ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 67 (2)
Cilt: 67  Sayı: 2 - 2010
ARAŞTIRMA
1. 
Piliç Kümesleri Ve Kesimhanelerinde Campylobacter Jejunı Kontaminasyonunun Belirlenmesi
Detection of Campylobacter jejuni Contamination in Poultry Houses and Slaughterhouses
Ahmet Koluman
Sayfalar 57 - 64
AMAÇ: Bu çalışmada, piliç kesimhanelerinde yeni kesilmiş piliç karkaslarından alınan piliç boyun derileri ve bağırsak içeriği ile piliçlerin kesimhaneye getirildiği kümeslerden alınan yem ve su örneklerinde termofilik Campylobacter türlerini kültür tekniği ile belirlenmesi ve Campylobacter jejuni olarak saptanan suşların PCR tekniği ile doğrulanması amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: İki farklı piliç kesimhanesinden sıcak (Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos) ve soğuk aylarda (Kasım, Aralık, Ocak, Şubat) 160 adet piliç boyun derisi, 160 adet bağırsak içeriği ile 32’şer adet yem ve su örneği olmak üzere toplam 384 örnek alınmıştır. Alınan tüm örneklerde, termofilik Campylobacter türlerinin izolasyon ve identifikasyonunda zenginleştirme işlemine dayalı ISO (The International Organization for Standardization, 10272) yöntemi kullanılmıştır. Suşlar ceuE geni ile doğrulanmıştır.
BULGULAR: Toplam 384 örneğin 248 (% 64.58)’inin termofilik Campylobacter türleri ile kontamine olduğu saptanmıştır. 160 boyun derisi örneğinin 138 (% 86.25)’i, 160 bağırsak içeriği örneğinin 106 (% 66.25)’sı ve 32 su örneğinin dördünde (% 12.5) termofilik Campylobacter türleri saptanmıştır. Yemlerden yapılan analizlerde ise her hangi bir etken bulunamamıştır. Campylobacter türleri saptanan 138 boyun derisi örneğinden 82 (% 51.25)’sinin, 106 bağırsak içeriği örneğinden 122 (% 76.25)’sinin ve dört kümes suluk örneğinden üçünün C. jejuni olduğu belirlenmiştir. Suluklardan saptanan tüm etkenler kase tipi olanlardan izole edilmiş olup damla tipi olanlardan alınan örneklerin hiçbirinde Campylobacter türü belirlenememiştir. Her iki işletmeden alınan 80’er boyun ve bağırsak içeriği ile 16’şar su ve yem örneği olmak üzere toplam 192’şer örneğin sıcak aylarda 116 (% 60.42)’sında soğuk aylarda ise 91 (% 47.40)’inde C. jejuni saptanmıştır. Sıcak aylarda alınan örneklerdeki kontaminasyon oranı soğuk aylara oranla % 14.20 daha yüksek bulunmuş ve aradaki farkın istatistiksel olarak önemli olduğu (p=0.0021) belirlenmiştir. Klasik kültür yöntemleriyle tanımlanan 207 C. jejuni suşu, 171 (% 82.00)’i PCR tekniği ile de doğrulanmıştır. Toplam 384 örnekten 1220 adet termofilik Campylobacter suşu izole edilmiş ve bunların ISO yöntemine göre yapılan tanımlama testleri sonucunda 649’unun C. jejuni, 515’inin C. coli, 56’sının C. lari olduğu saptanmıştır.
SONUÇ: Piliç kümeslerinden kesimhaneye getirilen piliçlerin, kesim işlemine bağlı olarak C. jejuni ile kontamine olduğu ve izolasyon ve tanımlamada ceuE ile yapılan doğrulamanın uygun olduğu düşünülmektedir. Elde edilen verilerin ışığında Campylobacter jejuni’nin kanatlı etlerinde bulunduğu ve bunun halk sağlığı yönünden önem gösterdiği düşünülmektedir

