ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 77 (4)
Cilt: 77  Sayı: 4 - 2020
TÜM DERGİ
1. 
THDBD 2020-4 Cilt 77 Tüm Dergi
TBHEB 2020-4 Vol 77 Full Printed Journal
Utku ERCÖMERT
Sayfalar 380 - 527
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2. 
Türkiye'de COVID-19'a yönelik toplum yaklaşımı: ilk vaka görüldükten bir ay sonra
Community approach towards COVID-19 in Turkey: one month after the first confirmed case
Hülya ŞİRİN, Gamze KETREZ, Ahmad Abed AHMADİ, Ahmet ARSLAN, Emre ALTUNEL, İbrahim Sefa GÜNEŞ, Ebru SEÇİLMİŞ, Seçil ÖZKAN, Metin HASDE
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.87059  Sayfalar 381 - 398
GİRİŞ ve AMAÇ: Yeni koronavirüs hastalığı için koruyucu önlemler hakkında toplumun bilgi tutum ve davranışlarını değerlendirmek, salgın kontrolü için uygulanan müdahalelerin etkinlik ve uygulanabilirlik düzeyini saptamakta fayda sağlayacaktır. Ayrıca, bu konudaki çalışmalar salgın sürecini yönetebilme ve yeni yapılacak müdahalelere ışık tutması açısından gereklidir. Bu nedenle çalışmamızdaki amacımız Türkiye’de yaşayan bireylerin Yeni Koronavirüs Hastalığı hakkında bilgi, tutum ve davranışlarını saptamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel çalışma 11-21 Nisan 2020 tarihleri arasında bir çevrimiçi anketi 10 kullanılarak uygulanmıştır. Anket çevrimiçi olarak uygulandı ve dâhil edilme kriterlerini karşılayan en yüksek sayıda kişiye (örneğin, 18 yaş ve üstü) ulaşmak için sosyal medya platformları kullanılmıştır. Anket formu sosyodemografik, sağlık özgeçmiş ve bilgi, tutum ve davranış sorularını içeren üç bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın tanımlayıcı sonuçları verilmiştir. Katılımcıların sosyodemografik özeliklerine göre bilgi, tutum ve davranışlarının analizinde ki-kare testi kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışmada toplam 8505 kişi katılmıştır. Katılımcıların %59,3’ü (5045) kadın ve %77,7’si (6808) üniversite veya üstü seviyede eğitim düzeyine sahipmiş. katılımcıların %90'ından fazlası hastalığın bulaşma yolu, belirtileri, risk grupları, izolasyon ve tedavisi ile ilgili soruları doğru yanıtlamıştır. Katılımcıların %55,2’si hastalığın Türkiye’de ve %38,6’si ise dünyada başarıyla kontrol altına alınacağını düşünmektedir. Katılımcıların %55,6’i Yeni Korona virüs enfeksiyonunun hava ısınınca sona ermeyeceğini ve %35,1’i hastalanmanın kaderi olduğunu düşünmektedir. Korunmaya yönelik davranışlarından el hijyeni, evde kalma, dışarıda maske takma en çok uygulanan davranışlardır. Katılımcıların %98,8’i hastalıktan korunmak için ellerini yıkıyormuş.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızdaki katılımcıların bilgi tutumu ve davranışları yüksek olarak değerlendirilmiş olsa da, çalışma popülasyonunda daha sonraki toplum müdahalelerinde dikkate alınması gereken bazı bilgi ve davranış boşlukları belirlenmiştir. Salgın kontrolü için gelecekteki müdahaleler, insanların eğitim seviyesi, istihdam durumu ve dini inançları gibi sosyal belirleyicileri dikkate almalıdır.

