ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 71 (4)
Cilt: 71  Sayı: 4 - 2014
TÜM DERGİ
1. 
THDBD 2014-4 Cilt 71 Tüm Dergi
TBHEB 2014-4 Vol 71 Full Printed Journal
Murat DUMAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.29053  Sayfalar 164 - 228
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2. 
Gastrointestinal şikayeti olan hastalarda Blastocystis sp. infeksiyonu: bir Küba araştırması
Blastocystis sp. infection in patients with gastrointestinal complaints: a Cuban study
Roberto Cañete, Roberto Cañete, Pablo Rodriguez Jimenez, Kokou M. Sounouve, Katia Brito, Ronaldo Valdes, María E. González
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.38980  Sayfalar 165 - 170
AMAÇ: Bu çalışmada; yetişkinlerdeki gastrointestinal sistem şikayetleri ile Blastocystis varlığı arasındaki ilişkinin tanımlanması amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Ocak-Aralık 2011 tarihleri arasında Küba, Matanzas Şehri’nde bulunan Hijyen, Epidemiyoloji
ve Mikrobiyoloji Merkezi’nde tanımlayıcı bir çalışma yürütülmüştür. Toplam 749 erişkin (20-69 yaşları arasında, ortalama yaş 38) bu çalışmaya dahil edilmiştir. Patojenik bakteri, parazit açısından pozitif dışkı sonucu olanlar ve rotavirus sonucu pozitif olanlar bu çalışma dışında bırakılmıştır. Sonuç olarak 240 erişkin çalışma koşullarını karşılamıştır: 128 (%53,3) erkek, 112 (%46,7) kadın ve olguların yaş ortalaması 40 idi. Karşılaştırmayı kolaylaştırmak için grup ikiye bölünmüştür: Gastrointestinal şikayetleri olan 110 erişkinden oluşan birinci grup ve şikayetleri olmayan 130 erişkinden oluşan ikinci grup. Her iki grupta da cinsiyet dağılımı homojen olmuştur. Blastocystis sp. varlığını tanımlamak için taze dışkı örnekleri nativ yöntemiyle direkt olarak incelenmiştir. Formalin-eter (Ritchie) yöntemi intestinal parazitlerin yanlış tanısından kaçınmak amacıyla kullanılmıştır. Her iki yöntemde de taze dışkı örnekleri
ışık mikroskobu ile incelenmiştir.
BULGULAR: Semptomatik grupta yer alan 49 hastada (%44,5) ve asemptomatik grupta yer alan 28 (%22,4) hastada Blastocystis sp. saptanmıştır. Karın ağrısı (%52,7) veya şişkinlik (%38,2), akut ishal (%26,4), iştah kaybı (%18,2), ve dispepsi (%16,4) septomatik grupta yer alan
hastalarda tespit edilen gastrointestinal şikayeler olarak belirlenmiştir. Gastrointestinal şikayeti olan hastalarda Blastocystis sp. tanımlanma olasılığının, asemptomatik hastalardan 2,9 kez daha yüksek olduğu bulunmuştur.
SONUÇ: Mevcut çalışmamız Blastocystis sp.’yi patojen olarak tanımlayan yazarları desteklemektedir.

3. 
