TÜM DERGİ | |
1. | THDBD 2025-1 Cilt 81 Tüm Dergi TBHEB 2025-1 Vol 81 Full Printed Journal Utku ERCÖMERTdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.45649 Sayfalar 1 - 207 Makale Özeti | |
ARAŞTIRMA | |
2. | Kisspeptin ve nörokinin genlerinin puberte tedavisindeki potansiyel rollerinin değerlendirilmesi Evaluation of the potential roles of kisspeptin and neurokinin genes in puberty treatment Hale ÖKSÜZ, Ali ÜÇKAYABAŞI, Nermin Seda ILGAZ, Halil İbrahim ÖKSÜZ, Semiha DOĞAN, Seda AKBOLAT, Mehmet Bertan YILMAZdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.57355 Sayfalar 3 - 12 GİRİŞ ve AMAÇ: Kisspeptin (KP) ve nörokinin (NK), hipotalamik nöronal aktivite ve pulsatilitesini düzenleyerek üreme endokrin eksenini yöneten nöropeptitlerdir. Üreme sağlığındaki kritik rolleri ilk olarak, KP veya NK sinyalini kodlayan genlerin mutasyonlarına bağlı olarak fonksiyonunu yitirmesi sonrası, konjenital hipogonadotropik hipogonadizm ve pubertal gelişim anomalilerinin gösterilmesi ile tanımlanmıştır. Bu çalışmada, puberteye girişte etkili rol oynayan KP ve NK’in mezenkimal kök kücre (MKH) temelli tedavideki etkinliğini araştırılmış ve bu genlerin ekspresyonlarının pasaj sayısıyla ilişkisi incelenmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda, üç adet erişkin sıçan (Rattus norvegicus) kullanılmıştır. Sıçanların kemik iliği ve adipoz dokusundan MKH elde edilmiştir. Daha sonrasında yüzey belirteçleri kullanılarak akım sitometrisinde MKH analizi yapılmış ve RNA (ribonükleik asit) izolasyonu gerçekleştirilmiştir. Gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) ile KP, NK ve reseptörlerinin gen ifadeleri araştırılmış olup ve pasaj sayısıyla ilişkisi karşılaştırılmıştır. Her bir genin kendi içerisindeki farklı pasajlardaki ekspresyonlarının karşılaştırılmasında Welch paired t-testi kullanılmıştır. İstatistiki önem düzeyi 0,05 olarak kabul edilmiştir (p≤0,05). BULGULAR: Kültürü yapılan kemik iliği ve adipoz dokuya ait hücrelerin MKH oldukları tespit edilmiştir. Kemik iliği kaynaklı MKH’lerin Real-time PCR sonuçları değerlendirildiğinde, dördüncü pasaja kıyasla altıncı pasajda kisspeptin reseptör gen ifadesinin 14, yedinci pasajda ise 29 kat artığı gözlemlenmiştir (p≤0,05). Taşikinin geninde dördüncü pasaja kıyasla beşinci pasajda gen ifadesinin neredeyse tamamen baskılandığı tespit edilmiştir (p≤0,05). Taşikinin resptör geninde, beşinci pasaj baz alındığında ise altıncı pasajda gen ifadesinin tamamen indüklendiği belirlenmiştir. Adipoz doku kaynaklı MKH’lerin RT- PCR sonuçları değerlendirildiğinde ise, dördüncü pasaja kıyasla beşinci pasajda taşikinin reseptör gen ifadesinin 15, taşikinin gen ifadesinin 30 kat, yedinci pasajda ise KP reseptör gen ifadesinin üç kat artığı tespit edilmiştir (p≤0,05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Kemik iliği ve adipoz doku gibi bulunması kolay olan bir dokudan MKH elde edebilmenin ileri ki dönemler için tıp dünyasına bir ışık tutacağı düşünülmüştür. Ayrıca puberte dönemine geçişte çok önemli göreve sahip olan KP ve NK genlerinin ifadelerini incelerken pasaj sayılarına dikkat edilmesi, kullanılacak pasajdaki gen ifadeleri göz önünde bulundurularak pasaj sayısının seçilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. |
3. | Klebsiella pneumoniae suşlarında kolistin direncinin saptanmasında otomatize sistemlerin sıvı mikrodilüsyon ile karşılaştırılması Comparison of automated systems using liquid microdilution for the determination of colistin resistance in Klebsiella pneumoniae strains Burak EZER, Zekeriya TAŞKIN, Kadir KABA, Selin UĞRAKLI, Metin DOĞANdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.48243 Sayfalar 13 - 20 GİRİŞ ve AMAÇ: Çoklu ilaç direncine sahip Klebsiella pneumoniae suşlarında kolistin direncinin saptanmasında otomatize sistemler altın standart yöntem olan sıvı mikrodilüsyon yöntemine göre hatalı sonuçlar vermektedir. Otomatize sistemlerin kolistin direncini doğru saptamasıyla ilgili kıyaslama yapılan çalışmalar literatürde kısıtlıdır. Bu çalışmada; üç yıllık dönemde çeşitli klinik örneklerden izole edilen K. pneumoniae suşlarında kolistin duyarlılıkların belirlenmesinde sıvı mikrodilüsyon yöntemi referans alınarak Vitek2 Compact otomatize sistemi ve Phoenix otomatize sisteminin duyarlılık sonuçlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: K. pneumoniae suşlarının tanımlanması konvansiyonel mikrobiyolojik yöntemler ve otomatize bakteri tanımlama sistemi (Vitek2 bioMérieux, MarcyL’Etoile, Fransa) ve Phoenix otomatize sistem (Bectondickinson, M50, ABD) kullanılarak yapılmıştır. Antibiyotik duyarlılık testleri de yine aynı cihazlarla yapılmıştır. Kolistin duyarlığı ise hem otomatize yöntemlerle hem de sıvı mikrodilüsyon yöntemi ile eş zamanlı olarak belirlenmiştir. BULGULAR: Çalışmamızda; Vitek2 otomatize sistem için Kategorik Uyum (KU) oranı %93,71, Çok Büyük Hata (ÇBH) oranı %6,89, Büyük Hata (BH) oranı ise %1,41 tespit edilmiştir. Phoenix otomatize sistem için ise KU oranı %95,05, ÇBH oranı %3,44, BH oranı ise %1,50 olarak tespit edilmiştir. Vitek2 için; özgüllük %86,10, lambda değeri ise 0,82, kappa değeri 0,83 olarak tespit edilmiştir. Phoenix için ise; özgüllük %88,20, lambda değeri ise 0,82, kappa değeri 0,87 olarak tespit edilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: K. pneumoniae için kolistin duyarlılığının saptanmasında Phoenix otomatize sisteminin Vitek2 otomatize sisteme göre referans yöntemle daha uyumlu olduğu tespit edilmiş olup, bu konuyla ilgili destekleyici çok merkezli daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.K. pneumoniae için kolistin duyarlılığının saptanmasında Phoenix otomatize sisteminin Vitek2 otomatize sisteme göre referans yöntemle daha uyumlu olduğu tespit edilmiş olup, bu konuyla ilgili destekleyici çok merkezli daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. |
