubu antibiyotiklerin birincil tedavi seçeneği olduğu yeniden ortaya konmuştur. Ayrıca akılcı antibiyotik kullanımı ve antibiyotik direncine karşı önleyici tedbirlerin uygulanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. |
5. | Kütahya’daki 2009-2020 yılları arasında görülen kırım-kongo kanamalı ateşi olgularının değerlendirilmesi Kütahya’daki 2009-2020 yılları arasında görülen kırım-kongo kanamalı ateşi olgularının değerlendirilmesi Duru MISTANOĞLU ÖZATAĞ, Pınar KORKMAZdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.14306 Sayfalar 249 - 256 GİRİŞ ve AMAÇ: Kütahya ili’nde ilk laboratuvar sonuçlarıyla doğrulanmış Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) olgusu 2006 yılında saptanmıştır. Bu çalışmayla 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren KKKA tanısıyla takip edilen hastaların epidemiyolojik, klinik ve laboratuvar özelliklerinin retrospektif olarak incelenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ocak 2009 - 31 Aralık 2020 tarihleri arasında Ters Transkriptaz-Polimeraz Zincir Reaksiyonu (RT-PCR) ve ELISA ile KKKA tanısı doğrulanan hastalara ait kayıtlar retrospektif olarak incelendi. BULGULAR: Çalışmaya toplam 28 hasta dahil edildi. Hastaların 28 (%64)’i kadın olup, yaş ortalaması 48,1±14,3 idi. Hastaların 23 (%82)’ü kırsal bölgede yaşamaktaydı, %93’ü çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşmaktaydı. Başvuruların hepsi ilkbahar ve yaz aylarında olduğu görüldü. Hastalarda kene çıkarma sonrası şikayetlerin başlama süresi ortalama 6,0±1,8 gün, şikayetler başladıktan sonra hastaneye başvuru süresi 3,1±1,64 gündü. En sık görülen şikayet %96,4 ile ateş ve halsizlikti. Hastaların %82’sinde hayvanlarla temas öyküsü saptanmış, %86,0’ında ise kene tutunmasına ilişkin öykü tespit edilmiştir. Fizik muayenede hastaların %96,4’ünde ateş, %14,3’ünde diş eti kanaması, %17.9’unda hematüri mevcuttu. Hastaların tümünde AST-ALT yüksekliği ve trombositopeni, %93,0’ünde ise lökopeni saptandı. Hastaların %93,0’ünde LDH, %75,0’inde CK yüksekliği saptandı, %35,7’sinde ise anemi mevcuttu. Hastaların %28,6’sına ribavirin tedavisi başlandığı, bir hastada (%3,6) ölüm gerçekleştiği görüldü. TARTIŞMA ve SONUÇ: KKKA ülkemizde önemini koruyan endemik bir hastalıktır ve hemen her bölgesinden bildirilmektedir. Bizim bölgemizde de mevsimsel özellik göstermekte ve sporadik olarak görülmektedir. İlkbahar ve yaz aylarında kırsal kesimde yaşayan veya kırsal bölgeye seyahat öyküsü olan ateş ve halsizlik şikayeti ile başvuran lökopeni, trombositopeni saptanan hastalarda KKKA ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmelidir.İlkbahar ve yaz aylarında kırsal kesimde yaşayan veya kırsal bölgeye seyahat öyküsü olan ateş ve halsizlik şikayeti ile başvuran lökopeni, trombositopeni saptanan hastalarda KKKA ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmelidir. |
6. | Sağlık çalışanlarının COVID-19 korkusu ile duygusal yeme davranışları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi Assessment of the relationship between fear of COVID-19 and emotional eating behavior of healthcare professionals İrem Merve TÜRK, Esen YEŞİLdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.45466 Sayfalar 257 - 266 GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık çalışanlarının iş yükünün artması, enfekte olma ve çevresindeki bireylere de bulaştırma endişesi gibi yaşadığı olumsuz durumlar, korku ve stres gibi olumsuz duyguların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu çalışmada sağlık çalışanlarının