Kutanöz leishmaniasis ve Hatay İlindeki durumu
Cutaneous leishmaniasis and its status in Hatay province, Turkey
Gülnaz Çulha, Çiğdem Asena Doğramacı, Burcu Gülkan, Nazan Savaş
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.09815  Sayfalar 171 - 178
AMAÇ: Yurdumuzda Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Çukurova yöresinde endemik olarak görülen
kutanöz leishmaniasis (KL) yıllardır önemini koruyan bir halk sağlığı problemidir. Çalışmada 2006-2011 yılları arasında Hatay İl Sağlık Müdürlüğü ve Mustafa Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi Parazitoloji Laboratuvarı verilerinin birlikte analizi ile Hatay ilinde KL olgularının ve odaklarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Parazitoloji Laboratuvarına Ocak 2006-Temmuz 2011 tarihleri arasında farklı polikliniklerden
KL şüphesiyle başvuran 596 hastadan smear örnekleri alınmıştır. Ayrıca lezyonun süresi, sayısı, yeri, hastanın yaşı ve yerleşim yerini (ilçe ve köy olarak) içeren bilgi formları doldurulmuştur. KL şüpheli lezyonlardan smear yapılarak, Giemsa boyası ile boyanmış,
100X immersiyon objektifi ile mikroskop incelemesi yapılarak parazitin amastigot formu görünen olgulara pozitif KL tanısı konmuştur. İstatistiksel yöntemlerde ki kare testi kullanılmıştır.
BULGULAR: İncelenen 596 olgudan 273 (%45,8)’ü KL açısından pozitif bulunmuştur. Pozitif olguların
139 (%50,9)’u kadın, 134 (%49,1)’ü erkek hastadır. Olguların 39 (%14,3)’unda birden fazla lezyona rastlanmıştır. Lezyonun kadınlarda baş-boyun ve gövde kısmında daha çok (p=0,036, p=0,240) erkeklerde bacakta daha fazla olduğu (p=0,014) saptanmıştır. KL tanısı konan yaş gruplarının 0-12 yaş 73 (%26,7) ve 13-24 yaş arasında 89 (%32,6) kişi olduğu, lezyon süresinin çoğunlukla 0-6 ay arasında bulunduğu saptanmıştır. Hatay İl Sağlık Müdürlüğü’ne 2006-2011 yılları arasında yapılmış tüm bildirimler incelenmiş, Mustafa Kemal Üniversitesi Hastanesi Parazitoloji Laboratuvarından yapılan bildirimler dışındaki hastaların kayıtları da incelenmiştir. Toplam 269’u erkek, 266’sı kadın hasta olmak üzere 535 hasta
belirlenmiştir. İl Sağlık Müdürlüğü verilerinde yaş, cinsiyet, yaşadığı ilçe yanısıra hastanın kliniğinin değerlendirildiği gözlemlenmiştir.
SONUÇ: Hatay’da önceki yıllara göre KL’nin yeni enfeksiyon odaklarının varlığı tespit edilmiştir.
Bu odakların Hassa, Samandağı ve Altınözü ilçelerinde ve özellikle Suriye sınırına çok yakın
olan köylerde olmasının Hatay’da olgu sayısını daha da artırabileceğini düşündürmektedir. Bu nedenle KL saptanan ilçe ve köylerde düzenli aralıklarla tarama yapılması, kayıtların düzenli tutulabilmesi ve tedavilerinin sağlanması için İl Sağlık Müdürlüğü ile birlikte tanı ve tedavi konusunda eğitimler verilmesinin gerektiği sonucuna varılmıştır.

4. 