TÜM DERGİ
2. 
Basılmış Tüm Dergi
Full Printed Journal

Sayfalar 57 - 112
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
3. 
Sentetik Piretroid İnsektisit Tetramethrin’in Albino Fareler’de (Mus Musculus)Serum Proteinleri Üzerine Etkileri*
The Effects of Synthetic Pyrethroid Insecticide Tetramethrin on the Serum Proteins of Albino Mice (Mus musculus)
Mustafa Çalışkan
Sayfalar 65 - 71
AMAÇ: Bu çalışmada, sentetik piretroid insektisit tetramethrinin, albino fareler (Mus musculus)’de, serum proteinleri üzerine etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: 4-8 haftalık farelere tetramethrinin subletal dozları (250 ve 500 mg/kg/gün), 13 hafta süreyle ağız yoluyla verilmiştir. Deney sonunda, farelerin kalplerinden alınan kan örnekleri Durheim tüplerine konarak, 20-25 oC’de 45 dakika pıhtılaştırılmaya bırakıldıktan sonra, soğutmalı santrifüjde (+4 oC), 7000-7500 rpm’de, 15 dakika santrifüj edilmiştir. Elde edilen serum örneklerinde selüloz asetat elektroforez yöntemiyle, serum proteinlerinin analizi yapılmıştır.
BULGULAR: Çalışma sonunda, uygulama gruplarının sonuçları, kontrol grubuyla karşılaştırıldığında; albumin, α-globulin ve β-globulin miktarlarında meydana gelen değişikliğin istatiksel açıdan önemsiz, buna karşın her iki grupta da γ-globulin miktarında, kontrol grubuna göre meydana gelen azalmanın istatiksel açıdan önemli olduğu bulunmuştur.
SONUÇ: Tetramethrinin, farelerde γ-globulin miktarında azalmaya neden olduğu görülmüştür. γ-globulin miktarındaki bu değişikliğin, söz konusu insektisitin canlı vücudunda humoral bağışıklığı olumsuz yönde etkilemesi bakımından önemli olduğu düşünülmektedir.
* Bu çalışma bilim uzmanlığı tezinin bir bölümüdür

4. 
Bir Lisede Öğrenim Gören Yabancı Uyruklu Erkek Öğrencilerde Selofan-bant Yöntemi ile Demodex sp. Araştırılması
Muhittin Kaya, Berna Hamamcı, Ülfet Çetinkaya, Ozan Yaman, Süleyman Yazar
Sayfalar 73 - 77
AMAÇ: Demodex sp., insanların özellikle yüz bölgesinde yaygın olarak bulunan, erişkini solucana veya puroya benzeyen patojenik mekanizması tam olarak bilinmeyen insanın kalıcı ektoparazitidir. Çalışmamız, bir lisede öğrenim gören yabancı uyruklu erkek öğrencilerde Demodex sp. yaygınlığını araştırmak amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEMLER: Çalışma, Kayseri Germirli Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nde öğrenim gören yabancı uyruklu erkek öğrenciler üzerinde yürütülmüştür. Çalışma öncesi parazit ve yöntem hakkında her bir öğrenciye bilgi verilmiştir. Bilgilendirme sonrası, öğrencilerin yüzlerinden; özellikle burun kökü, çene altı ve alın bölgesinden selofan-bant yöntemi ile alınan örneklerin mikroskobik incelemesi yapılmıştır. Verilerin istatistiksel analizi için Pearson ki-kare testi kullanılmış ve p < 0.05 değerleri anlamlı kabul edilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya alınan öğrenciler uyruklarına göre Arnavutluk, Gana, Gürcistan, Kamerun ve Kırgızistan’dan gelenlerde parazit saptanmış diğerlerinde ise bulunamamıştır. Yaşları 15 ile 21 (yaş ortalaması: 17.52±1.36) arasında değişen, 347 erkek öğrenci incelenmiştir ve 9 (%2.7)’unda Demodex sp. saptanmıştır.19 yaş ve üzeri öğrencilerde parazit görülme oranı 18 yaş altı öğrencilere göre daha yüksek bulunmakla birlikte, yaş ile parazit görülmesi arasında farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı saptanmıştır (p>0,05).
SONUÇ: İnsandan insana yakın temas ile bulaşan bu parazit sağlıklı bireylerde de bulunabilmektedir.