3. 
Sıkma peynirlerinden izole edilen enterokokların tanımlanmasında MALDI-TOF-MS ve 16S rRNA sekanslamasının karşılaştırılması ve izolatların antibiyotik dirençlikleri ile antimikrobiyal aktivitelerinin belirlenmesi
Comparision of two identification methods: MALDI-TOF-MS & 16s rRNA sequencing in enterococci isolated from raw milk cheeses (Sikma cheeses) and evaluating their antibiotic susceptibility and antimicrobial activity
Furkan AYDIN, Halil İbrahim KAHVE, Mustafa ARDIÇ, İbrahim ÇAKIR
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.92332  Sayfalar 399 - 412
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, enterokokların tanımlanmasında kullanılan MALDI-TOF-MS ve 16S rRNA sekans analizlerinin karşılaştırılması ve ayrıca suşların bazı gıda patojenlerine karşı antibiyotik dirençlerine ve antibakteriyel etkilerine odaklanmaktır
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlamaları daha önceki çalışmalarda MALDI-TOF-MS yöntemi ile yapılmış 84 Enterococcus izolatının 16S rRNA bölgeleri çoğaltılarak sekanslandı. Suşların tamamı, disk difüzyon yöntemi ile 14 farklı antibiyotiğe karşı test edildi. Son olarak, izolatların çeşitli gıda patojenlerine karşı gösterdikleri antimikrobiyal etki agar spot testi ile belirlendi. Varyans analizi (ANOVA, F testi) ve antibakteriyel sonuçlar arasındaki korelasyonun belirlenmesi amacıyla SPSS 22.0.0 yazılımı (SPSS Inc., Chicago, ABD) kullanıldı.
BULGULAR: 16S rRNA sekans analizi sonucunda 33 (% 39.3) E. faecalis, 29 (% 34.5) E. faecium, 13 (% 15.4) E. durans, 4 (% 4.8) E. gallinarum, 3 (% 3.5) E. casseliflavus ve 1 (% 1.2) E. thailandicus suşu tanımlandı. İki tanımlama yöntemi arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p> 0.05). Nalidiksik asit, oksasilin ve streptomisin için yüksek direnç saptandı. Ek olarak, E. faecalis suşlarının, çeşitli antibiyotiklere karşı E. faecium'dan daha düşük duyarlılık gösterdiği bulundu (p <0.05). Toplamda, suşların %83.3'ünün çoklu antibiyotik direnci gösterdiği tespit edildi. Suşların antibakteriyel potansiyelinin bir sonucu olarak, tüm enterokok suşları arasında E. faecalis'in anti-listerial etkisi belirlendi (p<0.05). Bununla birlikte, L. innocua ve L. monocytogenes inhibisyonu arasında güçlü bir korelasyon saptandı. Antibakteriyel aktivitenin sonuçları incelendiğinde ise izolatların Gram-pozitif gıda patojenlerine karşı daha etkili olduğu görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İki tanımlama yönteminden elde edilen sonuçlar arasındaki korelasyon MALDI-TOF-MS'nin enterokokların karakterizasyonu için hızlı, daha ekonomik, sağlam ve güvenilir bir yöntem olduğunu göstermektedir. Sonuçlar gıda güvenliği açısından incelendiğinde, starter kültür kullanılmadan direkt olarak çiğ sütten üretilen Sıkma peynirlerinin, çoklu antibiyotik direnci taşıyan enterokok rezervuarları olduğu görülmüştür. Çoklu antibiyotik direnci taşımayan enterokoklar, peynir üretim teknolojisindeki başlangıç kültürü kombinasyonlarında, engel teknolojileri bağlamında ise Gram-pozitif gıda patojenlerinin gelişmesini engellemek için kullanılabilir, ancak bu amaca ulaşabilmek için virülens determinantların belirlenmesi gerekmetkedir.

4. 
Şanlıurfa'da Yaşa Özgü Anti-Müllerian Hormon Nomogramı
Age-Specific Anti-Mullerian Hormone Nomogram in Şanlıurfa
Adnan KİRMİT, Ahmet Berkiz TURP
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.34392  Sayfalar 413 - 420
GİRİŞ ve AMAÇ: Antimüllerian hormon (AMH) seviyeleri genellikle yumurtalık rezervinin iyi bir öngörücüsü olarak kabul edilmektedir. Şanlıurfa, Türkiye'nin en yüksek doğurganlık oranına sahip ilidir. Bu çalışmanın amacı Şanlıurfa'daki infertilite şikâyeti olan hastaların serum AMH düzeylerinin yaşa özgü nomogramlarını belirlemek ve doğurganlıkla ilişkisini saptamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi infertilite polikliniğine müracaat eden ve AMH düzeyleri ölçülmüş olan hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi. Bu retrospektif çalışmaya Şubat 2017 ile Eylül 2018 arasında kayıtlı olan tüm hastalar dahil edildi. Çalışmaya toplam olarak 3667 hasta verisi dâhil edilmiştir. AMH seviyelerinin yaşa özgü dağılımı tespit edildi. Çalışmaya dahil edilen hastaların serum AMH düzeyleri, aynı marka kitlerine sahip bir C601 otoanalizöründe ECLIA yöntemi kullanılarak tek laboratuvarda rutin olarak saptanmış ve sonuçlar ng/mL olarak ifade edilmiştir. Aşırı değerler (>30 ng/mL) değerlendirme dışında tutuldu ve birden fazla AMH ölçümlerinden yalnızca ilk AMH değeri nomograma dahil edilmiştir.
BULGULAR: Histogram analizimizde, AMH düzeylerinin 19 ve 23 yaşında iki tepe noktası gösterdiğini ve daha sonra azalan bir eğilim gösterdiğini tespit ettik. Serum AMH düzeyleri yaş ile negatif korelasyon gösterdi (r = -0.518, p <0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, Şanlıurfa'da değerlendirilen infertilite şikayeti olan çok sayıda kadına dayanarak, aynı koşullarda saptanan yaşa özgü AMH referans değerlerinin incelemesini sunmaktadır. Klinik sonuç verileri olmadan, AMH için sağlanan referans değerlerinin, bir kadının başarılı yumurtlama indüksiyonu veya çocuk sahibi olma şansı hakkında danışmanlık için tek başına kullanılamayacağı açıktır. Bununla birlikte, bu veriler klinisyenlerin infertil hastaların yumurtalık rezervini değerlendirmesinde ve bunun için tedavinin bireyselleştirilmesinde sadece AMH değeri yerine bölgesel nomogramla birlikte değerlendirmelerine imkân sunarak yararlı olabilir.

