TÜM DERGİ | |
1. | THDBD 2019-1 Cilt 76 Tüm Dergi TBHEB 2019-1 Vol 76 Full Printed Journal Utku ErcömartSayfalar 1 - 123 Makale Özeti | |
ARAŞTIRMA | |
2. | Ankara’da insana tutunan kene türleri: Tür çeşitliliği, konak özellikleri ve coğrafi dağılım Ticks species biting humans in Ankara: Species diversity, hosts and geographical distribution Banuçiçek Yücesan, Cahit Babür, Figen Sezen, Serpil Nalbantoğludoi: 10.5505/TurkHijyen.2019.44452 Sayfalar 3 - 14 GİRİŞ ve AMAÇ: Keneler tropik ve subtropik iklim kuşaklarında yaşayan, gelişme dönemleri boyunca kan emmek zorunda olan ektoparazitlerdir. İnsan ve hayvanları etkileyen hastalıkların en önemli vektörleri arasındadırlar. Keneler, bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de insan ve hayvan popülasyonunu tutma yeteneği olan ve bu sayede birçok viral, bakteriyel, protozoer ve helmint enfeksiyonlarını bulaştırabilen ektoparazitlerdir. Çalışmamızda Ankara ve yöresinden kene tutunması nedeniyle laboratuvarlarımıza başvuran kişilerden toplanan keneler incelenerek daha önceki çalışmalar ile karşılaştırılıp yayılım açısından günümüzdeki durumun değerlendirilmesi öngörülmüştür. Bu bağlamda elde edilen veriler ile kene-konak ilişkisini tanımlamaya yönelik adım atılması, kene türlerinin mevsimler göre dağılımının araştırılması, afinite gösterdikleri yaş grubu ve bölgenin belirlenerek taşıyabilecekleri hastalıklar konusunda kontrol ve koruma önlemlerinin alınması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız Mayıs 2015 - Nisan 2018 tarihleri arasında Sağlık Bakanlığı ve Üniversite Hastanelerine başvuran hastalardan çıkarılan kenelerin değerlendirilmesiyle gerçekleştirilmiştir. Bu keneler daha sonra Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Daire Başkanlığı, Ulusal Parazitoloji Referans Laboratuvarlarında tanımlayıcı özellikleri, tutundukları alanlar, tutunma ayları, hasta yaşları ve tutunmanın gerçekleştiği ilçelere göre incelenmiştir. BULGULAR: Çalışma döneminde 458 kene incelenmiştir. Bu kenelerin tamamı Ixodidae ailesine bağlı Hyalomma, Rhipicephalus, Dermocentor, Haemaphysalis ve Ixodes soyundan keneler olarak tanımlanmıştır. Kenelerin 159’u (%34,7) dişi, 172’si (%37,6) erkek, 127’si (%27,7) nimflerden oluşmaktadır. Kenelerin 190’ı (%41,5) Hyalomma, 135’i (%29,5) Haemaphysalis, 105’i (%22,9) Rhipicephalus, 18’i (%3,9) Dermocentor, 10’u (%2,2) ise Ixodes soyuna bağlıdır. Tüm nimflerin 115’i (%90,6) Hyalomma, 5’i (%3,9) Haemaphysalis, 5’i (%3,9) Ixodes ve 2’si (%1,6) Rhipicephalus soyuna aittir. Bu çalışmada daha önceki çalışmalar ile karşılaştırıldığında benzer sonuçlar görülmekle birlikte; Rhipicephalus spp kenelerinde Rhipicephalus turanicus sayısının daha fazla olduğu, Hyalomma spp. sayısında artış olduğu saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: İnsan kene tutunma vakaları dünya çapında yaygın olarak bildirilmektedir. Kenelerin hastalardan çıkarılması sonrasında spesifik olarak tanımlanmaları gerekmektedir. Bu nedenle insana tutunan kenelerin bölgesel dağılımlarını bilmek ve takip etmek, sonrasında gelişecek ilişkili hastalıkların epidemiyolojisi, koruma ve kontrol önlemleri açısından önemlidir. Çalışmamız bu yönde yapılacak olan çalışmalara da ışık tutacaktır. |
3. | Akut Renal Kolik Ağrısı Olan Türk Hastalarda Kısa Süreli Metamizol Sodyum ile Diklofenak Sodyum tedavilerinin karşılaştırılması; Bir Çift Kör, Gözlemsel Çalışma Short-Term Use Of Metamizole Sodium Versus Diclofenac Sodium In Acute Renal Colic Pain In Turkish Patients; A Double-Blind, Observational Study Mehmet Kürşat Derici, HAKAN ERGÜNdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.32848 Sayfalar 15 - 22 GİRİŞ ve AMAÇ: Renal kolik ağrısı, acil servis başvurularının en sık nedenlerinden biridir. Metamizol sodyum ve diklofenak, ilaçların bulunduğu ülkelerde en yaygın kullanılan narkotik olmayan ilaçlardır. Bu çalışmanın amacı, Ankara'daki acil servislerde akut böbrek kolik ağrısının tedavisinde metamizol sodyum ve diklofenak'ın etkinliğini ve güvenliğini karşılaştırmaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Renal kolik ağrısı olan 88 hasta intramüsküler metamizol sodyum (1 g) (n=48) veya diklofenak sodyum (75 mg) (n=40) ile tedavi edildi. Ağrı şiddeti, ilaç uygulanmadan önce (başlangıç düzeyi) ve uygulandıktan 30, 60, 90 ve 120 dakika sonra, Görsel Analog Skala (0-100 mm) ve 5-Nokta Sözel Derecelendirme Ölçeği ile ölçüldü. BULGULAR: Her iki tedavi grubu da yaş, cinsiyet ve başlangıç ağrı şiddeti yönlerinden analiz edildiğinde homojendi. Her iki tedavi de iyi tolere edildi ve gözlenen yan etkilerin hiçbiri ciddi değildi. Metamizol sodyum grubunda beş, diklofenak grubunda ise üç hasta ek tedaviye ihtiyaç duydu. Ölçülen tüm zaman noktaları için gruplar arasındaki ortalama ağrı şiddeti farkı anlamlı değildi. Her iki ilaç için de hekim ve hasta değerlendirmeleriarasında da anlamlı fark yoktu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuçlarımız akut renal kolik tedavisinde i,m, 1 g metamizol sodyumun, iki saatlik gözlem dönemi için im 75 mg diklofenak sodyum kadar etkili olduğunu göstermektedir. |
