ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 81 (3)
Cilt: 81  Sayı: 3 - 2024
TÜM DERGİ
1. 
THDBD 2024-3 Cilt 81 Tüm Dergi
TBHEB 2024-3 Vol 81 Full Printed Journal
Utku ERCÖMERT
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.59319  Sayfalar 242 - 349
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2. 
Hypericum perforatum ve Urtica dioica’nın Leishmania tropica üzerindeki in vitro etkinliği
In vitro efficacy of Hypericum perforatum and Urtica dioica on Leishmania tropica
Fatma İSLAMOĞLU, Mehmet Sami İSLAMOĞLU, Murat HÖKELEK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.84769  Sayfalar 243 - 252
GİRİŞ ve AMAÇ: Leishmania cinsi parazitler, kendiliğinden iyileşebilen lokalize cilt lezyonlarından, ölümcül visseral hastalıklara kadar bir grup insan hastalığına neden olabilir. Leishmaniasis tedavisinde kullanılan ilaçların yetersizliği, yan etkileri ve direnç sorunu yeni ilaçlara olan gereksinimi arttırmıştır. Bu gereksinimler doğrultusunda tedaviye alternatif olarak bitkisel ekstraktların kullanımı gündeme gelmektedir. Bu çalışmanın amacı Urtica dioica ve Hypericum perforatum bitkilerinin anti-leishmanial etkinliklerini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yaptığımız çalışmada, %10 Fetal calf serum (FCS) eklenmiş L-glutaminli RPMI-1640 besiyerinde çoğaltılan ve pasajlanan promastigotlar, değişik konsantrasyonlarda hazırlanan bitkisel ilaç ekstraktı-besiyeri karışımına inoküle edildi. 72 saat boyunca +26°C’de inkübasyona bırakıldı. Bu süre sonunda plakta inkübe edilen parazitler thoma lamında sayıldı ve %50 inhibitör konsantrasyon değerleri (IC50) hesaplandı.
BULGULAR: U. dioica kök tentürünün 0,07 mg/ml konsantrasyonunda promastigotların üremesini inhibe etmediği, 9,37 mg/ml konsantrasyonunda üremeyi tamamen inhibe ettiği, U. dioica yaprak ekstraktının 250 mg/ml konsantrasyonda üremeyi tamamen inhibe ettiği görüldü. H. perforatum esansiyel yağının ise 0,02 mg/ml konsantrasyonda promastigotların üremesini inhibe etmezken, 3,12 mg/ml konsantrasyonda üremeyi tamamen inhibe ettiği görüldü. U. dioica kök ve yaprakları için IC50 değerleri sırasıyla 579,93 μg/ml, 244,16 μg/ml olarak hesaplanmıştır. H. perforatum esansiyel yağı için ise IC50 değeri 189,88 μg/ml olarak hesaplanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: U. dioica ve H. perforatum’un Leishmania tropica promastigotlarına karşı in vitro ortamda anti-leishmanial aktivitelerinin varlığı tespit edilmiştir. Çalışmamızda kullandığımız ilaçlar arasında Hypericum perforatum esansiyel yağı en etkili anti-leishmanial aktivitesi olan ilaçtır. H. perforatum esansiyel yağının, U. dioica kök ve yaprak ekstraktlarının, Leishmania promastigotlarına karşı yüksek düzeyde etki gösterdiğinin ilk defa bu çalışma ile rapor edilmiş olması, bu konuda yapılacak diğer çalışmalara öncülük edecektir. Bu ekstraktlarn rutin kullanımdaki birçok ilaçtan daha az toksik olmaları nedeniyle ileride alternatif tedavi seçeneği olabilecekleri düşünülmektedir.

3. 
