TÜM DERGİ | |
1. | THDBD 2021-4 Cilt 78 Tüm Dergi TBHEB 2021-4 Vol 78 Full Printed Journal Utku ERCÖMERTdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.90922 Sayfalar 400 - 567 Makale Özeti | |
ARAŞTIRMA | |
2. | PCR-pozitif ve IgM-pozitif Kırım-Kongo kanamalı ateşi olgularında laboratuvar bulgularının karşılaştırılması Comparison of laboratory findings in PCR-positive and IgM-positive Crimean-Congo hemorrhagic fever cases Yasemin COŞGUN, Dilek MENEMENLİOĞLU, Ahmet SAFRAN, Burcu GÜRER GİRAY, Esma ÖDEVLİ, Seda GÜDÜL HAVUZ, Erkan ÖZMEN, Ali Korhan SIĞ, Ahmet AYDEMİR, Dilek YAĞCI ÇAĞLAYIK, Gülay KORUKLUOĞLU, Seher TOPLUOĞLU, Selçuk KILIÇdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.77854 Sayfalar 401 - 410 GİRİŞ ve AMAÇ: Kırım-Kongo kanamalı ateşi (KKKA) hastalığı, KKKA virüsü ile enfekte bireylerin beşte birinde meydana gelir. Hastalığın klinik seyri çok hızlı ilerleyerek 7-10 gün içinde ölümle sonuçlanabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, laboratuvar bulguları açısından PCR-pozitif dönem ile IgM-pozitif dönem arasında fark olup olmadığını belirlemek, varsa farklılığın hastalığın seyrine etkisini araştırmaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ocak 2015-31 Aralık 2017 tarihleri arasında KKKA tanısı amacıyla halk sağlığı laboratuvarlarına gönderilen 5131 serum örneği çalışmaya dahil edildi. Bu örneklerin PCR ve IFA-IgM testi sonuçları ve hastaların diğer laboratuvar bulguları değerlendirildi. Yaşamını sürdüren ve ölümcül seyreden hastaların bulguları karşılaştırıldı. BULGULAR: PCR-pozitif dönem ve IgM-pozitif döneme ait laboratuvar sonuçları karşılaştırıldığında, kreatinin değeri, trombositopeni varlığı <150.000), 20.000'in altında trombosit sayısı, kreatin kinaz (CK), laktat dehidrojenaz (LDH) ve uluslararası normalleştirilmiş oran (INR) seviyeleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p <0.05). PCR-pozitif dönemde tüm bu bulguların hasta açısından olumsuz yönde arttığı görüldü. Ölümcül seyreden olgularda; trombositopeni varlığı, ≤20.000 / µL trombosit sayısı, >2.5 mg / dL kreatinin düzeyi, ve CK, LDH ve INR değerleri anlamlı düzeyde daha yüksek bulundu (p <0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda PCR-pozitif dönem veya vireminin devam ettiği dönem hastalar için tüm bulguların kötüleştiği kritik bir dönem olarak bulundu. Ayrıca, 20.000 / µL'nin altında olan trombositopeni varlığı, ölümle ilişkili en sık bulguydu (p<0.001). Mortalite ile ilgili diğer bulgular CK, LDH ve INR yükselmeleri olarak belirlendi. Bu sonuçların, hastalığın prognozunun tahmin edilmesi ve klinik yönetiminde klinisyenlere yardımcı olacağına inanıyoruz. |
3. | Altmetrik bir çalışma: COVID-19 pandemisinde ilk vakanın bildiriminden 6 ay sonrasına dek sosyal medya atıflarında liste başı olan 100 yayının değerlendirilmesi An altmetric study: Social attention based evaluation of top-100 publications about the COVID-19 pandemic from notification of the first case to the 6th month Mehmet DOKUR, Nuket GÜLER BAYSOY, Betül BORKU UYSAL, Mehmet KARADAĞ, Mahmut DEMİRBİLEKdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.66743 Sayfalar 411 - 442 GİRİŞ ve AMAÇ: “Altmetrik” veya “alternatif” ölçümler, tek bir makalenin sosyal medya hesaplarındaki etkisini ölçen yeni bir değerlendirme türüdür ve kamuoyunun makaleye gösterdiği ilgiyi dikkate alan web tabanlı ölçümlerdir. Bu çalışmanın amacı, 2020 ortalarında COVID-19 hakkında en fazla çevrimiçi ilgiyi uyandıran ilk 100 bilimsel yayının altmetrik analizini yapmaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Makale taraması 3 Haziran 2020 tarihinde Altmetric Explorer web sitesinde gerçekleştirilmiş, tüm makaleler aldıkları AAS (Altmetric Attention Score; bir araştırma çıktısının sosyal medyada aldığı tüm ilginin otomatik olarak hesaplanan ağırlıklı sayımı) değerine göre yüksekten düşüğe sıralandıktan sonra COVID-19 ile ilişkisi olmayanlar elenmiş ve COVID-19 ile ilişkili ilk 100 makale analiz edilmiştir. Araştırmada incelenen değişkenler şunlardır: (I) AAS, (II) dimensions-badge (tek bir yayın için atıf verilerinin kökenlerini gösteren etkileşimli görselleştirme), (III) makalenin yayınlandığı ay, (IV) web kaynaklarının dağılımı, (V) atıfların demografik dağılımı, (VI) atıfların coğrafi dağılımı, (VII) SIGN-kriterlerine göre makalenin kanıt düzeyi (VIII) dergilerin Q-kategorileri ve (IX) h-indeksi. Tanımlayıcı istatistikler ve korelasyon analizi yapılmış; AAS ile dimensions-badge değerleri karşılaştırmalarında Kruskal-Wallis testi, post-hoc analizlerde Dunn testi kullanılmıştır. Sayısal değişkenler arasındaki doğrusal ilişkiyi tespit etmek için Spearman korelasyon