ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 81 (4)
Cilt: 81  Sayı: 4 - 2024
TÜM DERGİ
1. 
THDBD 2024-4 Cilt 81 Tüm Dergi
TBHEB 2024-4 Vol 81 Full Printed Journal
Utku ERCÖMERT
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.27048  Sayfalar 350 - 493
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2. 
COVID-19’un etkilerinin seçilmiş sağlık göstergeleri üzerinden incelenmesi ve ONGBM (1,1) ile gelecek tahmini
Examining the effects of COVID-19 on selected health indicators and future forecasting with ONGBM (1,1)
Tezcan ŞAHİN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.80000  Sayfalar 351 - 368
GİRİŞ ve AMAÇ: Koronavirüs hastalığı 2019 (COVID-19), eğitimden sağlığa, ulaşımdan ekonomiye birçok alanda olumsuz etkiler yaratan bir salgın ile dünyanın yüzleşmesine neden olmuştur. Dünya genelinde bu süreçte insan sağlığının daha az etkilenmesi ve bu hastalığın sonlandırılabilmesi için çeşitli önlemler alınmaya çalışılmış ve farklı politikalar yürütülmüştür. Bu çalışmanın amacı, Türkiye için seçilmiş sağlık göstergeleri üzerinden COVID-19’un etkilerini değerlendirmek ve farklı senaryolar aracılığı ile gelecek tahminlemesi yapmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma kapsamda Türkiye’ye ait kişi başına düşen kamu ve özel sağlık harcamaları, kaba ölüm hızı, kaba doğum hızı ve doğumda beklenen yaşam süreleri değerlendirmeye alınmıştır. Bu göstergeler 2009-2021 yıllarını kapsamaktadır. İki senaryo üretilmiştir. 1. Senaryoda “Pandemi olmasaydı 2030’a kadar seçilmiş sağlık göstergelerinde nasıl bir değişim izlenirdi” sorgulaması yapılmaktadır. Bunun için 2009-2019 verileri kullanılarak 2030’a kadar gelecek tahminlemesi yapılmıştır. 2. Senaryoda ise “Pandemi yaşandığı için 2030’a kadar seçilmiş sağlık göstergeleri nasıl bir seyir izleyecektir” değerlendirmesi yapılmaktadır. Bu kapsamda 2009-2021 verileri kullanılarak 2030’a kadar tahminleme yapılmıştır. Araştırmada tahminleme için ONGBM (1,1) modeli kullanılmış ve MAPE (mean absolute percentage error- ortalama mutlak yüzdesel hata) değerlerinin %10’dan küçük olduğu tespit edilmiştir.
BULGULAR: Senaryo 2’ye göre 2030’a kadar kamu sağlık harcamalarında Senaryo 1’e göre daha yüksek düzeyde, özel sağlık harcamalarında ise daha düşük düzeyde artış olması beklenmektedir. Senaryo 1’de 2030’a kadar kaba ölüm oranında azalış beklenirken Senaryo 2’de artış yönünde bir beklenti ortaya çıkmıştır. Kaba doğum oranındaki düşüş beklentisi Senaryo 2’de daha fazladır. Doğumda beklenen yaşam süresi açısından Senaryo 1’de artış, Senaryo 2’ye göre ise azalış olması beklenmektedir. Senaryo 1 ve 2’nin 2022’den 2030’a tahmin sonuçları kıyaslandığında iki senaryo arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulunduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla COVID-19’un sağlık göstergeleri üzerinde kırılma etkisi yarattığı sonucuna ulaşılmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Elde edilen bulgular, karar verici ve yöneticilerin COVID-19’un etkileri nedeni ile geleceğe ilişkin kararları yeniden gözden geçirmeleri ve planlama yaparken farklı senaryolar oluşturarak alternatif çözüm önerileri geliştirmeleri gerektiğini ortaya koymuştur.

3. 
İneklerde subklinik mastitisin aerobik bakteriyolojisinin değerlendirilmesi
Evaluation of aerobic bacteriology of subclinical mastitis in cows
Berrak DELİKANLI KIYAK, Elçin GÜNAYDIN, Gülşen GONCAGÜL
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.90094  Sayfalar 369 - 378
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada subklinik mastitisli süt sığırlarının bakteriyolojik muayenesi ile kalite göstergesi olarak kullanılan somatik hücre sayısı değişiminin karşılaştırılması sonucu elde edilen verilerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu amaçla klinik olarak mastitis belirtisi göstermeyen rastgele seçilen toplam 280 Holstayn ırkı süt sığır ve bunlara ait 1120 meme lobundan süt örnekleri alınmıştır. Süt örneklerinin California mastitis test (CMT) ve somatik hücre sayısı (SHS) ile genel mikrobiyal durumu ve identifikasyon analizi ile de bakteri türleri tanımlanmıştır.