Kısrakların genital sisteminden leptospirosisin moleküler tespiti
Molecular detection of leptospirosis from genital system in mares
Derya KARATAŞ YENİ, Aslı BALEVİ, Ayten GÖK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.01212  Sayfalar 253 - 258
GİRİŞ ve AMAÇ: Leptospirosis, dünya çapında zoonotik olan ve atların iyi bilinen bir enfeksiyöz hastalığıdır. Atlarda leptospirosis, zayıf tayların doğumuna, yenidoğan ölümlerine ve gebelik sonrası abortlara sebep olmaktadır. Atlarda leptospiroz ile ilgili çalışmalar genellikle idrar örneklerinin araştırılması ve serolojik çalışmalardır. Leptospirosis, reprodüktif bozukluklara yol açmasına rağmen, enfeksiyon kaynağı olabilecek genital örnek çalışmaları göz ardı edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, herhangibir klinik semptom göstermeyen kısraklardan alınan vajinal sürüntü örneklerinde PCR ile Leptospira prevalansını incelemekti.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Toplam 92 adet vajinal sürüntü örneği toplanarak Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi bakteriyel tanı laboratuvarına aktarılmıştır. Sürüntü örnekleri alınmadan önce vulva ve vajina temizlenmiştir. Tüm örnekler -20°C’de buzdolabında saklanmış ve işlenmek üzere laboratuvara götürülmüştür. Bu numuneler soğuk zincir koşullarında laboratuvara gönderilmiştir. Şüpheli örneklerden DNA ekstrakte edilmiş ve Leptospira spp.’yi saptamak için spesifik primerler seçilmiş ve konvansiyonel PCR kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışmanın sonucunda, 92 kısrak vajinal sürüntü örneğinden 7 (%7,6)’sinde Leptospira spp. pozitif olduğu saptanmıştır. Bu çalışma, asemptomatik kısraklarda Leptospira spp DNA’sının tespit edilmesi sebebiyle ülkemizden ilk rapordur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Leptospira PCR testi pozitif bulunan kısrakların herhangi bir belirti ve semptom göstermediği belirlendi. Sonuçlar ve gözlemler değerlendirildiğinde, Leptospira PCR testi pozitif kısrakların leptospirosis bulaşmasında taşıyıcı olarak rol oynayabileceği düşündürdü. Çalışmamız, olası etkeni taşıyıcı kısraklar üzerine yapılan ender çalışmalardan biridir. Leptospirosisin PCR ile tespiti, asemptomatik hayvanlarda Leptospira saçılımının erken tespiti için güvenilir bir yöntem olarak kabul edilebilir. Ayrıca, Leptospira etkeninin izolasyon güçlüğü ve gelişebilecek kontaminasyonlar göz önüne alındığında, vajinal sürüntü örneklerinden moleküler çalışmalar, hızlı ve kesin bir tanı seçeneği olarak gözlemlendi. Çalışmamızın sonuçlarına göre, hastalığa karşı kontrol tedbirleri yeniden değerlendirilip riskli alanlarda moleküler karakterizasyon ve aşılama çalışmaları yapılması önerilmektedir.

4. 
Halk Sağlığı Laboratuvarlarının Mikrobiyoloji Alanındaki Kalite Gelişmelerinin Dış Kalite Çalışmaları ve Akreditasyon Açısından Değerlendirilmesi
Evaluation of Quality Improvements in the Field of Microbiology of Public Health Laboratories in terms of External Quality Studies and Accreditation
Edibe Nurzen NAMLI BOZKURT, Göktuğ BAYRAM
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.33279  Sayfalar 259 - 268
GİRİŞ ve AMAÇ: Halk Sağlığı Laboratuvarı, toplum sağlığının korunması ve iyileştirilmesi kapsamında birey ve toplum sağlığını etkileyen ve/veya etkileyebilecek etmenleri inceleyen ve görev alanıyla ilgili klinik ve klinik dışı laboratuvar hizmetleri sunan laboratuvardır. TS EN ISO/IEC 17025 standardının gerekliliklerini sağlayarak akredite olmak isteyen laboratuvarlar için kalite kontrol çalışmaları son derece önemlidir. Böylelikle laboratuvarlar, kalite gerekliliklerini yerine getirerek doğru sonuç üretip kaliteli hizmet sunduklarını ispat etmiş olurlar. Bu çalışmanın amacı; 2012-2021 yılları arasında Halk Sağlığı Laboratuvarlarında yürütülen kalite ve akreditasyon süreçleri ile katılım sağlanan Dış Kalite Değerlendirme programlarının, mikrobiyolojik analiz alanındaki kalite üzerine yaptıkları etkilerini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Laboratuvarlarda yürütülen tüm kalite çalışmaları grafiksel ve ortalama değerler olarak irdelendi. Uygulanan Dış Kalite Değerlendirme çevrim sonuçlarının Z değeri hesaplanması işlemi için ISO 13528: 2005 Robust Analiz Yöntemi kullanıldı. Her bir laboratuvarın performansı ISO 13528 standardı ve IUPAC Protokolü ile uyumlu olarak Z değeri cinsinden ifade edildi.
