ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 68 (4)
Cilt: 68  Sayı: 4 - 2011
ARAŞTIRMA
1. 
2006-2010 yıllarında Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Laboratuvarı’na başvuran hastalarda bağırsak parazitlerinin dağılımı
Distribution of intestinal parasites in patients presented at the Parasitology Laboratory of the Medical School of Mustafa Kemal University during the Years 2006 and 2010
Gülnaz Çulha, Burcu Gülkan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.16013  Sayfalar 165 - 174
AMAÇ: Bu çalışmada Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Laboratuvarına Ocak 2006-Mayıs 2010 tarihleri arasında başvuran toplam 9421 kişinin dışkı örneği retrospektif olarak bağırsak parazitleri yönünden araştırılmıştır. Ayrıca bu kişilerden selofanlı lam örneği alınabilen 781 olgunun preparatları incelenerek Enterobius vermicularis yumurtası aranmıştır Çalışmamızda hastanemiz parazitoloji laboratuarı kayıtları geriye dönük olarak taranarak bağırsak parazit sıklığının saptanması ve bu sonuçların yıllık değişiminin önceki yıllarla ve diğer çalışmalarla karşılaştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Toplam 9427 kişiden alınan dışkı ve 781 kişiden alınan selofanlı lam örnekleri incelenmiştir. Dışkı örneklerine, önce makroskobik, nativ-lügol ile inceleme ve formolle çöktürme yöntemleri uygulanmıştır. X10’luk ve X40’lık büyütmelerle protozoon (kist veya trofozoiti) ve helmint (yumurta veya larva) varlığı araştırılmıştır. Alınan selofanlı lam preparatları ise X10’luk ve X40’lık büyütmelerle direk mikroskobik incelemeleri yapılarak E. vermicularis yumurtası aranmıştır
BULGULAR: Başvuranların 5146 (%52,6)’sı kadın 4275 (%45,4)’i erkek olmak üzere toplam 9421 dışkı örneği incelenmiştir. 835 (%48,3)’i erkek, 893 (%51,7) kadın olmak üzere toplam 1728 (%18,3) olguda bağırsak paraziti bulunmuştur. İncelenen 781 selofanlı lam örneğinin 410 (%52,5)’u kadın, 371 (47,5)’i ise erkek olguya aittir. İncelenen selofanlı lam örneklerinde 96 (%53,3)’sı erkek 84 (%46,7)’ü kadın olmak üzere toplam 170(%95,5) olguda E. vermicularis ve 10(%5,5) olguda Taenia spp yumurtası saptanmıştır. Dışkı inceleme sonuçları değerlendirildiğinde parazitlerin türlere göre dağılımı şöyledir; Blastocystis hominis 882(%51,0), Giardia intestinalis 313(%18,1), Entamoeba coli 268(%15,5), Entamoeba histolytica/dispar 129(%7,5), Chilomastix mesnilii 42(%2,4), Hymenolepis nana 35(%2.0), Strongyloides stercoralis 18(%1,0), Dicrocoelium dentriticum 13(%0,8), E. vermicularis 12(%0,7), Taenia spp, 6(%0,4), Iodamoeba butschlii 5(%0,3), Trichuris trichiura 2(%0,1), Ascaris lumbricoides 2 (%0,1), Balantidium coli 1(%0,1).
SONUÇ: Hatay da geçmiş senelerde yapılan çalışmalara göre bağırsak parazit oranları düşük bulunmuştur.Ancak barsak parazitleri halk sağlığı için önemli bir problem olarak devam etmektedir

TÜM DERGİ
2. 
2011-4 Tüm Dergi
2011-4 Full Printed Journal

Sayfalar 165 - 257
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
3. 