4. | Çeşitli Nörolojik Hastalıklarda Herpes simpleks virüs Tip 1 Pozitifliği Herpes simplex virus Type 1 positivity in various neurological diseases Aylin Altay Kocak, Meryem ÇOLAK, Ceyla Irkec, ayse serdaroglu, Anil Aktaş Tapisiz, HASAN TEZER, Havva Avcikucuk, Işıl Fidan, Seçil Özkan, Gülendam Bozdayıdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.10337 Sayfalar 23 - 30 GİRİŞ ve AMAÇ: Herpesvirüsler, immün yetmezliği olan ve olmayan çocuk ve yetişkinlerde görülen, önemli morbidite ve hatta mortalite ile seyredebilen çeşitli nörolojik hastalıklara yol açmaktadır. Bu virüsler ensefalit etiyolojisinde önemli rol oynamakla birlikte multipl skleroz, Guillain Barre Sendromu gibi nörolojik hastalıklardaki rolleri tam olarak bilinmemektedir. Yapılan çalışmalarda bu hastaların çok az bir kısmında virüs tespit edilebilmiştir. Fakat özellikle multipl skleroz patogenezinde olmak üzere diğer bir çok nörolojik hastalıkta virüslerin, hastalığın tetikleyicisi olabileceği ve hastalığın ilerlemesinde etkili olabileceği düşünülmektedir. Çalışmamızın amacı, nörolojik şikayetleri nedeniyle hastanemizin çeşitli kliniklerine başvuran hastalarda HSV-1 DNA varlığının real time PCR yöntemiyle saptanması ve pozitif bulunan hastalarda klinik tablonun gözden geçirilmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza, Hastanemiz Moleküler Mikrobiyoloji Laboratuvarı’na 1 Nisan 2014-31 Ocak 2016 tarihleri arasında örnekleri gönderilen 150 hasta dahil edilmiştir. Spin-kolon yöntemiyle (High Pure Viral Nucleic Acid Kit,Roche,Almanya) DNA izolasyonu yapılmıştır. İzole edilen DNA’lar Light Cycler 2.0 (Roche,Almanya) cihazında Real Time polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) yöntemiyle (LightCycler® HSV1/2 Qual Kit,Roche,Almanya) çalışılmış ve sonuçlar kalitatif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların HSV-1 IgM ve HSV-1 IgG antikorları ELISA yöntemiyle (DIA. PRO,Milano,İtalya) çalışılmıştır. BULGULAR: Çalışmamıza dahil edilen 164 örneğin %82.9’u (136/164) beyin omurilik sıvısından (BOS), %17.1’i (28/164) kandan oluşmaktadır. Bu örneklerin real time PCR ile %4.8’i (8/164) HSV-1 DNA pozitif bulunurken, aynı anda çalışılan HSV-2 DNA ise tüm örneklerde negatif bulunmuştur. Seroloji bakılan hastaların %6.2’sinde (2/32) HSV-1 IgM pozitif bulunurken, HSV-1 IgG ise hastaların %57.9’unda (11/19) pozitif bulunmuştur. BOS ve kan örnekleri çalışılan hastalarda, HSV-1 DNA pozitifliği ile yaşları ve cinsiyetleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır. Pozitif bulunan hastaların 3’ü (%50) Herpes simpleks ensefaliti ile ilişkilendirilmiştir. Diğer hastaların ise multiple skleroz, Guillain Barre Sendromu, Wilson hastalığı gibi tanıları mevcuttur. TARTIŞMA ve SONUÇ: Güvenilir, duyarlı bir yöntem olan real time PCR sayesinde nörolojik semptomlu hastalara kısa sürede sonuç verilebilmekte, düşük pozitiflikler yakalanmaktadır. Bu sayede tedaviye erken başlanarak sekellerin gelişmesi engellenebilmektedir. Özellikle multiple skleroz ve Guillain Barre Sendromu gibi nörolojik rahatsızlıkların da HSV-1 ile ilişkili olabileceğine dair çalışmalar bulunmaktadır. Bu nedenle, diğer nörolojik rahatsızlığı olan hastalarda da HSV-1 çalışılmasının anlamlı olabileceğini düşünmekteyiz. |