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı akut alevlenmesi olan hastalardan izole edilen Pseudomonas aeruginosa suşlarında antibiyotik direnci
Antibiotic resistance profiles of Pseudomonas aeruginosa strains isolated from patients with acute exacerbation of chronic obstructive pulmonary disease
Nagihan Demir, Yelda Yazıcı, Halit Çınarka, Hülya Yılmaz, Canan Şengül, Mesiha Babalık
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.16768  Sayfalar 179 - 186
AMAÇ: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) akut alevlenmeler ile seyreden bir hastalıktır. Alevlenmeler dispne, balgam miktarı ve pürülansında artış ile kendini göstermektedir. Hastalığın tedavisinde bronkodilatatör ve antibiyotik kullanımı gerekebilmektedir. Hava akımı
kısıtlılığının artışı ile alevlenme riskinin de arttığı bildirilmektedir. Akut alevlenmeler hastanın yaşam kalitesinde azalmaya, ciddi morbidite ve mortaliteye sebep olurken ekonomik açıdan yük oluşturmaktadır. KOAH’lı hastalarda Küresel Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı Girişim Grubu (Global Initiative for Chronic Obstructive Lung Disease: GOLD)’nun yapmış olduğu
spirometrik sınıflamada (GOLD 1-4) GOLD 2’de alevlenme sayısı yılda 0,7 - 0,9 iken GOLD 4 hastalarda yılda 1,2 - 2,0 alevlenme görülmektedir. Akut alevlenmelerde en sık görülen bakteriyel patojenler sırası ile Haemophilus influenzae, Streptococcus pneumoniae ve Moraxella catarrhalis’dir. GOLD 3 ve GOLD 4 KOAH akut alevlenmeli hastalarda Pseudomonas aeruginosa önemli etkendir. P. aeruginosa suşlarında antimikrobiyal ajanlara karşı giderek artan direnç tedavide sorun oluşturmaktadır. Enfeksiyonun tedavisi için ampirik tedavi başlamadan önce antibiyotik duyarlılık paternlerinin bilinmesi tedavide etkin olabilir. Ampirik antibiyotik tedavisine cevap alınamaması durumunda hastaya balgam kültürü ve antibiyotik direnç testleri yapılmalıdır. Bu nedenle bu çalışmada, hastanemize başvuran KOAH akut ataklı hastaların balgamından izole edilen P. aeruginosa suşlarının antibiyotik direnç paternlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Haziran 2007 ile Aralık 2010 tarihleri arasında Trabzon Ahi Evren Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başvuran kronik obstrüktif akciğer hastalığı akut atağı olan hastaların balgam örneklerinden izole edilen 78 P. aeruginosa suşunun antibiyotik hassasiyet sonuçları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. İzolatların tiplendirilmesi ve
antibiyotik duyarlılıkları için Phoenix (Becton Dickinson, USA) bakteri tanımlama sistemi kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya alınan P. aeruginosa suşlarında %42,3 sefepim, %41 levofloksasin, %38,7 siprofloksasin, %29,4 seftazidim, %21,7 sefoperazon / sulbaktam, %17,9 gentamisin, %17,9 piperasilin / tazobaktam, %8,9 imipenem, %5,1 amikasin ve %2,5 meropenem direnci saptanmıştır. İzolatların 28 (%35,9)’i bu antibiyotiklerden tümüne hassas olarak bulunmuştur. Hastaların 46 (%58,9)’sında steroid, 56 (%71,8)’sında geniş spektrumlu
antibiyotik kullanım öyküsü tespit edilmiştir.
SONUÇ: Kronik obstrüktif akciğer hastalığının akut ataklarında, Pseudomonas enfeksiyonlarının antibiyotik duyarlılıklarının belirli periyotlarla incelenmesi hasta sağlığı ve ülke ekonomisi açısından yararlı olacaktır.

5. 
Chlorella vulgaris’in biyoflokülantlarla sıvı ortamlardan ayrılması
Separation of Chlorella vulgaris from liquid phase using bioflocculants
Gizem Günay, Aynur Gül Karahan, Mehmet Lütfü Çakmakçı
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.47568  Sayfalar 187 - 200
AMAÇ: Büyük ölçekte üretilen Chlorella vulgaris’in sıvı ortamlardan ayrılması güç ve pahalı bir işlemdir. Bu çalışmada, çeşitli örneklerden izole edilen bakterilerin biyoflokülant aktivitesinin belirlenmesi, biyoflokülantın saflaştırılması ve biyoflokülant kullanılarak C. vulgaris’in besiyerinden ayrılması amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Farklı illerden toplanan toprak ve atık su örneklerinden elde edilen izolatların morfolojik
özellikleri ve Gram tepkimesi incelenmiştir. Daha sonra izolatların küme oluşturma aktivitesi
spektrofotometrik ölçümler ile belirlenerek en yüksek aktiviteye sahip olan beş suşun 16S rRNA dizi analizi ile moleküler tanısı yapılmıştır. Bacillus amyloliquefaciens AS21a’nın küme oluşturma aktivitesinin yüksek ve kararlı olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle biyoflokülantın üretimi ve saflaştırılması işlemlerine bu suşla devam edilmiştir. Saflaştırılan biyoflokülantın yapısal özelliklerinin belirlenmesi amacıyla protein tayini, karbonhidrat tayini ve Fourier
Dönüşümlü Infrared Spektrofotometre (FTIR) analizi yapılmıştır. Elde edilen biyoflokülant ham ekstraktının ve saflaştırılmış biyoflokülantın C. vulgaris’i çökeltme etkinliği belirlenmiştir.