5. 
Seröz Ve Müsinöz Over Kanserleri İle Ki-67 İlişkisi
Correlation Between Ki-67 and Serous-Mucinous Ovarian Carcinomas
Faruk Abıke, Sema Zengeroğlu, Osman Temızkan, Ahmet Payaslı, Ömer Lütfi Tapısız
Sayfalar 79 - 84
AMAÇ: Ki-67, tümör içerisindeki prolifere hücreleri gösterebilen bir antikordur. Ki-67 fraksiyonunun daha yüksek olduğu tümörler, daha agresif seyretme eğilimindedirler ve bu vakalarda vasküler invazyona, kötü proliferasyona ve metastaza daha sık rastlanır. Bu çalışmada kolorektal ve mesane karsinomlarında proliferasyon belirteci olarak kullanılan Ki-67’nin seröz ve müsinöz over kanserlerinde tümör proliferatif indeksi olarak kullanılabilirliği ve prognoza etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Bu çalışmada, 1996-2000 yılları arasında, yaşları 17-82 arasında, jinekolojik onkoloji kliniğinde opere edilen, patolojik olarak seröz veya müsinöz over karsinomu tanısı alan 51 olgu değerlendirilmiştir. Patolojideki materyaller rutin doku takip işlemlerinden geçirildikten sonra hazırlanan parafin bloklardan 5 mm’lik kesitler yapılmış ve hematoksilen eozinle (HE) boyanarak değerlendirilmiştir. Operasyon sonrası alınan tümör örneklerinin rutin patolojik işlemlerden sonra streptoavidin-biotin ortamında primer antikorlar ile Ki-67 immünreaktivitesi değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Patolojik olarak seröz over karsinomu tanısı alan 29 olgu ve müsinöz over karsinomu tanısı alan 22 olgu, stage, grade ve lenf nodu tutulumu açısından değerlendirilmiştir. Seröz tümörlerin % 48’i (n=14) Ki67 pozitif saptanırken, müsinöz tümörlerde % 68 (n=15) Ki 67 pozitifliği saptanmıştır. Seröz tümörlerde Ki-67 indeksi 13,05; müsinöz tümörlerde ise 22,2 olarak tespit edilmiştir (p=0,072). Tümörün histolojik tipi ile Ki-67 indeksleri arasında korelasyon saptanamamıştır. Ki-67 immünoreaktivitesi ile seröz ve müsinöz over karsinomları arasında stage, grade ve lenf nodu tutulumu ilişkisi araştırılmıştır. Stage artışına paralel olarak Ki-67 reaktivitesi artarken (p<0.001); lenf nodu tutulumu, grade ve tümörün histolojik tipi ile korelasyon saptanamamıştır (p>0.05).
SONUÇ: Seröz ve müsinöz karsinomların stage’i artıkça Ki-67 immünreaktivitesi ve proliferatif indekslerinin arttığı bulunmuştur. Buna karşın grade, lenf nodu tutulumu ve histolojik tümör tipi ile Ki-67 reaktivitesi arasında bağlantı saptanmamıştır. Bu bulgular eşliğinde seröz ve müsinöz over kanserlerinde proliferasyon markeri olarak Ki-67 ekspresyonu kullanımının duyarlı bir yöntem olmadığı sonucuna varılmıştır. Seröz ve müsinöz over kanserlerinde proliferasyon markeri olarak Ki-67 kullanımı uygun görülmemekle beraber daha geniş sayıda randomize çalışmaya gerek bulunmaktadır.

