TÜM DERGİ | |
1. | THDBD 2021-2 Cilt 78 Tüm Dergi TBHEB 2021-2 Vol 78 Full Printed Journal Utku ERCÖMERTdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.58672 Sayfalar 118 - 233 Makale Özeti | |
ARAŞTIRMA | |
2. | Kan donörlerinde Brucella seropozitifliğinin araştırılması The investigation of Brucella seropositivity in blood donors Kamber SÜMER, Hüseyin GÜDÜCÜOĞLU, Sümeyye AKYÜZ, Mehmet PARLAK, Yasemin BAYRAMdoi: 10.5505/TurkHijyen.2020.46343 Sayfalar 119 - 124 GİRİŞ ve AMAÇ: Bruselloz, gelişmiş ülkelerde kontrol altına alınmış olsa da ülkemizde endemik olarak görülen bir halk sağlığı problemidir. Endemik bölgelerde yaşayan insanların çoğunda klinik olarak enfeksiyon belirtileri olmamasına rağmen bruselloz serolojik göstergeleri pozitif olabilmektedir. Bu durumdaki asemptomatik hastalardan sağlıklı kişilere kan transfüzyonu ile bulaş olabilmektedir. Bu çalışmada bölgemizdeki sağlıklı kan donörlerinde Brucella seropozifliğinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Mayıs 2016 - Haziran 2017 tarihleri arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kan Merkezi’ne bağışta bulunan 4018 sağlıklı kan donörü dâhil edilmiştir. Bütün kan serumlarına Rose Bengal Pleyt Testi (RBPT) uygulanmış ve aglütinasyon saptanan numuneler Standart Tüp Aglütinasyon (STA) testi ile teyit edilmiştir. STA test sonucunda ≥1/160 titre pozitif olarak kabul edilmiş, düşük titrede pozitiflik (1/40 ve 1/80 titre) saptanan serum örnekleri Coombs testi ile çalışılmıştır. Coombs testinde de ≥1/160 titre pozitif olarak kabul edilmiştir. BULGULAR: Çalışmada toplam 4018 serum örneğinin RBPT tarama sonucuna göre 107’si (% 2.7) pozitif bulunmuştur. Pozitif bulunan kan örneklerine uygulanan STA testi sonucunda 13 tanesi şüpheli pozitif ve 13 tanesi (% 0.3) pozitif olarak bulunmuştur. STA testiyle şüpheli pozitiflik veren 13 serum örneğinin 3 tanesi Coombs testi ile pozitiflik vermiştir. Dolayısıyla çalışmamızda tüm örnekler içerisinde seropozitiflik oranı RBPT ile % 2.7 (n=107), STA testiyle % 0.3 (n=13), STA+Coombs testiyle % 0.4 (n=16) olarak bulunmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: Ülkemizin de dâhil olduğu endemik bölgelerde klinik bulgusu olmayan ancak aktif hastalığa bağlı Brucella serolojisi pozitif olan hastaların, az da olsa kan tranfüzyonu ile ilişkili bulaş riski taşıdığı akılda tutulmalıdır. |
3. | The possible role of Kallikrein-6, 7, and potassium channel proteins in Alzheimer’s disease Alzheimer hastalığında Kallikrein-6, 7 ve potasyum kanal proteinlerinin olası rolü Erkut Baha BULDUK, Filiz YILDIRIM, Zuhal YILDIRIMdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.50374 Sayfalar 125 - 132 GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Alzheimer hastalığının (AH) oluşum mekanizması kesin olarak bilinmemekle birlikte AH’dan sorumlu başlıca iki protein, senil plakların yapısındaki beta amiloid ve nörofibriler yumakların yapısındaki tau proteinidir. Hastalığa yol açan en önemli etmenlerden biri çözünür olmayan amiloid çökeltilerin oluşumu, diğeri ise artmış tau fosforillenmesidir. Kallikreinler, nöronal hasar ve işlev kaybı ile belirgin AH’nın etiyolojisinde rol oynayan, serin proteazların bir alt familyasıdır. Kallikrein (KLK)-6 and KLK-7’nin merkezi sinir sisteminde (MSS) yüksek seviyelerde bulunan yaşa bağlı proteaz olduğu bilinmektedir. Daha önce AH’ı gibi nörodejeneratif hastalıklarda yer alan hücre dışı proteinlerin proteolizine karıştığı gösterilmiştir. Bu çalışmada KLK-6 ve KLK-7’nin AH patogenezindeki olası rolünü ve potasyum kanal proteinleri arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Material ve Method: Çalışmaya Polatlı Duatepe Devlet Hastanesinde takip edilen yaşları 65’in üzerinde olan 35 AH ve rutin tarama amacıyla nöroloji polikliniğine başvuran kognitif durumu normal olarak değerlendirilen 35 sağlıklı birey (kontrol grubu) dahil edildi. 