BULGULAR: CMT sonucuna göre, süt sığırının 58’i (%20,7) subklinik mastitis yönlü pozitif bulunmuştur. Araştırmaya dahil edilen 232 meme lobundan 82’si (%35,3) CMT (-), 47’si (%20,3) CMT (+), 78’i (%33,6) CMT (++) ve 25’i (%10,8) ise CMT (+++) olarak skorlanmıştır. CMT pozitif meme loblarında bakteri üreme oranı %64,66 olarak tespit edilmiş ve örneklerden sırasıyla E. coli (%26,10), S. aureus (%21,29) ve S. agalactiae (%20,08) izole edilmiştir. Örneklerdeki SHS değerleri incelendiğinde değerlerin 50.000 ile 960.000 hücre/mL arasında değişkenlik gösterdiği ve ortalama değerin ise 333.862 hücre/mL düzeyinde olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuçlar, subklinik mastitisin süt işletmelerinde yaygın olduğunu ve bu hayvanlardan elde edilen sütlerden daha çok Staphylococcus spp. ile E. coli’nin izole edildiğini göstermektedir. Gıda güvenliği kapsamında süt tedarik zincirinde meme sağlığı ve sağım hijyenine yönelik tedbirlerin eksiksiz uygulanmasının kaliteli süt ve süt ürünleri üretimine katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

4. 
Çiftlik hayvanlarından izole edilen Acinetobacter spp. izolatlarının antibiyotik duyarlılıkları
Antibiotic susceptibility of Acinetobacter spp. isolated from farm animals
Elçin GÜNAYDIN, Gülşen GONCAGÜL, Pınar MURSALOĞLU KAYNAR, Özlem KARDOĞAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.86300  Sayfalar 379 - 386
GİRİŞ ve AMAÇ: Acinetobacter cinsi Gram-negatif kokobasil grubuna ait doğada yaygın olarak bulunan, heterojen bir organizma grubudur. Bu bakteriler insan ve hayvan kaynaklı olarak izole edilmektedir. Antimikrobiyal ajanlar hem insanlarda hem de hayvanlarda bulaşıcı hastalıkların tedavisinde hayati bir rol oynamaktadır. Acinetobacter cinsi antibiyotik dirençli bakteriler olarak insan ve hayvan sağlığı için giderek artan bir endişe kaynağıdır. Bu çalışmanın amacı, farklı hayvanların reprodüktif organlardan Acinetobacter cinsine ait bakterilerin ve bu bakterilerin antimikrobiyal duyarlılıklarının saptanmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda, Bursa ilinde bulunan atlardan (kısrak) 247 uterus swapı, Nevşehir ile Bursa illerindeki 56 düve (sığır) ve 32 inekten vajinal swap örmeği alınmıştır. Bakteriyolojik inceleme için Fluid Thioglycollate Medium (BBL; 221196) içerisine alınan örnekler, 37 °C’de 24 saat inkübe edilmiştir. İnkübasyon bitiminden sonra EMB agar (Eosin Methylen-Blue Laktoz-Sakaroz, BBL; 221355) ve Kanlı Agar (BBL; 297876) besiyerinde izolasyon çalışması gerçekleştirilmiştir. Bakteriyel izolasyon çalışmaları sonucunda elde edilen saf kültürlerin tanımlanması, BBL kristal (Becton-Dickinson, Sparks, USA) Gram pozitif ve Gram negatif ID sistem kitleri ile bilgisayar programı kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Tanımlanan Acinetobacter spp. izolatlarının disk difüzyon yöntemi ile farklı antibiyotiklere karşı duyarlılıkları incelenmiştir.
BULGULAR: Atlardan alınan 247 uterus swapından ve 56 düve vajinal swapından en fazla izole edilen Acinetobacter lwoffii (sırasıyla, n = 4 ve n=3), 32 inekten alınan vajinal swap örneğinden ise en fazla Acinetobacter johnsonii (n=3) elde edilmiştir. Tüm örneklerden Acinetobacter lwoffii izole edilmiştir. Atlardan izole edilen Acinetobacter lwoffii’ye karşı disk difüzyon yöntemi ile test edilen antibiyotiklerden amikasin, doksisiklinin ve ampisilin/sulbaktama %100 etkili olduğu bulunmuştur. Aynı etkenin izole edildiği düvelerde ise bu antimikrobiyal ajanlara ilave olarak netilmisin ve gentamisine karşı %100 duyarlılık tespit edilmiştir. İneklerden izole edilen Acinetobacter lwoffii’ye uygulanan antimikrobiyal duyarlılık testinde ise düvelerde %100 duyarlılık gösteren antimikrobiyallerden başka ofloksasine de %100 duyarlılık saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Acinetobacter spp., insan ile hayvanlar arasındaki bulaşmanın yakın zamanda kanıtlanması nedeniyle ciddi bir halk sağlığı sorununu temsil edebilir. Bu nedenle hayvancılık ortamındaki antibiyotik duyarlı Acinetobacter cinsi bakteriler hakkındaki bilgileri genişletilmesi daha sonra yapılacak çalışmalara kaynak oluşturacağı kanaatindeyiz.

5. 