4. | Kan kültürlerinde kalite göstergelerinin ve etken olan mikroorganizmaların dağılımının değerlendirilmesi Evaluation of quality indicators and distribution of causative microorganisms in blood cultures Nadire Seval GÜNDEMdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.04810 Sayfalar 21 - 32 GİRİŞ ve AMAÇ: Kan kültürü, kan dolaşımı enfeksiyonlarının tanısında en sık kullanılan yöntemdir ve tedavinin yönlendirilmesine, enfeksiyon kontrol önlemlerinin alınmasına ve mortalitenin azaltılmasına katkıda bulunmaktadır. Kan kültürü göstergeleri ise preanalitik, analitik ve postanalitik süreçlerin izlemini sağlayan, eksiklerin giderilmesi ve mevcut durumların iyileştirilmesi için yapılabilecekleri belirleyen parametrelerdir. Bu çalışmada, çeşitli kliniklerde yatan hastaların kan kültürlerinde sağlıkta kalite yönetim sistemine göre kalite göstergelerinin değerlendirilmesi ve etken olan mikroorganizmaların dağılımının belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2020-Aralık 2022 tarihleri arasında mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen toplam 6556 kan kültürü örneği geriye dönük olarak değerlendirilmiştir. Kan kültürlerinde kontaminasyon oranı, pozitif sonuç verme oranı, tek şişe alınan kan kültürü sayısı, iki ve üzeri set alınan kan kültürü sayısı, Gram boyama ile son tanımlama arasındaki uyumsuzluk oranı, reddedilen örneklerin oranı ve yalancı pozitif sonuç verme oranı gibi kalite göstergeleriyle ilgili tüm veriler laboratuvar bilgi yönetim sistemi üzerinden taranarak elde edilmiştir. Kan kültürü şişeleri otomatize kan kültürü cihazında inkübe edilmiş, pozitif sinyal veren örneklerin kültürü yapılarak izole edilen mikroorganizmalara otomatize sistemle tanımlama ve antimikrobiyal duyarlılık testleri çalışılmıştır. BULGULAR: Toplam 6556 kan kültürünün 534 (%8,1)’ünde üreme saptanmıştır. Kontaminasyon saptanan ve reddedilen örneklerin oranı sırasıyla %1,8 ve %0,7 bulunmuştur. Çocuk yoğun bakım ünitesi (%53,6) ve çocuk servislerinde (%40,1) iki set ve üzeri kan kültürü alım oranlarındaki yükseklik diğer servislere göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p<0,001). Yenidoğan yoğun bakım ünitesinden gelen örneklerin tek şişe alım (%68,4), kontaminasyon (%33,3), pozitif sonuç verme (%49,3) ve reddedilme oranlarının (%65,1) diğer kliniklerden gelen örneklerin oranlarına göre daha fazla olduğu gözlenmiştir. En sık izole edilen mikroorganizma Metisiline dirençli Staphylococcus epidermidis (%35,4) ve bunu Metisiline dirençli Staphylococcus hominis (%15,7) izlemiştir. Klebsiella spp. (%6,2) en sık izole edilen Gram negatif bakteri olarak bulunurken, non-fermentatif bakteriler (%2,3) ve Candida spp. (%0,9) ise kan kültürlerinden daha az sıklıkta izole edilen mikroorganizmalar olmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada, hastaların büyük çoğunluğunu yenidoğan ve bir yaş altı hastalar oluşturduğu için tek şişe kan kültürü alımı gibi kalite göstergelerinde elde edilen oranın yüksek olması pediatrik populasyondan kan kültürü alımının zorluklarını yansıtmaktadır. Kan kültürü kontaminasyon oranları ideal sınırlar içerisinde bulunmuş olsa da etken-kontaminant ayrımının yapılmasında laboratuvar-klinik işbirliğinin önemli olduğu görülmüştür. |
5. | HBsAg negatif bağış kanlarında izole anti-HBc pozitifliği ve okült HBV enfeksiyonu araştırılması Investigation of isolated anti-HBc positivity and occult HBV infection in HBsAg negative donated blood Murat AFYON, İsmail Yaşar AVCI, Cumhur ARTUKdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.57701 Sayfalar 33 - 40 GİRİŞ ve AMAÇ: Okült HBV enfeksiyonu (OHB), enfeksiyonun pencere dönemi dışında güncel duyarlı testler ile HBsAg negatif bireylerin karaciğer dokusunda HBV DNA varlığı (serumda tespit edilebilen veya edilemeyen HBV DNA ile) olarak tanımlanabilir. Bu çalışma bağış kanlarının HBsAg negatif plazma örneklerinde anti-HBc, HBV DNA polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ve anti-HBs çalışılarak izole anti-HBc pozitifliği OHB araştırmak amacıyla yapılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 19 Mart 2010 ve 28 Nisan 2010 tarihleri arasında yapılan HBsAg, antiHCV ve antiHIV negatif 1063 bağış kanının Ulusal Kan ve Kan Ürünleri Rehberi gereği bir yıl süre ile -80 ºC’de saklanmış plazma örnekleri çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmaya dâhil edilen bütün plazma örneklerinde anti-HBc ve HBV DNA PCR çalışılarak OHB araştırılmıştır. Anti-HBc ve/veya HBV DNA PCR pozitif örneklerde ise anti-HBs çalışılmıştır. BULGULAR: Çalışmada 87 (%8,2) donör plazma örneğinde anti-HBc pozitifliği saptanmıştır. Anti-HBc pozitif donörlerin yaş ortalamasının 30±11,5 yıl, izole anti-HBc pozitif donörlerin 38±15,9 yıl ve anti-HBc ve titreye bakılmaksızın anti-HBs pozitif donörlerin yaş ortalamasının ise 28,8±10.4 yıl olarak tespit edilmiştir. İzole anti-HBc pozitiflik oranının %1,03 (n=11) olduğu ve anti-HBs ile birlikte pozitifliğe göre anlamlı olarak ileri yaşta görüldüğü bulunmuştur (p=0,047). Donör plazma örneklerinin hiçbirinde HBV DNA PCR pozitifliği saptanmamıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Kan merkezine başvuran donörlerde izole anti-HBc pozitiflik oranı Türkiye’de kan donörlerinde daha önce yapılmış çalışmalara göre düşük bulunmuştur. Her ne kadar yasal zorunluluk olmasa da Türkiye’de de Kızılay Bölge Kan Merkezleri 1 Kasım 2014 tarihi itibari ile bağış kanlarında nükleik asit amplifikasyon testleri (NAT) çalışmaya başlamış olup kan donörlerinin taranmasında HBsAg’ye ek olarak anti-HBc ve/veya nükleik asit amplifikasyon testlerinin kullanımının gerekli olduğunu ve konuya ilişkin geniş ölçekli çalışmaların yapılmasının uygun olacağını değerlendirmekteyiz. |