5. 
Karbon Monoksit, Spontan Hipertansif Sıçanların Renal Direnç Arterlerinde Vasküler Tonusun Düzenlenmesine Katkıda Bulunur
Carbon Monoxide Contributes to The Regulation of Vascular Tonus in Renal Resistance Arteries in Spontaneously Hypertensive Rats
Günnur KOÇER, Seher NASIRCILAR, Filiz BASRALI, Oktay KURU, Ümit Kemal ŞENTÜRK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.76736  Sayfalar 421 - 430
GİRİŞ ve AMAÇ: Vasküler tonusun düzenlenmesinde yer alan karbon monoksit (CO), hipertansiyon gelişimi sırasında kompansatuar etki gösterebilir. Bu çalışma, spontan hipertansif sıçanlarda (SHR) HO / CO sisteminin renal direnç arterlerinin vasküler tonusu üzerine etkilerini değerlendirmeyi amaçlamıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Renal direnç arterlerinde endojen CO'nun vasküler tonusa katkısı, bir HO inhibitörü varlığında ve yokluğunda fenilefrin (Phe) kontraksiyon yanıtı ile test edildi. Ekzojen CO gevşeme yanıtı da CO donörü (Carbon monoxide-releasing molecule (CORM)) kullanılarak değerlendirildi. CO gevşeme yanıtının mekanizması, guanilat siklaz inhibitörü (ODQ) veya potasyum kanal blokörü TEA ile değerlendirildi. Renal direnç arterlerindeki HO-1 ve HO-2 protein ekspresyonları Western blot analizi ile saptanmıştır.
BULGULAR: SHR’larda kontrol grubuna kıyasla Phe’e verilen kasılma yanıtı anlamı olarak yüksekti (p<0,05). HO inhibisyonu ile CO üretimi engellendiğinde SHR’da kasılma yanıtı daha da arttı (p<0,05). SHR sıçanlarda CORM’a verilen gevşeme yanıtları da daha yüksekti (p<0,05). Her iki grupta da CORM yanıtlarını ODQ baskılamazken TEA anlamlı olarak baskıladı (p<0,01). HO-2 protein ekspresyonu açısından gruplar arasında farklı olmamakla birlikte, HO-1 ekspresyonu SHR'larda kontrol grubuna göre önemli ölçüde daha yüksekti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak; verilerimiz, SHR'ların böbrek direnç arterlerinde karbon monoksidin kompansatuar etkisi olduğunu ortaya koymaktadır.

6. 
TOBB ETÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Pediatri Polikliniği’ne Başvuran Akut Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu Tanılı Çocuklarda Influenza virüs tip A/B ve A Grubu Beta Hemolitik Streptokok Birlikteliğinin Araştırılması
Investigation of the Coexistence of Influenza Type Virus A/B and Group A Beta Haemolytic Streptococcus in Children Diagnosed with Acute Upper Respiratory Infection Presenting to the Pediatric Outpatient Clinic of TOBB ETU Medical Faculty Hospital
Neşe İNAN, Nazife Yasemin ARDIÇOĞLU AKIŞIN, Ayyüce UÇARSU, Berk ATALAY, Berrak SOPACI, Gülce HÜRKAL, Mustafa Ziya ĞAÇACI, Taha TUNÇKAŞIK, Jülide Sedef GÖÇMEN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.81594  Sayfalar 431 - 440
GİRİŞ ve AMAÇ: Solunum yolunun bakteri ve virüsler nedeni ile koenfeksiyonları tüm dünyada yaygın bir sağlık problemidir. Akut üst solunum yolu enfeksiyonları (ÜSYE) çocuk yaş grubunda en sık görülen enfeksiyonlardandır. Bu çalışmada akut üst solunum yolu enfeksiyonu şikâyeti ile TOBB ETÜ Hastanesi Pediatri Polikliniği’ne başvuran çocuk hastalarda Influenza virüs tip A/B ve A grubu beta Hemolitik streptokok (AGBHS) enfeksiyonlarının yaş gruplarına ve yıllara göre görülme sıklıkları ve birlikte görülme oranlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ocak 2015- 31 Temmuz 2019 tarihleri arasında TOBB ETÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Pediatri Polikliniği’ne başvuran akut ÜSYE tanısı almış ve eş zamanlı boğaz kültürü, hızlı Strep A antijen testi ve Influenza virüs tip A/B testi yapılmış, 0-18 yaş arası hastaların verileri hastane bilgi sisteminden taranarak çalışmaya dahil edilmiştir.
BULGULAR: Akut üst solunum yolu enfeksiyonu tanısı ile aynı gün boğaz kültürü, hızlı Strep A antijen testi ve Influenza virüs tip A/B testleri yapılmış 0-18 yaş arası, toplam 2515 (1203 K/1312 E) hastanın sonuçları hastane kayıtlarından incelenmiştir. AGBHS %24, Influenza A virüsü %18, Influenza B virüsü %9 oranında pozitif saptanmıştır. AGBHS pozitifliği en yüksek %30 olarak 7-11 yaş grubunda, en düşük %15 ile 0-2 yaş grubunda belirlenmiştir. Influenza A virüs pozitifliği 3-6 yaş, 7-11 yaş, 12-18 yaş gruplarında sırası ile %18, %18, %17 olarak benzer yüzdelerde saptanırken, 0-2 yaş grubunda %12 ile en düşüktür. Influenza B virüs pozitifliği %13 ile en yüksek 7-11 yaş grubunda görülmüştür. Cinsiyete göre ise AGBHS, Influenza virüs tip A/ B pozitiflikleri benzerdir. Influenza A virüsü pozitif hastaların %19’unda, Influenza B virüsü pozitif hastaların ise %26’sında AGBHS birlikteliği saptanmıştır. Mevsimlere göre değerlendirme yapıldığında Influenza virüs tip A/B ve AGBHS birlikteliği en yüksek kış ve ilkbahar aylarında saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Influenza virüslerinin bakteriyel enfeksiyonlara yatkınlığı arttırdığı, sekonder bakteriyel enfeksiyonların morbidite ve mortalitede anlamlı oranda artışa neden olduğu bilinmektedir. ÜSYE endikasyonu ile başvuran hastaların %45-66’sına gereksiz antibiyotik reçetelenmektedir. Influenza virüsü salgınları sırasında eş zamanlı görülen bakteriyel enfeksiyonların tanısı bu nedenle önemlidir. Influenza virüsleri ile birlikte görülen bakteriyel enfeksiyonların varlığı kanıtlandığında, antiviral ajanın yanında tedaviye antibakteriyel ilaç eklenmesinin kararı gündeme gelmelidir.