BULGULAR: 2012-2021 yılları arasında kalite çalışmaları ile Dış Kalite Değerlendirme çevrimlerinden elde edilen veriler değerlendirilmiş, kalite ve akreditasyon üzerine pozitif etkileri belirlenmiştir. 2015-2018 yılları arasında kurumsal olarak uygulanan Dış Kalite Değerlendirme çevrimleri incelendiğinde, programlara katılan tüm laboratuvarların “Koliform bakteri”, “Escherichia coli” ve “Intestinal enterokok” parametrelerinde %90-100 başarılı, “Clostridium perfringens” ve “Pseudomonas aeruginosa” parametrelerinde ise %80-90 oranında başarılı oldukları görülmüştür. Kalite çalışmaları sonrasında TS EN ISO/IEC 17025 standardına göre akredite olan Halk Sağlığı Laboratuvarları, Dış Kalite Değerlendirme programlarında da başarılı Z değerleri elde etmişlerdir. Bu çalışmalar sayesinde, laboratuvarlarda yıllar içinde akredite parametre sayısı ve çalışılan numune sayısında belirli düzeyde artış sağlandığı görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Halk Sağlığı Laboratuvarları, kalite altyapıları geliştirilip kalite güvence sistemleri kurularak iç ve dış denetim mekanizmaları ile doğru sonuç üreten laboratuvarlar haline gelmişlerdir. Sonuçta Dış Kalite Değerlendirme programlarından başarılı sonuçlar alan ve kendini ispatlayan 19 adet L1 hizmet tipi laboratuvarın ilgili standartlar doğrultusunda akredite olduğu görülmektedir.

5. 
Kırklareli İli içme-kullanma sularının organoleptik özelliklerinin koliform kirliliğiyle ilişkisinin değerlendirilmesi
Evaluation of the relationship of organoleptic properties of drinking waters of Kırklareli Province with coliform pollution
Ahmet Burak DUMLU, Ahmet Önder PORSUK, Çiğdem CERİT
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.90698  Sayfalar 269 - 278
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma ile Kırklareli ilinde koagülant ajan ile arıtım olmaksızın insani tüketime sunulan içme-kullanma sularının organoleptik özelliklerinden olan renk, koku ve bulanıklık parametrelerinin değişiminde koliform bakterilerin etkisinin ölçülmesi ve bu parametrelerdeki değişimlerin birbirleriyle ilişkilerinin istatistiki olarak belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma kapsamında Kırklareli ili genelinde Kasım 2019 - Kasım 2021 tarihleri arasında 218 noktadan toplam 1022 tane içme-kullanma suyu numunesi alınmıştır. Numunelerin Escherichia coli ve diğer koliform bakteri analizi numunelerin membran filtrasyon işleminden sonra geleneksel kültür metoduyla 100 ml’de kantitatif olarak; renk, koku ve bulanıklık parametreleri ise 98/83/EC normu doğrultusunda tüketicilerce kabul edilebilir durumda olduğunun uygunluğuna göre kalitatif olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: 1022 numune içerisinde E. coli ve diğer koliform bakteri üremesi görülen numune sayısı sırasıyla 229 ve 244 olup (toplam koliform üreyen numune 352) rengi, kokusu ve bulanıklığı tüketicilerce kullanıma uygun olmayan numune sayısı sırasıyla 79, 51 ve 145’tir. E. coli ve diğer koliform bakteri üremelerinin suyun rengi, kokusu ve bulanıklığı üzerindeki etkisi %95 güven aralığında ikili (binomial) lojistik regresyon analizi ile araştırılmıştır. Buna göre ortaya çıkan regresyon modeli “Koku” parametresi için anlamlı bulunmuş olup (Hosmer&Lemeshow p>0,05), renk ve bulanıklık parametreleri için anlamlı değildir. Araştırmanın bağımsız değişkenleri suyun kokusu üzerindeki değişimlerin yüzde 8,9’unu açıklamaktadır (Nagelkerke R2 =0,089; Omnibus Ki Kare = 30,265; Sd =2; p<0,001). Ayrıca analiz sonucu ikili kategorik olarak değerlendirilen renk, koku ve bulanıklık parametrelerinin birbirleriyle ilişkisini belirlemeye yönelik gerçekleştirilen Ki Kare (X2) analizine göre; bulanıklık-renk, bulanıklık-koku ile renk-koku parametreleri arasında %95 güven aralığında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır (Sırasıyla X2 = 260,690; 53,492; 94,352. Hepsi p<0,001). Suların bulanıklığı ile rengi arasındaki ilişki güçlü, bulanıklığı ile kokusu ve rengi ile kokusu arasındaki ilişki ise zayıftır (Sırasıyla Cremers V = 0,533; 0,229; 0,034. Hepsi p<0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda incelenen su örneklerinin organoleptik özellikleriyle mikrobiyal kirliliği arasında ilişki olabileceğinin tespit edilmiş olması nedeniyle, içme-kullanma sularında organoleptik yöntemlerle uygunsuzluk saptandığında, bakteriyolojik kirlilik de olabileceğinin daima göz önüne alınması ve aksi ispatlanıncaya kadar bakteriyolojik kirlilik açısından dikkatli olunması gerektiği söylenebilir.