Rize 82.Yıl Devlet Hastanesi’nde bir yıllık sürede kan kültürlerinden izole edilen mikroorganizmalar ve antibiyotiklere duyarlılıkları
Microorganisms isolated from blood cultures during the period of one year at the 82nd Year Rize State Hospital and their susceptibility to antibiotics
Ayşegül Çopur Çiçek, Zeynep Şentürk Köksal, Ayşe Ertürk, Ersin Köksal
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.66588  Sayfalar 175 - 184
AMAÇ: Şubat 2010 ve Şubat 2011 tarihleri arasında Rize 82.Yıl Devlet Hastanesi Mikrobiyoloji Laborotuvarına gönderilen kan kültür örneklerinden izole edilen çeşitli mikroorganizmalar ve antibiyotiklere duyarlılıkları retrospektif olarak araştırılarak antibiyotik kullanım politikalarına katkıda bulunulması amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Bu süre içerisinde laboratuvara 900 kan kültürü örneği gelmiştir. Laboratuvarımıza gönderilen kan kültürü örnekleri bifazik Rosmedia (GBL), besiyerine ekilmiş ve rutin prosedürlerine uygun olarak EMB ve koyun kanlı agara pasajlanmıştır. Üreme sonrası mikroorganizmaların identifikasyonu koloni morfolojisi, Gram boyama ve biyokimyasal testleri içeren konvansiyonel yöntemlerle yapılmıştır. Antibiyotik duyarlılıkları Clinical and Laboratory Standards Institute (CLSI) önerilerine göre Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemi ile belirlenmiştir.
BULGULAR: : Laboratuvara gelen kan kültür örneklerinin 750’sinde (%83.3) üreme olmamış, 15 örnek (% 1.7) kontaminasyon olarak değerlendirilmiştir. Örneklerin 135’inde (% 15.0) çeşitli mikroorganizmalar izole edilmiştir. Bu mikroorganizmaların 108’i (%80.0) Gram-pozitif bakteriler, 23’ü (% 17.0) Gram-negatif bakteriler ve 4’ü (% 3.0) Candida spp. olarak bulunmuştur. Gram-pozitif bakterilerden 94’ü (%87.0 ) koagülaz-negatif stafilokok (KNS), 4’ü (%3.7) S.aureus ve 10’u (%9.3) Enterococcus spp. idi.
Metisilin direnci KNS’da % 70.2, S. aureus’ta % 50.0 olarak bulunmuştur. Stafilokoklarda ve enterokoklarda glikopeptit direncine rastlanmamıştır.Gram negatif bakterilerden 6 (%26.0)’sı Escherichia coli (E.coli), 5 (%21.7)’i Klebsiella spp., 5 (%21.7)’i Pseudomonas spp., 7 (%30.4)’si Acinetobacter spp., olarak tanımlanmıştır. Gram-negatif bakterilerden en sık izole edilen E.coli, Klebsiella spp. ve Pseudomonas spp. izolatlarında en duyarlı antimikrobiyal imipenem olarak bulunmuştur. Yoğun bakım ünitesinde üreyen Acinetobacter spp. izolatlarının 6 (%85.7)‘sı imipeneme dirençli bulunmuştur.


SONUÇ: Bakteriyemi etkenleri arasında önemli yer tutan bakterilerin tanımlanması için kanın alınış tekniğinden başlanarak kan kültürleri konusunda hastane personeline eğitim verilmeli, en az iki şişe kan kültürü gönderilmesi konusunda klinikler bilgilendirilmeli ve bunların sonucunda kan kültürlerinin daha etkin çalışılması için otomatize sistemlere geçilmelidir. Ayrıca bakteriyemi etkenlerinin direnç profillerinde de zamanla değişim olduğundan antibiyotik tedavi stratejilerini belirlemek için bu etkenlerin antibiyotik direnç oranlarının takip edilmesi gerekmektedir.

4. 