7. 
Çorum İli’nde Sokak Köpeklerini Enfeste Eden Kene Türlerinin Belirlenmesi
Ticks infesting stray dogs in Corum Province of Turkey
Gönül ARSLAN AKVERAN, Djursun KARASARTOVA, Arzu COMBA, Bahat COMBA, Adem KESKİN, Ayşegül TAYLAN ÖZKAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.43402  Sayfalar 441 - 448
GİRİŞ ve AMAÇ: Çorum İli Kırım Kongo kanamalı ateşi gibi kene kaynaklı hastalıklar açısından endemik bir bölgedir. Bu çalışmanın amacı insanların yerleşim alanları içerisinde yaşayan sokak köpeklerini enfeste eden kene türlerini belirlemektir.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu amaçla Nisan 2018-Mart 2019 döneminde Çorum Belediyesi’ne bağlı Veteriner İşleri Müdürlüğü bünyesindeki Geçici Hayvan Bakımevi’ne rehabilite edilmek üzere getirilen sokak köpeklerinin arasından rastgele seçilen 100 köpeğin tüm vücudu kene varlığı açısından taranmış, tespit edilen keneler bir pens yardımıyla çıkarılarak %96’ lık etil alkol içeren tüplere alınmış ve tür tayinine kadar +4°C’de muhafaza edilmiştir. Keneler için 3 farklı parazitolojik gösterge değerlendirilmiştir: Enfestasyon prevelansı (%) = 100 x Enfeste köpek sayısı / Toplam köpek sayısı, Enfestasyon yoğunluğu = Kene sayısı / Enfeste köpek sayısı, Bolluk = Kene sayısı / Toplam köpek sayısı.

BULGULAR: Kene taraması yapılan köpeklerin %20 (20/100)’si keneler ile enfesteydi ve keneler Ixodes kaiseri, Hyalomma spp., Rhipicephalus sanguineus, Rhipicephalus turanicus ve Haemaphysalis parva türlerine aitti. Enfeste bireylerdeki ortalama kene yoğunluğu 3.3 (1-7), bir köpekteki ortalama kene yoğunluğu ise 0.7 idi. En fazla kene Haziran ve Ağustos aylarında, en az kene ise Nisan ve Mayıs aylarında kaydedildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada, köpekler üzerinden toplanan kene sayısı görece düşüktür. Buna göre Veteriner İşleri Müdürlüğü’nün sokak köpeklerini kenelerden korumaya yönelik mücadelesinin başarılı olduğu söylenebilir. Sonuç olarak İl Veteriner İşleri Müdürlükleri, kenelerin ve kene kaynaklı zoonotik hastalıkların döngüsüne aracılık etme potansiyeli olan sokak köpeklerine uyguladıkları tedavi ve koruyucu Veteriner Hekimlik hizmeti sayesinde, bu hastalıkların önemli bir halk sağlığı problemine dönüşmesini önleyebilir.