6. 
Günübirlik tedavi ünitesinde ayaktan parenteral antibiyotik tedavisi alan hastaların değerlendirilmesi
Evaluation of patients receiving outpatient parenteral antibiotic therapy in the outpatient unit
Belgin ÇOŞKUN, Müge AYHAN, Rahmet GÜNER
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.15932  Sayfalar 279 - 286
GİRİŞ ve AMAÇ: Artan antimikrobiyal direnç nedeniyle geniş spektrumlu parenteral antibiyotik kullanımı giderek artmaktadır. Bu yüzden ayaktan parenteral antibiyotik uygulamalarının yapılacağı günübirlik tedavi ünitelerinin (GTÜ) önemi yükselmektedir. Bu çalışma ile hastanemiz bünyesinde hizmet veren GTÜ’nün çalışmaları değerlendirilerek, enfeksiyon hastalıkları tedavisindeki yerinin belirlenmesi ve öneminin vurgulanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız retrospektif kesitsel çalışma olarak planlanmıştır. Aralık 2021-Şubat 2022 tarihleri arasında ünitemizde parenteral antibiyotik alan 18 yaş üstü hastalar çalışmamıza dahil edildi. Hasta bilgileri GTÜ defter kayıtlarından ve hastane bilgi işlem sisteminden tarandı. Hastaların demografik özellikleri, eşlik eden hastalıkları, hastaların üniteye yönlendirildiği birim, enfeksiyon odağı, etken mikroorganizma, antimikrobiyal direnç özellikleri, kullanılan antibiyotik, tedavi süresi ve yanıtı incelendi.
BULGULAR: Çalışmaya, belirlenen kriterleri taşıyan toplam 101 hasta dahil edildi. Çalışmamıza dahil edilen hastaların ortalama yaşı 58,4±15,51 olup, hastaların %54,5 (n=55)’i erkekti. Hastaların %62,4 (n=63)’ünde ek hastalık mevcuttu. En sık eşlik eden hastalık Diyabetes mellitus (%18,8, n= 19) idi. Hastalarda en sık enfeksiyon odağı üriner sistem enfeksiyonu (n=53, %52,3), en sık kullanılan antibiyotikler ise sırası ile ertapenem (n=57,%56,4) ve teikoplanin (n=37, %36,6) idi. Escherichia coli en sık görülen gram negatif etken iken, Staphylococcus aureus en sık görülen gram pozitif etken idi (Tablo 4). Enterobacteriaceae ailesinde genişletilmiş spektrumlu beta laktamaz (GSBL) direnç oranı %96,36, Staphylococcus spp.’lerde metisilin direnç oranı %100 idi. Antibiyotik başlanan hastaların tamamında herhangi bir yan etki oluşmadan tedavileri tamamlandı. Bir hasta dışında tedavi alan tüm hastalar şifaya kavuştu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastanemizde GTÜ hem poliklinik hastalarının tedavilerinde hem de yatan hastaların ardışık tedavilerinde önemli bir yer tutmaktadır. Dirençli mikroorganizmaların artışı nedeniyle oral antibiyotik seçeneklerinin kısıtlanması parenteral antibiyotik tedavisinin artışına neden olmuştur. Bu çalışma ile üç aylık kısa bir süre zarfında bile GTÜ sayesinde 101 hastanın hastane yatışı olmadan tedavisinin tamamlandığı görülmüştür. Bu nedenle ülkemizde bu tür ünitelerin yaygınlaşması önemlidir.

7. 