6. | Kitin sentez inhibitörü diflubenzuronun sivrisinek (Culex pipiens) larvalarının kütikülasına etkisinin belirlenmesi Determination of chitin synthesis inhibitor diflubenzuron’s effect on the cuticle of mosquito (Culex pipiens) larvae Mehmet Salih YIKILMAZ, Leyla YILDIZ, Gamze TURGAY İZZETOĞLUdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.89083 Sayfalar 41 - 52 GİRİŞ ve AMAÇ: Culex cinsine ait dişi sivrisinek türleri hastalık taşınımı bakımından önemli bir bulaşıcı hastalık vektördür. Deri değişimi (ekdizis) sivrisinek gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Sivrisineklerde integüment tek tabakalı ektodermal hücrelerden ve bunların salgıladığı kütikül tabakasından meydana gelmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün larval mücadelede kullanılmak üzere tavsiye ettiği böcek büyüme düzenleyicileri (IGR) ve bazı biyoinsektisitler arasında diflubenzuron (DFB) ticari olarak en çok kullanılanlar arasındadır. DFB, böceklerde kütikül oluşumunu olumsuz etkilediği için kitin sentez inhibitörü olarak tanımlanmıştır. DFB kitin sentezini inhibe ederek kütikül kompozisyonunu değiştirip, kitinin endokütikülada depolanması sırasında anomaliler oluşmasına ve deri değişiminin olması gerektiği şekliyle gerçekleşmemesine sebep olmaktadır. Bu çalışmada, DFB uygulanmış üçüncü ve dördüncü evre sivrisinek (Culex pipiens) larvalarının kütikülalarında meydana gelen değişikliklerin, makro düzeyde ve histolojik olarak belirlenmesi ve olası anormalliklerin açığa çıkarılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Sivrisineklerle mücadelede en iyi sonuçlar larval mücadele ile alınmaktadır. Bu sebeple, C. pipiens’in üçüncü ve dördüncü larval evrelerinin bulunduğu su dolu kaba m2’ye 2,5 mg olacak şekilde DFB uygulanarak, 2-3 gün boyunca larvalardaki deri değiştirme davranışı takip edilmiştir. Aynı evrelere ait DFB uygulanmış (uygulama) ve uygulanmamış (kontrol) C. pipiens larvaları ayrıntılı bir şekilde karşılaştırılarak incelenmiş ve makroskobik olarak fotoğraflanmıştır. Ayrıca Bouin ile total olarak tespit edilen kontrol ve uygulama grubu sivrisinek larvaları rutin histolojik basamakların ardından 5-6 µm enine kesitler alınmıştır. Bu kesitlere Pollak’s trikrom ve Heidenhain’s Azan-Mallory boyama prosedürü uygulanarak preparatlar hazırlanmış ve detaylı incelemelerin ardından fotoğrafları çekilmiştir. BULGULAR: Uygulama yapılmış her iki evrenin de larvalarında makroskobik olarak şekil bozuklukları belirlenmiştir. Histolojik olarak da kütikülanın inceldiği ve hemen altında yer alan epidermal hücre tabakasının da altında yağ doku yığılmaları olduğu görülmüştür. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sivrisineklerde büyüme esnasında meydana gelen deri değiştirme sürecinde, kitin sentez inhibitörlerinden biri olan DFB’nin kütikül oluşumunu olumsuz etkilediği hem morfolojik hem de histolojik olarak belirlenmiştir. |
7. | Çankırı ili COVID-19 Aşı okuryazarlığı COVID-19 vaccine literacy in Çankırı province Ayşe AKYURT, Sinan BULUT, Oğuzhan AYKURTdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.12316 Sayfalar 53 - 66 GİRİŞ ve AMAÇ: Salgınla mücadelede en önemli koruyucu faktörlerin başında COVID-19 aşıları gelmekte, ancak aşıya karşı farklı tutumlar görülmektedir. Aşı okuryazarlığı, kişilerin aşılar hakkındaki doğru kararları vermek için temel sağlık bilgileri ve hizmetlerini elde etme, işleme ve anlama kapasitesini göstermektedir. Bu araştırmada, Çankırı ilinde yaşayanların COVID-19 aşı okuryazarlık düzeyinin değerlendirilmesi ve aşı okuryazarlığına etki eden faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma kesitsel tipte bir araştırmadır. Araştırmanın evreni, Çankırı ili merkez ve çevre ilçelerde yer alan aile sağlığı merkezlerine (ASM) kayıtlı 18 yaş ve üzeri bireyler oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama aracı olarak anket kullanılmıştır. Anket iki bölüm olarak hazırlanmıştır. Birinci bölümde sosyo-demografik özellikleri içeren 12 soru, ikinci bölümde ise COVID-19 aşısı okuryazarlık ölçeği yer almıştır. Araştırma verileri 01.12.2021 - 31.01.2022 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmada hesaplanan örneklem büyüklüğü ilçe nüfuslarına oranlanarak kullanılmış ve 400 kişiye ulaşılmıştır. Veriler SPSS 25.0 paket programında analiz edilmiştir. BULGULAR: Çankırı ili COVID-19 aşı okuryazarlık düzeyi 2,80±0,53 ile orta düzeyde olduğu görülmüştür. COVID-19 aşısı olma durumu ile COVID-19 aşı okuryazarlığı düzeyleri incelendiğinde aşı olan bireylerde okuryazarlık düzeyi daha yüksek olarak saptanmıştır. En yüksek COVID-19 aşı okuryazarlık düzeyi Çankırı Merkez ilçede bulunmuştur. 60 yaş ve üstü bireylerde COVID-19 aşı okuryazarlık düzeyi anlamlı olarak diğer gruplara göre daha düşük bulunmuştur. Yaşlı nüfusun fazla bulunduğu ilçelerde COVID-19 aşı okuryazarlık düzeyleri daha düşük olmakla birlikte istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık görülmemiştir ve literatür ile uyumlu olarak ileri yaş grubunda, diğer gruplara göre daha düşük saptanmıştır. Çalışmada, COVID-19 aşısı olma durumu ile COVID-19 aşı okuryazarlığı düzeyleri birlikte değerlendirildiğinde aşı olan bireylerde okuryazarlık düzeyi daha yüksek olarak saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Enfeksiyon hastalıklarının önlenmesi ve ortadan kaldırılması için en önemli mücadele yöntemlerinden biri olan aşı, toplum sağlığı için gereklilik taşımaktadır. Son yıllarda önemli bir sağlık sorunu olarak ortaya çıkan COVID-19’dan korunma için de aşı önemini giderek artırmıştır. Gelecekte yaşanabilecek pandemilerle mücadelede özellikle 65 yaş ve üzeri yaşlı bireylerde aşı okuryazarlık düzeyi artırılmalı ve aşılanma oranları yükseltilerek hastalanma oranlarının ve ölümlerin azaltılacağı değerlendirilmiştir. |