Yeni Koronavirüs Hastalığı (COVID-19) korkusu ile duygusal yeme davranışları arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma 01 Haziran - 31 Temmuz 2022 tarihleri arasında Türkiye’deki bir devlet hastanesinde çalışan 19-64 yaş arası 200 gönüllünün katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Katılımcılara demografik bilgilerini, sağlık durumlarını ve beslenme alışkanlıklarını tanımlamaya yönelik sorulardan oluşan anket formu, COVID-19 korkusu ölçeği ve DYÖ (duygusal yeme ölçeği) uygulanarak bireylerin antropometrik ölçümleri alınmıştır. BULGULAR: Katılımcıların %62 (n=132)’si COVID-19 tanısı almıştır. COVID-19 almayan katılımcıların COVID-19 korkusu ölçeği puanları COVID-19 tanısı alanlara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0,001). Kadınların COVID-19 korkusu ölçeği ve duygusal yeme puanları erkeklerden daha yüksek belirlenmiştir (sırasıyla p=0,018 ve p=0,003). COVID-19 tanısı alan ve almayanların DYÖ puanları benzer bulunmuştur (p= 0,237). COVID-19 tanısı alan katılımcıların COVID-19 korkusu ölçeği ile duygusal yeme puanları arasında düşük düzeyde pozitif ilişki saptanmıştır (r=0,288; p<0,001). COVID-19 tanısı almayan katılımcıların COVID-19 korkusu ölçeği ile duygusal yeme puanları arasında orta düzeyde pozitif ve anlamlı bir ilişki bulunmuştur (r=0,316; p=0,005). COVID-19 korkusu ölçeği puanları ile yaş ve beden kütle indeksi (BKİ) arasında anlamlı bir ilişki tespit edilememiştir (sırasıyla r=0,083; p=0,244; r=0,136; p=0,054). Katılımcıların DYÖ puanları ile BKİ değerleri arasında pozitif yönlü anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir (r=0,159; p=0,024). TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmaya katılan tüm sağlık çalışanlarının COVID-19 Korkusu ölçeği puanları ile duygusal yeme puanları arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki bulunmuştur. COVID-19 tanısı alan sağlık çalışanlarının COVID-19 korkusu ölçeği puanları daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. |
7. | Yoğun bakım ünitelerinde yatan hastaların klinik örneklerinden izole edilen Candida türlerinin dağılımının değerlendirilmesi Evaluation of the distribution of Candida species isolated from clinical specimens of patients hospitalized in intensive care units Hacer Özlem KALAYCI, Mustafa Kerem ÇALGINdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.58260 Sayfalar 267 - 274 GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım ünitelerinde yatan hastalarda Candida türlerine bağlı enfeksiyonlar önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Yoğun Bakım Ünitelerinde sıklıkla rastlanan Candida türü Candida albicans olmasına rağmen son zamanlarda diğer Candida türlerinin sıklığında da artış dikkat çekmektedir. Bu çalışmada, hastanemizin Yoğun Bakım Ünitelerinde yatan hastaların çeşitli klinik örneklerinden izole edilen Candida türlerinin dağılımının retrospektif olarak incelenmesi ile epidemiyolojik verilere ve ampirik antifungal tedavi seçimine katkı sağlamak amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada 01 Mayıs 2021 - 30 Ağustos 2023 tarihleri arasında hastanemiz Yoğun Bakım Ünitelerinde yatan hastaların çeşitli kültür örneklerinden izole edilen Candida türleri irdelenmiştir. Kan örnekleri otomatize kan kültür cihazında (BACTEC 9120, ABD) 5 gün inkübe edilmiştir. Pozitif sinyal veren kan kültürü örnekleri ve diğer klinik örnekler koyun kanlı agar ve EMB agar besiyerlerine ekilmiştir. Besiyerlerinde üreyen maya izolatlarının tanımlanması Phoenix otomatize