Sivrisineklerle mücadelede bitkisel kökenli esansiyel yağlarda bulunan çeşitli kimyasalların larvisidal ve ovisidal etkileri
Larvicidal and ovicidal effects of selected chemicals found in plant-derived essential oils for mosquito control
Fatma BURSALI
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.86429  Sayfalar 287 - 296
GİRİŞ ve AMAÇ: Aedes aegypti (L., 1762) (Diptera: Culicidae), dünya nüfusunun büyük bir kısmını etkileyen dang humması, Chikungunya, Zika humması ve sarıhumma gibi çok sayıda viral hastalığın vektörüdür. Sivrisinek kontrol programları büyük ölçüde üreme alanlarında larvasitlerin uygulanmasına ve Ae. aegypti ergin popülasyonlarını hedef alan böcek ilaçlarının uygulanmasına dayanmaktadır. Esansiyel yağlar temel olarak terpenoidler ve fenilpropanoidlerden oluşmaktadır ve böcek öldürücü aktiviteleri de dahil olmak üzere çeşitli faydalı özelliklere sahiptir.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada çeşitli bitkilerin uçucu yağlarından tanımlanmış bazı kimyasal maddelerin (verbenon, propiyonik asit, laktik asit, 1-butanol, 2-butanol ve sitronellol) Ae. aegypti larva ve yumurtalarına karşı ovisidal ve larvisidal aktiviteleri 24 gözenekli plakada araştırılmıştır.
BULGULAR: Verbenon, propiyonik asit ve laktik asidin sivrisinek larvaları üzerinde doza bağlı etki gösterdiği gözlenmiştir. Verbenon, 29.369 ppm LC50 değeri ile larvalara karşı en etkili madde olarak belirlenmiştir. Propiyonik asit ve laktik asit, 40,45-47,63 ppm arasında değişen LC50 değerleri ile oldukça etkili olmuştur. 1-butanol, 2-butanol ve sitronellol herhangi bir etki göstermemiştir. Bu çalışmada ayrıca uçucu yağların sivrisinek yumurtaları üzerindeki ovisidal etkileri de değerlendirilmiştir. Verbenon, propiyonik asit ve 1-bütanolün 120 saatlik değerlendirme süreci sonunda sivrisinek yumurtaları üzerinde doza bağlı bir etki gösterdiği gözlemlenmiştir. Verbenon 11.877 ppm LC50 değeri ile yumurtalara karşı en etkili madde olarak ortaya çıkmıştır. 200 ve 100 ppm’de <%25 yumurtadan çıkma oranı gözlemlenmiş ancak daha düşük konsantrasyonlarda yumurta açılma oranında artış ortaya çıkmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Esansiyel yağlarda bulunan bazı etken maddeler Aedes sivrisinek popülasyonlarının kontrolünde larvisidal ve ovisidal olarak güvenli ve etkili bir mücadele yöntemi olma potansiyeline sahiptir. Bu tür çalışmalar sivrisinek mücadelesinde esansiyel yağlar kullanılarak yeni formülasyonların geliştirilmesi yolunu açacaktır.

8. 
Metschnikowia reukaufii suşunun biyofilm oluşturma kapasitesinin belirlenmesi
Determination of biofilm formation capacity of Metschnikowia reukaufii strain
Tuba BÜYÜKSIRIT BEDİR
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.03708  Sayfalar 297 - 306
GİRİŞ ve AMAÇ: Biyofilm, biyotik veya abiyotik yüzeylere tutunan mikroorganizmalardan oluşan bir topluluktur. Biyofilm oluşturan mikroorganizmalar, planktonik formlarına göre çok daha ciddi tıbbi ve endüstriyel sorunlara neden olmaktadır. Bu nedenle mikroorganizmaların biyofilm oluşturma yeteneklerinin bilinmesi ve önlem alınması gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı stres koşullarında inhibitör madde üretimi artan Metschnikowia reukaufii MN622824 suşunun, farklı çevre koşullarını deneyerek stres oluşturmak ve bunun biyofilm oluşumuna etkisini belirlemektir. Ayrıca, gıda makinelerinde sıklıkla kullanılan paslanmaz çelik (SS) yüzeylerde biyofilm oluşumuna etkisini gözlemlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Biyofilm oluşumu tüp yöntemi ve mikrotitrasyon plak yöntemi ile karşılaştırılmıştır. Bunun için glikoz ve NaCl (sodyum klorür) içermeyen, %5 glikoz, %10 glikoz, %5 NaCl, %10 NaCl içeren beş farklı ortam kompozisyonu ve 3, 5 ve 7 günlük periyotlardan oluşan üç farklı inkübasyon süresi denenmiştir. Ayrıca, biyofilmin paslanmaz çelik kuponlara yapışmasını incelemek için taramalı elektron mikroskobu görüntülemesi yapılmıştır.