5. | Gıda çalışanlarından saptanan bağırsak parazitleri, izole edilen potansiyel patojenler ve patojenlerin antibiyotiklere duyarlılıkları Detection of intestinal parasites and isolation of potential pathogens and their susceptibility to antibiotics from food handlers Nebiye Yentur Doni, GÜLCAN GÜRSES, Mehmet Bayraktar, fadile yildiz zeyrek, Zeynep Simsekdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.25349 Sayfalar 31 - 40 GİRİŞ ve AMAÇ: Gıda ve su kaynaklı enfeksiyon hastalıklar, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde morbidite ve mortaliteye neden olan önemli bir halk sağlığı sorunudur. Gıda sektörlerinde görev yapan gıda çalışanları, kişisel hijyen eksikliği durumunda, Staphylococcus aureus, Streptocoocus pyogenes, enteropatojen bakterilerin ve bağırsak parazitlerinin sağlıklı insanlara bulaştırılmasında potansiyel enfeksiyon kaynağı olabilirler. Bu çalışmada, gıda çalışanlarında, bağırsak parazitlerinin saptanması; boğaz, burun, dışkıda bulunan patojen mikroorganizmaların ve bu mikroorganizmaların antibiyotiklere duyarlılıklarının araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya, 2011 Ekim-Kasım aylarında, Harran Üniversitesi yemekhanesinde tam ve kısmi zamanlı çalışan toplam 62 kişi dahil edilmiştir. Potansiyel S. aureus ve S. pyogenes taşıyıcılığını araştırmak amacıyla burun, boğaz sürüntü örnekleri alınmış, incelenmiştir. Bakteri suşları, geleneksel biyokimyasal tekniklerle tanımlanmıştır. S. aureus olarak tanımlanan bakteri, Mueller-Hinton Agar besiyerine ekilmiş ve 370C’de 24 saat inkübe edilmiştir. Staphylococcus aureus antimikrobiyal duyarlılık testi, Klinik ve Laboratuvar Standartları Enstitüsü’nün belirtitiği disk difüzyon yöntemiyle tespit edilmiştir. Bağırsak parazitlerini saptamak amacıyla dışkı örnekleri alınmıştır. Salmonella Shigella pozitifliğini saptamak amacıyla gaita kültürü yapılmış ve incelenmiştir. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 62 bireyin yaşları 19-51 arasında değişmekte olup, yaş ortalaması 28,0±1.3; %25,8’i kadın, %74,2’si erkektir. Çalışmamızda, 62 boğaz sürüntüsünün %35,5’inde A grubu beta hemolitik streptokok (Streptococcus pyogenes) izole edilmiştir. Altmış iki burun sürüntüsünün %32,3’ünde (20) Staphylococcus spp. izole edilmiştir. İzole edilen 20 Staphylococcus izolatının %8,1’i metisilin dirençli S. aureus (MRSA), %4,8’i metisilin duyarlı S. aureus (MSSA), %19,4’ü Metisilin duyarlı koagülaz negatif stafilokok (MSKNS) olarak tanımlanmıştır. İzole edilen 15 metisilin duyarlı Staphylococcus spp. izolatının %40’nda penisilin, eritromisin direnci, %13.3’ünde trimethoprim+sulfamethoksazol, sadece %6.7’sinde klindamisin direnci gelişmiştir. On beş izolatın hepsi vankomisine, ampisilin/sulbaktam, sefazolin, sefoksitin, sefotaksim duyarlı bulunmuştur Alınan 62 dışkı örneğinin %95.1’inde direk mikroskobik bakıyla herhangi bir parazit saptanmazken, %3.2’sinde G. intestinalis saptanmıştır. Bir örnekte (%1.6’sında) Entamoeba kisti görülmüş, E. histolytica olabilir mi şüphesini gidermek amacıyla antijen testi kullanılmış ve E. histolytica olduğu doğrulanmıştır. Örneklerin hiçbirinde Salmonella-Shigella ürememiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Nazal S. aureus taşıyıcılığını ve S. pyogenes boğaz taşıyıcılığını saptamak için gıda çalışanlarının düzenli periyotlarla muayene ve kontrolleri yapılmalıdır. Gıda güvenliğini ve halk sağlığını tehdit eden olası MRSA ve S. pyogenes pozitifliğinde çalışanların zorunlu izine ayrılmaları ve tedavi olmaları derhal sağlanmalıdır. Hastalık semptomları tamamen geçtikten ve laboratuar sonuçları negatif çıktıktan sonra işe dönmelerine izin verilmelidir. Gıda çalışanları, kişisel hijyen, gıda hijyeni ve güvenliği gibi konularda gıda sektörü işletmecisi tarafından bilgilendirilmeli ve eğitilmelidir. |
6. | Armodafinil’in membran lipidleri etkileşiminin DPPC model membran sistemi ile araştırılması The investigation of the interaction of Armodafinil with membrane lipids by using DPPC model membrane system Handan Kırkoçoğlu, Sevgi Türker Kayadoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.68094 Sayfalar 41 - 52 GİRİŞ ve AMAÇ: Modafinilin rasemik bileşiğinin R-enantiyomeri olan Armodafinil (ARM) tam olarak bilinmeyen hücresel etki mekanizması ile uyku bozukluklarında kullanılan merkezi sinir sistemi (MSS) uyarıcı ve uyanıklığı arttırıcı bir ajandır. Her ne kadar ARM’nin uyku/uyanıklık düzenini etkileyen enzimlere ve reseptörlere bağlanmadığı ve vücutta çok iyi dağıldığı gösterilse de, bildiğimiz kadarıyla onun MSS’deki etkinliğini değerlendiren bir çalışma bulunmamaktadır. Bir ilacın lipid çözünürlülüğünün onun MSS erişilebilirliliğini direkt olarak etkilediği göz önüne bulundurulduğunda ARM’nin lipidlerin için nasıl nüfuz ettiği ve onlarla ne tarz etkileşmelere girdiğinin araştırılması bu konuya faydalı katkılar sağlayabilir. Bu bağlamda, bu çalışmada dipalmitoilfosfatidilkolin (DPPC) multilamellar veziküler (MLVs) adlı basitleştirilmiş model membran sistemi ile ARM'in konsantrasyona bağlı etkileşmeleri araştırıldı. YÖNTEM ve GEREÇLER: ARM’nin DPPC MLV'lerinin ana geçiş sıcaklığı (Tm), entalpi (ΔH), kooperatiflik birimi (CU) ve CH2 asimetrik, C = O simetrik ve PO2- asimetrik frekans değerleri üzerine etkileri konsantrasyona bağlı olarak (1-10-20 mol%) olarak diferansiyel tarama kalorimetresi (DSC) ve fourier dönüşümü infrared (FT-IR) spektroskopisi kullanılarak incelendi. BULGULAR: Elde edilen tüm verilere göre saf DPPC MLV'lerine ARM eklenmesiyle, lipit düzeninde (açil zincir esnekliği) azalmaya karşılık lipid dinamiği (akışkanlık), gliserol omurgası ve lipid kafa gruplarının hidrojen bağlama kapasitelerinde sıvı ve kristal fazda artma olduğu tespit edildi. Ayrıca, Tm, ΔH ve CU parametrelerininde de daha düşük değerlere kaydığı bulundu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Tüm bulgular, ARM'nin, fosfatidilkolin lipidlerinin açil zincirlerine ve hidrofilik kısımlarına bağlanmak üzere yüksek afinite gösterdiğini ortaya koydu. Bu durum ARM’nin lipidlerin termotrofik parametrelerinde neden olduğu farklılıklarla da desteklendi. ARM’nin lipidlerle yüksek oranda etkileşime grime eğilimi onun membran lipidlerinin paketlenmesini bozmasına da neden olabileceği anlamına gelebilir. Elde edilen tüm sonuçlar ARM’nin biyolojik membranlar ile ne tarz etkileşmelere girdiği ile bilgiler sunmakla birlikte uyku düzensizlikleri ve ilgili hastalıklara karşı yeni ilaç geliştirme çalışmalarına katkı sağlayabilir. |
7. | Hepatit B'li Hastalarda Artmış Ortalama Trombosit Hacmi, Eritrosit Dağılım Genişliği ve Trombosit / Eritrosit Dağılım Genişliği Oranı Increased Mean Platelet Volume, Red Blood Cell Distribution Width and Platelet/ Red Blood Cell Distribution Width in Patients With Hepatitis B. Fazila Atakan Erkal, Nevgün Sepin Özen, Mestan Emek, Şenay Tuğlu Ataman, Melek Yalçınkaya, Nihal AKSOY, Murat Özdemirdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.39206 Sayfalar 53 - 58 GİRİŞ ve AMAÇ: Hepatit B virüsü tüm dünyada önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Son yıllardaki çalışmalarda kronik hepatit B’li hastalarda rutin hematolojik parametrelerden olan ortalama trombosit hacmi (MPV), eritrosit dağılım genişliği (RDW) seviyeleri sağlıklı kişilere göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Bu çalışmada Hepatit B yüzey antijeni (HbsAg) pozitif olgularda MPV, RDW ve RDW/Trombosit (PLT) eritrosit dağılım genişliği/trombosit oranı (RPR) ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2011-2012 yılları arasında Antalya Halk Sağlığı Laboratuvarı’na başvuran hastalar retrospektif olarak incelemeye alındı. HbsAg pozitif olarak saptanan ve yaşları 17-82 arasında değişen, 349 kadın ve 213 erkekten toplam 562 hasta çalışmaya alındı. Aynı dönemde yaklaşık 3: 1 hasta/kontrol oranında sağlıklı kişilerin yaş ve cinsiyet ile eşleşen kontrol grubu oluşturuldu. Kontrol grubu yaşları 18-76 arasında değişen 121 kadın ve 80 erkekten oluşturuldu. Hastaların eş zamanlı olarak alanin aminotransferaz (ALT), aspartat aminotransferaz (AST), PLT, MPV, RDW ve RPR düzeyleri de incelendi. BULGULAR: HbsAg pozitif grupta yaş ortalaması 42.07±12.71 olarak bulundu. HbsAg negatif olan kontrol grubundaki yaş ortalaması ise 41.21±13.15 olarak saptandı. Yaş gruplarına göre hasta ve kontrol grubunda istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0,367). AST and ALT değerleri HbsAg pozitif hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05). Hasta ve kontrol grubunda PLT, MPV, RDW ve RPR düzeylerinde tüm parametreler açısından anlamlı farklılık saptandı (p<0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: MPV ve RDW düzeyleri, literatürdeki Hepatit B’li hastalarla yapılan çalışmalarla uyumlu şekilde çalışmamızdaki HBsAg pozitif hasta grubunda da kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek saptanmıştır. Ayrıca RPR'nin de HBsAg pozitif hastalarda yüksek olması dikkat çekicidir ve inflamasyonla muhtemel ilişkisi yeni araştırmalara yön verebilir. |