12 saat açlığı takiben antekübital venden alınan kan örnekleri 4°C’de 2500xg’de 10 dakika santrifüj edilerek, serum örneklerinde KLK-6 ve KLK-7 ile içeri doğru düzeltici potasyum kanalı (KCNJ3) ve iki gözenekli potasyum kanalı (KCNK9) protein düzeyleri enzim-bağımlı immunosorbent assay (ELISA) ile ölçüldü. Gruplar arasındaki fark T-test ile incelendi. p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. BULGULAR: Bulgular: Gruplar arasında yaş ve cinsiyet açısından bir fark saptanmadı (p>0.05). Alzheimer grubu kontrol grubu ile karşılaştırıldığında serum KLK-6 ve KLK-7 düzeyleri anlamlı olarak artarken (p<0.05), KCNJ3 ve KCNK9 protein düzeylerinde bir fark saptanmadı (p>0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Beyinde anormal protein katlanmasının ve birikmesinin önüne geçilememesinin AH’ye yol açtığı düşünülmektedir. Bu araştırmanın bulgularına göre KLK-6 ve KLK-7 düzeyleri ile AH’nın patolojisi arasında bir ilişki saptandı. |
4. | Türkiye’de COVID-19 ile ilgili web arama davranışlarının incelenmesi: Google trendleri kullanan bir dijital epidemiyoloji çalışması Investigation of COVID-19 related web search behaviors in Turkey: A digital epidemiology study using google trends Keziban AVCIdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.48991 Sayfalar 133 - 146 GİRİŞ ve AMAÇ: İnternet verilerinin kullanımı, insan davranışını tahmin etmek ve analiz etmek için sağlık alanında giderek daha fazla tercih edilmektedir. Ayrıca çevrimiçi arama verileri, hastalıkların ortaya çıkışını ve salgınları tahmin etmek ve izlemek için yaygın olarak kullanılmaktadır. Sağlık alanında internet verilerini kullanmanın en popüler aracı, hem gerçek zamanlı hem de arşivlenmiş arama bilgilerini sunan açık bir çevrimiçi araç olan Google Trends'dir. Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de 1 Ocak 2020'den 1 Mayıs 2020'ye kadar internetteki dijital ayak izlerinin kantitatif analizini kullanarak toplumun COVID-19 pandemisi farkındalığını araştırmaktır. Ayrıca bu çalışma, COVID-19 ile ilgili çevrimiçi arama davranışlarının virüsün farklı bölgelere yayılma hızını ve uygulanan bazı önleme stratejilerinin arama davranışı üzerindeki etkisini araştırmayı amaçlamaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: COVID-19 farkındalığını araştırmak için aşağıdaki arama terimleri kullanılmıştır; "Corona+Korona", "Coronavirus+Koronavirüs+Koronavirus", ""Covid 19 "+" Covid-19"", "Pandemi", "Salgın". Bu çalışmada “veya” anlamına gelen artı işareti (+) çoklu terimlerin birleşimini temsil etmek için kullanılmıştır. Ardından, ülkede bu anahtar kelimeleri en çok arayanlar için göreli arama hacimleri (RSV) belirlenmiştir. Son olarak, COVID-19 ile ilgili olarak Türkiye genelinde halkın algısı ve dikkatini karşılaştırmak amacıyla, 1) Sağlık Bakanlığı'nın vaka ve ölüm sayılarını açıkladığı gün ile RSV' nin zirveye ulaştığı gün arasındaki benzerlik, 2) Resmi otoritenin önleme stratejisini açıkladığı gün ile RSV' nin zirveye ulaştığı gün arasındaki benzerlik değerlendirilmiştir. BULGULAR: Türkiye'de COVID-19 ile ilgili aramalar, Çin'de salgının duyurulduğu 30 Ocak 2020 civarında hızla