8. | Yenilebilir bitki uçucu maddelerine ilişkin analitik bilgiler: SPME-GC/MS analizi ve in vitro ve in silico yöntemlerle antioksidan/antikanser değerlendirme Analytical insights into edible plant volatiles: SPME-GC/MS analysis and antioxidant/anticancer evaluation with in vitro and in silico methods Emine ATEŞ ARSLAN, Nilüfer VURAL, Emine Kübra İNAL, Sibel KAYMAK, Mehmet Abdülkadir AKAY, Mustafa TAŞTEKİNdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.65289 Sayfalar 67 - 84 GİRİŞ ve AMAÇ: Yenilebilir bitkiler, sekonder metabolitleri kaynaklı, biyoterapötik etkileri ve fonksiyonel gıda potansiyelleri açısından literatürde son zamanların odak noktası olmuştur. Gıda olarak tüketilen bitkilerin aromatik biyoaktif bileşenlerinin keşfedilmesi etnobotanik vizyonda büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada, Helichrysum arenarium L., Origanum sipyleum L., Plantago major L. ve Rumex spp. türleri hem in vitro hem de in siliko olarak araştırılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu bitkilerin uçucu bileşimi ve tanımlanması karboksen-polidimetilsiloksan/katı faz mikroekstraksiyon (CAR-PDMS/SPME) fiber ile gaz kromatografisi/kütle spektrometresi (GC/MS) yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Ayrıca bitkilerin antioksidan aktiviteleri 2,2′-difenil-1-pikrilhidrazil (DPPH) radikali ve β-karoten-linoleik asit analizleri kullanılarak belirlenmiştir. Antioksidan aktiviteleri ve oral kansere yönelik inhibitör etkilerini belirlemek amacıyla moleküler docking (yanaştırma) analizleri gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, ADMET (absorbsiyon, dağılım, metabolizma, eliminasyon ve toksisite) özellikleri belirlenmiş, karsinojenik ve mutajenik bileşenlerin varlığı araştırılmış ve çeşitli hastalıklara yönelik potansiyelleri PASS (maddelerin aktivite spektrumlarının tahmini) analizi ile ortaya konulmuştur. BULGULAR: Sonuçlar, bitkilerin zengin bir uçucu biyoaktif bileşen profili sergilediğini ve en yüksek biyoaktif bileşen içeriğinin Rumex spp.’de bulunduğunu göstermiştir. Diğer bitkilerle karşılaştırıldığında, Helichrysum arenarium’un en yüksek antioksidan ve in siliko antikanser potansiyeline sahip olduğu bulunmuştur. Ayrıca, bitkilerin çeşitli uçucu bileşenlerinin gastrointestinal sistem üzerinde koruyucu etkileri olabileceği ve özellikle mide şikayetlerinde kullanılabileceği belirlenmiştir. Sonuçlar, bitkilerin zengin bir uçucu biyoaktif bileşen profili sergilediğini ve en yüksek biyoaktif bileşen içeriğinin Rumex spp.’de bulunduğunu göstermiştir. Diğer bitkilerle karşılaştırıldığında, Helichrysum arenarium’un en yüksek antioksidan ve in siliko antikanser potansiyeline sahip olduğu bulunmuştur. Ayrıca, bitkilerin çeşitli uçucu bileşenlerinin gastrointestinal sistem üzerinde koruyucu etkileri olabileceği ve özellikle mide şikayetlerinde kullanılabileceği belirlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu araştırmada kullanılan bitkilerin fonksiyonel gıdalar olarak farmasötik ve diyet potansiyeline sahip olabileceğini göstermektedir. |
9. | Mardin’de birinci basamak sağlık çalışanlarının aşı retleri konusundaki tutumları ve saha deneyimleri Attitudes and field experiences of primary health care workers on vaccine refusals in Mardin Aysun EKŞİOĞLU, Zeynur GÜMÜŞ, Esin Ceber TURFAN, Raika DURUSOYdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.29974 Sayfalar 85 - 98 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, birinci basamak sağlık çalışanlarının aşı retleri konusundaki tutumlarını ve saha deneyimlerinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı tipteki araştırma Mardin İl Sağlık Müdürlüğü’ne bağlı tüm birimlerde (ilçe sağlık müdürlükleri, sağlıklı yaşam merkezleri dahil) doktor, ebe, hemşire ve diğer sağlık çalışanları olmak üzere toplam 201 kişi (kapsayıcılık oranı: %91,4) ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma verilerinin toplanmasında anket formu ve aşı karşıtlığı ölçeği kullanılmıştır. Tanımlayıcı veriler sayı ve yüzdelerle gösterilmiştir. Ölçek toplam ve alt boyut puanları ile demografik ve aşı uygulamalarına yönelik değişkenler arasındaki ilişkilerin değerlendirilmesinde Mann Whitney U testi kullanılmıştır. BULGULAR: Sağlık çalışanlarının %5,0’i aşı reddini desteklemekte, %15,4’ü aşı tereddütü yaşamaktadır. Aşı yaptırma konusunda en fazla bildirilen endişe nedeni aşı içeriklerini güvenli bulunmamasıdır. Katılımcıların neredeyse tamamı çocukluk (%99,0) ve COVID aşıları (%99,5) kapsamında aşı reddiyle karşılamıştır. Aşı karşıtlığı ölçeği toplam puanı ile erkeklerde (ortanca 30 (24-54)) kadınlara (ortanca 25 (22-32)) göre, hekimlerde (ortanca 27 (23-47)) diğer çalışanlara göre (ortanca 25 (22-35)), aşı karşıtı olan/tereddüt yaşayanlarda (ortanca 58 (45-73)) olmayanlara göre ve aşıları güvenli bulmayanlarda (ortanca 75 (64-83)) güvenli bulanlara göre (ortanca 25 (22-32)) daha yüksek saptanmıştır (p<0,05).Aşı karşıtlığı ölçeği toplam puanı ile erkeklerde (ortanca 30 (24-54)) kadınlara (ortanca 25 (22-32)) göre, hekimlerde (ortanca 27 (23-47)) diğer çalışanlara göre (ortanca 25 (22-35)), aşı karşıtı olan/tereddüt yaşayanlarda (ortanca 58 (45-73)) olmayanlara göre ve aşıları güvenli bulmayanlarda (ortanca 75 (64-83)) güvenli bulanlara göre (ortanca 25 (22-32)) daha yüksek saptanmıştır (p<0,05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Sağlık çalışanlarının bölgedeki bağışıklama hizmetleri kapsamında yüksek oranda aşı reddi ile karşılaştıkları ve dikkate değer bir düzeyde aşı tereddütü yaşandığı ortaya çıkmıştır.Sağlık çalışanlarının bölgedeki bağışıklama hizmetleri kapsamında yüksek oranda aşı reddi ile karşılaştıkları ve dikkate değer bir düzeyde aşı tereddütü yaşandığı ortaya çıkmıştır. |