8. | Yetişkin kadınların diyet posası alım miktarı ve bilgi düzeyi: kesitsel bir çalışma Dietary fiber intake and knowledge level of adult women: a cross-sectional study Ceren Gezer, Zeynep Demirdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.58671 Sayfalar 59 - 66 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada Afyonkarahisar şehir merkezinde yaşayan kadın bireylerin diyet posası alım miktarları ile diyet posası bilgi düzeyleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi hedeflenmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma örneklemini Afyonkarahisar şehir merkezinde yaşayan 385 yetişkin kadın oluşturmuştur. Vücut ağırlığı, boy uzunluğu, bel çevresi, kalça çevresi ölçümleri tekniklerine uygun olarak ölçülmüştür. Günlük diyet posası alım miktarını saptamak için 24 saatlik geriye dönük besin tüketim kayıt tekniği, diyet posası bilgi düzeyinin belirlenmesi için Diyet Posası Bilgi Ölçeği kullanılmıştır. Gerekli istatistik uygulamalar Statistical Package for the Social Sciences 18.0 istatistik programı ile gerçekleştirilmiştir. BULGULAR: Bireylerin günlük diyet posası alım miktarı ortalaması 17.2±4.17 g, diyet posası bilgi ölçeği toplam puan ortalaması 5.2±1.65 olarak saptanmıştır. Bireylerin günlük diyet posası alım miktarı ve diyet posası bilgi ölçeği puanlarında yaş, eğitim durumu ve mesleğe göre istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık belirlenmemiştir. Ancak yaş grubu yükseldikçe diyet posası bilgi ölçeği puanları artış göstermiştir (p>0.05). Ayrıca serbest meslekle uğraşanların diyet posası alım miktarı ve diyet posası bilgi ölçeği toplam puanı en düşük, memurların ise en yüksektir (p>0.05). Bireylerin günlük diyet posası alım miktarı ve diyet posası bilgi ölçeği puanlarında beden kütle indeksi, bel çevresi, bel/kalça oranı ve bel/boy oranı sınıflamalarına göre istatistiksel olarak bir farklılık belirlenmemiştir. Bireylerin günlük diyet posası alım miktarları ve diyet posası bilgi düzeyi ölçeği puanları arasında ilişki bulunmamıştır (p>0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak Afyokarahisar merkezinde yaşayan yetişkin kadınların diyet posası alım miktarı önerilerin altında ve diyet posası bilgi düzeyi düşüktür. Kadınların diyet posası ile ilgili bilgi düzeyinin yükseltilmesi için halk eğitim merkezlerinde uygulamalı ve etkileşimli eğitim programları oluşturulması yararlı olabilir. Daha geniş örneklem büyüklüğüne sahip, çok merkezli, diyet posası alımı ile diyet posası bilgi düzeyini etkileyen faktörlerin daha detaylı irdeleneceği tanımlayıcı ve deneysel çalışmalar planlanabilir. |
9. | Kadın sağlığı hastanesinde sigara bırakma poliklinik hizmetleri ve gebelikte sigara içen kadınların gebelik sonuçları Smoking cessation unit services and pregnancy outcomes of smoking women during pregnancy in a maternal health hospital Şule Özel, Nesrin Ünal Karagözoğlu, Sabriye Korkut, Aysegul Öksuzoglu, Yaprak Engin-Ustundoi: 10.5505/TurkHijyen.2019.08068 Sayfalar 67 - 74 GİRİŞ ve AMAÇ: Gebelikte tütün ürünleri kullanımı hem anneyi hem bebeği olumsuz olarak etkilemektedir. Sigara kullanan gebelerde saptanan medikal komplikasyonları, gebelerin doğum özelliklerini ve yenidoğan bulgularını tanımlamayı ve ikincil olarak, hastanemize başvuran gebelerdeki sigara kullanma oranını saptamayı amaçladık YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif kesitsel çalışmada, 1 Ocak-30 Mayıs 2018 arasında Sigara Bıraktırma Birimine (SBB) gönüllü olarak başvuran postpartum hastalar sigaranın etkilerini değerlendirmek için, hastanemiz antenatal kliniklerine başvuran tüm gebe kadınlar ise sigara içme oranını saptamak için çalışmaya dahil edildi. Verilerin analizi SPSS 17 istatistik programı ile yapıldı. Günde içilen sigara miktarının doğum haftası, bebeğin Apgar skoru, doğum ağırlığı, boyu üzerine etkisi parametrik veriler için Pearson, nonparametrik değerler için Spearman korrelasyon analizi ile değerlendirildi. BULGULAR: Antenatal polikliniğine başvuran 50.140 gebenin 3181'i (%6,34) sigara kullandığını beyan etti. Bu kadınların 41 (%1,29) tanesi sigarayı bırakmak için gönüllü olarak SBB' ne başvurdu. Doğum sonrası SBB' den gönüllü olarak tedavi almayı kabul eden toplam 103 kadın vardı. Hastaların son gebeliklerinde intrauterin fetal ölüm 9 (%8,70), düşük tehdidi 11 (%9,67), anemi 7 (%6,79), preeklampsi 2 (%1,94), gestasyonel diabet 2 (%1,94), plasenta previa 2 (%1,94), hiperemesis gravidarum 2 (%1,94), oligohidramnios 1 (%0,97) oranında izlendi. Çalışmamızdaki birden çok gebeliği olan kadınların % 95'inin (76/80) daha önceki gebeliklerinde de sigara içtiği öğrenildi. Hastanemize başvurduğunda fetal viabilitesi olan kadınların 28/94 (%29,8) normal doğum, 66/94'i (%70,2) sezaryen doğum yaptı. SBB tarafından konsulte edilen hastalarımızdaki primer sezaryen oranı 26/54 (%48) olarak bulundu. Sigara içen annelerden canlı doğan bebeklerin 11'inin (%11,8) ağırlığı 2500 gr altında idi. 9 kadın (%9,96) 37 haftadan önce doğum yaptı. Günde içilen sigara miktarı ile doğum haftası (p = 0,39, rho = 0,09), bebeğin 5.dakika Apgar skoru (p =0,49, rho = 0,07), doğum ağırlığı (p = 0,96, r = 0,04) ve doğum boyu (p = 0,97, rho = 0,01) arasında anlamlı ilişki saptanmadı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda intrauterine ölü doğum oranını literatürde belirtilen oranlardan yüksek bulduk. Bunun dışında çalışmamızda saptadığımız gebelik komplikasyonu oranları literatür ile uyumludur. Hastanemize başvuran kadınlarda gebelikte sigara içme oranı dünya ortalamasından yüksektir. |