DERLEME
6. 
Genomik, Proteomik, Metabolomik Kavramlarına Genel Bakış Ve Uygulama Alanları
General Outlook and Applications of Genomics, Proteomics and Metabolomics
Esin Başaran, Sümer Aras, Demet Cansaran-duman
Sayfalar 85 - 96
Genomik, herhangi bir organizmanın yapısal ve işlevsel fonksiyonlarını kodlayan tüm genlerini tanımlar, bu genlerin birbirleri ve çevre ile etkileşiminin kontrolünü inceler. Çalışma alanlarına göre genomik yapısal ve fonksiyonel genomik olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.Yapısal genomik ise genetik ve fiziksel haritalama ve DNA baz dizilerinin belirlenmesi yöntemleriyle organizmaların genetik bilgilerinin ortaya çıkarılmasını sağlar. Fonksiyonel genomiğin amacı da genlerin ekspresyonunu biçim, miktar ve zaman açısından genom düzeyinde inceleyerek genlerin fonksiyonlarının öğrenilmesinin yanında organizma açısından öneminin anlaşılmasına da yardımcı olmaktadır. Proteom; belli bir zaman ve mekânda bir organizmanın sahip olduğu ve ifade ettiği tüm farklı proteinlerin bir toplamıdır. Proteomik; belli bir zamanda belli bir yerde bulunan tüm proteinlerin yapılarını, yerleşimlerini, miktarlarını, translasyon sonrası modifikasyonlarını, doku ve hücrelerdeki işlevlerini, diğer proteinlerle ve makro moleküllerle olan etkileşimini aydınlatır. Metabolomik; belirli bir zaman diliminde dokularda, hücrelerde ve fizyolojik sıvılarda lipid, karbohidratlar, vitaminler, hormonlar ve diğer hücre bileşenlerinden ortaya çıkan küçük moleküllü metabolitlerin yüksek verimli teknolojiler kullanılarak saptanması, miktarının belirlenmesi ve tanımlanmasıdır. Genomik ve proteomik “ne olabileceğinin” metabolomik ise “gerçekte ne olduğunun” bilgisini verir. Bu nedenle, tüm metabolitlerin ayrıntılı ve kantitatif ölçümü (metabolomik) hastalık teşhisi veya toksik ajanların fenotip üzerindeki etkilerini araştırmada en ideal yöntemdir. Bu derlemede genomik, proteomik ve metabolomik konularında da detaylıca bilgiler verilmiştir. Ayrıca, insan genomunun şifresinin çözülmesi; yani DNA bazlarının diziliş sırasının belirlenmesi, doğuştan var olan yeteneklerimiz ile bazı davranış ve hastalıklara yatkınlığımızın bilinmesinin sağlamasına yardımcı olan ‘İnsan Genom Projesi’ ve ‘İnsan Metabolom Projesi’ hakkında da geniş bilgi verilmiştir

7. 
Organofosfatlı pestisit zehirlenmeleri ve serum paraoksonaz 1 (PON1) enziminin organofosfat metabolizmasındaki rolü
Organophosphate pesticide poisonings and the role of serum paraoxonase 1 (PON1) enzyme in organophosphate metabolism
Birsen Can Demirdöğen
Sayfalar 97 - 112
Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre tüm dünyada yılda 3 milyona yakın pestisit zehirlenmesi meydana gelmekte, bunların 220.000’i ölümle sonuçlanmaktadır. Son yıllarda sıklıkla kullanılan pestisitlerden olan organofosfatlar, asetilkolinesteraz enzimini baskılayarak nörotoksisiteye yol açarlar. Serum paraoksonaz 1 (PON1) serumda HDL’ye bağlı olarak bulunan ve organofosfatların aktif formu olan oksonların hidroliz reaksiyonunu katalizleyerek parçalanmalarını sağlayan bir enzimdir. Her ne kadar paraoksonu hidrolizleyen enzim olarak tanınsa da, PON1’in paraoksonaz aktivitesi biraz zayıftır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda saflaştırılmış PON1 enjeksiyonunun klorprifos ve diazinona karşı koruma sağladığı, ancak paration maruziyetine karşı etkili olmadığı görülmüştür. PON1’in organofosfat maruziyetine karşı koruyucu olarak kullanılabilmesi için enzimin katalitik verimi arttırılmalı ve yeterli miktarda elde edilebilmelidir. Son yıllarda protein mühendisliği yöntemleri kullanılarak PON1’in bazı amino asitlerinde değişiklikler yapılmış, bu PON1 varyantları bakteriyel sistemlerde yeterli seviyelerde ifade edilmiş ve bazı organofosfatlara karşı enzim aktivitesinde artışlar sağlanmıştır. Bu derlemede, PON1’in organofosfat metabolizmasındaki rolüne ve organofosfat zehirlenmelerinde antidot olarak kullanılabilmesi için PON1’in geliştirilmesine yönelik araştırmalardaki son gelişmelere değinilmiştir.

LookUs & Online Makale
w