1. | 2013-1 Cilt 70 tüm dergi 2013-1 Vol: 70 Full Printed Journal Selahattin TaşoğluSayfa 0 Makale Özeti | |
ARAŞTIRMA | |
2. | 2003–2011 yılları içerisinde Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde anti HCV görülme sıklığı ve pozitifliklerin yıllara göre karşılaştırılması Anti HCV frequency and comparison of its positiveness by year obtained of Cumhuriyet University Medical Faculty Hospital between 2003-2011 Aslı Çabuk, Cem Çelik, Rakibe Kaygusuz, Mustafa Zahir Bakıcıdoi: 10.5505/TurkHijyen.2013.72470 Sayfalar 1 - 6 AMAÇ: Çalışmamızda 2003–2011 yılları içerisinde Cumhuriyet Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi’ne başvuran hastalardan Mikrobiyoloji laboratuvarına hepatit şüphesiyle gönderilen kan örneklerinde HCV antikorunun görülme sıklığı ve yıllar arasındaki dağılımların karşılaştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEMLER: Çalışmamızda 2003–2011 yıllarını kapsayan dokuz yıllık dönemde Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Uygulama ve Araştırma Hastanesine başvuran hastaların Anti HCV sonuçları laboratuar kayıtlarından geriye dönük olarak incelendi. BULGULAR: 2003–2011 yılları içerisinde Mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen toplam 255764 kan örneğinin 5085’inde (% 1.9) anti HCV testi pozitif bulunmuştur. Bulunan HCV antikoru oranları yıllara göre karşılaştırıldığında ise oranların % 1.7 ile % 2.3 arasında değiştiği görülmüştür. SONUÇ: HCV enfeksiyonunun güncelliğini sürdürmekte olduğu görülmektedir. Hastalığın kontrol altında tutulabilmesi için verilerin sürekli olarak güncellenmesi gerekmektedir. Çalışmamızın bu konudaki literatüre katkı sağlayacağını düşünmekteyiz. |
3. | İlaçlama sektöründe çalışan işçiler ile zehirlenme şüphesi görülen hastaların kolinesteraz seviyelerinin belirlenmesi Determination of cholinesterase levels of the employees working at the pharmaceutical sector and the patients suspected of being poisoned Banuçiçek Yücesan, Mürsel Kurt, Figen Sezen, Serdar Alp Subaşıdoi: 10.5505/TurkHijyen.2013.21043 Sayfalar 7 - 14 AMAÇ: Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı Tüketici Güvenliği ve Sağlık Etkileri Araştırma Müdürlüğü Biyolojik Materyal Laboratuvarına 2008-2010 yılları arasında başvuran, pestisitlerin kronik etkilerine maruz kalan tarım ve ilaçlama şirketi işçileri ile pestisit zehirlenmesi şüphesi görülen hastaların kolinesteraz seviyelerinin substrat olarak butyrylthiocholine kullanılarak spektrofotometrik olarak belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEMLER: Kan örnekleri biyolojik materyal laboratuvarında analize alınmıştır. Plazma kolinesteraz seviyesi 01.01.2008 - 17.07.2010 tarihleri arasında; Cholinesterase, butyrylthiocholine.kinetic, (Spınreact); 17.07.2010 tarihinden sonra ise; Cholinesterase, butyrylthiocholine substrate, (Quimica clinica aplıcada S.A.) isimli kit ile çalışılmıştır. Alınan kanların plazmaları ayrılarak, ön işlemlere tabi tutulmuş ve hazırlanan numuneden 405 nm’de oda sıcaklığında spektrofotometrik yöntemle, kolinesteraz seviyesi kantitatif olarak ölçülmüştür. BULGULAR: Bu çalışmada pestisit maruziyeti ve şüphesi nedeniyle başvuran 1136 kişinin kanında kolinesteraz düzeyi incelenmiştir. Başvuran bu kişilerin 367 (%32,3)’sini kolinesteraz seviye takibi amacıyla ilaçlama sektöründe çalışan işçiler, 769 (%67,7)’unu ise zehirlenme ön tanısı nedeniyle kolinesteraz seviyesi araştırılan kişiler oluşturmuştur. Zehirlenme ön tanısı olan kişilerin 222 (%28,9)’sinde serum kolinesteraz seviyesi düşük olarak tespit edilmiştir. Bu kişilerin 119 (%53,6)’unu kadınlar ve en sık 10-19 yaş grubu 56 (%25,2) oluşturmuştur. İlaçlama firmalarından laboratuvarımıza müracaat eden kişilerin 347 (%94,6)’sinin değerleri normal sınırlarda tespit edilmiştir. Bu kişilerin ancak 20 (% 5,4)’sinde kolinesteraz düzeyleri zehirlenme sınırında saptanmıştır. Kolinesteraz seviyesi düşük tespit edilen işçilerin ise 30-39 yaş grubunda en fazla olduğu izlenmiştir. SONUÇ: Organofosforlu insektisit zehirlenmelerinde ve bu maddeler ile ilaçlama yapan kişilerde kolinesteraz seviyesinin ölçümü son derece önemlidir. Çalışmamızda zehirlenme ön tanısı ile gelen 547 (%71,1)hasta ve sektörde çalışan 347 (%94,6) işçide kolinesteraz seviyesi normal tespit edilmiştir. Bu bağlamda zehirlenme öntanılı hastaların klinikler tarafından daha iyi sorgulanması gerektiği gözlemlenmiştir. Ayrıca ilaçlama sektöründe çalışan işçilerin organofosforlu insektisitlere maruz kalanlarında kolinesteraz seviyesi bakılmasının ekonomik ve iş yükü açısından önem taşıdığı düşünülmüştür. |
4. | Metalürji işçilerin saç örneklerinden tespit edilen arsenik düzeyleri Hair arsenic levels of metalurgical workers Vugar Ali Türksoy, Dilek Kaya, Hınç Ömer Yılmaz, Tülin Söylemezoğludoi: 10.5505/TurkHijyen.2013.27928 Sayfalar 15 - 20 AMAÇ: Birçok ülkede özellikle çevresel metal maruziyetini ve ülke standartlarını belirlemek amacıyla toplum bireylerine ait veriler değerlendirilmektedir. Bu çalışmada arsenik maruziyeti olduğu düşünülen metalurji işçilerinin yanısıra bilinen bir metal maruziyeti olmayan gönüllülerden alınan saç örneklerinde arsenik analizi yapılarak ülkemizde yaşayanlara ait ortalama değerlerin bulunması amaçlanmıştır. YÖNTEMLER: Çalışmada 20-58 yaş arası 175 erkek metalürji işçisi ile aynı yaş grubunda (21-60 yaş) 175 erkek gönüllüye ait saçlarda Zeeman düzeltmeli Grafit Fırınlı Atomik Absorbsiyon Spektroskopla (GFAAS) arsenik analizi yapılmıştır. BULGULAR: Metalurji işçilerine ait saç örneklerinde arsenik düzeyi 2,53±2,47 μg/g, kontrol grubunda ise 0,21±0,20 μg/g bulunmuştur. Metal maruziyeti olan grupta bulunan sonuçlar istatistiki olarak anlamlı (p<0,01) düzeyde yüksektir. SONUÇ: Saç arsenik düzeyleri bilinen maruziyeti olmayan grupta standart olarak kabul edilen 1 μg/g ın oldukça altında iken, işçi grubunda iki kez daha yüksek olması bu gup işçiler için alınacak önlem ve yaptırımların artırılması gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır |
5. | Maraşotu (Nicotiana rustica L.) kullanımının lenfosit alt gruplarına etkilerinin araştırılması Investigation of the effects of lymphocyte sub-groups of the use of Maraş powder (Nicotiana rustica L.) Murat Aral, İbrahim Aral, Hasan Çetin Ekerbiçer, Mustafa Çelik, Serpil Şeriban Doğan, Nuriye İsmihan Ece Paközdoi: 10.5505/TurkHijyen.2013.88155 Sayfalar 21 - 26 AMAÇ: AMAÇ: Bu çalışmada “Maraş otu” kulanımının lenfosit alt gruplarına olan etkilerinin ortaya konması amaçlanmıştır. YÖNTEMLER: Sigarayı bırakmak için Maraş otu kullanmaya başlayan ve bu otun bağımlısı olan sağlıklı gönüllüler olgu grubunu ve sağlıklı, herhangi bir tütün ürünü kullanmayan gönüllüler kontrol grubunu oluşturuyordu. Deneklerden bir defa alınan tam kan örneklerinde hücresel immün sisteme ait lenfosit alt grupları Becton Dickinson marka kitler kullanılarak akım sitometrik yöntemle değerlendirildi. BULGULAR: Olgu ve kontrol gruplarındaki tüm denekler erkek olup yaş ortalamaları açısından gruplar birbirine benzerdi. Olgu grubunun CD4+/CD8+ T hücre oranları, CD19+ (B lenfosit) ve CD4+ (T helper lenfosit) hücre yüzdeleri ortalamaları kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük bulundu. Bununla birlikte, olgu grubunun CD16+56+ (Natural Killer lenfosit) ve CD8+ (T sitotoksik lenfosit) hücre yüzdeleri ortalamaları kontrol grubundan anlamlı olarak yüksek idi. CD3+ (total T lenfosit) hücre yüzdeleri ortalamaları ise her iki grupta da benzer olarak saptandı. SONUÇ: : “Maraş otu” kullanımının tiryakilerde hücresel immüniteyi göreceli olarak arttırdığı, humoral immüniteyi ise azalttığı düşünülmektedir. Neticede her türlü sapma ile sonuçlanan immün yanıtlar, çeşitli hastalıklara zemin hazırlayabilir. Bu nedenle, sigara konusunda olduğu gibi, Maraş otunun kullanıcılarının da sağlığa olabilecek etkiler konusunda uyarılması önem taşımaktadır. |
OLGU SUNUMU | |
6. | Ankara İli Kazan İlçesi kırsal bölgesinden bir hantavirüs enfeksiyonu olgusu A hantavirus infection case report from rural area of Kazan district, Ankara Aysegul Ulu-kılıç, Dilek Çağlayık- Yağcı, Gülay Dede, Ediz Tütüncü, Yavuz Uyar, İrfan Şencandoi: 10.5505/TurkHijyen.2013.50103 Sayfalar 27 - 32 Bunyaviridae ailesinin bir üyesi olan Hantavirus’lar zarflı, negatif polariteli tek iplikli segmenter RNA genomuna sahip viruslardır. Günümüzde 20’den fazla Hantavirus türü tanımlanmıştır. Bunlardan 11 tanesi insanda klinik bulgulara yol açmaktadır. Hantaan (HTNV), Puumala (PUUV), Dobrava (DOBV), Seoul virus’ları farklı formlarda renal sendromlu kanamalı ateşe (RSKA) neden olurken, Sin Nombre virus ve Sin Nombre benzeri viruslar özellikle Amerika’da yüksek mortalite ile giden Hantavirus pulmoner sendromundan (HPS) sorumludur. Ülkemizde ilk olarak Batı Karadeniz bölgesinde PUUV alt tipine ait Hantavirüs olguları, daha sonra Giresun ve Kastamonu’dan DOBV alt tipinde RSKA olguları bildirilmiştir. Bu makalede benzer şekilde RSKA formunda görülen Ankara’nın Kazan ilçesinden başvuran Hanta virüs enfeksiyonu olgusu sunulmuştur. Altmış yedi yaşında erkek hasta, baş dönmesi, yüksek ateş ve halsizlik şikâyetleri ile 2011 yılı Haziran ayında acil servise başvurdu. Acilde yapılan tetkiklerinde lökopeni, trombositopeni, karaciğer enzimleri ve kreatininde yükseklik saptandı. Hasta Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) öntanısıyla yatırıldı ve takip edildi. İleri laboratuvar incelemeler için Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi Viroloji Referans ve Araştırma Laboratuvarı’na gönderilen serumda indirekt immunflorasan testi (IFA) (Hantavirüs Mosaic–1, Euroimmun, Germany) ile test edilen Hantavirüs IgM zayıf pozitif, IgG zayıf pozitif olarak sonuçlandı. Immunoblot testi (Euroimmun, Germany) ile ise negatif saptandı fakat hastanın 11 gün sonra gönderilen ikinci serumunda IFA testinin yanı sıra DOBV pozitifliği immunblot testi ile de serolojik olarak gösterildi. Hastanın ilk serum örneğinden yapılan In-house RT- Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PZR) testi negatif olarak bulundu. Olgumuz, Ankara’dan bildirilen ilk RSKA infeksiyonu olması nedeniyle önem taşımaktadır. |
DERLEME | |
7. | Nanoteknolojiden nanogenotoksikolojiye: kobalt-krom nanopartiküllerinin genotoksik etkisi From nanotechnology to nanogenotoxicology: genotoxic effect of cobalt-chromium nanoparticles Zülal Atlı Şekeroğludoi: 10.5505/TurkHijyen.2013.70298 Sayfalar 33 - 42 Nanoteknoloji materyalleri nanometre seviyesinde ölçülebilecek düzeyde işleyen, pek çok araştırma alanını ya da disiplini birleştiren mul¬tidisipliner bir teknolojidir. Nanomateryaller; bilim, teknoloji, iletişim, elektronik, endüstri, eczacılık, tıp, çevre, tüketici ürünleri ve askeri alanlarda yaygın şekilde kullanılmaktadır. Son zamanlara kadar