10. | 2017 yılı içerisinde meydana gelen kadın cinayetlerinin haber kaynakları üzerinden kişi, yer ve zaman özelliklerine göre tanımlanması The definition of the person, place and time characteristics of women homicides from news sources in 2017 Mehmet Uyar, Elif Nur Yıldırım, Tahir Kemal Şahindoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.62593 Sayfalar 75 - 84 GİRİŞ ve AMAÇ: Araştırmamızda 2017 yılı içinde meydana gelmiş olan kadın cinayetlerinin kişi, yer ve zaman özelliklerinin tanımlanması ve kadına yönelik şiddete dikkat çekmek amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma tanımlayıcı türdedir. Araştırma verileri 1 Ocak-31 Mart 2018 tarihleri arasında toplanmıştır. Kadın cinayetlerinin kaydını tutan ve http: //kadincinayetleri.org/ ve http: //anitsayac.com/?year=2017 adreslerinde yer alan iki internet sitesinden toplam 402 kadın ölümü listelenmiştir. Şüpheli ölümler, intiharlar ve kaza kurşunuyla hayatını kaybedenler kapsam dışı bırakılmıştır. Toplam 284 olayda hayatını kaybeden 317 kadın, kadın cinayeti olarak değerlendirilmiştir. Bu olaylar haber arşivlerine internet üzerinden ulaşılabilen yedi gazete ve üç haber sitesinden taranmıştır. Tarama esnasında; 30 soruluk bir veri kayıt formu kullanılmıştır. Veri girişi ve analizi için bilgisayar ortamında SPSS paket programı kullanılmıştır. Analizler sırasında; kategorik verilerin özetlenmesinde sayı ve yüzdelikler, sayısal verilerin özetlenmesinde ortanca (Min-Max) kullanılmıştır. Araştırma; tüm kamunun açık erişiminin bulunduğu internet siteleri üzerinden yapıldığından ve insanla doğrudan temas olmadığından, etik ya da resmi herhangi bir izin alınmamıştır. BULGULAR: Kadınların yaş ortancası 35 (Min: 1 Max: 88), erkeklerin yaş ortancası 36 (Min: 7 Mx: 90) idi. Kadınların %8,2’si, erkeklerin %3’ü yabancı uyrukluydu. Kadınların %59,9’u (n=154) ve erkeklerin %67’si (n=120) evliydi. Cinayet sırasında 7 kadın hamileydi. 284 cinayet olayında öldürülen 317 kadın 284 erkek tarafından öldürmüştü. Kadınların %59,3’ü partner/eski parterden, %26,9’u baba, erkek kardeş gibi bir aile üyesi tarafından öldürülmüştü. 79 cinayet olayında sebep öncesi olmayan anlık bir tartışmaydı. Olayların %52,2’sinde ateşli silah ölüm aracı olarak kullanılmıştı. Cinayete kurban giden kadınların %2,5’i (n=8) tecavüze uğramıştı. %65,1 olay evde gerçekleşmişti. %27,8’i ilkbaharda ve %27,1’i kışın meydana gelmişti. Marmara Bölgesi %27,1 (n=86) ile cinayetlerde birinci sıradaydı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Önemli bir halk sağlığı sorunu olan kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri hem ülkemizde hem de Dünya’da varlığını sürdüren önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. Kadın cinayetleri konusunda toplumsal farkındalık yaratmak için çalışmalar yapılmalıdır. |
11. | Türkiyede yetişen Equisetum arvense, Plantago lanceolota ve Olea europaea yaprağından elde edilen ticari ekstraktların in-vitro antibakteriyel aktivitelerinin araştırılması Investigation of in-vitro antibacterial activities of commercial extracts prapered from Equisetum arvense, Plantago lanceolota and Olea europaea leaf grown in Turkey Şinasi AŞKAR, Şeyma Nur Deveboynudoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.53367 Sayfalar 85 - 92 GİRİŞ ve AMAÇ: Bitkiler yüzyıllardır enfeksiyon hastalıklarının tedavisi dahil olmak üzere birçok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Son yıllarda patojen mikroorganizmalara karşı kullanılan antibakteriyel maddelere direncin artmasıyla yeni bitki kaynaklı antibakteriyel madde arayışı artmıştır. Bu çalışmada, Türkiye’de yetişen Olea europaea yaprağı, Plantago lanceolota, Equisetum arvense ticari bitki ekstraktlarının, nozokomiyal enfeksiyonların etiyolojisinde de yer alan bazı gram pozitif ve gram negatif bakterilere karşı antibakteriyel aktivitelerinin ve minimum inhibitör konsantrasyon değerlerinin araştırılması amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Etanol ekstraksiyonu ile elde edilmiş ticari bitki ekstraktlarının, Genişlemiş