8. 
Yaşlanma ve Yüzme Egzersizinin, Torasik Aorta ve Gastroknemius İletim Arterlerinde Karbon Monoksit Gevşeme Yanıtına Etkisi
The Effect of Aging and Exercise Training on Carbon Monoxide Relaxation Response in Thoracic Aorta and Gastrocnemius Feed Artery
Günnur KOÇER, Seher NASIRCILAR ÜLKER, Yusuf OLGAR, Nihal ÖZTÜRK, Semir ÖZDEMİR
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.54289  Sayfalar 449 - 458
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu projenin amacı yaşlanma ve yüzme egzersizine bağlı olarak sıçanların torasik aortasında ve gastroknemius iletim arterinde karbon monoksit (CO)’e verilen damar yanıtlarının değişip değişmediğini test etmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda 4 aylık genç ve 24 aylık yaşlı Wistar dişi sıçanlar kullanıldı. Sıçanlar rastgele genç-sedanter (GS), genç-egzersiz (GE), yaşlı-sedanter (YS) ve yaşlı-egzersiz (YE) olmak üzere dört gruba ayrıldı. Egzersiz gruplarına 8 hafta süresince haftada 5 gün, günde 1 saat yüzme egzersizi yaptırıldı. Sıçanlardan izole edilen torasik aorta halkaları, organ banyosu düzeneğinde gastroknemius iletim arteri ise telli miyograf düzeneğinde çalışıldı. Aort ve gastroknemius iletim arteri halkalarının fenilefrin (PE) kasılma yanıtları hemoksijenaz inhibitörü chromium mesoporphyrin inkübasyonu öncesi ve sonrasında kaydedilerek endojen olarak üretilen CO’in vasküler tonusa katkısı değerlendirildi. CO donörü (CORM; carbon-monoxide-releasing-molecule) kullanılarak ekzojen gevşeme yanıtları değerlendirildi.
BULGULAR: CrMP inkübasyonu öncesinde ve sonrasında PE doz yanıt eğrilerinde hem aortada hem de gastroknemius iletim arterinde gruplar arasında fark yoktu. CrMP inkübasyonu sonrasında alınan maksimum PE kasılma yanıtları aort halkalarında GE, YS ve YE gruplarında anlamlı olarak daha yüksekti (p<0,05), gastroknemius iletim arterlerinde ise sadece GS ve GE gruplarında anlamlı olarak yüksekti (p<0,01). CORM’a verilen maksimum gevşeme yanıtlarında gastroknemius iletim arterinde gruplar arasında fark yoktu. Aorta halkalarında ise maksimum CORM gevşeme yanıtları yaşlı gruplarda anlamlı olarak daha düşüktü (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonuçları; gastroknemius iletim arterinde CO yanıtlarına egzersiz ve yaşlanmanın etkisi olmadığını ve Aorta halkalarında ise CO gevşeme yanıtının yaşlanmayla birlikte azaldığını ve egzersizin CO gevşeme yanıtını hem yaşlı hem de genç sıçanlarda arttırıcı bir katkısının olmadığını göstermektedir.

9. 
Klorokuin Endoplazmik Retikulum Stresini ve Enflamasyonu İnhibe Ederek Sıçanlarda Adriamisin Uyarılı Kardiyotoksisiteyi Engeller
Chloroquine Inhibits Adriamycin-Induced Cardiotoxicity İn Rats By Inhibiting Endoplasmic Reticulum Stress And Inflammation
Emin KAYMAK, Ali Tuğrul AKIN, Emel ÖZTÜRK, Tayfun CEYLAN, Nurhan KULOĞLU, Derya KARABULUT, Birkan YAKAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.04378  Sayfalar 459 - 466
GİRİŞ ve AMAÇ: Adriamisin (ADR) kanser türlerinde kullanılan kemorapötik bir ilaç olarak bilinmektedir. ADR uyarılı kardiyomiyopati toksik özelliğinden dolayı ilacın kullanımını zorlaştırmaktadır. ADR uyarılı kardiyotoksisitede enflamasyon ve endoplazmik retikulum stresi (ERs) artmaktadır. Pek çok kanser türünde kullanılan kemoterapötik ilaç olan ADR’nin yol açtığı kardiyotoksisiteye karşı sıtma ilacı olan klorokuin (CLQ) kullanımının ERs ve enflamasyon üzerinden koruyucu etkilerinin araştırılması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Sıçanlar rastgele 4 gruba ayrıldı: Kontrol (n = 8), CLQ (n = 8) günde 50 mg / kg intraperitoneal (i.p.), ADR (n = 8) 2 mg / kg i.p. olarak her 3 günde bir, ADR + CLQ (n = 8) 2mg / kg / i.p. ADR + 50 mg / kg / i.p. CLQ. Deney toplam 30 gün sürdü. Deneyin sonunda, sıçanlar sakrifiye edildi ve kalp dokuları inceleme için hayvanlardan çıkarıldı. Kalp dokularındaki histopatolojik değişiklikler değerlendirildi ve ERs’yi belirlemek için (Glukoz düzenleyici protein) GRP78 antikoru ve enflamasyon için tümör nekroz faktörü-α (TNF-α) antikoru ile immün boyama yapıldı. Fotoğraflar Olympus BX53 mikroskobu ile çekildi analiz edildi.
BULGULAR: ADR grubunun Kontrol grubuna kıyasla histopatolojik bozulma gösterdiğini ve CLQ tedavisinin ADR tarafından indüklenen bu hasarı iyileştirdiğini gözlemledik. ADR grubunda GRP78 ve TNF-α immünoreaktivitesinde kontrol grubuna göre artış vardı (p<0.0001). ADR + CLQ grubunda GRP78 ve TNF-α immünoreaktivitesinde ADR grubuna göre azalma vardı (p<0.0001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak kronik olarak ADR uygulanan sıçanların kalp dokusunda enflamasyonun ve ERs’nin önemli ölçüde arttığı görülmüştür. Fakat ADR verilen sıçanlarda CLQ uygulamasıyla, ERs ve enflamasyon baskılanmıştır. Bu da tedavi uygulanan gruplarda kalp hasarını önemli ölçüde azaltmıştır.