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi’ndeki sağlık çalışanlarının pandemik influenza A/H1N1 aşılaması ve aşıya bağlı yan etkiler
Pandemic influenza A/H1N1 vaccination and vaccine-related side effects in health care workers of GATA Haydarpasa Training Hospital
Sinem Budak, Ali Acar, Zehra Karacaer, Hüsrev Diktaş, Vedat Turhan, Oral Öncül, Levent Görenek
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.78055  Sayfalar 185 - 190
AMAÇ: Dünya Sağlık Örgütü, 2009 yılında ortaya çıkan influenza A H1N1 pandemisi ile mücadelede, sağlık çalışanlarının aşılanmasının birinci öncelikli hedef olması gerektiğini bildirmiştir. Kısa ve uzun vadede aşı yan etkileri konusundaki belirsizlik tartışma konusu olmuş ve aşıyı kabul etmeyi etkileyeceği öne sürülmüştür. Bu çalışmada sağlık çalışanları arasında pandemik influenza A/H1 N1 aşılamasını kabul etme, aşı ile ilişkili yan etkiler ve bu etkilerin görülme sıklığını belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: 20 Kasım-01Aralık 2009 tarihleri arasında GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesinde sağlık çalışanları arasında pandemik influenza aşı uygulamasını kabul etme ve aşı ile ilişkili yan etkiler prospektif gözlemsel olarak araştırılmıştır. Gönüllü olarak aşı uygulanan personel üç gruba sınıflandırılmıştır. Her grup için aşılanan personel ile ilgili klinik bilgiler ve aşı uygulaması sonrası saptanan yan etkiler hazırlanan formlara kayıt edilmiştir.
BULGULAR: Toplam 1185 sağlık personeli çalışanımız arasından gönüllü olan 669’una pandemik influenza A H1N1 aşısı uygulanmıştır. Aşılanan personelin aşılamayı kabul etme yüzdeleri incelendiğinde doktor grubunda oran %84,3 (291/ 345), hemşirelerde %52,9 (198/ 374), yardımcı sağlık personelinde ise % 38,6 (180/ 466) olduğu saptanmıştır. Aşılama sonrası 14 gün aktif, sonraki bir yıl içerisinde bildirime dayalı pasif sürveyans ile pesonel takip edilmiştir. Toplam 261 (%38,6) aşı ile ilişkili yan etki belirlenmiştir. Aşılanan personelin 62(%9)’si sadece lokal, 89(%13,3)’u ise lokal ve sistemik yan etkileri birlikte bildirmiştir. En sık yan etki, aşı uygulanan bölgede ağrı (%17,3), (%7,6) halsizlik, ve (%6,7) baş ağrısı olarak saptanmıştır. Aşılanan personelin hiçbirisinde hayatı tehdit eden ciddi yan etki belirlenmemiştir.
SONUÇ: Halk sağlığını tehdit eden durumlarda, özellikle sağlık hizmetlerinde görevli personelin daha iyi bilgilendirme ve eğitimi ile önyargı oluşmasını önleyerek aşıya uyumu sağlanması salgın kontrolünde en önemli adımlardan birisidir.

5. 
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde düşük düzeyde anti-hepatit C pozitifliği saptanan örneklerin HCV RNA düzeylerinin değerlendirilmesi
Evaluation of HCV RNA levels in samples with low anti-hepatitis C virus antibodies at Tepecik Education and Research Hospital
Şükran Köse, Gülfem Ece, Pınar Şamlıoğlu, Selim Topaloğlu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.44154  Sayfalar 191 - 196
AMAÇ: Hepatit C virus (HCV) infeksiyonu dünya çapında bir sağlık sorunudur. Dünya sağlık örgütü verilerine göre her yıl yaklaşık dört milyon kişi bu virus ile infekte olmakta; 350000 kişi HCV ile ilişkili karaciğer hastalıklarından hayatını kaybetmektedir. HCV; Flaviviridae ailesinden bir RNA virusudur. HCV, akut ve kronik hepatitlerin ana nedenlerindendir. Başlıca bulaşma yolu kan transfüzyonudur. Doku transplantasyonu, damar içi uyuşturucu kullanımı, cinsel temas, perinatal, perkutan yolla bulaşma, kontamine aletlerin kullanımı da HCV’nin bulaş yolları arasındadır. Bu çalışmamızın amacı.....Eğitim ve Araştırma Hastanesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarına gelen serum örneklerinde düşük düzeyde anti-hepatit C virus (Anti-HCV) pozitifliği saptanan örneklerin HCV RNA düzeylerinin değerlendirilmesidir.
YÖNTEMLER: Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarına 1 Eylül 2009 ve 10 Haziran 2010 tarihleri arasında gönderilen serum örnekleri anti-HCV açısından kemilüminesan tekniği (Architect i1000,Abbott, ABD) ile çalışıldı. HCV RNA testi ise COBAS AmpliPrep/ COBAS AMPLICOR HCV Test (Roche, İsviçre) ile çalışıldı.