Spektrumlu Beta Laktamaz (GSBL) üreten Escherichia coli, Klebsiella pneumoniae, Pseudomonas aeruginosa, Enterococcus faecalis ve Metisilin Dirençli Staphylococcus aureus (MRSA) türlerine karşı antibakteriyel aktivitesi disk diffüzyon ve minimum inhibitör konsantrasyon değeri sıvı mikrodilüsyon yöntemi ile araştırıldı. BULGULAR: Disk difüzyon sonuçlarına göre, tüm bitki ekstraktlarının (6.24 mg/disk) yalnızca Metisilin dirençli S.aureus’a karşı farklı düzeylerde zon çapı oluşturduğu belirlendi. Sıvı mikrodilüsyon yöntemiyle ise, tüm bitki ekstraktlarının bakteriler üzerinde farklı düzeyde minimum inhibitör konsantrasyona sahip olduğu belirlendi. Her iki yöntemde de uygulanan eşit konsantrasyonlarda sonuçlar uyumlu çıkarken, bitki türleri içerisinde en yüksek antibakteriyel aktivite Olea europaea yaprak ekstraktında belirlenirken en duyarlı bakterinin Metisilin dirençli S.aureus olduğu tespit edildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Başta Olea europaea yaprağı ekstraktı olmak üzere, araştırılan bitki ekstraktlarının sağlık, farmasötik, kozmetik ve gıda endüstrisi gibi birçok alanda başta Metisilin dirençli S.aureus olmak üzere, genişlemiş spektrumlu beta laktamaz üreten E. coli, K. pneumoniae, P. aeruginosa, E. faecalis türlerine karşı etkili olabileceği ve bu konuda yeni in vivo çalışmalara ihtiyaç olduğu sonucuna varılmıştır. |
12. | HIV enfekte ergen bir hastada sekonder sifiliz A HIV infected adolescent with secondary syphilis Emine Manolya Kara, Selda Hancerli Torun, Muammer Osman Köksal, Özge Kaba, Elif Köseoğlu Yıldrıım, Ali Ağaçfidan, AYPER SOMERdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.34735 Sayfalar 93 - 98 Giriş: Son yıllarda dünya genelinde ve ülkemizde, adolesan dönemde İnsan İmmünyetmezlik Virusu (Human Immunedeficiency Vırus, HIV) enfeksiyonlarında artış gözlenmektedir. Ülkemizde toplam 13.158 HIV enfekte hastanın 429’u (%3.2) 19 yaşın altındaki çocuklardan oluşmaktadır. Çocuk verileri kendi içinde değerlendirildiğinde çoğunluğu (%69) erkek olmak üzere bu olguların %62.7’ sinin 15-19 yaş aralığındaki ergenler olduğu dikkati çekmektedir. Bu hasta grubunda sifiliz başta olmak üzere cinsel yolla bulaşan diğer hastalıklar da saptanabilmektedir. Burada HIV-sifiliz koenfeksiyonu olan 16 yaşında erkek hasta sunulmuştur. Olgu Sunumu: Tekrarlayan oral aft ve halsizlik nedeniyle tetkik edilirken HIV enfeksiyonu tanısı alan, kliniğimizce takipli adolesan hasta iki gündür devam eden düşük dereceli ateş ve makülopapüler döküntü ile prezente oldu. Başvurusunda genel durumu iyi, bilinci açık koopere olan hastanın, boy-kilo persantilleri yaşına uygundu. Ağız içinde aftöz lezyon saptanmadı. Bilateral servikal en büyüğü 1.5 cm çapında hareketli birkaç adet lenfadenopati, ve sağ aksillada saptanan 1 cm hareketli lenfadenopati dışında fizik muayenede özellik yoktu. Hepatosplenomegali palpe edilmedi. Ekstremitelerde belirgin olmak üzere tüm vücudunda yoğun makülopapüler döküntü mevcuttu. Haricen pubertal erkek görünümünde olan hastanın genital sistem muayenesinde lezyon yoktu, inguinal lenfadenopati saptanmadı. Laboratuvar incelemesinde lökosit sayısı: 1800/mm3 (nötrofil: 800/mm3, lenfosit: 900/mm3) C-reaktif protein: 25 mg/L (<5 mg/L), hafif artmış; tam idrar tahlili normaldi. Karaciğer transaminazları ve renal fonsiyon testleri normal aralıkta idi. Ebstein Barr Virus ve Cytomegalovirus polimeraz zincir reaksiyonu kopya sayısı ile kızamık IgM, rubella IgM ve parvovirus IgM negatif saptandı. Viral solunum paneli (ResPlex II Panel v2.0 (Qiagen, Hilden, Germany) negatif sonuçlandı. Sifiliz açısından RPR (The Rapid Plasma Reagin RPR; Spinreact, Girona, Spain) 1/128 titrede pozitif saptanan hasta IM benzatin penisilin G tedavisi ile başarılı bir şekilde tedavi edildi. Sonuç: Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Bulaşıcı Hastalıklar Daire Başkanlığı (BHDB) İstatistikleri raporuna göre 2012 yılından sonra bildirilen sifiliz olgularında artış olduğunu göstermektedir. Adolesan yaş grubundaki HIV hastalarının sifiliz gibi cinsel yolla bulaşan diğer hastalıklar açısından da risk altında olduğu göz önünde bulundurularak, izlem sırasında serolojik inceleme yapılmalıdır. |