10. 
Nrf2 inhibitörü Brusatol, sıçanlarda anti-inflamasyon ve anti-oksidatif stres yoluyla çekal ligasyonu ve delinmeye bağlı akciğer hasarını iyileştirir
Nrf2 Inhibitor Brusatol Ameliorates Cecal Ligation and Puncture-induced Lung Injury in Rats via Anti-inflammation and Anti-oxidative Stress
Ersen ERASLAN, Ayhan TANYELİ, Mustafa Can GÜLER, Fazile Nur EKİNCİ AKDEMİR, Tuncer NACAR, Ömer TOPDAĞI, Elif POLAT
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.75232  Sayfalar 467 - 476
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, brusatolün sıçanlarda çekal ligasyon ve delinme (CLD) modelinin neden olduğu akciğer hasarı üzerine olası yararlı etkilerinin incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 32 adet Sprague Dawley erkek sıçan 4 randomize gruba ayrıldı. Gruplar grup 1 (sham), grup 2 (CLD), grup 3 (DMSO) ve grup 4 (0.5 mg/ml brusatol) olarak programlandı. Grup 1'de karın bölgesine orta hatta dikey insizyon uygulandı ve CLD modeli oluşturmadan tekrar kapatıldı. Grup 2'de 18 saat CLD yapıldı. Grup 3'te, %1 DMSO, 10 gün boyunca iki günde bir periton içine 0.3 ml uygulandı. Son uygulama CLD 'den 30 dakika önce yapıldı. Grup 4'te brusatol 10 gün boyunca iki günde bir periton içine 0.5 mg/ml olarak uygulandı. Son uygulama CLD'den 30 dakika önce yapıldı. CLD bittikten sonra, sıçanlar sakrifiye edildi ve akciğer dokuları çıkarıldı.
BULGULAR: MDA, MPO, OSI, TOS, TNF-α ve IL-1β değerleri grup 2 ve 3'te, grup 1'e kıyasla anlamlı derecede yükselirken, SOD ve TAS değerleri azaldı. Antioksidan enzim aktivitesindeki artışın aksine; MDA seviyesi, MPO aktivitesi, TOS, OSI, TNF-α ve IL-1β değerleri grup 4'te grup 2 ve 3'e göre önemli ölçüde azaldı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuçta, sıçanlarda CLD kaynaklı akciğer hasarına karşı brusatol etkin rol oynayabilir.

11. 
Grup A Streptokok Ve İnfluenza A / B'nin Sebep Olduğu Üst Solunum Yolu Enfeksiyonlarının Karşılaştırması
A Comparison Of Upper Respiratory Tract İnfections Caused By Group A Streptococci And İnfluenza A/B
Hayrettin TEMEL, Mehmet GüNDÜZ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.34033  Sayfalar 477 - 486
GİRİŞ ve AMAÇ: İnfluenza koenfeksiyonu şeklinde olan bakteriyel enfeksiyonlar özellikle yaşlılar ve küçük çocuklar gibi yüksek riskli gruplar arasında ciddi bir morbidite ve mortalite nedenidir. Çalışmamızda olgularımızda saptanan grup A streptokok ile influenza virüs tip A ve tip B nedenli üst solunum yolu enfeksiyonlarının klinik ve laboratuvar bulgularının karşılaştırılması ile her iki etkenin koenfeksiyon sıklığının irdelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya üçüncü basamak hastanemiz pediatri kliniğine üst solunum yolu enfeksiyonları şikayetiyle 2019 Ocak-2020 Ocak tarihleri arasında başvuran ve streptekok hızlı antijen testi ile influenza A ve B hızlı testleri uygulanan toplam 1884 çocuk hasta dahil edildi. Eş zamanlı olarak çocuklara tam kan sayımı ve C-reaktif protein testleri de çalışılmış olup sonuçlar influenza virüsü ve grup A steptekok enfeksiyonları için karşılaştırıldı.
BULGULAR: Hastaların %54.6 erkek, %45.4 kız idi. Hastaların ortalama yaşı 5.0±3.1 yıl idi. Hastaların 1174’ünde (%62.3) grup A streptokok veya influenza virüsleri saptanmadı. Toplam 226 hastada (%12.0) grup A streptokok, 319 hastada (%16.9) influenza virüs tip A, 118 hastada (%6.3) influenza virüs tip B, 47 hastada (%2.5) ise grup A streptokok ve influenza virüs tip A saptandı. Gruplar arasında cinsiyet açısından istatistiksel farklılık yoktu (p=0.6). Ortalama lökosit ve nötrofil düzeyleri streptokok enfeksiyonu olan hasta grubunda diğer tüm gruplara göre anlamlı yüksek bulundu (p<0.001).Ortalama nötrofil düzeyi negatif grupta grup A streptokok dışındaki gruplara göre; grup A streptokok grubunda ise influenza A ile grup A streptokok+influenza A gruplarına göre anlamlı yüksekti (p<0.001).Ortalama monosit, trombosit ve C-reaktif protein düzeyleri hem negatif grupta hem de grup A streptokok grubunda diğer gruplara göre anlamlı yüksek bulundu (p<0.001).
Gruplar arasında ateş, boğaz ağrısı, yutkunma güçlüğü, burun akıntısı ve tıkanıklığı, hırıltılı solunum, bulantı, kusma, karın ağrısı, iştahsızlık ve halsizlik düzeyleri açılarından anlamlı fark bulunamadı (p>0.005). Ancak influenza A grubunda öksürük düzeyi (%61.8) diğer gruplardan anlamlı yüksek bulundu (p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak üst solunum yolu enfeksiyonu geçiren çocuk hastalarda etkenin viral mi bakteriyel mi olduğu hızlı ve doğru olarak saptanmalıdır. Çalışmamızın hem grup A streptokokların hem de influenza virüslerin hızlı antijen testleriyle çalışılmış olması ve klinik ve laboratuvar bulguları karşılaştırılması yönüyle klinisyenler ve araştırmacılar için yol gösterici olabilecek veriler sağladığı düşüncesine ulaşılmıştır.