katsayıları hesaplanmıştır. Analizler SPSS 23.0 ile gerçekleştirilmiş ve p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. BULGULAR: Sosyal medyada paylaşılmış makalelerin çoğu (%74) Q1 dergilerde yayınlanırken, kanıt düzeyleri çoğunlukla düzey-3 ve düzey-4 seviyesinde kalmıştır. İlk 3 makalenin içeriği sırasıyla ilaç dışı müdahalelerin etkisi, COVID-19'un kökeni ve klorokin kullanımı ile ilgilidir. Farklı aylarda AAS değerleri arasında anlamlı bir fark yok iken (p=0,673), dimensions-badge değerleri Ocak ayında anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). AAS ile dimensions-badge değerleri arasında zayıf bir pozitif korelasyon saptanmıştır (r=0.250; p=0.017). TARTIŞMA ve SONUÇ: Dimensions-badge ve AAS incelemeleri, pandeminin ilk ayında akademinin COVID-19'u daha fazla tartıştığını, ancak sonrasında ilgilerin halk dahil diğer sosyal medya platformlarında paralel olarak devam ettiğini göstermektedir. Akademisyenler geniş hasta serilerine ilişkin deneyimleri tartışırken, halk, kendileri için potansiyel olarak koruyucu veya riskli olanı paylaşmayı tercih etmiştir. Yeni bilimsel yayınlar hızlı şekilde birikmiş ve sosyal medya platformlarında paylaşılmış olmasına karşın, dergilere kanıta dayalı kesin tavsiyelerden ziyade, sezgisel yönelimlerin (sens clinique) aktarıldığı hissedilmektedir. Ortaya çıkan infodemi sorunu nedeniyle, her bilim insanı, paylaşmayı seçtiği yayın konusunda etik açıdan daha fazla sorumluluk duymalıdır. Tartışılan COVID-19 makalelerinin yalnızca %15'inin düzey-1 ve düzey-2 kanıtta olduğu gerçeği göz önüne alındığında, bilim insanlarının yorumları ve halka açık mesajları kritik önem taşımaktadır. |
4. | Anti nükleer antikorların pozitif saptandığı hastalarda immunoblotting test sonuçlarının değerlendirilmesi Evaluation of immunoblotting test results in patients with positive antinuclear antibodies Demet GÜR VURAL, Yeliz TANRIVERDİ ÇAYCI, İlknur BIYIK, Kemal BİLGİN, Asuman BİRİNCİdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.24482 Sayfalar 443 - 450 GİRİŞ ve AMAÇ: Otoimmun hastalıkların erken tanısı mortalite, morbidite ve komplikasyonları önlemek için kritiktir. Otoantikorların tespiti sistemik otoimmun hastalıkların tanısında kolaylaştırıcı bir rol oynar. İndirek ımmunfloresans antikor testi (IIFA) ile tespit edilen Anti nükleer antikorlar (ANA) otoimmün bağ dokusu hastalıklarının belirleyici özelliklerindendir. Spesifik ekstrakte edilebilir nükleer antijenlerin tanımlanması, otoimmün bağ dokusu hastalıklarının farklı tipleri arasındaki ayrımı sağlayabilir. Bu çalışmada, ANA IIFA testi pozitif olan hastalarda Extractable Nuclear Antigen (ENA) test sonuçlarını retrospektif olarak inceledik. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin çeşitli kliniklerine başvuran toplam 3000 hasta için Anti nükleer antikorlar test edildi. Her serum numunesi 1: 100 dilusyonda çalışılmış, ANA varlığı ve boyanma paterni ANA IFFA ile değerlendirilmiştir. Toplam 640 ANA pozitif serumda immunblot yöntem ile ENA araştırılmıştır. BULGULAR: Pozitif örneklerde ANA paternlerinin dağılımına baktığımızda;173 granüler (%27,03), 98 granüler+ sitoplazmagranüler (%15,31), 67 homogen+granüler(%10,47) en sık saptanmıştır. ANA pozitif örneklerin ENA profilleri incelendiğinde557’si (%83,7) pozitif, 83’ü (%12,97)negatif bulundu. ENA pozitifliklerinde ilk üç sırayı SSA (%26,88), SSB (%17,81), Sm/RNP (%17,66) aldı. TARTIŞMA ve SONUÇ: ANA IIFA ile ilk tarama ardından immunblot test ile farklı antijenlere bakılması;otoimmun hastalıkların tanısını kolaylaştıracaktır. |
5. | Van yöresinde izole edilen dermatofitlerde tür tayini Species determination iın dermatophytes isolated in Van region Hasan IRMAK, Hamza BOZKURTdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.96337 Sayfalar 451 - 466 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, Van yöresinde yüzeysel mikozlara yol açan etkenlerin neler olduğu ve hangi sıklıkta bulunduklarının araştırılması amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, yüzeyel mantar enfeksiyonu olduğu düşünülen 1074 hastadan alınan ör¬neklerde yapıldı. Bu örneklerin 342’si (% 31.84) ayak, 237’si (% 22.07) el, 208’i (% 19.37) saçlı deri, 197’si (% 18.34) gövde, 47’si (% 4.38) kasık ve 43’ü (% 4.00) tırnak bölgesinden alındı. Alınan tüm örnekler önce direkt mikroskobik olarak incelendi, daha sonra etkenle¬rin izolasyonu amacıyla ikişer adet Sabouraud Dextrose Agar (SDA), Potato Dextrose Agar (PDA), Mycobiotic Agar (MBA) ve Dermatophyte Selective Agar (DSA) besiyerlerine eki¬lerek, ekimlerden birisi 22-26°C ısıda, diğeri 37°C’ye ayarlanmış etüvde inkübe edil¬di. İzole edilen dermatofitler