identifikasyon sistemi (BD, Sparks, ABD) kullanılarak yapılmıştır. BULGULAR: Toplam 464 Candida üremesi tespit edilmiştir. Hastaların %49,1’i C. albicans, %50,9’u ise non-albicans Candida olarak tespit edilmiştir. Non-albicans Candida’ların %31,5’i C. tropicalis, %10,3’ü C. parapsiosis ve %9,1’i C. glabrata olarak belirlenmiştir. İdrar kültürlerinden izole edilen başlıca candida; C. albicans %45,9 iken, BAL kültürlerinin %57,7’sinden, kan kültürlerinin ise %43,3’ünden C. albicans izole edilmiştir. Yara sürüntüsü kültürlerinin hepsinden C. albicans izole edilmiştir. C. albicans kadın hastaların %51,6’sında, erkek hastaların %45,5’inde; C. tropicalis kadın hastaların %27,8’inde, erkek hastaların %36,9’unda izlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun Bakım Ünitelerinde karşılaşılan kandida enfeksiyonlarının en sık nedenleri C. albicans iken, nonalbicans türlerinin toplamı C. albicans’dan fazla tespit edildi. Nonalbicans Candida türleri içinde en sık izole edilen tür ise C. tropicalis olmuştur. Yoğun bakım ünitelerinde yatan hastalarda Candida enfeksiyonlarının tür dağılımının belirlenmesi hem ampirik antifungal tedavinin planlanmasına hem de seçilecek tedavi protokolü ile mortalite ve morbiditenin azalmasına katkıda bulunacağını düşünmekteyiz. |
8. | Ağrı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde bruselloz seropozitifliği: Rose Bengal ve serum tüp aglütinasyon test sonuçları Brucellosis seropositivity in Ağrı Training and Research Hospital: Rose Bengal and serum tube agglutination test results Neşe İNAL, Ülkü Zeynep ÜREYEN ESERTAŞ, Funda ÇİMEN AÇIKGÜLdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.54514 Sayfalar 275 - 280 GİRİŞ ve AMAÇ: Bruselloz, enfekte hayvanlardan insanlara gıda ürünlerinin (pastörize edilmemiş süt ürünleri gibi) tüketilmesi veya doku, vücut sıvıları ile temas yoluyla bulaşan zoonotik bir enfeksiyondur. Tüm dünyada en sık görülen zoonozdur ve gelişmekte olan birçok ülkede önemli bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir. Bruselloz seropozitifliği ve coğrafi dağılımının bilinmesi hastalığın kontrolü için büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle bruselloz ön tanısı ile mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen serum örneklerinden Rose-Bengal testi (RBT) sonuçları ve serum tüp aglütinasyon (STA) test titrelerinin incelenmesi ve bölgemizde brusellozun seropozitifliğinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ocak 2020 ve 31 Aralık 2023 tarihleri arasında Ağrı Eğitim Araştırma Hastanesi’ne bağlı çeşitli poliklinik veya servislerinden, bruselloz ön tanısı ile tıbbi mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen 13.588 serum örneği dahil edilmiştir. Bu örneklere ait sonuçlar retrospektif olarak laboratuvar bilgi yönetim sisteminden elde edilmiştir. Çalışmada RBT antijeni (THSK, Türkiye) ve STA testi için B. abortus S99 ölü suşunun standardize süspansiyonu (THSK, Türkiye) kullanılmıştır. BULGULAR: Çalışmamıza bruselloz ön tanısı alan 13.588 hastadan alınan kan örneği dahil edilmiştir. RBT seropozitifliği %12.3 (n: 1676) olarak bulunmuştur. RBT pozitif olan hastaların örneklemine STA uygulanmıştır. Serum aglütinasyon testinde <1/160 titrede %4.2 (n: 575), ≥1/160 titrede ise %5.5 (n: 750) oranında bruselloz seropozitifliği saptanmıştır. Yıllara göre incelendiğinde 2023 yılında seropozitiflik oranının azaldığı tespit edilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, bölgemizde bruselloz seropozitifliği yüksek oranda saptanmıştır. Bruselloz, Doğu Anadolu bölgesinde önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Bu nedenle elde edilen serolojik test sonuçları bölgesel epidemiyolojik verilerin oluşturulmasına ve bruselloz bulaşı açısından önlemlerin artırılmasına katkı sağlayacaktır. Bruselloz enfeksiyonu ve bulaş yolları hakkında halkın bilgilendirilmesi önemlidir. Hastanemizde ayırıcı tanıda klinisyenler brusellozu göz önünde bulundurmalıdır. |