12. 
Bir Devlet Hastanesinde 2013-2018 Döneminde Acınetobacter Enfeksiyonlarında Antibiyotik Duyarlılığı Ve Çoğul Antibiyotik Direnci
Antıbıotıc Sensıtıvıty And Multıple Antıbıotıc Resıstance Of Acınetobacter Infectıons In A State Hospıtal In The Perıod 2013-2018
Ahmet ÇALIŞKAN, Özlem KİRİŞÇİ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.46547  Sayfalar 487 - 492
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada Acinetobacter baumannii suşlarının, yıllara göre antibiyotik duyarlılık değişiminin araştırılması ve çoğul antibiyotik direnç oranının belirlenerek, antibiyotik kullanım politikasının geliştirilmesine yardımcı olunması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya; Necip Fazıl Şehir Hastanesi Mikrobiyoloji Laboratuvarına, Ocak 2013- Aralık 2018 tarihleri arasında çeşitli kliniklerden gönderilen örneklerden izole edilen Acinetobacter türleri dahil edilmiştir. İzolatların tanımlanmasında ve antibiyotik duyarlılıklarının belirlenmesinde Vitek 2 Compact (bioMérieux-SA, Fransa) otomatize sistemi kullanılmıştır.
BULGULAR: En fazla Acinetobacter izolatı 73 (%35) trakeal aspirat örneğinden ve en çok Anestezi ve Reanimasyon yoğun bakım ünitesinden gönderilen 160 (%68) örnekten izole edilmiştir. Antibiyotik duyarlılık yüzde (%) oranlarının dağılımı yıllık olarak, 2013-2015, 2016-2018 olmak üzere, üçer yıllık ortalamalar şeklinde ve 2013-2018 toplam ortalama şeklinde verildi. Çalışma döneminde en yüksek antibiyotik duyarlılığı % 97 ile kolistine, en düşük duyarlılık ise % 5 oranı ile seftriaksona karşı tespit edildi. A. baumannii’nin, antibiyotik duyarlılık oranlarına kabaca bakıldığında; 2016-2018 döneminde, 2013-2015 dönemine göre amikasin, ampisilin-sulbaktam, sefepim, seftriakson, kolistin ve tigesiklin duyarlılığında azalma eğilimi görülürken, diğer antibiyotiklere karşı duyarlılıkta artış görülmektedir. İzole edilen toplam 237 A. baumannii’ de çoğul antibiyotik direncine bakıldı. MDR direnci % 92, XDR direnci % 84, PDR direnci % 3 bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: A. baumannii’ de yıllar içinde bazı antibiyotiklere karşı direnç arttığı, bazı antibiyotiklere karşı da direncin azaldığı görülmektedir. XDR direnç oranımızın çok yüksek olduğu görülmektedir. PDR direnç oranımızın ise Amerika’dan yüksek olduğu, buna karşın birçok Avrupa ülkesinden düşük oranda olduğu görülmektedir. Türkiye ortalamasından ise çok düşük olduğu göze çarpmaktadır.

OLGU SUNUMU
13. 
İmmün sistemi baskılanmış hastada Listeria monocytogenes’e baglı septisemi ve menenjitin tedavisnde seftriaksondan ampisilin'e erken geçiş
Early switch therapy from ceftriaxone to ampisilin in an immunosuppressed patient with Listeria monocytogenes septicemia and meningitis
Gülşen HAZIROLAN, Gülçin DİZMAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.04127  Sayfalar 493 - 496
Listeria monocytogenes is an important pathogen that may cause infection in the elderly or in immunocompromised patients with predisposing conditions. It can be an important cause of life-threatening bacteremia and meningoencephalitis in immunocompromised individuals. In this report, we describe a case of sepsis and menegititis caused by L. monocytogenes in a 39-year-old female with adenoid cystic carcinoma of the larynx. L. monocytogenes identification was performed at the species level using matrix-assisted laser desorption ionization-time of flight mass spectrometry (MALDI-TOF MS, Bruker Daltonics, Germany). The patient was treated with an early switch therapy from ceftriaxone to ampicillin. This report indicates that early detection and treatment of Listeria sepsis and meningitis are important to obtain a better prognosis.