önce üreme hızı, yüzey görünümü, yüzey örgüsü, yüzey pigmenti, koloni tabanında pigment oluşumu, oda ısısında ya da 37°C’de üreyip ürememe özellikleri gibi makroskobik özellikleri açısından incelendi, daha sonra selofan bant yönte¬mi ile Laktofenol Pamuk Mavisi preparasyonu hazırlanarak dermatofıtlerin hif ve spor yapı¬ları gibi mikroskobik özellikleri incelenerek kaydedildi. Ayrıca, identifıkasyonda üreaz oluşturma ve kıl delme deneyi gibi yöntemlerden de yararlanıldı. BULGULAR: 1074 örneğin 215 (%20.02)’inde direkt mikroskobi pozitifliği, 221 (%20.58)’inde ise kültür pozitifliği saptandı. Alınan örneklerden 179’unda dermatofit, 42’sinde Candida olmak üzere toplam 221 örnekten etken izole edildi. Kültürlerden izole edilen 179 dermatofıtin dağılımında; 93 (%51.96)’ü T. rubrum, 51 (%28.49)’i T. mentagrophytes, 13 (%7.26)’ü T. violaceum, 9 (%5.03)’u T. schoenleinii, 8 (%4.47)’i E. floccosum, 3 (%1.68)’ü T. tonsurans ve 2 (%1.15)’si T. verrucosum olarak saptandı. Bu dermatofıtlerin izole edildikleri vücut bölgelerine göre dağılımında ise; ayak ve tırnakta T. rubrum’un, gövde ve kasıkta en sık T. mentagrophytes’in, saçlı deride T. violaceum'un en sık etkenler oldukları görüldü, ellerde ise T. rubrum ve T. mentagrophytes’in aynı oranlarda etken oldukları saptandı. . TARTIŞMA ve SONUÇ: Van yöresinde yapılan bu araştırmada Microsporum cinsi dermatofitlere hiç rastlanmaması ilgi çekici bulundu. |
6. | Sıtma ile ilgili Youtube videolarının analizi: Türkçe ve İngilizce içeriklerin değerlendirilmesi Analysis of videos about malaria on Youtube: Evaluation of the Turkish and English content Sümeyye KAZANCIOĞLU, Hürrem BODURdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.09699 Sayfalar 467 - 476 GİRİŞ ve AMAÇ: Sıtma, dünya nüfusunun yarısını (esas olarak tropik ve subtropikal ülkelerde) etkileyen sivrisinek kaynaklı önemli bir hastalıktır. İnternet videolarının içerikleri, halk sağlığı bilgilerinin popüler kaynakları olmasına rağmen, genellikle doğrulanmamış ve sorgulanabilir niteliktedir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, popüler bir sağlık bilgi kaynağı olan Youtube'da sıtma ile ilgili en alakalı izlenen 150 videonun (58 İngilizce video ve 39 Türkçe video daha detaylı analiz için seçildi) içeriği analiz edildi. BULGULAR: Tüm videolar; 281.199 beğeni, 4.810 beğenmeme ve 24.339 yoruma sahip olarak, toplam 14.373.885 kez izlendi. Sağlık bilgisi veren websiteleri (n=38, %39.2) tüm videoların ana kaynağıydı. Kaynağa göre bakıldığında; Türkçe ve İngilizce videolar arasında anlamlı bir fark vardı (p<0,001). Sağlık bilgisi veren websiteleri İngilizce videolar için (%53,4), haber ajansları ise Türkçe videolar için (%48,7) ana kaynaklardı. Haber kanalları tarafından yüklenen videolar (%21,6) haber güncellemesi olarak değerlendirildi. 66 video faydalı (%68, İngilizce (n=54), Türkçe (n=12)) ve 8 video yanıltıcı (İngilizce (n=2), Türkçe (n=6) olarak sınıflandırıldı. Yararlı videolarda izlenme, beğeni, izlenme/gün sayısı ve video güç indeksi (VPI) yanıltıcı videolara göre daha yüksek bulundur. Video uzunluğu ile görüntülenme, beğenmeme, beğeni, yorum, görüntüleme/gün ve VPI arasında pozitif yönde korelasyon saptandı. DISCERN skoru ile uzunluk, görüntüleme sayısı, beğenmeme, beğeni, yorum, görüntüleme/gün ve VPI arasında pozitif yönde korelasyon saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Globalleşen günümüz dünyasında; YouTube gibi internet platformlarında, endemik bölgelerde yaşayan veya seyahat eden kişiler için sıtma hakkında doğru bilgi verecek içeriklerin oluşturulması önemli hale gelmiştir. |
7. | Turhal Devlet Hastanesine Kene Tutunması ile Başvuran Olguların Değerlendirilmesi Evaluation of The Cases Applied to Turhal State Hospital with Tick-bite Emine TÜRKOĞLU, Sedef Zeliha ÖNERdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.56689 Sayfalar 477 - 486 GİRİŞ ve AMAÇ: Kırım Kongo kanamalı ateşi (KKKA), Tokat’ ta endemik olarak görülen, ölümcül seyredebilen zoonotik bir hastalıktır. Bu çalışmada kene tutunması ile başvuran olguların demografik, klinik ve laboratuvar bulgularının incelenmesi, erken dönemde laboratuvar bulgularının gerekliliğinin tartışılması, KKKA tanısı alan hastaların takip ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada Turhal Devlet Hastanesi’ ne 1 Mayıs – 30 Eylül 2019 tarihleri arasında, kene tutunması nedeni ile başvuran olgular değerlendirildi. Hastaların geliş muayenelerinden sonra 3., 7., 10. ve 14. günlerde semptomları ve laboratuvar tetkikleri değerlendirildi. KKKA açısından şüpheli olgular kliniğe yatırılarak kesin tanı için viral genom ve/veya özgül antikor testleri yapıldı. Hastaların