Covid-19 pozitif hastalarda prognostik bir göstergesi olarak organik asit düzeylerinin araştırılması
Investigation of organic acid levels as a prognostic indicator in Covid-19 positive patients
Ceylan BAL, Ayşe KAYA KALEM, Sevilay SEZER, Bircan KAYAASLAN, Fatma ESER, İmran HASANOĞLU, Adalet AYPAK, Rahmet GÜNER, Özcan EREL, Gülsen YILMAZ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.88528  Sayfalar 387 - 398
GİRİŞ ve AMAÇ: Covid-19 salgınından bu yana, tıp bilim adamları aktif olarak hastalığın teşhisine ve tedavisine katkıda bulunmaya çalışmaktadırlar. Bu amaçla bugüne kadar hastalığın takibi ve prognozu için birçok belirteç çalışılmıştır. Rutin testlerin dışında hedefli ve hedefsiz metabolomik çalışmaların sayısı giderek artmaktadır. Organik asitler, çeşitli metabolik yollardaki ara ürünlerdir. Anormal üriner organik asit düzeylerine, amino asit ve karbonhidrat metabolizması bozukluklarında, mitokondriyal yağ asidi beta oksidasyon bozukluklarında ve bazı mitokondriyal oksidatif fosforilasyon kusurlarında rastlanabilir. Bu çalışmanın amacı, klinik olarak hafif, orta ve şiddetli pnömoni gelişen Covid-19 hastalarında hipoksiden etkilenebilecek metabolik süreçler nedeniyle idrarda saptanan organik asit düzeylerini değerlendirmek, hastalık şiddeti ile ilişkisini belirlemek ve sonuçları kontrol grubu ile karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya SARS-CoV-2 enfeksiyonunun klinik spektrumu Dünya Sağlık Örgütü Covid-19 hastalık şiddeti sınıflandırmasına göre hafif, orta ve şiddetli olarak kabul edilen toplam 120 hasta dahil edildi. Yatan hastalardan alınan sabah ilk idrar örnekleri alikotlara ayrıldı ve analiz gününe kadar donduruldu. İdrar organik asit seviyeleri, Gaz kromatografisi-kütle spektrometresi kullanılarak ölçüldü.
BULGULAR: 104 organik asit arasında piruvik asit, laktik asit, 2-hidroksibütirik asit düzeyleri ağır hastalık grubunda anlamlı olarak yüksekti, (sırasıyla p=0,006, p<0,001, p<0,001), sitrik asit ve homovanilik asit (HVA) düzeyleri ise tüm hastalık gruplarında anlamlı olarak daha düşüktü (p<0.001), α-ketoglutarik asit, vanililmandelik asit ve süksinik asit seviyeleri, şiddetli ve orta hastalık grubunda anlamlı olarak düşüktü(p<0.001), β-hidroksibutirik asit, şiddetli ve orta hastalık grubunda anlamlı olarak daha yüksekti p(<0,001), oksalik asit orta hastalık grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti (p=0,041). İkili lojistik regresyon modeli, a-ketoglutarik asit, süksinik asit ve HVA’yı içeriyordu. χ2 = 98.680 ile istatistiksel olarak anlamlıydı; p < 0.001.
TARTIŞMA ve SONUÇ: α-ketoglutarik asit, süksinik asit ve HVA, hastalık şiddetinin bağımsız belirteçleri olarak bulundu. Bu spesifik metabolitlerin ölçümü, yeni tedavilerin geliştirilmesini kolaylaştırabilir ve Covid-19’un prognoz tahminini kolaylaştırarak mevcut tedavilere verilen yanıtları iyileştirebilir.

6. 
Kondrositlerin mezenkimal kök hücreye spesifik immünofenotipe geri farklılaşmasında rekombinant bazik fibroblast büyüme faktörünün rolü
The role of recombinant basic fibroblast growth factor in de-differentiation of chondrocyte to mesenchymal stem cell-specific immunophenotype
Hasan SALKIN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.08624  Sayfalar 399 - 408
GİRİŞ ve AMAÇ: Kondrositlerdeki gen, protein ve fonksiyondaki bazı değişiklikler, bunların fibroblastik bir morfolojiye dönüşmesine neden olabilir. Çalışmamız, rekombinant bazik fibroblast büyüme faktörü (FGF-b) takviyesi ile kondrosit de-diferansiyasyonunu indükleyerek tek tabakalı kültürlerdeki kondrositleri mezenkimal kök hücre benzeri bir immünofenotipe dönüştürmeyi amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda kondrositler Erciyes Üniversitesi Genom ve Kök Hücre Merkezi’nden hazır hücre hattı olarak temin edildi. Kontrol grubu olarak standart bir besiyerinde büyütülen kondrositler kullanıldı. Standart büyüme ortamına 5 ng/ml konsantrasyonda rekombinant bazik FGF ilave edilerek deney grubu oluşturuldu. CD271, CD166, CD29, CD44, CD73, CD90 ve CD105 gibi MKH’ye özgü yüzey belirteç ifadeleri, akış sitometrisi ile gruplar arasında karşılaştırıldı. Gruplar arasında apoptoz ve canlılık verilerinin karşılaştırılması için üretim prosedürüne göre “Muse Annexin-V assay kit” ve “Muse Count and viability kit” kullanıldı. Kondrositlerdeki koloni oluşturma potansiyelleri, Koloni oluşturan birimler-fibroblast tahlili ile belirlendi. İstatistiksel analizler, GraphPad Prism (sürüm 8.02) istatistik yazılımı kullanılarak yapıldı. P<0.05 olan veriler istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Kondrosit kültürlerine rekombinant bazik FGF ilavesi, kondrositlerdeki toplam apoptoz yüzdesini azalttı ve canlılığı arttırdı. Akış sitometri bulgularımız, rekombinant bazik FGF ile muamele edilmiş kondrositlerde MKH’ye özgü yüzey belirteçlerinden CD105, CD90, CD166 ve CD271’in ifadesinde önemli bir artış olduğunu gösterdi. Buna karşın CD29 ve CD73 ifadelerinde ise düşüş gözlendi. CD44 ifadesi bakımından gruplara arasında istatistikel olarak anlamlı bir fark bulunmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, kondrosit kültürlerine rekombinant bazik FGF ilavesi, kondrositlerdeki toplam apoptoz yüzdesini azaltmış ve canlılığı arttırmıştır. Akış sitometri bulgularımız, rekombinant bazik-FGF ile işlenmiş kondrositlerde MKH’ye özgü yüzey belirteçlerinden CD105, CD90, CD166 ve CD271’in ifadesinde önemli bir artış olduğunu gösterdi. Bu MKH temel belirteçleri üzerindeki artış, rekombinant bazik-FGF’nin MKH fenotipi seviyesinde kondrosit farklılaşmasını indükleyebileceğini düşündürür. Bu çalışmada, rekombinank bazik FGF’nin kondrositlerin MKH immünofenotipine farklılaşmasında etkili bir büyüme faktörü olabileceğini hipotez ettik. Kondrositlerin rekombinant bazik FGF tarafından MKH immünofenotipine geri farklılaşması, bu hücreleri osteoartrit (OA) veya diğer eklem bozuklukları gibi kıkırdak hasarında rejeneratif tıp amacıyla kondrosit implantasyonu için daha etkili ve potansiyel hale getirebilir.