9. | Borderline over tümörlerinde intraoperatif frozen kesit incelemesinin doğruluğuna etki eden risk faktörleri Risk factors affecting the accuracy of intraoperative frozen section examination in borderline ovarian tumors Sevgi AYHAN, Zehra ÖZTÜRK BAŞARIR, Filiz YILDIRIM, Şeyma Banu ARSLANCA, İrem KARdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.04372 Sayfalar 281 - 290 GİRİŞ ve AMAÇ: Düşük malignite potansiyeline sahip bir over tümörü olan, borderline over tümörü (BOT), tüm over malignitelerinin % 10-20’sini oluşturur. BOT’nin ameliyat öncesi tanısını koymak genellikle zordur; bu nedenle tanı çoğunlukla cerrahi sırasında yapılan frozen inceleme veya operasyon sonrası over dokusunun histopatolojik değerlendirilmesiyle konulmaktadır. Bu çalışmada BOT’nin frozen inceleme sonuçlarının doğruluk oranını retrospektif olarak tek merkezde değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: 01.01.2003- 01.07.2019 tarihleri arasında kalıcı patoloji tanısı BOT olarak raporlanan 232 hastanın frozen inceleme sonuçları analiz edildi. Frozen inceleme sonuçları; benign, BOT, en az BOT olmak üzere kategorize edildi. Hastaların yaşı, menopoz durumu, tümör tipi, tümör bilateralitesi, tümör boyutu, tümör evresi preoperatif kanser antijen-125 (CA-125) U/ml, preoperatif karbonhidrat antijen 19-9 (CA 19-9) U/ml düzeyi kaydedildi. Frozen tanılarının doğruluk oranı ve etki eden risk faktörleri analiz edildi. Cerrahi prosedür olarak unilateral salpingo-oferektomi, total histerektomi ve bilateral salpingo-oferektomi, periton sitolojisi, multipl periton biyopsileri, apandektomi, infrakolik omentektomi ve/veya lenf nodu diseksiyonu (örnekleme/sistematik) hastanın yaşına, fertilite isteğine göre uygulandı. Fertilitesinin korunmasını isteyen hastalara ve genç yaş grubundaki hastalara konservatif cerrahi tercih edildi. BULGULAR: Tüm hastaların frozen tanılarının doğruluk değeri % 93.7 olarak bulundu. Seröz BOT için % 98.1, müsinöz BOT için % 83.7 frozen tanıları doğruluk oranı saptandı. Hastaların frozen inceleme sonuçları ile kalıcı patoloji sonuçlarının uyumsuz saptanması için, müsinöz histoloji (p<0.001) ve preoperatif CA 19-9 U/ ml düzeyi (p=0.002) ve tümörün bilateralite olması (p<0.001) risk faktörü olarak saptandı. Çalışmamızda CA 19-9 düzeyi düşük olan bireylerin uyumsuz bir patolojiye sahip olma olasılığı CA 19-9 düzeyi yüksek olanlara göre 6.06 kat daha fazla saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: İntraoperatif olarak BOT tanısının frozen inceleme ile doğru tanı konulması, hastaya uygulanacak cerrahi işlemi yönlendirmesinde oldukça önemlidir. Çalışmamızda; tümörün bilateral olması, müsinöz histoloji ve preoperatif CA 19-9 düzeyi yüksekliği olan hastalarda frozen inceleme sonuçlarının tanı doğruluk oranı düşüktür. |