BULGULAR: Tüp yönteminde en yüksek biyofilm oluşumu %5 glikoz ilaveli tüplerde üç günlük inkübasyon sonrasında gözlenmiştir. Yedi gün bekletilen veya %10 NaCl eklenen tüplerde biyofilm oluşmamıştır. Mikrotitrasyon plak yönteminde, %5 glikoz içeren bir ortamda üç günlük inkübasyonun ardından güçlü biyofilm oluşumu (1.3022) elde edilmiştir. Glikoz ve NaCl bulunmayan kontrol grubunda 3. gün (0.7385) ve 5. gün (0.6882) orta derecede biyofilm oluşumu gözlenmiştir. %10 glikoz veya NaCl içeren ortamlarda biyofilm oluşumu yok veya zayıf olarak değerlendirilmiştir. Glikoz ve NaCl konsantrasyonları arttıkça biyofilm oluşumu azalmıştır. Biyofilm oluşumunu gösteren retiküler bağ yapısı taramalı elektron mikroskobu ile kontrol grubunda 3., 5. ve 7. günlerde, %5 NaCl ve %5 glukoz konsantrasyonunda 3. günde, %5 glukoz konsantrasyonunda ise 5. günde görüntülenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Gıda fabrikalarında biyofilm oluşumu önemli sağlık sorunu oluşturmaktadır. Artan NaCl, glikoz konsantrasyonu ve inkübasyon süresinin Metschnikowia reukaufii suşunun biyofilm oluşumunu olumsuz etkilediği gözlenmiştir. Stres koşullarına maruz kalan mayalarda biyofilm oluşumu azalmakta veya ortadan kalkmaktadır. Elde edilen verilerin biyofilm kontrolünde yardımcı olacağı düşünülmektedir.

9. 
Dekstroz proloterapisinin eklem içi enjeksiyonla değerlendirilmesi; sıçan diz osteoartrit modelinde deneysel bir çalışma
Intraarticular injectional evaluation of dextrose prolotherapy; an experimental study in rat knee osteoarthritis model
Altay SAVALAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.12979  Sayfalar 307 - 316
GİRİŞ ve AMAÇ: Diz osteoartriti (OA) 365 milyon prevalansı ile dünyada en sık görülen eklem hastalığıdır ve sıklıkla yaşlı popülasyonda görülmektedir. Ancak osteoartritin patogenezi belirsizliğini koruyor ve yine de OA’nın ilerlemesini etkili bir şekilde önlemek mümkün değildir. Bu nedenle osteoartritte daha uygun ve etkili tedavi yöntemlerinin bulunması büyük önem taşımaktadır. Hipertonik Dekstroz Proloterapisi (HDP), diz OA’sı için umut verici bir girişimsel tedavi gibi görünse de bu uygulamanın dozajı ve anlık etkileri, klinik çalışmaların yanı sıra ön klinik çalışmalar da gerektirmektedir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, OA tedavisinde bilimsel destek sunmak amacıyla, OA hayvan modelleri geliştirilmiş ve bu modeller farklı konsantrasyonlarda dekstroz proloterapisi değerlendirilmesinde kullanılmıştır. Bu amaç doğrultusunda model geliştirmeye ve tedaviye başlamadan önce tripan mavisi boya kullanılarak diz eklemine enjekte edilebilir solüsyonun hacim optimizasyonu gerçekleştirildi.
BULGULAR: Sonuçlara göre 50 µl’den fazla enjeksiyonun diz eklemi dışına sızma kapasitesi vardır. OA’nın hayvan modelleri, 50 μl’lik nihai hacime sahip ve 1 mg taze hazırlanmış tek doz Sodyum Monoiyodoasetat (MIA) içeren solusyonun eklem içi enjeksiyonu yoluyla geliştirildi. Daha sonra ilk kez farklı konsantrasyonlarda dekstroz proloterapisinin OA tedavisine etkisi bu sıçan deney hayvanı diz OA modelleri üzerinde araştırıldı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: 28 günlük takipten sonra, uygulanan tüm Dekstroz konsantrasyonları (%5, %10, %15 ve %25), dozdan bağımsız bir şekilde arka pençe ağırlık dağılımını önemli ölçüde (p<0.05) azaltma kapasitesini gösterdi. Sonuç olarak dekstroz proloterapi, diz osteoartritinde etkili tedavi, iyileşme ve ağrı kontrolü için güvenli bir tedavi yöntemi olarak görünmektedir. Gelecekte yapılacak çalışmalar dekstroz proloterapinin diğer terapötik yöntemlerle sinerjik etkisini de gösterebilir.

10. 