BULGULAR: Toprak ve atık su örneklerinden 109 adet suş izole edilmiştir. Beş suş, %40 ve üzeri yüksek küme oluşturma aktivitesine sahiptir. En yüksek aktiviteye sahip olan izolat ise atık sudan izole edilen B. amyloliquefaciens AS21a suşu olarak tanımlanmıştır. B. amyloliquefaciens
AS21a suşundan elde edilen ham ekstrakt, pH’sı 8,0 olan saf kaolin süspansiyonunda %90 düzeyinde küme oluşturma aktivitesi göstermiştir. Analizler, biyoflokülantın %86,44 protein ve %13,56 karbonhidrat içeren bir biyopolimer olduğunu göstermiştir. Biyoflokülantla C. vulgaris’in çökeltme etkinliğinin belirlendiği denemede %51,13 düzeyinde başarı elde edilmiştir.
SONUÇ: Atık suyun biyoflokülant üreten bakterilerin elde edilmesi için iyi bir kaynak olabileceği sonucuna varılmıştır. Biyoflokülant üretimi ve saflaştırılması açısından optimum koşulların sağlanmasıyla aktivitenin arttırılabileceği düşünülmektedir. Ayrıca, pH ve kaolin saflığı gibi faktörlerin küme oluşturma etkenliğini etkilediği görülmüştür. Bu nedenle sıcaklık, biyoflokülant miktarı, çalkalama süresi vb. diğer etkenlerin küme oluşturma üzerindeki etkisi incelenmelidir. FTIR analizi, karbonhidrat ve protein tayinleri sonucunda biyoflokülant bileşiminde karbonhidrat içeriğinin daha fazla olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle daha önce
yapılan çalışmalar ışığında biyoflokülantın büyük molekül ağırlığına sahip olduğu ve bu özelliğin küme oluşumunu olumlu yönde etkilediği düşünülmektedir. C. vulgaris ile yapılan çalışmada; algin sıvı ortamdan kısmen ayrılması mümkün olmuştur. Ancak çökme düzeyinin arttırılması amacıyla çalışmalar sürdürülecektir. Kaolinle yapılan denemelerde başarılı sonuç alınması, biyoflokülantın atık su arıtımında kullanılabilme potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Bu nedenle biyoflokülantın atık su arıtımında sağlayacağı etkinin daha sonra yapılacak çalışmalarla incelenmesi de düşünülmektedir.

OLGU SUNUMU
6. 