demografik, klinik ve laboratuvar verilerine hastane otomasyon sisteminden ulaşıldı. BULGULAR: Çalışmaya 105’i (%59) erkek olmak üzere 178 olgu dahil edildi. Olguların yaşları 1-89 arasında değişmekteydi. En sık başvuru Haziran (n=56, %31.8) ayında idi. Olguların 115’i (%64.6) tarım ve hayvancılıkla uğraşmakta idi, 144’ü (%80.9) kene tutunmasının olduğu ilk gün hastaneye başvurmuştu, 88 (%49.4) hastada kene hastanede sağlık personeli tarafından çıkarılmıştı. Dört (%2.24) hasta KKKA tanısı almıştı. İnkübasyon süresi 1-13 gündü. KKKA grubunda istatistiksel açıdan baş ağrısı, miyalji ve bulantı anlamlı olarak fazlaydı ancak hiçbir laboratuvar bulgusunda anlamlı farklı yoktu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Kene tutunması ile başvuran olgularda kene uygun bir teknikle ve vakit kaybetmeden çıkarılmalıdır. Semptomu olmayan olgularda belirli aralıklarla laboratuvar tetkiklerinin yapılması KKKA hastalığının erken tanısı için yol gösterici olmadığı gibi maliyet etkin de değildir. Kene tutunması sonrası yeni başlayan bulantı baş ağrısı ve miyalji yakınması olan hastalarda lökopeni trombositopeni, AST, ALT ve LDH yüksekliği saptanması halinde kişi KKKA hastalığı açısından dikkatle izlenmelidir. |
8. | Hastanemiz Cerrahi Kliniklerine Başvuran Hastalarda Preoperatif HBsAg, anti-HCV ve anti-HIV Seroprevalansı Preoperative HBsAg, Anti-HCV and Anti-HIV Seroprevalence in Patients Admitted to Surgical Clinics of Our Hospital Hakan İGAN, Hayrunisa HANCIdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.61214 Sayfalar 487 - 492 GİRİŞ ve AMAÇ: Cerrahi branşlarda çalışan sağlık personeli HBV, HCV, HIV enfeksiyonları açısından ciddi risk altındadır. Bu çalışmanın amacı Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan hastanemizdeki cerrahi klinik hastalarında preoperatif HBsAg, anti-HCV ve anti-HIV seroprevalansının geriye dönük olarak belirlenmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2017- Kasım 2018 tarihleri arasında cerrahi girişim için hastaneye yatışı yapılan 9720 hastada preoperatif HBsAg, anti-HCV ve anti-HIV seroprevalansı geriye dönük olarak araştırıldı. BULGULAR: Preoperatif hastaların 3976’sı (%40.9) kadın 5744’ü (%59.1) erkek idi. Hastaların tümünde anti-HIV negatif bulunurken 194 (%2) hastada HBsAg, 68 hastada(%0.7) anti-HCV pozitifliği saptandı. Kadın hastaların 48(%1.2)’inde erkek hastaların 146(%2.5)’sında HBsAg pozitifliği saptandı. Anti-HCV açısından ise kadın hastaların 25(%0.6)’i, erkek hastaların 43(%0.7)’ü pozitif bulundu. Pozitifliklerin en çok 51-60 yaş aralığında, en az 11-20 yaş aralığında görüldüğü tespit edildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sayı açısından benzer çalışmalara göre daha fazla hasta sonucunun değerlendirildiği çalışmamızdaki sonuçlar diğer çalışmalardaki sonuçlara yakın olmakla beraber HBsAg oranları bizim çalışmamızda biraz daha düşük bulundu ve bu durum aşı uygulamaları sonucu HBV enfeksiyonlarının genel olarak düşüşte olmasıyla ilişkilendirildi. Bölgelerdeki HBsAg, anti-HCV ve anti-HIV seroprevalansları ne olursa olsun hastalığın pencere döneminde olabileceği de düşünülerek tüm hastalar potansiyel taşıyıcı gibi kabul edilmeli ve ameliyatlar esnasında sağlık personeli mutlaka kişisel koruyucu önlemler almalıdır. |
9. | İnflamatuar barsak hastalıklarında swept source optik koherens tomografi ile retina ve sinir lifi tabakalarının değerlendirilmesi Evaluation of retina and nerve fiber layers with swept source optic coherence tomography in inflammatory bowel diseases Cenk Zeki FİKRET, Nil İrem UÇGUN, Filiz YILDIRIM, Enver AVCI, Mevlüt HAMAMCIdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.92342 Sayfalar 493 - 498 GİRİŞ ve AMAÇ: İnflamatuar barsak hastalıkları (İBH) 'ındaki oküler tutulumu optik koherens tomografi (OKT) ile değerlendirmek ve tespit edilen parametrelerin hastalık aktivasyon kriteri olup olmadığını belirlemek. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza ülseratif koliti olan 30 hastanın 57 gözü, Crohn hastalığı olan 16 hastanın 32 gözü ve 53 sağlıklı bireyin 78 gözü dahil edildi. Retina Sinir Lifi tabakası (RSL), Ganglion hücre tabakası (GHK ++), Santral maküla kalınlığı (SMK) ve Koroid kalınlığı (KK) ölçümleri OKT ile yapıldı. Crohn hastalığı olan hastalarda da Crohn hastalığı aktivite indeksi (CHAİ) tespit edildi. Crohn hastalığı ve ülseratif koliti olan hastalarda kan C reaktif protein (CRP), nötrofil, hemoglobin (HGB) ve sedimantasyon düzeyleri ölçüldü. BULGULAR: Ortalama yaş Crohn hastalığında 38.6±8.8 yıl, ülseratif kolitte 42.9±12.2 yıl ve kontrol grubunda 53.7±12.6 yıl idi. Crohn hastalığında RSL, kontrol grubuna kıyasla