nanomateryallerin insan sağlığı ve çevre üzerinde toksik ya da tehlikeli etkilere sahip olup olmadıkları hakkında çok az şey bilinmekteydi. Ancak çeşitli çalışmalar bazı nanomateryallere örneğin nanopartiküllere maruz kalmanın insanlarda ve hayvanlarda bazı olumsuz etkilere yol açabileceğini göstermiştir. Son yıllarda nanotoksikoloji konusuna odaklanan yayınların sayısı hız kazanmasına rağmen nanomateryallerin genotoksisitesi hakkında hala bir boşluk bulunmaktadır. Üstün mekanik özelliklere sahip metal nanopartiküller ve alaşımları, iskelet-kas sisteminin mekanik koşullarına kolaylıkla uyum gösterebilen malzemelerdir. Kobalt-krom alaşımları eklem protezi ve kemik yenileme malzemesi olarak ortopedik uygulamalarda, çene cerrahisinde dolgularda ve diş implantlarında, kalp damar cerrahisinde özellikle stent uygulamalarında yaygın bir şekilde kullanılmaktadırlar. Metal nanopartiküllerin insan üzerindeki sitotoksisite ve genotoksisitesi ile ilgili çalışmalar, bazı metal nanopartiküllerin sitotoksik ve genotoksik etkilere sahip olduğu ve insanlar için tehlikeli olabileceklerini göstermiştir. Fakat kobalt-krom nanopartiküllerin genotoksik etkileri hakkında az sayıda çalışma rapor edilmiştir. Bu çalışmalardan elde edilen bilgiler, kobalt-krom nanopartiküllerinin sitotoksik ve genotoksik etkiye sahip olduğu göstermiştir. Kobalt-kromdan yapılmış bulunan hastalarda, protezlerin aşınması sonucu oluşan kalıntıların DNA ve kromozom hasarına neden olduğu belirtilmiştir. Ayrıca kalça protezi uygulamasından sonra bu tip hastaların; mesane, üreter, böbrek ve prostat gibi üriner sistem kanserleri bakımından normal populasyona göre yüksek risk taşıdıkları da bulunmuştur. Nanopartiküllerin uzun dönem etkileri hakkındaki biyouyumluluk ve toksisite testlerinin sınırlı olmasından ve nanogenotoksisiteye odaklanan az sayıda araştırma bulunmasından dolayı, nanopartiküllerin hücrelerdeki özellikle genetik materyal üzerindeki etki mekanizmaları henüz detaylı olarak açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu nedenle nanopartiküllerin epigenetik etkileri ve nanopartikül tarafından indüklenen genotoksik olayların mekanizmasını anlamak için, hücre döngüsü ve DNA onarımını kapsayan iyi tasarlanmış çalışmaların yapılması gerekmektedir. Bu sayede gelecekte nanomateryallerin biyouyumluluklarının sağlanması, sağlık için zararlı etkilerinin en aza indirilmesi ve bilinçli tasarımların yapılmasını sağlayacak bilgiye sahip olabiliriz. |
8. | İnokulasyonun multifokal tekniği kullanılarak walker 256 tümörüne histopatolojik olarak yaklaşımlar Histopathological aspects of walker 256 tumor using the multifocal technique of inoculation Maria Rita Garbi Novaes, Roberto Cañete Villafranca, Luiz Carlos Garcez Novaesdoi: 10.5505/TurkHijyen.2013.50465 Sayfalar 43 - 49 Cancer has been considered one of the most serious calamities all over the world producing tremendous economic and social losses. Considering the increasing incidence of these health disturbances, the variable efficacy and frequent adverse events commonly notified with the existing chemotherapy protocols and the new events currently in progress in the world it´s urgent to develop new strategies to prevent and treat cancer. It is well known that Walker 256 tumor is the most common experimental tumor model to study cancer but public health personnel still has little information about it. The aim of this study is not only to review the important aspects of this experimental tumor but also to increase the knowledge and comprehension about it among health professionals. |