7. 
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde takip edilen HIV ile enfekte erişkin bireylerde toksoplazma seropozitifliğinin araştırılması, 2024
Investigation of toxoplasma seropositivity in adult individuals infected with HIV followed at Marmara University Pendik Training and Research Hospital, 2024
Dilek YAĞCI ÇAĞLAYIK, Uluhan SİLİ, Elif TÜKENMEZ TİGEN, Buket ERTÜRK ŞENGEL, Barış CAN, Tekin TUNÇEL, Fatma Burcu DOĞANÇ, Eda Buse MEŞECİ, Arzu İLKİ, Volkan KORTEN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.40501  Sayfalar 409 - 418
GİRİŞ ve AMAÇ: Ülkemizde HIV/AIDS tanılı hasta sayısının giderek artış göstermesine rağmen literatürde bu hasta grubunda sadece bir merkezden yapılmış iki Toksoplazma seroprevelans çalışması olduğu dikkatimizi çekmiş olup, merkezimizdeki seropozitiflik yüzdesini ortaya koymayı ve elde edilen veriler ile kontrol önlemlerine katkı sağlamayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji HIV polikliniğinde 1985 yılından günümüze kadar HIV enfeksiyonu tanısı almış ve 1995 yılından 2024 yılına (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Üniversite Hastanesi döneminden itibaren) kadar takip edilmiş Anti-Toksoplazma IgG test sonucuna ulaşılabilen tüm hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş, cinsiyet, cinsel yönelim, CD4 T lenfosit sayıları, Anti-Toksoplazma IgG sonuçları kaydedildi. Serebral toksoplazmozis tanısı alan hastalar çıkarıldı.
BULGULAR: Araştırmaya Anti Toksoplazma-IgG test sonucu bulunan toplam 916 HIV/AIDS tanılı hasta dahil edildi. Hastaların %88,1’i (n=807) erkekti. Tüm hastaların yaş ortalaması 36,9 yıl idi (±11,4 yıl; min-maks: 18-81 yıl). CD4 T lenfosit sayısı ortancası 369,0, ortalaması 408,9, (±275,34; min-maks: 0,0-1659,0) idi. Tüm hastaların %41,3’ü (n=378) erkeklerle seks yapan erkeklerdi (MSM). Yaş ortalaması MSM grupta 32,5 yıl idi (±9,9 yıl; min-maks: 18-81 yıl). Tüm hastaların %9,4’ü (n=86) ve kadınların %78,9’u (n=86) doğurganlık çağındaki (18-49 yaş) kadınlardan oluşmakta idi. Toxoplasma gondii için seropozitiflik yüzdesi %36,5 olarak saptandı. Seropozitiflik yüzdesinde, kadınlar arasında %46, MSM grupta %28 olmak üzere istatistiksel anlamlı farklılık tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma ile merkezimizde HIV ile enfekte hastalarda, genel populasyona ait dünya ortalamasına (%30) yakın bir sonuç olan %36,5 seropozitiflik düzeyi tespit edilmiş ve son 20 yıl içinde bu yüzdede azalma sağlandığı görülmüştür. Yaş ortalaması daha düşük olan MSM grupta seropozitiflik anlamlı oranda daha düşüktür. HIV/AIDS tanılı ve Anti-Toksoplazma IgG negatif bireylerin takibinde ilk tanı anında ve her vizitte Toxoplasma gondii geçiş yolları, risk faktörleri ve alınacak önlemlerin hatırlatılıp bilgi düzeyinin arttırılması ülkemizdeki Toksoplazma yükünün azaltılmasına katkı sağlayacaktır.

8. 