anlamlı derecede daha kalın ve GHK ++ anlamlı olarak daha ince idi. SMK değerleri ve CDAI değerleri, istatistiksel olarak anlamlı negatif bir korelasyon gösterdi. KK ve CDAI seviyeleri arasında negatif korelasyon vardı. Ülseratif kolit hastaları RSL değerleri kontrol grubuna göre farklı değildi, ancak GHK ++ daha ince bulundu. Ülseratif kolitli hastalarda superior RNFL’nin daha kalın olduğu saptandı. Tüm gruplarda SMK ve KK ölçümlerinde fark yoktu. Ülseratif kolit grubu Crohn hastalığı grubu ile karşılaştırıldığında serum HGB düzeylerinin anlamlı olarak arttığı görüldü. Ülseratif kolit grubu Crohn hastalığı grubu ile karşılaştırıldığında serum CRP, nötrofil, ve sedimantasyon düzeylerinde bir fark saptanmadı. TARTIŞMA ve SONUÇ: RSL ve GHK ++ kalınlık ölçümleri, inflamatuar barsak hastalığı olan hastalarda oküler tutulum için belirleyici olabilir. |
10. | Ankara ve Kaş Yöresindeki Kedilerde Toxoplasma gondii Seropozitifliğinin Sabin-Feldman Boya Testi ile Araştırılması Investıgatıon of Toxoplasma gondii Seropositivity in Cats in Ankara and Kas Region with Sabin-Feldman Dye Test Gül Bengisu GÜREL, Cahit BABÜR, Banuçicek YÜCESAN, Özcan ÖZKANdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.56563 Sayfalar 499 - 506 GİRİŞ ve AMAÇ: Toxoplasma gondii, insan dahil tüm hayvanları enfekte edebilme yeteneğine sahip, intrasellüler yerleşim gösteren, bir protozoon parazittir. Kedilerde ve insanlarda çoğunlukla asemptomatik seyretmesine rağmen, immun sistemi düşük bireylerde ve gebelerde ciddi semptomlara sebep olabilmektedir. Bu çalışmada Ankara ve Kaş yöresindeki özel veteriner kliniklerine getirilen kedilerde Sabin-Feldman Boya Testi (SFBT) ile T. gondii antikorlarının sıklığı araştırılmıştır. Çalışma halk sağlığı ve hayvan sağlığı önemi bulunan toksoplazmozun kedilerdeki seroepidemiyolojileri üzerine mevcut verilere katkı sağlamıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada altın standart olarak kabul edilen Sabin-Feldman Boya Testi kullanılmıştır. Test için ihtiyaç duyulan T. gondii suşu Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü, Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Daire Başkanlığı, Ulusal Parazitoloji Referans Laboratuvarı’nda idamesi sağlanan T. gondii TR01 suşudur ve analiz işlemleri burada yapılmıştır. Çalışma için Ankara ve Kaş yöresindeki veteriner kliniklerine getirilen kedilerden kan örnekleri toplanmış ve elde edilen serumlar ile SFBT 1/4, 1/16, 1/64, 1/256, 1/1024 titrelerde çalışılmıştır. BULGULAR: Çalışmaya 2 ay - 15 yaş arasındaki 30’u dişi ve 20’si erkek toplam 50 kedi dahil edilmiştir. Kedilerde %24 seropozitiflik saptanmıştır. Seropozitiflerin 10 tanesi 1/16 titrede, 2 tanesi ise 1/64 titrede pozitiflik vermiştir. Dişi kedilerin 4 tanesi (%33,33), erkek kedilerin ise 8 tanesi (%66,66) seropozitif çıkmıştır. Irk ve yaş arasında herhangi bir bağlantı bulunamamıştır. Ev kedilerinde %66,66, sokak kedilerinde %25 ve hem ev hem sokak kedilerinde seropozitiflik %8,33 olarak bulunmuştur. Kuru ve yaş mama ile beslenen kedilerin seropozitifliği çiğ yiyecekler ile beslenenlerden yüksek çıkmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu parazitin sadece sokak kedilerinde değil ev kedilerinden de bulunabileceği dikkate alınmalı ve buna yönelik gerekli bilgilendirme çalışmaları yapılmalıdır. |
11. | Güneydoğu İran'daki hamile kadınlarda Trichomoniasis: Tanı, Sıklık ve Etkileyen Faktörler Trichomoniasis in pregnant women in South-East Iran: Diagnosis, Frequency and Factors affecting Alireza SALİMİ KHORASHAD, Vahid RAİSSİ, Anita SALEH MOHAMMADZADE, Soudabeh ETEMADİ, Sadigheh NOURİDALİR, Omid RAİESİ, Maryam MANSOURİ NİAdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.67984 Sayfalar 507 - 516 GİRİŞ ve AMAÇ: Trichomonas vaginalis, küresel olarak viral olmayan cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların en yaygın nedeni olarak kabul edilir ve gelişmekte olan ülkelerde önemli bir sağlık sorunudur. Bu kamçılı protozoan parazit vajinit, üretrit, servisit ile ilişkili olduğundan ve ayrıca gebelik, kadınlarda trikomoniyazı etkileyen faktörlerden biridir. Amacımız, Zahedan (İran'ın Güneydoğu) şehrinde 17-40 yaş grubundaki hamile kadınlarda trichomoniasis prevalansını ve ilişkili risk faktörlerini belirlemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Zahedan'da bir ebelik kliniğine başvuran 514 gebe kadın üzerinde kesitsel bir çalışma yapılmıştır. Direkt mikroskobik inceleme ve Dorset yumurta besiyeri kültürü, gebe kadınlarda T. vaginalis'i saptamak için kullanıldı. Demografik ve kişisel kayıtlar, ilişkili risk faktörleriyle birlikte bir anket kullanılarak toplandı ve ardından yaş