BULGULAR: Toplam 4741 serum örneği incelenmiştir. Bunların 204’ü Anti-HCV pozitif olup yirmisi düşük pozitiftir (sample/cutoff [S/CO])1-2). Düşük pozitif örneklerin hiçbirisinde HCV RNA saptanmamıştır.
SONUÇ: Bizim çalışmamızda; yirmi düşük titreli serum örneğinin hiçbirinde HCV RNA pozitifliği saptanmamıştır. Anti-HCV antikorları saptanan serum örnekleri öncelikle enzim immunoassay (EIA) ile tekrar edilmeli; doğrulama için HCV RNA testi yapılmalıdır. EIA ve moleküler testlerin birlikte kullanılması pozitif sonuçların doğrulanmasına ve erken tanıya yardımcı olacaktır. Günümüzde anti-HCV taramalarında ikinci ve üçüncü kuşak EIA testlerinden yararlanılmaktadır. Üçüncü kuşak kitlerin ikinci kuşağa göre yalancı pozitiflik oranı düşük ve duyarlılığı %95’in üzerindedir. Buna karşın yalancı düşük pozitiflikler olabilmektedir. Bunların da HCV RNA bakılarak ayırıcı tanısının yapılması gereksiz tedavi maliyetlerinin azaltılmasında önemlidir.

OLGU SUNUMU
6. 
Guillain-Barre sendromu nedeniyle hastanede yatan bir hastada gelişen Burkholderia cepacia sepsisi
Burkholderia cepacia sepsis observed in a hospitalized patient with Guillain-Barre syndrome
Orhan Baylan, Mehmet Burak Selek, Semih Alay, Oral Öncül, Mustafa Özyurt, Tunçer Haznedaroğlu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.67799  Sayfalar 197 - 202
Burkholderia cepacia, yoğun bakım ünitelerinde takip edilen, özellikle kistik fibrozisli veya bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda nekrotizan pnömoni, sepsis/bakteriyemi ve salgınlara yol açan fırsatçı gram negatif basildir. Bu olgu sunumunda, Guillain-Barre sendromu nedeniyle hastanemizin nöroloji servisi yoğun bakım ünitesinde yatmakta iken 15 gün içerisinde değişik zamanlarda alınan üç seri kan kültür örneğinde B. cepacia üreyen, bağışıklık sistemi yeterli bir sepsis olgusu sunulmuştur. İzolatın, “Clinical and Laboratory Standards Institute (CLSI)” kriterleri doğrultusunda Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemiyle yapılan antibiyotik duyarlılık testinde trimetoprim-sulfametaksazol, seftazidim ve meropeneme duyarlı, minosikline orta duyarlı olduğu tespit edilmiştir. Hastanın mevcut kolistin ve levofloksasin kombinasyon tedavisine doripenem eklenmiştir. Tedavinin üçüncü gününde ateş yanıtı alınan hastanın antibiyotik tedavisi 14 güne tamamlanmış, hasta tedavi bitiminde herhangi bir komplikasyon gelişmeksizin iyileşmiştir. Aynı dönemde nöroloji yoğun bakım ünitesinden kaynak araştırması amacıyla alınan çevresel örneklerin hiçbirisinden söz konusu etken üretilememiştir. Bağışıklık sisteminde sorun olmasa da uzun süre hastanede yatan, kataterli ve tıbbi cihazlara bağlı yoğun bakım ünitesi olgularında B. cepacia sepsis görülebileceği akılda tutulmalıdır.

7. 