10. | Sağlık turizminin hijyen bağlamında bibliyometrik incelemesi Bibliometric examination of health tourism in the context of hygiene Nebi SERENdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.01799 Sayfalar 291 - 302 GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık turizmi son yıllarda hem ülke ekonomilerinin gelişimi hem de sağlık sistemlerindeki kaliteyi ileri seviyeye taşıma başlıklarında önemini artırmaktadır. Sağlık turizmi tedaviyi talep eden kişilerin yüksek maliyetli tedavilere, yaşadıkları bölge dışında, çoğunlukla daha düşük fiyatlarla ulaşabilmeleri için farklı bölgeleri ziyaret etmeleri olarak özetlenmektedir. Sağlık turizmi sadece daha düşük fiyatlı hizmete ulaşabilme noktasında değil, aynı zamanda hizmeti talep eden bireylerin kaliteli hizmete ulaşmak istediklerinde ortaya çıkan turizm şekli olarak da literatürde yer almaktadır. Bu çalışma, tüketicilerin ihtiyaçları doğrultusunda başvurdukları sağlık turizmi hakkında yapılan yayınları farklı açılardan değerlendirerek mevcut çalışmaların yayılım ve ilişkilerini ortaya koymak ve hijyen etkisini incelemeyi amaçlamaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada kullanılan veriler, 2020-2024 yılları arasında “Scopus” ve “WoS” (Web of Science) veri tabanlarında yapılan çalışmalar süzülerek, sadece İngilizce dilinde yayınlanan çalışmalardan elde edilmiştir. Verilerin alınmasında, başlık, özet ve anahtar kelimelerde “sağlık turizmi” ve tüm alanlarda “hijyen” şeklinde kısıtlama yapılmıştır. Bibliyometrik analiz kısmında, Vosviewer programı kullanılarak sırasıyla ortak yazar analizi, anahtar kelimeler analizi, ülke atıf analizi, yazar atıf analizi, kaynak atıf analizi ve bibliyografik eşleştirme analizi yapılmıştır. Sağlık turizmi üzerine yapılan çalışmaların coğrafik dağılımı, R programı ve Biblioshiny eklentisi kullanılarak görselleştirilmiştir. BULGULAR: İnceleme sonucunda WoS veri tabanında taranan çalışmaların 3512 araştırma makalesi, 338 derleme, 217 erken erişim yayını ve 179 konferans bildirisi şeklinde oluştuğu tespit edilmiştir, Scopus veri tabanındaki yayınların ise 303 araştırma makalesi, 55 derleme, 60 kitap bölümü ve 24 konferans bildirisi şeklinde sıralandığı belirlenmiştir. Son beş yıl içinde yapılan çalışmaların sayısının özellikle Covid-19 pandemisinin ardından önemli ölçüde arttığı gözlemlenmiştir. Ayrıca, sağlık turizmi hakkında yapılan çalışmaların birbirleriyle olan bağlantıları farklı perspektiflerden değerlendirilmiştir. Konuyla ilgili en çok yayın yapan ülkeler, yazarlar ve ilişki tabloları ortaya çıkarılmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sağlık turizmi üzerine yapılan çalışmaların her yıl artarak devam ettiği gözlemlenmiştir. Sağlık turizmi üzerine yapılan araştırmaların ülkeler bazında dengesiz dağıldığı ve bu alanda öncü ülkelerin toplam çalışmaların önemli bir bölümünü oluşturduğu tespit edilmiştir. Sağlık turizminde hijyen kavramının önemi, analiz sonuçları, tablolar ve elde edilen grafikler yardımıyla gösterilmiştir. |
11. | Helmintlerin ve artropodların demonstrasyonunda yeni preparat hazırlama tekniği: Epoksi reçinesi New slide preparation technique for demonstration of helminths and arthropods: Epoxy resin Alican BİLDEN, Merve KAHRAMAN, Nadia İBRAHİM KAMİL, Gülşah ÖZKULA, Muttalip ÇİÇEKdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.32067 Sayfalar 303 - 310 GİRİŞ ve AMAÇ: Helmintlerin ve artropodların kalıcı preparat haline getirilmesi, hem araştırma hem de eğitim amaçlı kullanımı açısından büyük önem taşımaktadır. Bu işlemin basit ve uygulanabilir olması, hazırlanan preparatların uzun süre korunmasına olanak tanır. Kalıcı preparatların kalitesini ve dayanıklılığını artırmak amacıyla gliserin jeli, entellan ve Kanada balsamı gibi güçlü yapıştırıcılar yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak, bu