Sıçan beyin dokusunda bakır sülfat etkisi: Kir kanalları
Effect of copper sulphate in rat brain tissue: Kir channels
Selda KAHVECİ, Osman ÖZTÜRK, Sümeyye UÇAR, Aslı OKAN OFLAMAZ, Derya GÖKMEN, Seher YILMAZ, Züleyha DOĞANYİĞİT
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.33678  Sayfalar 419 - 430
GİRİŞ ve AMAÇ: Bakır, hücredeki birçok enzimin işlevinde rol oynayan ve özellikle hücrede enerjinin üretildiği mitokondride etkili olup demir homeostazı, serbest radikallerin temizlenmesi, kolajen ve elastinin bağ oluşumu gibi mekanizmalarda yer alan enzimlerin katalizlenmesinde önemli bir rol oynar. İnternal potasyum kanallarının (Kir) ise çeşitli dokularda özellikle beyin dokusundaki ekspresyonu bilinmektedir. Bu bağlamda bu çalışmada, dişi ve erkek sıçan beyin dokusunda Bakır Sülfatın (CuSO4) morfolojik etkisi, beyin prefrontal korteks ve hipokampüs bölgelerindeki Kir2.1 ve Kir4.1’in ekspresyonunu değerlendirmek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada dişi ve erkek Sprague dawley ırkı sıçanlar, kontrol grubu (n=10) ve CuSO4 grubu (n=10) olarak ayrıldı ve 14 gün boyunca günlük olarak ağızdan gavaj yoluyla kontrol grubuna serum fizyolojik, CuSO4 grubuna ise CuSO4 (100 mg/kg) uygulandı. Daha sonra hayvanlara ötenazi uygulandı ve ardından beyin dokuları morfolojik ve doku bütünlüğü açısından histolojik olarak incelenerek Kir kanalı proteinleri olan Kir2.1 ve Kir4.1’ ün ekspresyonu ise immünohistokimyal yöntem ile değerlendirildi.
BULGULAR: CuSO4 grubu beyin dokularının histomorfolojik özelliklerinin değiştiği ve doku bütünlüğünün bozulduğu gözlendi. Hem kontrol grubunda hem de CuSO4 grubunda, prefrontal korteks bölgesindeki Kir2.1 ekspresyonu her iki cinsiyette de hipokampus bölgesine göre daha yoğun olduğu izlendi. Özellikle dişi sıçanlarda prefrontal korteks bölgesindeki nöronlarda yoğun Kir2.1 ekspresyonu gözlenmiştir (p=0,001). Kir2.1 ekspresyonu için CuSO4 grubunda bölgenin ana etkisi anlamlı bulunmuştur (p=0,014). Kir4.1 ekspresyonunun kontrol grubu hipokampüs bölgesinde yoğun olduğu izlenirken, aynı şekilde kontrol grubunda bölgeler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farkın olduğu belirlenmiştir (p<0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Aşırı CuSO4’e maruz kalan beyin dokusunun morfolojisini tam olarak koruyamadığını tespit ettik. Ayrıca bulgularda Kir2.1’in özellikle beyin prefrontal korteks bölgesinde yoğun eksprese olduğu ama CuSO4 uygulamasıyla özellikle erkek sıçan beyin dokularında gerek prefrontal korteks gerekse hipokampüs bölgesinde Kir4.1 ekspresyonunun azaldığını belirledik. Yoğun CuSO4 uygulamasının beyin dokusunda yol açtığı hasar ile Kir kanallarının aktivasyon/inhibisyon arasındaki ilişkinin daha detaylı araştırılması gerekmektedir.

9. 
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde takip edilen HIV ile yaşayan erişkin bireylerde sifiliz seropozitifliğinin araştırılması, 2024
Investigation of syphilis seropositivity in adult individuals living with HIV followed at Marmara University Pendik Training and Research Hospital, 2024
Dilek YAĞCI ÇAĞLAYIK, Uluhan SİLİ, Elif TÜKENMEZ TİGEN, Buket ERTÜRK ŞENGEL, Barış CAN, Tekin TUNÇEL, Fatma Burcu DOĞANÇ, Benan ATAK BOLATASLAN, Eda Buse MEŞECİ, Arzu İLKİ, Volkan KORTEN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.04207  Sayfalar 431 - 438
GİRİŞ ve AMAÇ: Ülkemizde HIV ile yaşayan birey sayısı giderek artış göstermektedir. Amacımız merkezimizde takip edilen HIV ile yaşayan bireylerde Sifiliz seropozitifliği yüzdesini, ülkemizde ve dünyada yapılmış diğer çalışmalarla karşılaştırarak ortaya koymaktır. Bu iki hastalığın yayılmasının önüne geçebilmek için oluşturulacak kontrol önlemlerine ortaya çıkan veriler ile katkı oluşturmak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji HIV polikliniğinde 1985 yılından günümüze kadar HIV enfeksiyonu tanısı almış ve 1995 yılından 2024 yılına (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Üniversite Hastanesi döneminden itibaren) kadar takip edilmiş Treponema pallidum Hemaglutinasyon (TPHA) test sonucuna ulaşılabilen tüm bireyler çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş, cinsiyet, cinsel yönelim, CD4 T lenfosit sayıları ile TPHA sonuçları kaydedildi.