Verositotoksin üreten Escherichia coli (VTEC) ve enterik adenovirüsün birlikte etken olduğu gastroenteritli bir pediyatrik olgu sunumu
A pediatric case report of gastroenteritis caused by verocytotoxin producing Escherichia coli (VTEC) and enteric adenovirus
Recep Kesli, Huseyin Bilgin, Melike Emiroglu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.78941  Sayfalar 203 - 208
Gastroenterit etkenlerinin saptanması hastalığın tedavisi ve prognozunun öngörülmesinde önemlidir. Verotoksin üreten E. coli O157 H7 zoonotik patojen olup insanlarda hemorajik kolit, hemolitik üremik sendrom gibi bir çok hastalıkla ilişkilidir. Enterik adenovirüs, en sık 0-3 yaş grubu çocuklarda akut ve uzamış ishal nedeni olarak sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Üst solunum yolu infeksiyonu sırasında ve sonrasında dışkıda bulunabilmektedir. Ancak, serotip 40,41 ve nadiren 31 gastroenterite neden olabilmektedir Burada 3.5 yaşındaki kız hasta, iki gündür ishal ve kusma, dünden beri de mevcut olan ateş yakınmalarıyla başvuran ve gayta numunesinde verotoksin üreten E. coli ve adenovirüs tespit edilen bir hasta sunulmuştur. Bu olgu sunumunda adenovirüs ve ülkemizde nadir rastlanan verotoksin üreten E. coli klinik ve epidemiyolojik önemi yönünden tartışıldı.

8. 
Giresun ilinden hafif seyirli bir hantavirüs olgusu; olgu sunumu
Hantavirus infection with a mild course in a patient from Giresun province: A case report
Ahsen Öncül, Safiye Koçulu, Dilek Yağçı-çağlayık, Yavuz Uyar
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.26023  Sayfalar 209 - 214
Ülkemizde son birkaç yıldır gündeme gelen hantavirüs enfeksiyonları kronik olarak enfekte olan rodent çıkartılarının inhalasyonu ile nadiren rodent ısırığı yoluyla bulaşan zoonotik enfeksiyonlardır. Avrupa’da rodent popülasyonundaki değişikliklere bağlı olarak aralıklı salgınlarla artan sayılarda olmak üzere endemik görülen bölgeler mevcuttur. Ülkemizde ise 2009 yılında Zonguldak-Bartın bölgesinde 12’si serolojik olarak doğrulanmış 25 vakanın görüldüğü ilk salgın ardından sporadik olgular bildirilmektedir. Bu raporda başlangıçta renal yetmezliği olmayan, ateş yüksekliği ve gastroenterit tablosu ile başvurup hafif trombositopeni saptanan bir vaka sunulmuştur. 45 yaşında bayan hastada kuru öksürük olması ve 2009 influenza salgını sırasında başvurması nedeniyle önce H1N1 influenzadan şüphelenilmiş, ardından sonucun olumsuz olması ve renal yetmezlik eklenmesi sonrasında hantavirüs enfeksiyonu düşünülmüştür. Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi (RSHM) Viroloji Referans ve Araştırma Laboratuvarına gonderilen serum örneğinde İndirekt immunfloresans assay (IFA) yöntemi (Hantavirus Mosaic-1; Euroimmun, Almanya) ile hantavirus Dobrava IgM ve IgG antikorları ≥ 1: 100 titrede pozitif bulunmuş ve bu sonuç immunoblot (IB) yöntemiyle de (Hantavirus Profile 1 EUROLINE IgG ve IgM; Euroimmun, Almanya) pozitif olarak görülmüştür. Olgumuzda her iki yöntem ile de Dobrava serotipine karşı seropozitiflik saptanmıştır. Bu vaka dolayısıyla özellikle Karadeniz Bölgesindeki klinisyenlerin renal fonksiyon bozukluğu olmasa da ateş ve trombositopeni ile başvuran hastalarda Hantavirüs enfeksiyonunu da akla getirmesi gerektiğine dikkat çekilmek istenmiştir.

DERLEME
9. 