geleneksel montaj ortamları zamanla sararma, kırılganlık, neme duyarlılık ve uzun sertleşme süreleri gibi çeşitli sınırlılıklar içermektedir. Bu çalışmanın amacı, helmint ve artropodların epoksi reçinesine gömülmesi tekniğinin kalite, dayanıklılık ve etkinliğini değerlendirmek, geleneksel yöntemlere kıyasla sağladığı avantajları belirlemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Laboratuvar ortamında sülük (Hirudo sp.), Fasciola sp., Taenia sp., Enterobius vermicularis; artropodlardan sert kene (Ixodidae), redüvid (Reduviidae), Anopheles sp. gibi türler epoksi reçinesi kullanılarak kalıcı hale getirilmiştir. Örnekler, öncelikle uygun fiksasyon ve dehidrasyon işlemlerinden geçirilmiş, ardından dikkatli bir şekilde pozisyonlandırılarak epoksi reçinesi içerisine gömülmüştür. Uygulanan yöntem, parazitlerin morfolojik bütünlüğünü ve üç boyutlu yapısını koruyacak şekilde optimize edilmiştir. BULGULAR: Epoksi reçinesi, yüksek optik şeffaflık, üstün mekanik dayanıklılık, üç boyutlu preparat oluşturma yeteneği ve parazitlerin ince morfolojik detaylarını uzun süre koruma kapasitesi gibi önemli avantajlar sunmuştur. Çalışmada hazırlanan preparatların fiziksel yapıları bozulmadan ve optik özellikleri kaybolmadan uzun süre stabil kaldığı gözlemlenmiştir. Geleneksel yöntemlerle karşılaştırıldığında, epoksi reçinesinin, çevresel faktörlere karşı daha dirençli ve zamanla deformasyona uğramayan bir yapı sağladığı belirlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Epoksi reçinesi, hem helmintler hem de artropodlar için yüksek montaj kalitesi sağlayan, hızlı ve pratik bir teknik olarak değerlendirilmiştir. Sağladığı optik berraklık, mekanik dayanıklılık ve yapısal bütünlüğü uzun süre koruma kapasitesi sayesinde, bu yöntem uzun vadeli örnek saklama ve mikroskobik inceleme açısından umut verici bir alternatif olarak öne çıkmaktadır. Epoksi reçinesinin eğitim ve araştırma amaçlı kullanımı, parazitoloji laboratuvarları için değerli bir katkı sunmaktadır. |
12. | Klinik mikrobiyoloji laboratuvarlarında bakteriyel tanımlama için 16S rRNA dizileme yöntemlerinin karşılaştırılması: Sanger dizilemesi ve üçüncü nesil dizileme Comparison of 16S rRNA sequencing methods for bacterial identification in clinical microbiology laboratories: Sanger sequencing vs. third-generation sequencing Süleyman YALÇIN, Ayşe Hande TÜRK, Hakan Farzin MEHMETZADE, Safa Kerem AYDIN, Ekrem SAĞTAŞdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.30806 Sayfalar 311 - 322 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, Sanger dizileme ve üçüncü nesil 16S rRNA sekanslama yöntemlerinin, aynı primer ve belirli PCR koşulları altında dört Amerikan Tip Kültür Koleksiyonu (ATCC) suşu kullanılarak doğru şekilde bakterileri tanımlama yeteneklerini karşılaştırmalı olarak değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda, her bir yöntemin, cins ve türleri önceden doğrulanmış ve bilinen saf kültürlerden bakterileri doğru ve kapsamlı bir şekilde tanımlama kapasitesi değerlendirilmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada, iki farklı sekanslama yönteminin karşılaştırılabilmesi amacıyla aynı primer setleri ve PCR koşulları kullanılmıştır. Sanger dizileme yönteminde 16S rRNA bölgesini kapsayan sekiz primer kullanılırken üçüncü nesil 16S rRNA sekanslama yönteminde aynı bölge için 2 primer kullanılmıştır. Ham veriler, Sanger Dizilemede GeneStudio yazılımında, üçüncü nesil 16S rRNA sekanslama yönteminde ise uygun biyoinformatik iş akışı ile analiz