ortalamasını hesaplamak için Frekans kullanılarak analiz edildi, için ki-kare testleri, SPSS yazılım sürümü 20 ile bağımsız t-testi. BULGULAR: Sonuçlar 514 gebede direkt yöntemle hem doğrudan hem de kültür yöntemleriyle ve sadece kültür yöntemiyle 29 (% 5,64), 24 (% 4,67) ve 24 (% 4,67) T için pozitif örnek rapor edildiğini gösterdi. sırasıyla vaginalis. Bu sonuca göre, trikomoniyaz ile CYBE öyküsü (OR = 12,6;% 95 CI = 3,9-40,6) ve önceki abortus (OR = 6.840, CI: 2.906-16.100)ve Vajinal akıntı (OR = 2.9;% 95 CL = 1.2-7.1) ve Doğum öncesi bakım (OR = 0.2;% 95 CL = 0.1-0.7) arasında anlamlı farklılıklar vardı. enfekte hamile kadınları inceledi (pv <0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, gebeliğin bulaşıcı hastalıkları ile ilgili araştırmaya katkı sağlayabilecek birkaç önemli noktayı gündeme getirmiştir. Bu veriler, hamilelik sırasında trichomoniasis'in önemli bir sağlık sorunu olarak kabul edilmesi gerektiğini kanıtlamaktadır. Ayrıca gebe kadınlarda parazitolojik tanı testleri kullanılarak hem anne hem de fetüs için trikomoniyazın komplikasyonları önlenebilir. |
12. | Kandidemide epidemiyolojik özellikler, risk faktörleri ve klinik gidişin değerlendirilmesi Evaluation of epidemiological features, risk factors and clinical course in candidemia Pınar KORKMAZ, Duru MISTANOĞLU ÖZATAĞ, Şevket YALIN, Aynur GÜLCAN, Halil ASLANdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.05926 Sayfalar 517 - 524 GİRİŞ ve AMAÇ: Candida türleri kan dolaşım yolu enfeksiyonları içinde en sık saptanan etkenler arasında olup, ciddi morbidite ve mortalite ile ilişkilidir. Özellikle kemoterapi ve diğer immunsupressif tedavi alan hasta sayısının giderek artması, transplantasyon cerrahisindeki gelişmeler, geniş spektrumlu antibiyotiklerin yaygın kullanımları ile son iki dekadda Candida türlerinin etken olduğu, kan dolaşım enfeksiyonlarının insidansı artmaktadır. Kandidiyazis insidansındaki artışla beraber diğer Candida türlerinde de artış görülmektedir. Bu değişimle birlikte klasik tedavilere karşı artan direnç de rapor edilmektedir.Bu çalışmada 3 yıllık retrospektif analiz ile yoğun bakım ünitesindeki kandidemilerde tür dağılımı, direnç paterni, risk faktörleri ve klinik gidişin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2017-Aralık 2019 tarihleri arasında hastanemiz Nöroloji yoğun bakım ünitesi’nde izlenen ve kandidemi tanısı alan hastalara ait hastane enfeksiyon surveyans formları ve medikal kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmamızda toplam 25 hastada en az bir kan kültüründe Candida türü izole edilmiştir. Hastaların yaş ortalaması 75.7±11.8 (min 49-max 91)’dir. Hastaların yoğun bakım ünitesi’nde yatış günü ortalaması 94,6±63,7 (min 14-max 270) gündü. Hastaların yirmi üçünde (%92) non albicans Candida izole edilmiştir. Non albicans candidalar içinde en sık saptanan tür (%92) C. parapsilosis’tir. Kandidemi saptanan hastalarda flukonazol direnci %76 (n=19) olup anidulafungin ve kaspofungine karşı direnç tespit edilmemiştir. Yatıştan üreme saptanmasına kadar geçen süre ortalama 47,9±26,9 gündü, kesin tedavide hastaların altısında (%24) flukonazol, ondokuzunda (%76) anidulafungin tedavisi verilmiştir. Hastaların tümünde kandidemi saptanmadan önce antibiyoterapi öyküsü mevcuttur, kandidemi öncesi hastaların antibiyoterapi süresi ortalaması 49,8±28.3 (min 9-max 120) gündü. Hastaların %76 (n=19)’sında mortalite gelişmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastanemiz nöroloji yoğun bakım ünitesindeki kandidemilerde en sık etkenin C.parapsilosis olması ve flukonazol direncinin yüksek olması, hayatı tehdit eden bu enfeksiyonların tedavisinde gözönünde bulundurulması gereken önemli faktörler olduğu kanaatindeyiz. |
13. | Farklı Esansiyel Yağların İn Vitro Antimikrobiyal Etkinliğinin Değerlendirilmesi Evaluation of In Vitro Antimicrobial Effect of Different Essential Oils Rukiye ASLAN, Ayşe Hümeyra TAŞKIN KAFA, Mürşit HASBEK, Cem ÇELİKdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.87864 Sayfalar 525 - 534 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada ticari olarak satılan 16 farklı esansiyel yağın dört farklı standart bakteri suşu ve bir klinik bakteri suşu ile bir standart maya mantarı suşuna karşı antimikrobiyal aktivitelerinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada esansiyel yağların antimikrobiyal aktivitesini test etmek için disk difüzyon metodu kullanılmıştır. BULGULAR: Araştırmada kullanılan standart suşlara ve klinik izolata karşı en yüksek etki gösteren esansiyel yağlar ve inhibisyon zon değerleri şu şekildedir: Thymus vulgaris için; Staphylococcus aureus ≥ 50 mm, Acitenobacter