13. | Antibiyotik Kullanımı ve Obezite Arasındaki Köprü: Mikrobiyota mı? The Bridge Between Antibiotic Use and Obesity: Is It a Microbiota? Serap Süzük Yıldız, Dilek Öztaşdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.67689 Sayfalar 99 - 108 Hemostazın sağlanması ve hastalıkların gelişmesinde belirgin etkisi olan bağırsak mikrobiyotası insan gastrointestinal sisteminde yaşayan kompleks ve dinamik bir mikroorganizma topluluğundan oluşmaktadır. Bağırsak bakterileri, immünite ile metabolik hemostazın devamlılığının sağlanmasında ve patojen mikroorganizmalara karşı korunmada kritik rol oynar. Bebeklik döneminde insan bağırsak mikrobiyotası gelişimine çok sayıda faktör etki etmektedir. İnsan mikrobiyom projesi ile başlayan hastalıklara yaklaşım, yeni patogenezleri ortaya koymaktadır. Bağırsak mikrobiyotasının değişimi (disbiyozis) birçok inflamatuvar hastalığın patogenizi ile ilişkilidir. Antibiyotikler mikrobiyota gelişiminde ve değişimindeki en önemli faktörlerden biridir. Çocukluk çağı obezitesinin prevalansındaki artış sağlık çalışanlarının karşılaştığı en büyük sorunlardan biridir. Obezite riskini azaltmada etkili stratejilere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu stratejilerin geliştirilmesi ise obezite gelişiminde rol oynayan faktörlerin daha iyi anlaşılmasına bağımlıdır. Son yıllardaki veriler, obeziteye neden olan risklerin bebeklik döneminde başlayabileceğini ve çocukluktaki fazla kilolu olmanın, ileri yaşlardaki obezitenin güçlü bir tahmini faktör olabileceğini göstermektedir. Özellikle iki yaşına kadar kullanılan antibiyotiklerin çocukluk çağında fazla kilo veya obezite ile arasındaki ilişki epidemiyolojik çalışmalar ile ortaya konmaktadır. Antibiyotik kullanımına bağlı gelişen disbiyozisin obezite zeminini nasıl ortaya çıkardığı ancak iyi dizayn edilmiş hayvan deneyleri ile ortaya konulabilir. Obez bireyler zayıf olanlara kıyasla bağırsak mikrobiyota içeriğinde belirgin farklılıklar gösterirler. Obezite, Firmicutes filumundaki artış ve Bacteroidetes filumundaki azalış ile ilişkilidir. Obezite ile ilişkili bağırsak mikrobiyotası, bağırsakta besinlerden alınan enerjiyi de arttırmaktadır. Bugün için elde edilen verilere göre antibiyotikler, mikrobiyota bileşiminde değişikliğe neden olabileceği gibi farklı fizyolojik mekanizmalar ve gen düzeyindeki değişikliklerle de obezite zeminini hazırlayabilir. Bu derlemede antibiyotik kullanımına bağlı oluşan disbiyozisin etkisine bağlı olarak gelişen obezitenin nedenleri tartışılmıştır. |
14. | SPLENEKTOMİ, OPSI ve KORUNMA STRATEJİLERİ SPLENECTOMY, OPSI and PREVENTIVE STRATEGIES Umut Gazi, Djursun Karasartova, AYŞE SEMRA GÜRESERdoi: 10.5505/TurkHijyen.2018.89990 Sayfalar 109 - 122 Vücudun en büyük ikincil bağışıklık organı olan dalağın en önemli görevlerinden bir tanesi kan yoluyla taşınan antijenlere karşı immün cevabı başlatarak kanı yabancı maddelerden temizlemektir. Dalakta kapsüllü mikroorganizmalara saldıran makrofajlar ve erken IgM üretiminden sorumlu B-hücreleri ile birlikte bol miktarda lenfoid doku ve hücre bulunmaktadır. Dalağın yokluğunda, yeni karşılaşılan bir antijene karşı hızlı antikor üretimi bozulur ve bakteri hızla çoğalır. Post-splenektomik enfeksiyon (Overwhelming Post Splenectomy infection, OPSI) mortalitesi yüksek bir hastalıktır. OPSI'nin başlangıç semptomları grip benzeri hastalıklardaki gibi hafif bir seyir izlemesine rağmen, klinik seyir iki gün içinde hızla koma ve ölümle sonuçlanabilir. Dalağı alınmış hastalarda OPSI görülme olasılığı yüksektir ve hastalar bir ömür boyu risk altındadır. OPSI vakaları çoğunlukla Streptococcus pneumoniae (S. pneumoniae), Neisseria meningitis (N. meningitis) ve Haemophilus influenza (H. influenza) kaynaklıdır. Bu yüzden splenektomi tedavisinden en az iki hafta önce, ya da acil splenektomi tedavisinin uygulanacağı durumlarda cerrahi operasyondan en fazla iki hafta sonra pnömokok, meningokok ve Hib aşılaması önerilmektedir. Zaman içerisinde aşılanan bireylerde antikor düzeyinin azalmasından ötürü, splenektomi hastalarının her 5 yılda bir yeniden aşılanmaları tavsiye edilir. Öte yandan, OPSI'nin önlenmesinde antibiyotik kullanımının ve hasta eğitiminin de önemli bir yeri vardır. Hastaların OPSI riski ile ilgili bilgilendirilmeleri, özellikle yurt dışı ziyaretleri öncesinde doktorlarına danışmaları gerekmektedir. Bu kadar önemli olmasına rağmen, OPSI riskini azaltmaya yönelik hasta ve hekim eğitimi günümüzde yeterli düzeyde değildir. Bu yüzden, hekimlerin konuya daha duyarlı olmaları ve hastalarının takibini sağlamaları tavsiye edilmektedir. Bu derlememizde, OPSI’nin dalağı alınmış hastalarda önlenmesi için kullanılan stratejilerin etkinliği, günümüz literatür kapsamında, yaptığımız laboratuvar ve klinik çalışmalarını içerecek şekilde tartışılacaktır. |