10. | Klinik belirtilere dayalı ailesel ve sporadik hastalık vakalarını tahmin etmek için bir makine öğrenimi yaklaşımı: yeni bir veri kümesinin tanıtımı A machine learning approach for predicting familial and sporadic disease cases based on clinical symptoms: introduction of a new dataset Parisa SHARAFI, Hilal ARSLAN, Sibel ERSOY EVANS, Ali VARAN, Şükriye AYTERdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.06337 Sayfalar 99 - 106 GİRİŞ ve AMAÇ: Nörofibromatozis tip 1 (NF1), hem genetik hem de çevresel faktörlerden etkilenen, oldukça değişken bir klinik sunumla karakterize, yaygın ancak karmaşık bir nörogenetik bozukluktur. Genetik temeli iyi anlaşılmış olsa da, hastalar arasındaki semptomların değişkenliği tanı ve yönetim için önemli zorluklar ortaya koymaktadır. Bu çalışma, sporadik ve ailesel NF1 vakaları arasındaki klinik özelliklerdeki farklılıkları incelemeyi amaçlamıştır. Ayrıca, makine öğrenimi tekniklerinin klinik semptomlara dayalı olarak sporadik NF1 vakalarını tahmin etme potansiyelini değerlendirerek, hesaplamalı yaklaşımların geleneksel tanı yöntemlerini nasıl tamamlayabileceğine dair içgörüler sunulmuştur. YÖNTEM ve GEREÇLER: 121 sporadik ve 120 ailesel vaka dahil olmak üzere 241 NF1 hastasının tıbbi kayıtları üzerinde retrospektif bir analiz yapılmıştır. Lisch nodülleri, psödoartroz ve hipertansiyon gibi çeşitli klinik özelliklerin sıklığı gruplar arasında karşılaştırılmıştır. Sporadik vakaları ailesel olanlardan ayıran en önemli özellikleri belirlemek için varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır. Ayrıca, belirlenen özelliklere dayanarak sporadik vakaları tahmin etmek için k-en yakın komşular, yapay sinir ağları, destek vektör makineleri, karar ağaçları ve XGBoost dahil olmak üzere çoklu makine öğrenimi algoritmaları kullanılmıştır. BULGULAR: Test edilen makine öğrenimi modelleri arasında XGBoost algoritması %62,86 ile en yüksek tahmin doğruluğunu göstermiş ve sporadik vakaların belirlenmesinde orta düzeyde güvenilirliğe işaret etmiştir. Bu sınırlamaya rağmen, analiz iki grup arasında klinik belirtiler açısından önemli farklılıklar olduğunu ortaya koymuştur. Bu farklılıklar, paylaşılan genetik değiştiricilerin NF1’de gözlenen genotip-fenotip ilişkisini şekillendirmede kritik bir rol oynayabileceğini düşündürmektedir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, sporadik ve ailesel NF1 vakaları arasında geniş bir klinik semptom spektrumunun ilk ayrıntılı karşılaştırmasını temsil etmektedir. Makine öğrenimi modelleri tahminde yalnızca orta düzeyde başarı gösterirken, bulgular NF1’in fenotipik değişkenliği hakkında değerli bilgiler sağlamakta ve tahmin doğruluğunu artırmak için daha büyük, daha çeşitli veri kümelerinin öneminin altını çizmektedir. Bu sonuçlar, NF1 hastaları için kişiselleştirilmiş tanı ve tedavi stratejilerine rehberlik etme konusunda önemli bir potansiyele sahiptir. |
11. | Koroner arter bypass greft cerrahisi klinik kalitesinin değerlendirmesi Clinical quality assessment of coronary artery bypass graft surgery Zuhal ÇAYIRTEPE, Afsun Ezel ESATOĞLU, Atilla ARAL, Şahin KAVUNCUBAŞIdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.21208 Sayfalar 107 - 118 GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık hizmetlerinin teknik kalitesini tanımlayan “klinik kalite (KK)” sağlık sisteminin hasta sonuçlarını nasıl etkilediğini açıklayan bir kavramdır. Bu çalışmada, koroner arter bypass greft (KABG) ameliyatının yapı, süreç ve sonuç ölçütlerini kullanarak hasta bazında KK’nin değerlendirilmesi amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: KABG uygulanan hastaların KK düzeylerini değerlendirmek için Network Veri Zarflama Analizi (NVZA) kullanıldı. Hastanın klinik bulgularının yanı sıra tıbbi prosedürler, maliyetler, hasta yatış günleri ve yaşam kalitesini içeren KABG ameliyatının yapı, süreç ve sonuç ölçütleri eş zamanlı analiz edildi. Bu değişkenler KK’yi değerlendirmek ve kalite iyileştirme noktalarını belirlemek için kullanıldı. BULGULAR: NVZA sonuçlarına göre en yüksek KK düzeyinin üç hastada sağlandığı tespit edildi. KABG ameliyatı ve KK düzeyi düşük olan hastalara yönelik ayrıntılı profiller oluşturuldu. Çalışma bulguları ile kaynak kullanımını ve klinik verimliliği en üst düzeye çıkarmak için kalitenin iyileştirilme noktaları belirlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışma sonucunda KABG ameliyatı sonrası elde edilen KK hasta bazında değerlendirildi. Yoğun bakım ve ameliyat sonrası hasta yatış günü, kardiyopulmoner bypass ve kros klemp süresi, taze donmuş plazma kullanımı kalitenin iyileştirilmesi yapılabilecek alanlar olarak belirlendi. NVZA ile oluşturulan modelinin KK’nin değerlendirilmesi ve iyileştirilmesinde yararlı bir araç olduğu sonucuna ulaşıldı. Bu çalışma ile KK değerlendirmesinde, hastalığa özgü kalite ölçütlerinin içerildiği standart veri paketlerinin oluşturulması, daha ileri kalite iyileştirme çalışmaları için NVZA yönteminin kullanılması önerilmektedir. Çalışma sonucunda KABG ameliyatı sonrası elde edilen KK hasta bazında değerlendirildi. Yoğun bakım ve ameliyat sonrası hasta yatış günü, kardiyopulmoner bypass ve kros klemp süresi, taze donmuş plazma kullanımı kalitenin iyileştirilmesi yapılabilecek alanlar olarak belirlendi. NVZA ile oluşturulan modelinin KK’nin değerlendirilmesi ve iyileştirilmesinde yararlı bir araç olduğu sonucuna ulaşıldı. Bu çalışma ile KK değerlendirmesinde, hastalığa özgü kalite ölçütlerinin içerildiği standart veri paketlerinin oluşturulması, daha ileri kalite iyileştirme çalışmaları için NVZA yönteminin kullanılması önerilmektedir. |
12. | Göz dokusunun farklı fiksatifler ve farklı doku takip yöntemleri kullanılarak histolojik olarak incelenmesi Histological investigation of the eye tissue using different fixatives and different tissue preparation methods Ebru ALİMOĞULLARI, Hazal DEMİR, Bahar KARTALdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.59144 Sayfalar 119 - 130 GİRİŞ ve AMAÇ: Tüm dokuların ışık mikroskop altında incelemesinde fiksasyon ana basamaktır ve sonraki basamakları etkilemektedir. Farklı fiksasyon yöntemleri vardır ve bu amaç için farklı fiksatifler kullanılmaktadır. Bu çalışmada, göz dokusunun inceleneceği çalışmalarda hangi fiksatifin seçimi ile iyi sonuç elde edilebileceğinin araştırılması planlanmıştır; doku bütünlüğünün korunması açısından, göz dokusunda altı farklı doku takibi yönteminin karşılaştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 12 adet dişi Wistar Albino cinsi ratlardan alınan 24 adet göz dokularına altı farklı doku takip yöntemi farklı dehidrasyon ajanları (aseton ve alkol) ve farklı fiksatifler (%10’luk formalin, Bouin ve %4’lük paraformaldehit) uygulanmıştır. Elde edilen bloklardan alınan kesitler hematoksilen ve eozin boyası ile boyanarak histomorfolojik olarak ışık mikroskop altında incelenmiştir. Uygulanan farklı fiksatiflerin ve dehidrasyon ajanlarının göz dokuları için uygunluğu ve dokularda oluşan farklılıklar belirtilmiştir. BULGULAR: Göz preparatlarında kornea, sklera, koroid, retina, iris ve siliyer cisimdeki histolojik yapılar ele alınmıştır. Bu doğrultuda, değerlendirilen tüm parametreler grup I, grup II, grup III, grup IV, grup V ve grup VI’da doku bütünlüğü ve tüm yapılar göz önüne alındığında genel olarak morfolojik açıdan benzer sonuç verdiği gözlenmiştir. Ancak göz dokularının bütünlüğü değerlendirildiğinde göz küresindeki histolojik katmanların bütünlüğünün en iyi şekilde grup IV bouin fiksatifiyle asetonlu grupta korunduğu izlenmiştir. Gruplar arasında katmanlar tek tek incelendiğinde ise kornea, sklera, koroid ve retina yapılarının anlamlı derecede farklılık göstermediği tespit edilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: En iyi seviyede histomorfolojik incelemeler için, doku takibi dikkat edilmesi gereken önemli bir süreçtir. Bu süreç ne kadar başarılı ise mikroskoptaki görüntü düzeyi de o kadar iyi olacak ve histomorfolojik incelemelere uygun bir zemin oluşturacaktır. Çalışmamızdan elde ettiğimiz verilere dayanarak göz doku takibi sürecinde fiksatif olarak bouin, dehidratif ajan olarak ise aseton kullanımını önermekteyiz. Bu çalışman sonuçlarının genellenebilmesi ve geliştirilebilmesi için daha fazla yapılacak çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. |
13. | Koyunlarda Coenurus cerebralis’in belirlemesi ve yaygınlığı: Diyarbakır örneği Identification and prevalence of Coenurus cerebralis in sheep: Diyarbakır example Delil Adem ÇİFTÇİ, Banuçicek YÜCESANdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.53077 Sayfalar 131 - 138 GİRİŞ ve AMAÇ: Taenia multiceps, köpek, tilki ve çakal gibi evcil ve vahşi etoburların ince bağırsaklarında yaşayan bir sestoddur. T. multiceps’in larva evresi olan Coenurus cerebralis, merkezi sinir sisteminde gelişir. Parazit genellikle kırsal alanlarda görülmekte; tilki ve yabani geviş getiren hayvanlar da dahil olmak üzere köpek-koyun temasında en bulaşıcı etkendir. Çiftçiler hasta hayvanların kafataslarını açıp kistli dokuları köpeklere yedirdiğinde bulaşabilir. Kistin varlığı tipik nörolojik semptomlara neden olur ve çoğu durumda hayvanın ölümüne yol açar. C. cerebralis’in neden olduğu coenurosis, küçük ruminantlarda yüksek ekonomik kayıplara neden olan paraziter bir hastalıktır. Bu çalışmada; coenurosis olduğu tespit edilen örneklerin dokuzunda moleküler yöntemlerle C. cerebralis tespiti amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, Eylül 2022 ile Nisan 2023 arasında Diyarbakır ilinde kesilen 1200 koyun üzerinde yürütülmüştür. Filogenetik çalışmalar, pozitif kabul edilen 122 koyundan dokuzu ile yapılmıştır. BULGULAR: 122 hayvandan 12 (%9,8)’sinde coenurus kisti gözlenmiştir. 12 koyundan dokuzunun kistleri genetik olarak analiz edilmiş ve COX1 (sitokrom c oksidazı alt ünitesi 1 gen dizisi analizi ile T. multiceps metacestodes olduğu doğrulanmıştır. Erişim numaraları; OR239756, OR239757, OR239758, OR239759, OR239760, OR239761, OR239762, OR239763, OR239764 olarak kaydedilmiştir. Bu verilerin NCBI’daki diğer suşlarla benzerlikleri karşılaştırılmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Türkiye-Diyarbakır ilindeki bazı koyunlarda coenurus kisti belirlenmiştir. T. multiceps’in doğru tanımlanması için, Türkiye’deki epidemiyolojik dağılıma göre biyolojik özellikler, mitokondriyal ve nükleer genomdaki uzun dizili genler, diğer konaklar ve farklı coğrafi bölgelerden alınan örnekler üzerinde moleküler protokoller kullanılarak daha fazla çalışma yapılması gerekebilir. Türkiye-Diyarbakır ilindeki bazı koyunlarda coenurus kisti belirlenmiştir. T. multiceps’in doğru tanımlanması için, Türkiye’deki epidemiyolojik dağılıma göre biyolojik özellikler, mitokondriyal ve nükleer genomdaki uzun dizili genler, diğer konaklar ve farklı coğrafi bölgelerden alınan örnekler üzerinde moleküler protokoller kullanılarak daha fazla çalışma yapılması gerekebilir. |
14. | Acil durumlarda O rh negatif kan transfüzyonu uygulamalarının değerlendirilmesi: Bir yıllık çalışma Evaluation of O rh-negative blood transfusion practices in emergency cases: A one-year study Emine SARCANdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.88123 Sayfalar 139 - 150 GİRİŞ ve AMAÇ: Hemorajik şoka neden olan durumlarda eritrosit konsantresi (EK) transfüzyonuna ihtiyaç duyulabilmektedir. Transfüzyonun temel amacı, doku hipoksisi sonucu oluşabilecek mortaliteyi azaltmaktır. Travma veya gastrointestinal kanama gibi zamanla yarışılan kritik hastalarda, cross-match (çapraz karşılaştırma) testi yapılmadan 0 Rh negatif EK verilmesi hayat kurtarıcı olabilir. Bu çalışma, hemorajik şok gelişen hastalarda acil O Rh-negative EK transfüzyonunun etkinliğini; hemodinamik parametreler, cerrahi müdahale gereksinimi ve hasta sonuçları üzerindeki etkisini analiz ederek değerlendirmeyi amaçladı. Ayrıca, O Rh-negative EK transfüzyonunun kanama kontrolü için gerekli zamanı kazandırmadaki önemini vurgulamayı hedefledi. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışma; 1 Haziran 2023- 1 Haziran 2024 tarihleri arasında üçüncü basamak bir hastanenin Acil Servisinde yürütüldü. Çalışmaya, cross-match yapılmadan O Rh-negatif EK transfüzyonu yapılan, 18 yaş ve üzerindeki 95 hasta dahil edildi. Hastaların vital bulguları, hemogram, biyokimya ve kan gazı değerleri, transfüzyon nedenleri, cerrahi müdahale oranları ve 30 günlük mortalitesi kayıt edildi. Hastanemde cross-match testi ile EK hazırlanması ortalama 60-90 dakika sürerken, cross-match yapılmadan O Rh-negatif EK hazırlanması 5-20 dakika gibi daha kısa bir sürede gerçekleştirilmektedir. BULGULAR: Hastaların %72’si (n=68) erkek, %28’i (n=27) kadın idi. En sık transfüzyon nedeni travma (%69,5) olup, bunu gastrointestinal kanamalar (%24,2) takip etti. Travmaya bağlı en yaygın nedenler ise karaciğer (n=20) ve ekstremite (n=17) yaralanmaları olarak saptandı. Hastaların %64’ü entübe edildi, %63’ü acil cerrahiye alındı ve %82’si yoğun bakıma yatırıldı. Acil serviste ölüm oranı %16, toplam mortalite oranı ise %56 olarak tespit edildi. Sistolik ve diyastolik kan basıncı, Glasgow Koma Skalası skoru ve laktat düzeyleri ile mortalite arasında anlamlı bir ilişki bulundu (p=0,022, p=0,001, p<0,001, p<0,001). Ayrıca, yüksek Uluslararası Normalleştirilmiş Oran (INR) değerleri ve düşük platelet sayıları ile sağ kalım arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptandı (p=0,01, p=0,002). TARTIŞMA ve SONUÇ: O Rh-negatif EK transfüzyonunun, travma ve gastrointestinal kanamalı hastalarda cerrahi müdahale öncesinde kritik zaman kazandırdığı ve sağ kalımı artırdığı tespit edildi. Hastane öncesi dönemde başlatılacak kan transfüzyonunun mortalite oranlarını daha da azaltabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmanın, kan ve kan ürünlerinin doğru ve etkili kullanımına yönelik bir veri tabanı oluşturulmasına katkı sağlaması beklenmektedir. |
15. | Sağlık hizmetlerinde çatışma ve iş tatmini: Üçüncü basamak hastane örneği Healthcare conflict and job satisfaction: A case of tertiary hospital Şafak ÇINAR, Uğur UĞRAK, Gül MERSİNLİOĞLU SERİNdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.45549 Sayfalar 151 - 164 GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık yöneticileri, zamanlarının yaklaşık %20’sini çatışmalarla ilgilenmeye ayırmakta olup, bu durum emek yoğun bir sektör olan sağlık alanında oldukça yaygındır. Sağlık sektöründe çatışma kaçınılmaz olmakla birlikte, sağlık çalışanlarının iş tatminini sağlamak ve hizmet kalitesini artırmak, sağlık sistemlerinin başarısı için kritik öneme sahiptir. Çatışmanın iş tatmini üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmek ve hasta ile çalışanları desteklemek için uygun çatışma yönetimi gereklidir. Bu çalışma, sağlık çalışanlarının iş tatmini ile sağlık alanındaki çatışma düzeyleri arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçlamıştır. Ayrıca sosyodemografik özelliklerin iş tatmini ve çatışma düzeyleri üzerindeki etkisi değerlendirilmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu tanımlayıcı çalışma, üçüncü basamak bir kamu hastanesinde çalışan 276 sağlık çalışanı ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, sosyodemografik bilgiler, İş Tatmini Ölçeği ve Sağlık Hizmetlerinde Çatışma Ölçeği olmak üzere üç bölümden oluşan çevrimiçi anket (Google Forms) aracılığıyla toplanmıştır. Keşifsel Faktör Analizi (EFA) ve Doğrulayıcı Faktör Analizi (CFA) geçerliği sağlarken, Cronbach’s alfa katsayısı güvenirliği değerlendirmek için kullanılmıştır. Normallik varsayımı sağlanmadığından, Mann-Whitney U ve Kruskal-Wallis H testleri uygulanmıştır. Ayrıca, Yapısal Eşitlik Modellemesi (SEM) gerçekleştirilmiştir. BULGULAR: Sosyodemografik özelliklere göre iş tatmini açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadığını göstermektedir (p>0,05). Bununla birlikte, yaş ve mesleki deneyim yılına göre sağlık alanındaki çatışma düzeylerinde anlamlı farklılıklar gözlemlenmiştir (p<0,05). Ayrıca, iş tatmini ile sağlık alanındaki çatışma düzeyleri arasında zayıf bir pozitif korelasyon tespit edilmiştir (r=0,15, p=0,019). TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışma, iş tatmini ile sağlık alanındaki çatışma düzeyleri arasında zayıf bir pozitif ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Çatışma düzeylerinin yaş ve mesleki deneyimden anlamlı bir şekilde etkilendiği, ancak iş tatmininin sosyodemografik açıdan anlamlı bir farklılık göstermediği belirlenmiştir. Bu sonuçlar, sağlık ortamlarında çatışma ve tatmin arasındaki etkileşimi daha iyi anlamak ve etkili çatışma yönetimi stratejileri geliştirmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu vurgulamaktadır. |
DERLEME | |
16. | Çoklu ilaca dirençli patojenler ve biyofilm enfeksiyonlarında eflux pompa inhibitörlerinin ölüm tuzakları olarak potansiyel rolü Potential role of efflux pump inhibitors as a death traps in multidrug resistant pathogens and biofilm infections Selma SEZGİNdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.79058 Sayfalar 165 - 180 Eflux sistemleri, bakteriler için iç ortamlarını korumada ve hayatta kalmalarını sağlamada çok önemli olan taşıma proteinleridir. Eflux pompaları, bakterilerden çevreye endojen ve eksojen birçok zararlı substratı atar. Bu sistemler, enfeksiyon hastalığında önemli etkileri olan ilaç direnci mekanizmalarındaki rolleri nedeniyle büyük ilgi görmüştür. Bu derlemede, eflux pompalarının bakterilerdeki temel özelliklerinin, pompaların yapısını ve antibiyotik direncini ortadan kaldıran eflux pompası inhibitörlerine bir bakış açısı sunması amaçlanmıştır. Eflux pompası, biyofilm enfeksiyonu ile güçlü bir şekilde ilişkilidir ve quorum sensing (çevreyi algılama sistemi) moleküllerini iletmek için gereklidir. Eflux sistemlerinin yapısını ve işlevini anlamak, bulaşıcı hastalıklar için yeni terapötiklerin geliştirilmesi ve bakterilerde ilaç direnciyle mücadele konusunda değerli bilgiler sağlayabilir. Yakın zamanda hızla artan çoklu ilaca dirençli bakterilere karşı etkili mevcut antibiyotiklerin yeterli olmayacağı ve bu etkenlerle enfekte hastalara etkili bir tedavi sunulamayabileceği konusu Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gibi uluslararası otoritelerin de gündeminde bulunmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü beklenmekte olan bu felaketi önlemek adına bir taraftan yeni antibiyotiklerin keşfi konusunda diğer taraftan eldeki antibiyotiklerin etkinliğini arttırmak konusunda çok disiplinli olarak çalışmalar yürütmektedir. Bu bağlamda eflux pompa inhibitörleri mevcut antimikrobiyallerin etkinliğini arttırarak çoklu ilaca dirençli bakterilerin tedavisinde yeni yaklaşımlar sunmaktadır. Günümüze kadar tanımlanmış çok sayıda eflux pompa inhibitor adayı toksisite problemleri nedeniyle henüz klinik kullanıma giremese de yeni eflux pompa inhibitörü ajanlarının keşfi veya bakteriyofajların eflux pompa inhibitörü ajanı olarak kullanımı gibi yaklaşımlar gelecekte belki de seçici toksik etkinin sağlanması yoluyla engel teşkil eden toksisite probleminin aşılmasını sağlayabilecektir. Bu derleme çoklu ilaca dirençli bakterileri enfeksiyonlarının tedavisine bir çözüm sunabilmek adına eflux pompa inhibitörlerinde güncel yaklaşımlara bir bakış sunulmaktadır. |