BULGULAR: Araştırmaya TPHA test sonucu bulunan toplam 1042 HIV ile yaşayan birey dahil edildi. Bu kişilerin %87,9’u (n=916) erkekti, yaş medyanı 35,0 yıl (ort: 37,0±11,7 yıl; min-maks: 18-81) idi. Cinsel yönelimlerine göre %35,7’si (n=372) homoseksüel/biseksüel, %37,8’i (n=389) heteroseksüel ve %27,0’ı (n=281) bilinmiyordu. 1042 HYB’in %24,9’unda (n=259) TPHA pozitif olarak sonuçlandı. TPHA pozitif saptanan HYB’lerin %95,0’ı erkek (n=246), %5,0’ı kadın (n=13) idi. TPHA pozitif olan erkeklerin %45,5’inin (n=112) cinsel yönelimi homoseksüel/biseksüel iken %29,7’sinin cinsel yönelimi (n=73) heteroseksüel, %24,8’inin da cinsel yönelimi (n=61) bilinmemekte olarak kaydedildi. Erkeklerle seks yapan erkeklerde (MSM) seropozitiflik %30,1 olarak daha yüksek izlendi. HIV ile yaşayan MSM bireylerde yaş gruplarına göre TPHA pozitifliği açısından bir fark saptanmadı (p=0,329). Hepatit B virus enfeksiyonu geçirmiş olanlarda TPHA pozitifliği %35,7 olarak geçirmeyenlere göre daha yüksek bulundu. Kadın HYB’lerin %7,9’unda (n=10) gebelik mevcut idi. Gebe kadınların %20,0’ında (n=2) TPHA pozitif saptandı. Çocuk doğurma dönemindeki 104 kadının %11,5’inde (n=12) TPHA pozitif saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ülkemizde daha önce geniş sayılarla yapılan çalışmalara bakıldığında %24,9 ile en yüksek seropozitiflik düzeyine çalışmamızda ulaşılmıştır. HIV ile yaşayan MSM bireylerde sifiliz seropozitifliği düzeyi %30,1 ile İstanbul’u kapsayan diğer çalışmalardakine benzer şekilde yüksek bulunmuştur. MSM bireylere yönelik sifiliz taraması, tedavisi, bariyer önlemlerin kullanılması, partner bilgilendirilmesi ve tedavisi gibi kontrol önlemlerinin geliştirilmesinin, her iki hastalığın yayılımını kontrol altına alma hususunda anahtar rol oynayabileceği düşünülebilir.

10. 
Karbapenem dirençli Klebsiella pneumoniae, Pseudomonas aeruginosa, Acinetobacter baumannii enfeksiyonlarında imipenem relebaktam ve seftazidime avibaktamı tercih edelim mi?
Should we prefer imipenem relebactam and ceftazidime-avibactam in infections with carbapenem-resistant Klebsiella pneumoniae, Pseudomonas aeruginosa, Acinetobacter baumannii?
Umut Safiye ŞAY ÇOŞKUN, Yelda DAĞCIOĞLU, Baki TAŞTAN, Ayşenur GÜNEŞ, Büşra BAYAR ÇOŞKUN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.33269  Sayfalar 439 - 448
GİRİŞ ve AMAÇ: Karbapenem dirençli Klebsiella pneumoniae, Pseudomonas aeruginosa ve Acinetobacter baumannii antibiotik direncin küresel olarak artmasına önemli katkı sağlayan ana rezervuarlar ve direnç taşıyıcıları olarak öne çıkmaktadırlar. Bu bakteriler aynı zamanda yeni antibiyotiklere duyulan ihtiyaç açısından da acil öncelikli patojenler olarak sınıflandırılmıştır. Bu çalışmanın amacı, karbapenem dirençli K. pneumoniae, P. aeruginosa ve A. baumannii izolatlarının, tanımlanan yeni ilaçlar olan imipenem-relebaktam ve seftazidim-avibaktama duyarlılığının belirlenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya çeşitli klinik örneklerden izole edilen 82’si K. pneumoniae, 45’i P. aeruginosa ve 56’sı A. baumannii olmak üzere toplam 183 izolat dahil edildi. İzolatların identifikasyonu ve antibiyotik duyarlılık testleri, EUCAST kriterlerine göre Vitek 2 otomatik sistemi (bioMérieux, Fransa) kullanılarak yapıldı. Karbapenem grubundan bir veya daha fazla antibiyotiğe direnç tespit edilen her bir izolata Karbapenem inaktivasyon yöntemi (CIM) ve Blue-carba testi (BCT) yapıldı. Tüm izolatların imipenem-relebaktam (35 µg, Liofilchem, İtalya) ve seftazidime-avibaktama (10/4 µg, Bioanalyse, Türkiye) duyarlılığı EUCAST standartlarına göre disk difüzyon yöntemi kullanılarak değerlendirildi.
BULGULAR: Seftazidim ve seftazidim-avibaktama karşı direnç sırasıyla K. pneumoniae için %100, %3.7, P. aeruginosa için %24.4, %8.9 ve A. baumannii için %100, %98.2 olarak belirlendi. İzolatların imipenem ve imipenem-relebaktam direnç oranları sırasıyla K. pneumoniae için %80.5, %85.4, P. aeruginosa için %68.9, %13.3, A. baumannii için %100, %98.2 olarak saptandı. CIM ve BCT pozitiflik oranları sırasıyla K. pneumoniae için %79.3 ve %80.5, P. aeruginosa için %9 ve %50, A. baumannii izolatları için %80.4 ve %62.5 olarak tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ceftazidim-avibaktam, karbapenem dirençli K. pneumoniae ve P. aeruginosa’ya karşı etkili olarak tespit edilmiştir. İmipenem-relebaktam, P. aeruginosa izolatlarında da etkili bulunmuştur. Ceftazidim-avibaktamın karbapenem dirençli K. pneumoniae, imipenem-relebaktamın ise karbapenem dirençli P. aeruginosa enfeksiyonlarının tedavisinde alternatif bir seçenek olarak kullanılabileceği kanısına varılmıştır.