DERLEME
14. 
Besin kaynaklı hastalıklarda intestinal mikrobiyotanın önemi
Importance of intestinal microbiota in foodborne diseases
Lütfiye PARLAK, Derya DİKMEN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2019.54926  Sayfalar 497 - 508
Besin kaynaklı patojenlerin neden olduğu hastalıklar her yıl milyonlarca kişiyi etkileyen ve özellikle çocuk ölümlerine neden olan önemli bir sağlık sorunudur. Besinlerin üretimi, hazırlığı, pişirilmesi ve tüketimi esnasında yapılan yanlış uygulamalar ve meydana gelen patojen kontaminasyonu besin kaynaklı patojenlerin neden olduğu hastalıklara yol açmaktadır. Besin kaynaklı birçok patojen vardır fakat bu hastalıkların çoğu bakteriyel kaynaklıdır. İnsan gastrointestinal sistem mikrobiyotası da trilyonlarca bakteri ile kolonize olmasına rağmen, bu bakteriler konak ile simbiyotik bir ilişki içerisindedir. Vücutta ek bir organ olarak düşünülecek kadar fonksiyona sahip olan bağırsak mikrobiyotası, gastrointestinal sisteme alınan patojen bakterilerin çoğalmasının ve enfeksiyona neden olmasının önlenmesi için sahip olduğu kolonizasyon direnci mekanizmaları ile konak savunmasına katkıda bulunur. Sağlıklı bağırsak mikrobiyotası patojen bakteriler ile, antibakteriyel bileşikler ve inhibitör metabolitler üreterek ve temasa bağlı öldürme yoluyla; patojen virülansına müdahale ederek; fiziksel alan, eser elementler, vitaminler, karbon kaynakları gibi besin kaynakları ve metabolitler için yarışa girerek doğrudan mücadele etmektedir. Ayrıca hem bağırsak epitel bariyerini hem de ilişkili immün doku fonksiyonlarını koruyarak konağın bağırsak epitel hücre fonksiyonunun düzenlenmesi, doğuştan gelen bağışıklığın uyarılması ve kazanılmış bağışıklık yanıtlarını, B hücrelerini, T hücrelerini ve doğrudan antijen sunumunu modüle ederek de dolaylı yoldan mücadele etmekte ve böylece patojenlerin bağırsak yüzeylerine bağlanmasını ve çoğalarak enfeksiyon oluşturmasını önlemektedir. Bağırsak mikrobiyotası başta diyet ve antibiyotik kullanımı olmak üzere birçok faktörden etkilenmektedir. Sağlıklı bağırsak mikrobiyotasının bozulması ise kolonizasyon direncinde azalmaya ve bununla beraber patojenlere karşı duyarlılıkta artışa neden olmaktadır. Bu nedenle besin kaynaklı patojenlerin neden olduğu hastalıklarda bağırsak mikrobiyotası oldukça önemlidir.
Bu derleme kapsamında besin kaynaklı bakteriyel patojenlere karşı sağlıklı bağırsak mikrobiyotasının antimikrobiyal mekanizmaları ele alınmıştır.

15. 
Nano-ilaç taşıma sistemleri ve toksikolojik değerlendirmeleri
Nano-drug delivery systems and their toxicological assessment
Özge MARANGOZ, Oğuzhan YAVUZ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.37790  Sayfalar 509 - 526
Bilim ve teknoloji dünyasına 1960’lı yılların başından itibaren giren nanoteknoloji, nanometre boyutundaki parçacıkların bilimi olarak tanımlanmaktadır. Nanoteknoloji günümüzde organik kimya, moleküler biyoloji, endüstri, elektronik ve sağlık gibi birçok alanda kullanılmaktadır. Nanoteknolojinin özellikle sağlık alanında kullanılması ile hastalıkların erken teşhisi, önlenmesi ve daha iyi takibi mümkün olabilmektedir. Beşeri ve veteriner hekimlikte ilaç etkin maddelerinin çeşitli nedenlerle etki yerinde istenen yoğunluğa ulaşamaması veya toksik düzeyin üstüne çıkması sıklıkla karşılaşılan istenmeyen durumlardır. Bu nedenle bütün dünyada etkin maddeyi hedef bölgeye yüksek yoğunluklarda ulaştıran ve istenmeyen etkileri mümkün olduğunca azaltan ilaç taşıma sistemleri elde edilmesi için çalışmalar yürütülmektedir. Bu amaçla son yıllarda nanoteknoloji yardımıyla geliştirilen nano-ilaç salınım sistemleri ile birlikte ilaç aktif maddeleri etki yerinde yeterli yoğunluğa ulaştırılabilmekte, sadece hedeflenen organ, doku ve hücrelerde etkin olabilmekte ve kullanılan doz ve doz aralığı azaltılarak istenmeyen etkilerin önüne geçilebilmektedir. Bunun gibi birçok avantaja sahip olmasına rağmen nano-ilaç komplekslerinin boyutları ve bileşenlerinin çok küçük olması nedeniyle, insan ve evcil hayvanların bu yapılara maruziyet riski oldukça artmıştır ve toksik etkilerinin olup olmadığı tartışmalı hale gelmiştir. Bu nedenle nano-ilaç salınım sistemlerinin güvenliklerinin tespitine yönelik toksikolojik çalışmalar önem kazanmıştır. Yapılan araştırmalarda nanomateryallerin hücrelerde apoptoz, nekroz, otofaji, mitotik yıkımlanma gibi istenmeyen etkilere yol açtıkları rapor edilmiştir. Ancak bu tür sonuçların elde edildiği toksikolojik araştırmalar daha çok in vitro denemelerdir ve in vivo çalışmaların yetersizliğinden dolayı nano-ilaç ve nano-ilaç taşıma sistemlerinin canlı vücudu üzerinde etkileri tam olarak ortaya konamamıştır. Bu nedenle nano-ilaçların toksisitesi konusunda ayrıntılı, sistematik ve uzun soluklu in vivo çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu derlemede, önemli nano-ilaç ve nano-ilaç taşıma sistemleri ile ilaç taşıma sistemlerinde kullanılan nanomateryallerin toksisitesi ve güvenli kullanımları değerlendirilmiştir.

LookUs & Online Makale
w