baumannii 43 mm, Escherichia coli 35 mm, Enterococcus feacalis 35 mm; Klebsiella pneumoniae 9 mm, Candida albicans ≥ 50 mm; Melaleuca alternifolia için; Staphylococcus aureus 14 mm, Acitenobacter baumannii 19 mm, Escherichia coli 20 mm, Enterococcus feacalis ≤10 mm, Klebsiella pneumoniae 13 mm, Candida albicans ≥ 50 mm; Menta piperita için; Staphylococcus aureus ≥ 50 mm, Acitenobacter baumannii 20 mm, Escherichia coli 18 mm, Enterococcus feacalis 14 mm, Candida albicans ≥ 50 mm, Klebsiella pneumoniae’de inhibisyon zonu görülmemiştir, Lavandula officinalis için; Staphylococcus aureus 16 mm, Acitenobacter baumannii 10 mm, Escherichia coli 11 mm, Enterococcus feacalis 14 mm, Candida albicans 18 mm ve Klebsiella pneumoniae’de inhibisyon zonu görülmemiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Standart maya mantarı suşu ile standart bakteri suşlarına ve klinik bakteri izolatına karşı etkinlikleri araştırılan esansiyel yağların farklı düzeylerde yüksek antimikrobiyal etkisinin olduğu gözlenmiştir. Çalışılan esansiyel yağlar içerisinde kekik, çay ağacı, nane ve lavanta esansiyel yağlarının diğer esansiyel yağlara göre daha güçlü antimikrobiyal etkinliğe sahip olduğu gözlenmiştir. Sonuç olarak araştırdığımız bu esansiyel yağların, sahip oldukları yüksek antimikrobiyal etki sebebiyle yeni antimikrobiyal madde ve antimikrobiyal ilaç çalışmalarına katkı sağlayabileceğini düşünmekteyiz. |
14. | Çorum İlinde Paketsiz Satılan Leblebilerin Kimyasal Ve Mikrobiyolojik Özelliklerinin İncelenmesi Investigation of Chemical and Microbiological Properties of Leblebi (Roasted Chickpeas) Sold Unpackaged in Corum Province Gamze Nur MÜJDECİ, Filiz KAYALAR, Gülsün MEHDER, Fatma KILIÇdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.44342 Sayfalar 535 - 544 GİRİŞ ve AMAÇ: Leblebi, hammaddesi nohut olan geleneksel bir atıştırmalıktır. Türkiye'de yaygın olarak tüketilen ve ambalajsız çuval veya konteynırlarda satılan leblebi, sarı, beyaz, çikolata, baharatlı ve ballı-susamlı olarak çeşitli şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Türkiye'nin Çorum ilinde geleneksel yöntemlerle (ambalajsız, dökme satış) satılan leblebi çeşitlerinin (sarı, çikolata ve baharatlı) kimyasal ve mikrobiyolojik özelliklerini incelemek ve açık satışın leblebinin bu özellikleri üzerindeki etkilerini incelemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, baharatlı (n = 14), sarı (n = 16) ve çikolata (n = 15) olmak üzere toplam 43 adet ambalajsız leblebi numunesi Çorum'daki bayilerden satın alınmıştır. Bir adet sarı ve çikolatalı leblebi numunesi ise leblebi üretimi yapan bir fabrikadan temin edilmiştir. Örneklerin nem, kül, NaCl, indirgen ve toplam şeker derişimleri sırasıyla; AOAC, Mohr, DNS ve fenol sülfürik asit yöntemlerine göre belirlenmiştir. Çalışmada, kimyasal analiz sonuçlarının standart sapmalarını belirlemek için SPSS programı kullanılmıştır. Örneklerin toplam maya-küf (YM), mezofilik aerobik bakteri (TMAB), toplam Enterobacteriaceae (TE) ve Staphylococcus aureus (SA) sayıları da standart yöntemler kullanılarak belirlenmiştir. BULGULAR: Leblebi numunelerinin nem, kül, glukoz ve toplam şeker miktarlarının beklenen değer aralıklarında ve literatürdeki sonuçlarla uyumlu olduğu belirlenmiştir. Fabrikadan alınan sarı ve çikolatalı leblebi örnekleriyle karşılaştırıldığında, ambalajsız satılan leblebi örneklerindeki TMAB, YM, SA ve TE sayılarında önemli bir artış olmadığı ve yasal limitlerin altında olduğu tespit edilmiştir. Ancak, bazı baharatlı örneklerin TMAB, YM, SA ve TE sayılarının, doğrudan fabrikadan alınan örneğe kıyasla neredeyse 0.5-5.0 log (kob/g) daha yüksek olduğu belirlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, bu çalışmada beklenenin aksine ambalajsız olarak satılan leblebi numunelerinin mikrobiyolojik ve kimyasal özelliklerinin açık satış nedeniyle bozulmadığı ve yasal sınırlar içinde olduğu belirlenmiştir. Ancak, bazı baharatlı leblebi örneklerinin mikrobiyolojik ve kimyasal test sonuçları yasal sınırların üzerinde olduğu tespit edilmiştir. Bunun nedeninin; satıcıda gerçekleşen baharatlama sürecine bağlı olarak çapraz bulaşmanın gerçekleşmesi olduğunu düşünmekteyiz. |