11. 
OECD ülkelerinde kronik hastalıklarda ilaç kullanımı ve yaşam tarzı faktörlerinin küresel hastalık yüküne ve ölümlere etkisi: tip 2 diyabet örneği
The effect of medication and lifestyle factors on global burden of disease and mortality in chronic diseases in OECD countries: the case of type 2 diabetes mellitus
Yasin ARAS
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.59751  Sayfalar 449 - 462
GİRİŞ ve AMAÇ: Kronik hastalıklar, genellikle uzun süre devam eden ve tedavi edilmesi zor olan sağlık sorunlarını ifade etmektedir. En yaygın kronik hastalıklar arasında diyabet, kalp hastalıkları, hipertansiyon, kronik solunum yolu hastalıkları ve kanser yer almaktadır. Bu hastalıklar, genel olarak genetik yatkınlık, kötü beslenme, yetersiz fiziksel aktivite, aşırı sigara ve alkol tüketimi vb. yaşam tarzı faktörleriyle ilişkilidir. Kronik hastalıklar, bireylerde fiziksel rahatsızlıkların yanı sıra, psikolojik ve sosyal etkiler de meydana getirmektedir. Tedavi süreci genellikle uzun süreli yönetim ve hasta uyumunu gerektirmektedir. Bu nedenle düzenli hekim kontrolleri, sağlıklı yaşam alışkanlıkları ve uygun dozda ilaç kullanımı önemlidir. OECD (Organisation for Economic Co-Operation and Development- Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) ülkelerinde kronik hastalıkların yaygınlığı artmakta ve ilaç kullanımı ile yaşam tarzı faktörlerinin küresel hastalık yükü ve ölümler üzerindeki etkisi giderek daha önemli hale gelmektedir. Tip 2 diyabet bu bağlamda önemli bir örnektir. Bu çalışma, tip 2 diyabet yönetiminde ilaç kullanımı ve yaşam tarzı faktörlerinin küresel hastalık yükü ve ölümler üzerindeki etkisini incelemeyi amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmanın evrenini tüm OECD ülkeleri oluşturmaktadır. Tip 2 diyabette kullanılan ilaçlar, alkol tüketimi, tütün tüketimi, obezite, fiziksel inaktivite bağımsız değişkenler; tip 2 diyabetle ilişkili ölüm oranı, tip 2 diyabette DALYs (Engelliliğe göre ayarlanmış yaşam yılları) bağımlı değişkenler olarak kullanılmıştır.
BULGULAR: Regresyon analizi yaşam tarzı faktörlerinin (lnAlc, lnTob, lnObes, lnPInact) ve ilaç kullanımının (lnDrug) hem lnDALY hem de lnDMort’u etkilediğini göstermiştir (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tip 2 diyabet yönetiminde ilaçların etkin kullanımı ve yaşam tarzı değişiklikleri hastalığın kontrol altına alınmasında önemli bir adımdır. Bu nedenle, ilaç kullanımına ek olarak, kronik hastalıkları önlemek ve kontrol altına almak için sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıkları teşvik edilmelidir. Bu önlemler hem bireylerin sağlığının iyileştirilmesine hem de sağlık sistemlerinin sürdürülebilirliğine katkıda bulunabilir.

OLGU SUNUMU
12. 
Polikistik over sendromlu hastanın diyet tedavisi: Bir olgu sunumu
Diet therapy in a patient with polycystic ovary syndrome: A case report
Seniha ÇUKUROVALI SOYKURT
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.66909  Sayfalar 463 - 466
Bu yazıda polikistik over sendromu tanısı ile izlenen olgunun, beslenme tedavisinin önemi ve uygulamasının tartışılması amaçlanmıştır. Hasta Üniversitenin Beslenme ve Diyetetik Polikliğine başvurmuştur. Kadın doğum uzmanı tarafından polikistik over sendromu tanısı almıştır. Var olan hastalığına yönelik tıbbi beslenme tedavisi uygulanmıştır. Polikistik over sendromu (PKOS) üreme çağındaki kadınlarda en sık görülen endokrin metabolik bozukluklardan biri olup tanımlanması zor heterojen bir hastalıktır. PKOS hastalarında ağırlık kontrolü sağlanması hastalığın semptomlarının hafiflemesi ve komorbid hastalıkların riskini azaltmada büyük önem taşımaktadır. Her durumda, olguların diyetisyen kontrolünde düzenli vücut ağırlığı takibinin yapılması, diyete uyumunun kontrol edilmesi ve hastanın doktor kontrolleriyle birlikte biyokimyasal bulguların yapılarak kontrolünün sağlanması tercih edilmelidir.
Anahtar kelimeler: Polikistik Over Sendromu, Diyet tedavisi, Ağırlık yönetimi

DERLEME
13. 