Biyokontrolde doğal ürünlerin kullanılması; Kitosan
The use of chitosan as a biological control remedy
Özlem İmamoğlu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.55376  Sayfalar 215 - 222
Hasat öncesi ve sonrası tarım ürünlerinin çoğunda toprak ve yaprak patojenleri, viral mikroorganizmalar, böcekler ve küfler nedeniyle kayıplar yaşanmaktadır. Ürünlerde meydana gelen bu bozulmalar, iç ve dış pazarda da ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Tarım ürünlerinde kayıpları azaltmak için uzun yıllardır kullanılan insektisit ve fungisitlerin yanlış ve bilinçsizce tüketimi hem insan sağlığını hem de doğayı etkileyerek biyolojik dengeyi bozmaktadır. Son yıllarda pestisitlere toleranslı patojen organizmaların ortaya çıkması, bu kimyasal ürünlerin yetersizliğini ortaya koymuştur. Tüm bu nedenlerle kimyasal kontrole alternatif, insan sağlığına zarar vermeyen, çevre dostu doğal ürünlerin biyolojik kontrol yöntemleri olarak kullanılabilirliği araştırılmaya başlanmıştır. Biyolojik kontrol pestisit kullanımı ile ilgili pek çok kaygıları gidermesi nedeniyle gelecek için cazip bir alternatif temsil etmektedir. Meyve ve sebzelerde küf, patojen gelişiminin kontrolünde, raf ömrünün uzatılmasında biyokontrol amaçlı doğal ürünlerin kullanımı oldukça ilgi çekmektedir. Bu doğal ürünler arasında uçucu bileşikler, asetik asit, jasmonat, propolis, kitosan, esansiyal yağ ve bitki ekstrakları sayılabilir.
Kitin, N-Asetil-D-glukozamin monomerlerinin (Glc-NAc) β-1,4 bağıyla bağlanması ile oluşmuş, selulozdan sonra en bol bulunan yenilenebilen doğal bir kaynaktır. Mantarların hücre duvarlarının ana bileşeni, kalamar ve ahtapot da dahil olmak üzere, eklembacaklılar, kabuklular, yengeç, ıstakoz, karides, böcekler, yumuşakçalar kafadan bacaklıların iskeletini oluşturmaktadır. Kitin bu kaynaklardan kimyasal yollarla elde edilmektedir. Kitinin kısmi deasitelasyonu ile meydana gelen kitosan antimikrobiyal, antifungal ve insektisidal aktiveteye sahip olması ile biyokontrol uygulamalarda kullanılmaktadır. Kitosanın çok sayıda tarım ürününde toprak ve yaprak patojenlerinin gelişimini engellediği, bitkilerde direnç mekanizmasını artırdığı ayrıca ürünlerin raf ömrünü uzattığı kanıtlanmıştır. Kitosan ve türevleri biyomedikal, gıda, ziraat, atık su arıtımı gibi birçok alanda kullanım olanakları ile ilgi çekmektedir.
Tarımsal ürünlerde küf, patojen ve diğer zararlıların gelişiminin engellenmesi ve/veya azaltılması ayrıca ürünlerin raf ömrünün uzatılması için doğal ürünlerin kullanılması konusunda yaygın araştırmalar yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu derlemede bazı doğal ürünlerin ve kitosanın biyokontrolde kullanımına yönelik değerlendirmelere yer verilmiştir.

10. 
Makrofungusların besin değeri ve biyolojik etkileri
Nutritional value and biological effects of macrofungi
Osman Üstün
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.00922  Sayfalar 223 - 240
Makrofunguslar klorofil içermeyen, Fungi aleminde bulunan Basidiomycetes ve Ascomycetes sınıflarında yer alan canlılardır. Ülkemizde doğal olarak yetişen ve kültürü yapılan makrofunguslar gıda olarak tüketilmektedir. Yabani makrofunguslar orman köylülerinin başlıca geçim kaynağını oluşturmakta ve ülkemize de döviz girdisi sağlamaktadır. Makrofungusların yapısında su, protein, yağ ve karbohidrat gibi bileşenler bulunmaktadır. Fruktifikasyon organları % 80-95 oranında su içermektedir. En yüksek protein ve yağ içeriğine sahip olanlar Agaricus türleridir. Boletus edulis türü ise en yüksek oranda karbohidrat içermektedir. Makrofungusların geneline bakıldığında % 40’ın üzerinde karbohidrat ve % 20-40 arasında değişen oranda protein içerdikleri, buna rağmen yağ içeriklerinin % 8’lerin altında kaldığı tespit edilmiştir. Makrofungusların içerdikleri aminoasitler arasında en yüksek orana sahip olanlar glütamin, asparajin ve metiyonindir. Makrofunguslarda doymamış yağ asidi oranı doymuş yağ asidi oranına göre yüksek miktardadır. Linoleik, oleik ve palmitik asit en yüksek oranda içerdikleri yağ asitleridir. İnsan metabolizması için gerekli olan tiamin, riboflavin ve niasin gibi vitaminler de bileşimlerinde bulunmaktadır. Aynı zamanda makrofunguslar antioksidan etkiye sahip flavonoit, askorbik asit, β-karoten ve likopen yapısındaki maddeleri de içermektedir. Makrofunguslardan izole edilen etkili maddeler arasında β-glukanlar, ergon, ganoderik asit vb. bulunmaktadır. Besin değerlerinin yanı sıra makrofunguslar antimikrobiyal, antioksidan, antikanserojen ve immünostimülan gibi biyolojik etkilere sahiptirler. Yabani makrofunguslar kültüre alınmalı, bunlardan izole edilecek aktif bileşiklerin standardizasyonları sağlanmalıdır. Geniş bir biyolojik aktivite yelpazesine sahip olan makrofungusların günümüzde kullanılan ilaçlara alternatif olmaları için de aktivite çalışmalarının yoğunlaştırılması gerekmektedir.