17. | Atık su sürveyansı COVID-19 pandemisi izlemi için uygun bir yöntem midir? Is wastewater surveillance an appropriate method for monitoring the COVID-19 pandemic? Tülin ÇOBAN, Cavit Işık YAVUZdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.84669 Sayfalar 181 - 196 2020 yılında ilan edilen COVID-19 pandemisi, pandemi yanıtında sürveyans aktivitelerinin önemini gözler önüne sermiştir. Atık su sürveyansı, çeşitli konularda coğrafi ve zamansal eğilimler hakkında gerçek zamanlı verileri izleme potansiyeline sahip, hızla gelişen bir bilimsel disiplindir. Çeşitli ülkelerde başta poliovirus olmak üzere, norovirus, hepatit A, aichivirus, influenza gibi bulaşıcı hastalıkların eliminasyon programlarında, yasadışı ilaç kullanımı takibi ve antimikrobiyal direnç sürveyansında başarılı şekilde kullanılmaktadır. COVID-19 pandemisi sürecinde de atık su izlemi ile enfekte birey sayısı ve hastalık prevalansı bu yolla tahmin edilebilmektedir. Retrospektif tarama veya erken uyarı amacıyla kullanılabilen atık su sürveyansının halk sağlığı müdahaleleri için karar alma ve varyant yayılımını izleme süreçlerine de katkı sunabileceği düşünülmektedir. Atık suda SARS-CoV-2 izlemi çalışmaları pek çok ülkede devam etmektedir. Bu çalışmalar, atık suda tespit edilen viral yük ile vaka sayısı arasında belirgin bir zamansal korelasyon olduğunu ve atık su sürveyansına dayalı vaka sayısı tahminlerinin klinik doğrulanmış vakalara dayalı olarak beklenenden anlamlı düzeyde daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Ancak yöntem ve süreçlerin karmaşıklığı ve SARS-CoV-2’nin kendine özgü biyolojik özellikleri nedeniyle konuyla ilgili önemli belirsizlik ve kısıtlılıklar mevcuttur. Enfeksiyonun farklı aşamalarında dışkıyla atılan viral yük ve bunun atık suda saptanan gen sayısıyla ilişkisi, dışkıda viral atılım süresi, viral RNA’nın dış ortamdaki yıkım hızı ve atık suda kalıcılığı gibi pek çok konu konu hakkında net bilgiler bulunmamaktadır. Potansiyel fekal-oral yolla bulaşma riskine karşı hijyen ve sanitasyon altyapısının geliştirilmesi ve arıtma tesislerinde etkili dezenfeksiyon yapıldığından emin olunması önerilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) de, COVID-19 pandemisi yönetimde kullanılabilecek olan sürveyans türlerinden biri olan “atık su sürveyansı”nın tüm yararlarına rağmen, klinik sürveyansa “alternatif” olarak değil “tamamlayıcı” olarak kullanılabileceğini belirtmektedir. Bütün bu bulgular bir arada değerlendirildiğinde, ülkemiz için finansal kaynakların ve insan gücünün atık su sürveyansı yerine salgınla mücadelede işe yaradığı epidemiyolojik olarak kesin kanıtlanmış olan önlemler için kullanılmasının daha uygun olacağı düşünülmektedir. Bu derlemede, atık su sürveyansının örnekler üzerinden değerlendirilmesi, olası faydalarının ve konuyla ilgili olası sorun ve kısıtlılıkların ortaya konması ve öneriler sunulması amaçlanmıştır. |
18. | Antimikobakteriyel ilaçların moleküler direnç mekanizmalarına genel bir bakış An overview of the molecular resistance mechanisms of antimycobacterial drugs Elif ÇİFTÇİ, Dilek SATANAdoi: 10.5505/TurkHijyen.2025.15045 Sayfalar 197 - 206 Bulaşıcı ve öldürücü bir hastalık olan tüberküloz dünyada en önemli sağlık sorunu olmaya devam etmektedir. Hali hazırda uygun dozda ve kombinler ile uygulanan tedaviye cevap söz konusudur; ancak düşük doz, yanlış kombinasyon ve hastanın tedaviyi terk etmesi gibi nedenlerle ilaca karşı direnç gelişebilmektedir. Bunun sonucunda tek ilaca direnç oluşabildiği gibi birden fazla ilaca dirençli suşlar da ortaya çıkabilmektedir. Bakterilerde direnç gen aktarımı yoluyla gerçekleşmektedir. Ancak mikobakterilerde direnç gen aktarım yoluyla değil spontan nokta mutasyonuyla oluşmaktadır. Bilinen ilaçların mikobakteri üzerindeki etki bölgesinin bilinmesi, tedavide ilaç birlikteliği ve uyumu açısından önem taşımaktadır. Mikobakteri duyarlılık testlerinin uzun sürede sonuçlanması hem hastanın tedaviye başlama süresini hem de direnç varlığının belirlenmesini geciktirmektedir. Bu problemin çözümlenmesi amacıyla hızlı moleküler duyarlılık testleri geliştirilmiştir. Moleküler ilaç duyarlılık testleri kısa sürede direnci belirleyebilen, ilgili gen bölgesinde mutasyonların varlığı ya da yokluğunu saptayan ve direnç mekanizmasını ortaya koyabilen hızlı yöntemlerdir. Moleküler testler tüm bu olumlu yönlerinin dışında, bazen genotipik olarak dirençli gibi görülen, ancak fenotipik olarak bu direncin yansımadığı durumlara neden olabilmektedir. Bazen de moleküler testler ile duyarlı olduğu belirlenen ancak fenotipik olarak dirençli olan suşlara da rastlanmaktadır. Tüberküloz tedavi sürecinin uzun sürmesi, hastanın tedaviyi terk etmesi, hastalığın yeniden nüksetmesi gibi olası sorunlar dikkate alındığında moleküler testlerin kullanımı klinisyenlere büyük yarar sağlamaktadır. Ancak elde edilen sonuçların mutlaka klasik antibiyotik duyarlılık deneyleri ile doğrulanması gerektiği unutulmamalıdır. Sonuç olarak; yeni teknolojilerin varlığı ve klasik ilaç duyarlılık deneylerinin birlikte kullanımıyla, ilaç etkisi-direnç mekanizmasının anlaşılabileceği, tüberküloz tedavisinde yeni nesil ilaçların da gelişimini etkileyebileceği ve yeni ilaçlara karşı direnç gelişiminin en aza indirilmesini olanaklı hale getireceği düşünülmektedir. |