edilmiştir. BULGULAR: Analiz sonuçları, üçüncü nesil 16S rRNA sekanslama yönteminin Sanger dizilemeden daha kapsamlı ve verimli bir şekilde tam 16S rRNA bölgesini profilleyebildiğini göstermiştir. Üçüncü nesil 16S sekanslama yöntemi, primer gereksinimlerini azalttığı ve primer bağlanma bölgelerinde dizi kaybını en aza indirdiği gibi, işlem süresini günlerden saatlere düşürerek dakikalar içinde hızlı, yüksek verimli dizileme olanağı tanımaktadır. Buna karşın, Sanger dizilemenin tek okuma doğruluğu yüksek olmasına rağmen, uzun işlem süresi ve düşük verimliliği nedeniyle geniş kapsamlı uygulamalar için daha az uygun olduğu belirlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, üçüncü nesil 16S sekanslama yönteminin yüksek çözünürlüklü mikrobiyal analizler için daha hızlı, daha kapsamlı ve daha etkili bir seçenek olduğunu ortaya koymaktadır. Sanger dizileme, yüksek tek-okuma doğruluğu sayesinde belirli durumlarda hâlâ değerli bir araç olarak kabul edilse de, yavaşlığı ve sınırlı kapsama alanı nedeniyle daha geniş uygulamalar için yetersiz kalmaktadır. Elde edilen bulgular, üçüncü nesil 16S sekanslama yönteminin mikroorganizmaların karakterizasyonunda güvenilir ve ayrıntılı bir yaklaşım sunduğunu vurgulamakta ve çeşitli mikrobiyal uygulamalarda sağladığı avantajlara dikkat çekmektedir. |
13. | Fospropofolün vasküler düz kaslar üzerindeki etkisinde endotel, kalsiyum ve büyük iletkenli kalsiyumla aktive olan potasyum kanallarının rolü The role of endothelium and calcium and large conductance calcium–activated potassium channels in the effect of fospropofol on vascular smooth muscles Meriç DEMELİ ERTUŞ, Meriç DEMELİ ERTUŞ, Mehmet Emin İNCE, Nadide ÖRS YILDIRIM, Alperen Kutay YILDIRIM, Bilge PEHLİVANOĞLU, Suat DOĞANCI, Vedat YILDIRIMdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.55632 Sayfalar 323 - 334 GİRİŞ ve AMAÇ: Propofolün tolere edilmesi zor olan yan etkileri nedeni ile, alternatif molekül olarak bir propofol öncül molekülü olan ve suda çözünebilen fospropofolün insan internal meme arteri (İMA) halkaları üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçladık. Kalp ve damar cerrahisi sırasında istenen damar tonusunun sağlanması kritik öneme sahip olduğu için anestezi indüksiyonu ve/veya sedasyon için kullanılan ajanların etkisi de dikkate alınmalıdır. Bu ilaçların endotel bağımlı, kalsiyum ve potasyum kanalıyla modüle edilen etki mekanizmalarının aydınlatılması, hastaların ameliyat sırasında ve sonrasında yoğun bakım döneminde kontrol altında tutulmasını sağlayacaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Koroner arter bypass ameliyatı yapılan 19 hastadan elde edilen IMA parçalarının kullanılmayan bölümlerinden arter halkaları elde edildi ve organ banyolarına asıldı. Fizyolojik Krebs solüsyonunda (%95 O2 ve %5 CO2 ile gazlandırılan, pH=7,4, 37°C) 0,5-1 g gerim altında dengeye gelmeleri sağlandı. Bazal ve KCl (120 mM) ile uyarılan vasküler tonus ve propofol (n=8) ve fospropofol (n=11) (10-7-10-5 M)’ün kümülatif olarak etkileri kaydedildi. Deney protokolünün diğer serisinde, endotel tabakasının rolünü araştırmak için endoteli sağlam ve haraplanmış damarlara yukarıdaki fospropofol protokolü uygulandı. Daha sonra L tipi Ca+2 ve BKCa K+ kanallarının etkisini göstermek için damarlar nifedipin (n=8) veya iberiotoksin (n=7) ile inkübe edildikten sonra KCl ile uyarıldı e fospropofol dozları uygulandı. Tüm kayıtlar Biopac veri toplama ve analiz sistemi ile gerçek zamanlı yapıldı. Damar cevapları, doku ağırlığına göre düzeltildi ve KCl