15. | Geriatrik Enfeksiyonların Epidemiyolojisi ve Mortaliteye Etkili Faktörler Epidemiology of Geriatric Infections and Factors Affecting Mortality Sabahat ÇEKEN, Duygu MERT, Göknur YAPAR TOROS, Yüksel KOLUKISA, Habip GEDİK, Gülşen İSKENDER, Mustafa ERTEKdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.57704 Sayfalar 545 - 554 GİRİŞ ve AMAÇ: Geriatrik hastalarda, enfeksiyon hastaneye yatmayı gerektiren en önemli nedenlerden biridir. Bu çalışmada 65 yaş ve üstü hastalarda hastanede yatarak tedavi gerektiren enfeksiyon hastalıklarının epidemiyolojisi, klinik ve laboratuar bulguları ve mortaliteye etkili faktörlerin araştırılması amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Beş yüz yataklı eğitim ve araştırma hastanesinin Enfeksiyon Hastalıkları kliniğinde, Ocak 2016-Aralık 2018 tarihleri arasında takip edilen, 65 yaş ve üstündeki hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş, cins, komorbidite, kullandığı ilaç sayısı, enfeksiyonun kaynağı gibi demografik veriler kaydedildi. Ölen ve sağ kalan hastaların klinik ve laboratuar verileri, üreme olmuşsa kültür sonuçları kaydedildi. Mortaliteye etkili faktörler değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmamıza 205 hasta dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 75.06±7.33 idi ve hastaların 117’si (57%) kadındı. Enfeksiyonların 56’sı (27.3%) sağlık bakımı ile ilişkili idi. Hastaların %95.1’inin en az bir komorbiditesi vardı. En sık görülen komorbiditeler hipertansiyon malignite, diabetes mellitus ve koroner arter hastalığı idi. Hastalardan %86,5’i en az bir ilaç kullanmakta idi. Hastaların sürekli kullandığı ilaç sayısı ortalama 3.8±2.86 adet idi. Hastaların en sık yatış tanıları pnömoni (%37), üriner sistem enfeksiyonu (%30,7)ve yumuşak doku enfeksiyonu (%19,5) idi. Hastaların %49,7’si son üç ayda antibiyotik kullanmıştı ve %35,6’sı en az bir defa hastanede yatarak tedavi görmüştü Kronik böbrek yetmezliği olması, sağlık bakımı ile ilişkili enfeksiyon, başlanan antibiyotik tedavisinde değişiklik yapılması ve yoğun bakım ihtiyacı olması mortalite açısından risk faktörü olarak bulundu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Yaşlı hastalarda yaşlanmanın fizyolojik etkileri ve eşlik eden hastalıklar enfeksiyona zemin hazırlamakta buna bağlı olarak da sık antibiyotik kullanımı ve hastanede yatış görülmektedir. Bu hastalarda ampirik antibiyotik tedavisinde dirençli enfeksiyon etkenleri göz önünde bulundurulmalı, fakat çoklu ilaç kullanımı nedeniyle ilaç-ilaç etkileşimi olabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. |
DERLEME | |
16. | Obezitenin önlenmesi ve tedavisinde diyet fitokimyasallarının olası rolleri The potential roles of dietary phytochemicals in the prevention and treatment of obesity Büşra TURAN DEMİRCİ, Zehra BÜYÜKTUNCERdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.39260 Sayfalar 555 - 566 Obezite aşırı ve anormal yağ birikimi ile karakterize olan ve sağlığı olumsuz etkileyen kronik metabolik bir bozukluk olarak tanımlanmaktadır. Son yıllarda tüm dünyada artış gösteren obezite, tip 2 diyabet, kalp hastalıkları, hipertansiyon ve çeşitli kanser türleri gibi metabolik ve kronik hastalıklarla ilişkilendirildiğinden sağlık hizmetleri için büyük bir yük oluşturmaktadır. Diyet ve fiziksel aktivite başta olmak üzere yaşam tarzı ve davranış değişikliği müdahaleleri, obezitenin önlenmesi ve tedavisi için hala önemli köşe taşlarıdır. Bunların yanında, bitkisel ürünlerin obezite tedavisini destekleyici potansiyelleri de son yıllarda büyük ilgi görmektedir. Fitokimyasallar, doğal olarak meyveler, sebzeler, tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerde bulunan ve genellikle bitkilerin renk, tat ve koku gibi organoleptik özelliklerinden sorumlu olan biyoaktif bileşenlerdir. Diyetle alınan bu biyoaktif besin bileşenlerinin, antioksidan, hipolipidemik, hipotansif, antiaterojenik antidiyabetik, hepatoprotektif, nöroprotektif, antikanser ve anti-inflamatuar özellikler göstererek sağlığı geliştirici etkilere sahip oldukları bilinmektedir. Obezite ve ilişkili komplikasyonların önlenmesi ve tedavisinde potansiyel faydaları en çok dikkat çeken ve sıklıkla çalışılan diyet fitokimyasalları arasında polifenoller, terpenoidler, organosülfürler ve fitosteroller yer almaktadır. Son dönemde yapılan çalışmalar antioksidan ve anti-inflamatuar aktivite gösteren biyoaktif bileşenlerin termogenez ve total enerji harcamasını arttırarak, oksidatif stres ve inflamasyonu azaltarak ağırlık kaybını destekleyebildiğini göstermektedir. Buna ek olarak, fitokimyasalların, adipogenez üzerindeki rolleri dahil olmak üzere obezite ile ilgili fizyolojik ve moleküler yolakları düzenleyebildiği de bildirilmektedir. Bu derlemede in vitro, in vivo ve epidemiyolojik çalışmalardan elde edilen kanıtlar çerçevesinde, diyet fitokimyasallarının adipoz doku gelişimi ve preadipozit farklılaşmasını baskılayabilme, mevcut adipozitlerin apoptozunu indükleyebilme, lipolizi uyarabilme ve böylece yağ dokusunu azaltabilme; iştahı baskılayarak ve enerji alımını azaltarak ağırlık yönetimini destekleyebilme potansiyelleri tartışılmıştır. |