Aşının önemi ve aşı tereddütü sorunu
Importance of vaccine and vaccine hesitancy problem
Asuman TEZEL KAHRAMAN, Şeyma Aliye KARA
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.64624  Sayfalar 467 - 476
Halk sağlığının en önemli bileşenleri; temiz su, sanitasyon ve aşı ile önlenebilir hastalıklara karşı bağışıklamanın sağlanmasıdır. Oluşturulan aşılama programları, aşıyla önlenebilir hastalıkların ve bu hastalıklara bağlı gerçekleşen ölümlerin önlenmesi açısından en önemli ve en maliyet etkili toplum sağlığı müdahalelerinden biridir. Ülkemizde 2008 yılında yayınlanan genelge ile son halini alan programda amaçlanan süreç ‘Bağışıklama hizmetlerinde temel amaç; toplumda, özellikle bebek ve çocuklarda aşı ile korunulabilir hastalıkların ortaya çıkışını engellemek, dolayısıyla bu hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin ve sakatlıkların önüne geçmektir ve temel hedef aşısız çocuk bırakmamak’ şeklindedir. Ulaşılabilir aşı hizmetlerine rağmen, aşıların reddedilmesi veya kabul edilmesinde gecikme ise aşı reddi olarak tanımlanmıştır. Zamanla giderek arttığı bilinen aşı reddi, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre küresel düzeyde önemli bir tehdittir, en önemli halk sağlığı sorunları arasında yer almaktadır. İletişim ve medya araçları ile ilgili nedenler, birey ve grup etkileri, aşı ve aşılamaya ait etkiler aşı kabulünü etkileyen en önemli başlıklardır. Bu yüzden nedenleri saptamak ve nedene yönelik planlar yapmak oldukça önemlidir. Günümüzde halk sağlığının ve sağlık sunucularının öncelikli hedeflerinden biri sağlık okuryazarlığının artırılması ve sağlık iletişiminin iyileştirilmesi olarak görülmektedir. Yapılacak yasal düzenlemeler aşılamada ve toplum bağışıklığına katkıda olumlu artışlara neden olacak olsa da asıl hedef doğru iletişim yöntemleri ile halkın sağlık okuryazarlığının artırılması ve öz sorumluluğunun geliştirilmesi olmalıdır. Böylece bu derlemede aşının önemi ve aşı reddi ile nedenleri, bu durumun etkileri ile ilgili sonuçların gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.

14. 
Gizemli bakteri lejyonella: Büyük silah cephanesine sahip bir ordu mu?
Mysterious bacteria legionella: An army with a big arms armory?
Gönül ASLAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.33678  Sayfalar 477 - 492
Lejyonella cinsi bakteriler ilk olarak 1976 yılında Philadelphia’da düzenlenen Amerikan Lejyonu kongresi sırasında, (Bellevue-Stratford Hotel’dekalanlar arasında) görülen büyük bir şiddetli pnömoni salgını sonrasında Dr. Joseph McDade tarafından izole edilmiştir. lejyonellalar, insanlarda kendiliğinden iyileşen ateşli hastalık (Pontiac ateşi) ve ölümcül pnömoniye (Lejyoner hastalığı) neden olabilen çevresel Gram-negatif bakterilerdir. Legionella pneumophila toplum ve hastane kökenli pnömoninin önemli bir nedenidir. lejyonella ile kontamine olmuş aerosollerin solunması ile alveolar makrofajlar veya epitel hücreleri tarafından basiller fagosite edilir. Lejyoner hastalığı, alveolar makrofajlar içine alınan basilin Dot/Icm genleri tarafından kodlanan Tip 4 Sekresyon Sistemi sayesinde fagolizozomal füzyonu önleyerek, lejyonella içeren vakuol oluşturması bu vakuol içinde konak immün mekanizmalarından kaçarak çoğalmasından kaynaklanır. Lejyonella türü bakterilerilerin genomunun en ilgi çekici yönü, amiplerdeki parazitliği sırasında gen transferi yoluyla kazandığı, çoğu ökaryotik kökene sahip olan motiflerdir. Lejyonellalar horizontal gen transferi ile kazandıkları bu motifler sayesinde çevresel faktörlere ve konak immünitesine karşı direncini artıracak inanılmaz sayıda virülans faktörüne başka bir deyişle adeta “büyük silah cephanesine sahip bir ordu”ya sahip olmuşlardır. Ayrıca bu ökaryotik motifler bakterilere; olağanüstü adaptasyon stratejileri geliştirme kapasitesi kazandırır. Biyofilm ve amip içinde hayatta kalmaları, onları yoğun dezenfeksiyon uygulamalarından koruyarak, çevresel faktörlere karşı dirençlerinin artışına da neden olur. Lejyonellaların, bulaşıcı faz ve enfektif olmayan replikatif faz olmak üzere bifazik yaşam döngüsü; fizyolojik, morfogenetik ve metabolik değişim yeteneklerini de ortaya koymaktadır. Amip ve makrofajlar içindeki enfeksiyon döngüsü benzerliği çevresel amiplerin adeta bir “eğitici” görevi yaptığını düşündürmektedir. Bu derlemede, lejyonellanın amipleri ve makrofajları enfekte etme yetenekleri, virülans/hayatta kalma stratejileri, enfeksiyon mekanizmaları, konak immünitesi ve lejyonella immünopatogenezine ait güncel bilgilerin gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.

LookUs & Online Makale
w