Gut artriti ve asemptomatik hiperürisemisi olan bireylerde metabolik sendrom ve biyokimyasal parametrelerin değerlendirilmesi
Evaluation of metabolic syndrome and its biochemical parameters in individuals with gouty arthritis and asymptomatic hyperuricemia
Perim Fatma TÜRKER, Gülşen ÖZDURAN, Mustafa HOCA, Mehtap AKÇİL OK, Merve DEMİR ÇELEBİ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.07455  Sayfalar 317 - 328
GİRİŞ ve AMAÇ: Pürin metabolizmasının son ürünü olan ürik asit düzeyinin yüksek olması sonucu ortaya çıkan hiperürisemi, semptom göstermediğinde asemptomatik hiperürisemi (ASH) ve ürat kristalleri oluştuğunda gut artriti (GUT) ile ilişkilidir. Hiperürisemi, metabolik sendrom bileşenleriyle etkileşime girebilir. Bu nedenle çalışmanın amacı, GUT ve ASH’nin metabolik sendromla ilişkisini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, GUT ve ASH tanısı alan 145 birey ile gerçekleştirilmiştir. Genel özellikler, biyokimyasal test sonuçları [serum açlık insülini, açlık kan şekeri, ürik asit ve kan lipitleri (düşük yoğunluklu lipoprotein, toplam kolesterol, trigliserit ve yüksek yoğunluklu lipoprotein gibi)], antropometrik (bel ve kalça çevresi, vücut ağırlığı ve boy uzunluğu) ve kan basıncı (sistolik ve diyastolik) ölçüm sonuçları ile ilgili veriler toplanmıştır. Vücut kompozisyonunu ölçmek için Biyoelektrik İmpedans Analizi kullanılmıştır. Metabolik sendromun saptanmasında Ulusal Kolesterol Eğitim Programı Erişkin Tedavi Paneli III (NCEP-ATP III) tanı kriterleri kullanılmıştır. Hastalardan yazılı bilgilendirilmiş onam formu alınmıştır. Gönüllü olmayan, hamile veya emziren, kanser tanısı almış, kronik böbrek yetmezliği ve kronik karaciğer yetmezliği olan ve diüretik ilaç kullanan kişiler araştırmaya dahil edilmemiştir. Tüm hipotez testlerinin analizlerinde p<0.05 anlamlı olarak kabul edilmiştir.
BULGULAR: GUT grubunda metabolik sendrom prevalansı ASH grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). Cinsiyet ve gruplara göre beden kütle indeksi (BKİ) değerleri arasındaki fark kadınlar arasında istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0.05). Ortalama vücut yağ yüzdesi değerleri hem GUT hem de ASH grubundaki kadınlarda anlamlı derecede yüksek olarak bulunmuştur (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: GUT grubunda metabolik sendrom prevalansı anlamlı derecede yüksekti. Ayrıca, kadınlarda BKİ ve vücut yağ yüzdesi değerleri anlamlı derecede yüksekti. Abdominal obezite ve olası hiperinsülinemi, hiperürisemi varlığında daha ciddi sorunlara neden olabilir. Bu nedenle, birden fazla parametrenin (çeşitli biyokimyasal ve antropometrik ölçümler) birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

11. 
Tekrarlayan kızgınlık yaşayan ve sağlıklı gebe süt ineklerinin kültürü yapılabilir aerobik vajinal mikrobiyotasının değerlendirilmesi
Evaluation of cultivable aerobic vaginal microbiota of repeat breeder and healthy pregnant dairy cows
Elçin GÜNAYDIN, Gülsen GONCAGÜL, Emsal Sinem ÖZDEMİR SALCI
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.13914  Sayfalar 329 - 338
GİRİŞ ve AMAÇ: Vajinal mikrobiyotanın sığır fertilitesi üzerindeki etkisi çok az araştırılmıştır ve bu konuda sınırlı veri mevcuttur. Vajinanın kendisi üreme yolunda yukarı doğru çıkan patojenlere karşı ilk bariyer olup konak mukozası ile etkileşime girer. Dişi genital yolun kontaminasyonu veya vajinal floranın disbiyozu, üreme problemlerinin gelişmesi için risk taşır. Subklinik endometrit, tekrarlayan kızgınlık sendromuna yol açabilecek birçok değişkenden biridir ve önemi göz ardı edilmiştir. Bu çalışmada, yapay tohumlamadan sonraki 60. günde tekrarlayan kızgınlık (RB) inekleri ve sağlıklı gebe (HP) ineklerin kültürü yapılabilir aerobik vajinal mikrobiyotasını incelemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma grupları olarak, 3 ila 8 yaşları arasında 20 tekrarlayan kızgınlık (RB) ineği (Grup I = RBG) ve bir veya iki tohumlama içinde gebe kalan 25 sağlıklı gebe (HP) ineği (Grup II=HPG) olmak üzere toplam 45 Holstein cinsi süt ineği kullanıldı. RBG ve HPG’den alınan vajinal sürüntü örnekleri, sıvı tiyo-glikolat içinde 37 °C’de 24 saat inkübe edildi. Ertesi gün, başlangıç kültürünün bir kısmı kanlı agar ve EMB agar üzerine ekilerek kültürlenebilir vajinal mikrobiyota için incelendi. Bakterilerin tanımlanması otomatize bir sistem ile gerçekleştirildi.