11. 
Genotoksik hasarın belirlenmesinde mikronükleus testi
Micronucleus test for determining genotoxic damage
Vedat Şekeroğlu, Zülal Atlı Şekeroğlu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.06977  Sayfalar 241 - 252
Bu derlemenin amacı hücrelerdeki genetik hasarın indirekt göstergesi olarak değerlendirilen mikronükleus (MN) tekniği hakkında bilgi vermektir. MN’ler hücrenin mitoz bölünmesi sırasında ortaya çıkan, esas çekirdeğe dahil olmayan, tam kromozom veya asentrik kromozom fragmentlerinden köken alan oluşumlardır ve MN sayısındaki artış, somatik hücrelerdeki genomik kararsızlığın göstergesidir. MN testi, fiziksel ve kimyasal ajanların hücrelerde oluşturduğu genotoksik etkinin belirlenmesinde yaygın olarak kullanılan bir testtir. Bu test mitoz bölünme ile oluşan hemen hemen tüm hücre tipleri üzerinde in vitro ve in vivo olarak uygulanabilmektedir ve kromozom anormallikleri testine göre daha kolay ve daha hızlı bir uygulamaya sahiptir. Kültürde bir kez bölünmesini tamamlamış binükleat hücrelerde MN frekansını saptayan ve sitokalasin-B ile sitokinezin bloklanmasına dayanan metodun gelişmesi ile MN testinin güvenilirliği ve geçerliliği artmıştır. MN testi aynı zamanda, in vitro çalışmalarda nükleer bölünme indeksi, in vivo çalışmalarda ise polikromatik eritrositler ile normokromatik eritrositler arasındaki oran kullanılarak sitotoksisitenin tahmin edilmesini de sağlamaktadır. İnsan ve diğer türler çevrelerinde bulunan çok sayıda farklı kimyasal ve fiziksel etkenlere maruz kalmaktadır ve bu nedenle kimyasal ve fiziksel faktörlerin potansiyel riskleri ve olumsuz etkilerini değerlendiren genotoksisite çalışmaları gittikçe artan bir şekilde önem kazanmaktadır. MN testi; fiziksel etkenlerin, ilaçların, çevresel kirleticiler ve gıda katkı maddeleri gibi günlük yaşamda sıklıkla maruz kaldığımız her türlü kimyasal maddenin genotoksik ve kanserojenik potansiyellerinin ve güvenilirliliklerinin araştırılmasını, kanser riskinin tahmin edilmesini ve kanserin izlenmesini sağlayan oldukça kullanışlı bir biyoizlem testidir. Basitliği, güvenirliliği, geçerliliği ve farklı hücre tiplerine uygulanabilirliği gibi avantajlara sahip olması nedeniyle yıllardır kullanılmakta olan MN testinin, gelecekte de mutajenitenin belirlenmesi ve önlenmesinde önemli bir rolü olacaktır.

LookUs & Online Makale
w