Anaerop bakterilerin neden olduğu toplum kaynaklı plevrapulmoner enfeksiyona bağlı gelişen ölümcül sepsis vakası
A case of community-acquired pleuropulmonary infection and fatal septicemia caused by anaerobic bacteria
Gülhan Yağmur, Hüsrev Demirel, Muhammed Feyzi Şahin, Arzu Akçay, Sermet Koç
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.56887  Sayfalar 201 - 206
Anaerop mikroorganizmalar plevrapulmoner enfeksiyonlarda önemli bir rol oynar. Bu enfeksiyonlarda en yaygın görülen anaeroplar Peptostreptococcus spp., Fusobacterium nucleatum ve Bacterioides spp.’dir. Gemella morbillorum ise plevrapulmoner enfeksiyonlara nadiren neden olabilen bir bakteridir. Bu raporda evde ölen, epilepsi hikayesi olan 38 yaşındaki kadında anaerop bakterilere bağlı gelişen plevrapulmoner enfeksiyon ve sepsis olgusu sunulmaktadır. Vakaya yapılan otopside sol akciğerin ileri derecede kollabe olduğu görüldü. Sol göğüs boşluğundan sarı renkli, kötü kokulu 1200 mL sıvı boşaltıldı. Mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen postmortem örneklerden aerop ve anaerop kültürler yapıldı. Anaerop kültürler için kavanozda kuru sistem (GENbox-Biomerieux, Fransa), bakteri tanımlamaları için API Rapid ID32A (Biomerieux, Fransa) kullanıldı. Aerop kültürlerde üreme olmadı. Kan ve dalak doku kültüründe Anerococcus prevotii, püy materyalinde Anerococcus prevotii ve Fusobacterium nucleatum, akciğer doku kültüründe Gemella morbillorum üredi.
Anaerop bakteriler toplum kaynaklı pnömonilerde önemli bir etken grubu olmasına rağmen, kültür ve izolasyonda gecikmelerden dolayı ciddi ve hayatı tehdit edici enfeksiyonlara neden olmaktadırlar. Postmortem olguların otopsisi sırasında, daha kolay ve uygun şartlarda örnekleme yapılabilmesi, anaerop bakterilerin izolasyonuna ve tanımlanmasına katkıda bulunacaktır.

DERLEME
7. 
Tüberküloz tedavisinde yeni ilaç adayları
New drug candidates in tuberculosis treatment
Begüm Evranos Aksöz
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.35492  Sayfalar 207 - 220
Tüberküloz, bütün dünyada önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmekte olan, çok eski bulaşıcı ve ölümcül bir hastalıktır. Özellikle Afrika ve Asya ülkelerinde yaygın olarak görülen ve tüm dünyayı ilgilendiren bir sağlık sorunudur. Tüberkülozun giderek artan bir dünya sorunu olması; Mycobacterium tuberculosis zincirleri üzerindeki çoklu antibiyotik tedavisine karşı gelişen direncin artan şekilde devam etmesi ve HIV virüsüne bağlı olarak ortaya çıkan enfeksiyon nedeniyledir. Tüberküloz hastalığında tedavi en az altı ay süre ile çoklu ilaçlar ile gerçekleştirilmektedir. Tek ilaçla ve uygun olmayan süre yapılan tedavi ilaç direnci gelişimine yol açmaktadır. Tedavide kullanılan ilaçların uzun süre kullanılması ilaçların oluşturacağı yan etkiler açısından da risk oluşturmakta, ilaçların yan etkileri hastanın tedaviye
uyumunu zorlaştırmakta ve bazen de hastanın tedaviyi bırakmasına neden olmaktadır. Bu nedenlerle hastalığın tedavisinde kullanılabilecek direnç gelişmemiş, etkili, tedavi süresini kısaltacak ve yan etkileri az olan yeni ilaçların bulunması şart olmuştur. 40 yıl gibi uzun bir
aradan sonra ilk kez tedavide kullanılabilecek yeni bir ilaç etken maddesi “Bedaquiline” FDA tarafından Faz II aşamasındayken 2012 Aralık ayı sonunda onay almıştır. Bedaquiline çok ilaca dirençli tüberküloz tedavisinde kullanılacaktır. Bedaquiline’in ve yeni aday ilaçların yapıları incelendiğinde diarilkinolin, oksazolidinon, nitroimidazol, etilendiamin gibi ortak kimyasal yapılar dikkat çekmektedir. Bu ilaçların sahip olduğu ortak kimyasal yapılar yeni aday ilaçları tasarlarken yol gösterici olacaktır. Bu derlemede tüberküloz hastalığının tedavisinde kullanılmak üzere bedaquiline ve üzerinde preklinik ve daha ileri aşamalarda araştırma yapılan sutezolid, linezolid, PA-824, delamanid, rifapentin, gatifloksasin, moksifloksasin, BTZ-043, TBA-354, CPZEN-45, DC-159a, Q201, SQ-609, SQ-641 gibi yeni aday ilaçlardan bahsedilmiştir.