BULGULAR: Proteobacteria, Firmicutes, Actinobacteria ve Bacteroidetes dahil olmak üzere 4 şubeye dağılan 16 cinse ait toplam 26 tür tespit edilmiştir. HP grubunda Proteobacteria’nın relatif bolluğunun RB grubuna kıyasla progesteron artışı ile ilişkili olduğu bulunmuştur. HP grubu, 21 tür ile nispeten daha büyük bir zenginlik göstermiş, bunu 17 tür ile RB grubu takip etmiştir. HP grubu, subklinik endometritis yaşayanlara kıyasla daha çeşitli bir mikrobiyotaya sahipti. RB grubunda Escherichia cinsi ve Escherichia coli’nin relatif bolluğu, luteinize edici hormonun salınımını baskılamış olabilir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, vajinal mikrobiyotanın çeşitliliği ve bazı cins ve türlerin sayısal bolluğu üreme fertilitesi üzerinde olumlu/olumsuz etkilere sahiptir. Vajina, üreme yolunda patojenlerin yukarı doğru girişi için ilk giriş noktası olduğundan vajinal mikrobiyota konsorsiyumu gelecekteki çalışmalarda ayrıntılı araştırılmalıdır.

DERLEME
12. 
Koronavirüs hastalığı-19 risk faktörleri
Coronavirus disease-19 risk factors
Murat ŞEVİK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2024.47886  Sayfalar 339 - 348
Koronavirüs hastalığı (COVID-19) tüm dünyaya yayılmış ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından küresel bir salgın olarak ilan edilmiştir. Hastalık uluslararası sosyal ve ekonomik etkiye ve yüksek ölüm oranına neden olmuştur. Hastalığı kontrol altına almak ve önlemek için karantina ve aşılama önlemleri kullanılmıştır. COVID-19’a karşı farklı aşı türleri geliştirilmiş olup tedavisi için de yeni ilaç geliştirme çalışmaları sürdürülmektedir. Hastalığın şiddeti predispozan koşullara ve risk faktörlerine bağlı olarak değişebilmektedir. Hastalığın ortaya çıkışı ve klinik belirtilerin şiddeti ile ilişkili risk faktörlerini belirlemek için birçok çalışma yapılmış ve neticede farklı predispozan koşulların ve potansiyel risk faktörlerin ilişkili olduğu bildirilmiştir. Bu nedenle, bu makalede COVID-19 ile ilişkili risk faktörlerini belirlemek için yayınların incelemesi yapılmıştır. Yayın taraması, PubMed ve halka açık ön baskılarda gerçekleştirilmiştir. Literatür tarama sonuçları, yaş (>60 yaş), erkek cinsiyet, Siyah ve Hispanik ırk, obezite (vücut kütle indeksi >30), kronik akciğer, böbrek, karaciğer ve kalp hastalıkları, diyabet, immünsupresyon ve hipertansiyon gibi altta yatan komorbiditelerin, hastalığın oluşma riskini artıran ana faktörler olduğunu göstermiştir. Şiddetli akut solunum sendromu koronavirüs 2 (SARS-CoV-2) enfeksiyonuna bağlı ölüm oranının 41-60 yaş aralığındaki hastalarda, 18-40 yaş aralığındaki hastalardan yaklaşık 3 kat daha fazla olduğu bildirilmiştir. Aktif kanseri olan hastalar, şiddetli COVID-19 formu riski altında olarak tanımlanmaktadır. Hamile kadınlarda, hamile olmayan kadınlara göre hastalığın şiddetli formu daha yaygındır. Ayrıca, sigara içenlerin hiç sigara içmeyenlere göre yaklaşık iki kat daha fazla hastaneye yatış riski ve 6 kat daha yüksek ölüm riski bulunmaktadır. Başarılı bir kontrol programı oluşturmak için hastalık ile ilişkili potansiyel risk faktörlerinin belirlenmesi önemlidir. Bu nedenle, pandemilere karşı etkili halk sağlığı stratejilerini geliştirmek için risk değerlendirme araçlarının kullanılması önerilmektedir.

LookUs & Online Makale
w