uyarısı ile elde edilen kasılma cevabının yüzdesi olarak verildi. BULGULAR: Fospropofol, propofole göre daha az ve daha geç vazodilatasyona neden oldu (p<0.05). Fospropofolün vazodilatör etkisinde endotel tabakasının rolü endolteli haraplanmış dokulardaki azalmış gevşetici etki ile gösterildi. BKCa potasyum kanallarının iberiotoksin ile bloke edilmesi kasılmayı arttırdı ve fospropofolün vazodilatör etkisini azalttı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, fospropofol, potansiyel olarak vazodilatasyona bağlı hipotansiyon riskini azaltıp vasküler tonusu korunması nedeniyle propofole için iyi bir alternatif gibi görünmektedir. Ancak bu bulguların doğrulanması ve altta yatan mekanizmaların daha iyi anlaşılması için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. |
DERLEME | |
14. | Geleneksel ve tamamlayıcı tıp (GETAT) uygulamalarında hijyen, enfeksiyonlardan korunma ve hasta güvenliği Hygiene, infection prevention and patient safety in traditional and complementary medicine (T&CM) practices Fatma CEVAHİR, Fatma CEVAHİR, Gülsüm KAYA, Mustafa ALTINDİŞdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.24922 Sayfalar 335 - 360 Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp (GETAT) uygulamaları, modern tıbbın yanı sıra kültürel ve tarihsel kökeni olan çeşitli hastalıkların tedavisinde ve sağlığın korunmasında tamamlayıcı olarak kullanılan birçok tıbbi uygulamaları içermektedir. Bu uygulamalar, yüzyıllardır birçok toplum tarafından klasik tıbbın dışında düzensiz olarak kullanılmaktadır. Ancak, bu uygulamaların güvenliği, özellikle hijyen ve enfeksiyon kontrolü açısından ciddi sorumluluklar getirmektedir. GETAT uygulamalarına olan eğilim ile birlikte sağlık personellerinin, GETAT yöntemleri hakkında daha donanımlı bilgiye sahip olması gereklilik halini almıştır. Bunun için uygulamanın amacını, olumlu veya olumsuz etkilerini, kullanım yöntemlerini, endikasyonlarını ve kontrendikasyonlarını içeren eğitimler alınması önemlidir. GETAT uygulamalarını yapacak sağlık personellerine verilecek eğitim içeriğinde ayrıca sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyonlar, bulaşma yolları, korunma önlemleri, hasta güvenliği, sağlık personeli sağlığı ve bağışıklama ilkeleri bulunmalıdır. GETAT uygulamalarının yapıldığı ortamların düzenli olarak ve gerektiğinde temizlenip dezenfekte edilmesi gerekliliği de belirtilmelidir. Bu derlemede, akupunktur, kupa terapisi, sülük tedavisi ve mezoterapi gibi yaygın GETAT uygulamalarında karşılaşılan spesifik hijyen ve enfeksiyon riskleri incelenmektedir. Özellikle, akupunktur gibi cilt bütünlüğünü bozan uygulamalarda steril iğnelerin kullanılması ve her hasta için tek kullanımlık malzemelerin tercih edilmesi hayati önem taşır. Benzer şekilde, biyolojik materyallerin kullanıldığı sülük tedavisinde, sülüklerin tek kullanımlık olması ve tedavi sonrasında uygun şekilde imha edilmesi gerekmektedir. Kupa terapisi ve mezoterapi uygulamalarında ise, ciltle temas eden yüzeylerin steril olması ve kullanılan aletlerin uygun yöntemlerle dezenfekte edilmesi gereklidir. Bu derlemede ayrıca, enfeksiyon kontrolü açısından GETAT uygulayıcılarının düzenli eğitim almalarının uygulama ortamlarının temizlik ve dezenfeksiyon protokollerine uygun şekilde hazırlanmasının önemi vurgulanmaktadır. Hasta güvenliği açısından, GETAT uygulamalarında sıkı hijyen protokollerine uyulması ve enfeksiyon kontrolüne yönelik somut adımların atılması, bu tedavi yöntemlerinin etkinliği ve güvenilirliği için kritik rol oynamaktadır. |