8. 
Halk sağlığı problemi olan talasemilerde laboratuvar
Laboratory on thalassemia which is a public health problem
Çiğdem Sönmez, Ayşegül Öztürk Kaymak, Gülcan Güntaş
doi: 10.5505/TurkHijyen.2014.26918  Sayfalar 221 - 228
Talasemi ya da diğer adıyla Akdeniz Anemisi; dünyada ve ülkemizde en sık görülen ailesel geçişi olan hematolojik bir hastalıktır. Otozomal resesif geçis gösteren, hemoglobin (Hb) zincirlerinden birinin veya birkaçının kalıtsal defekti sonucu gelişen hipokrom mikrositer anemi ile karakterize heterojen bir grup hastalıktır. Talasemi, α, β, γ, δ olarak tanımlanan hemoglobin zincirinin veya zincirlerinin az sayıda yapılması veya hiç yapılamaması ile oluşur. Αlfa (α) zincir yapım azlığı ya da yokluğu α talasemiye, beta (β) zincir yapım azlığı veya yokluğu β talasemiye neden olmaktadır. Talasemi de klinik bulguların şiddeti globulin zincirlerindeki defektin miktarına ve etkilenen zincirin tipine göre değişmekle birlikte; asemptomatik seyirli taşıyıcılıktan sürekli transfüzyon tedavisi gerektiren ciddi klinik seyirlerle karşımıza çıkabilmektedir. Laboratuvar testleri talasemilerin tanı ve takibinde geniş yelpazede yer almaktadır. Tam kan sayımı, periferik yayma ve klinik kimya testleri ile hipokrom mikrositer anemilerin tanısı için gerekli parametreler iken; talasemilerin tanısı için
yüksek performanslı likid kromatografisi, elektroforez testleri kullanılmaktadır. Talasemiler, taşıyıcıların laboratuvar tarama programları ile saptanması sonrası genetik danışma ve doğum öncesi tanı konabilmesiyle engellenebilir bir hastalık olmasına rağmen, dünyada her
yıl en az 60.000 talasemi hastası doğmaktadır. Türkiye’de ise yaklaşık 1.300.000 talasemi taşıyıcısı ve 4.500 kadar talasemi hastası olduğu bildirilmektedir. Bu nedenle talesemililer ülkemiz için bir halk sağlığı problemidir. Talasemi tanısının zamanında ve doğru laboratuvar testleri ile konulması, gereksiz demir kullanımı gibi uygun olmayan tedavileri azaltacaktır. Genetik danışmanlık verilmesiyle taşıyıcı anne ve babaların hasta çocukları için alternatif
tedaviler ile ilgili bilgi sahibi olmaları ve bir sonraki gebelik planlarında preimplantasyon genetik tanı (PGT) yönteminden faydalanmaları hedeflenmiştir. PGT, hasta bireylerin ömür boyu karşılaştıkları sağlık problemleri, hastalıkların tedavisindeki komplikasyonlar ve yüksek
tedavi maliyetleriyle analiz edildiğinde, ailelerin sağlıklı çocuk sahibi olmalarına yardımcı olması nedeniyle kritik öneme sahip bir tekniktir. Bu derlemede talasemilerde, demir eksikliği anemisi ve diğer anemilerin ayrımında kullanılan eski ve yeni laboratuvar parametrelerinin neler olduğu ve nasıl kullanılacağı değerlendirilmiştir.

LookUs & Online Makale
w