artmış ve küçük bir zirveye ulaşmıştır. Ardından, İtalya'da enfeksiyon sayısının hızla arttığı 26 Şubat 2020 civarında net bir zirve görülmüştür. Son olarak tepe noktası ülkedeki ilk vakanın duyurulduğu 11 Mart 2020 civarında görülmüştür. Arama ilgisi, okul ve sınırların kapatılması, seyahat kısıtlamaları gibi büyük önlemlerin alınmasıyla devam etmiştir. Türkiye'de kamuoyunun dikkat süresi 11 Mart 2020'den 5 Nisan 2020'ye kadar 26 gün sürmüştür. TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastalık Türkiye'ye girene kadar COVID-19 ile ilgili çok sayıda araştırma yapılması önemlidir. Ancak Nisan ortasından sonra, tüm arama terimlerine ilişkin sorgular belirgin şekilde düşmüştür. Sonuç olarak bu çalışma yetkililerin COVID-19'un ulusal çapta tanıtımını daha fazla güçlendirmesi ve kamuoyunu bilgilendirmesi gerektiğini göstermektedir. |
5. | Pulmoner ve ekstrapulmoner örneklerden üretilen S. maltophilia izolatlarının biyofilm oluşturma özelliklerinin karşılaştırılması Comparing the biofilm formation properties of S. maltophilia isolates obtained from the pulmonary and extrapulmonary samples Kemal BİLGİN, Yeliz TANRIVERDİ ÇAYCI, İlknur BIYIK, Demet GÜR VURAL, Elif GÜLSÜM TORUN, Asuman BİRİNCİdoi: 10.5505/TurkHijyen.2020.09365 Sayfalar 147 - 152 GİRİŞ ve AMAÇ: Stenotrophomonas maltophilia, toplum kökenli enfeksiyonlarda bildirilmiş olmakla birlikte, genellikle çoklu ilaç direncine sahip nozokomiyal bir patojendir. S. maltophilia’nın etkeni olduğu enfeksiyonlarının tedavisinde ilk tercih edilecek olan antibiyotik trimetoprim-sülfametoksazoldür. Hastanede yatan hastalarda solunum yolu, en sık izole edildiği vücut bölgesidir. Bakteri hakkında, plastik yüzeylere tutunabilme yeteneği sayesinde biyofilm oluşumuna neden olduğu bilinmekle birlikte, virülans faktörleri açısından nispeten az şey bilinmektedir. Çalışmamızın amacı, pulmoner ve ekstrapulmoner örneklerden üretilen S. maltophilia izolatlarının biyofilm oluşturma özelliklerinin karşılaştırılmasıdır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 37 adet pulmoner, 41 adet ekstrapulmoner örnekten izole edilmiş olan toplam 78 adet S. maltophilia izolatı dahil edilmiştir. Suşların identifikasyonu Vitek MS otomatize sistemi (bioMérieux, Fransa) ile yapılmıştır. Ayrıca disk difüzyon yöntemi kullanılarak antibiyotik duyarlılık çalışılmıştır. Tüm izolatlar, mikrotitrasyon plak yöntemi ile biyofilm oluşturması yönünden araştırılmıştır. Örneğin pulmoner veya ekstrapulmoner olmasının biyofilm üretimi ile ilişkisi istatistiksel olarak incelenmiştir. BULGULAR: Tüm izolatlar trimetoprim-sülfametoksazole duyarlı bulunmuşlardır. Toplam 78 S. maltophilia izolatının 68 (%87.2)’inde biyofilm oluşumu saptanmıştır. Pulmoner ve ekstrapulmoner örneklerden izole edilen S. maltophilia suşlarının biyofilm oluşturma yetenekleri sırasıyla; 35/37 (%94.6), 33/41 (%80.5) şeklinde bulunmuştur. S. maltophilia’nın üretildiği örneğin pulmoner veya ekstrapulmoner olması biyofilm oluşturma özelliği ile istatistiksel olarak ilişkili bulunmamıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmaya dahil edilen tüm suşların önemli bir kısmının (%87.2) biyofilm oluşturduğu görülmüştür. Pulmoner örneklerdeki biyofilm aktivitesinin ekstrapulmoner örneklere göre oransal olarak daha fazla olduğu görülmektedir. Ancak pulmoner ve ekstrapulmoner örneklerden izole edilen suşlar arasında biyofilm oluşumu yönünden anlamlı bir fark saptanmamıştır. Ayrıca trimetoprim-sülfametoksazole karşı bir direnç gelişimini söz konusu olmadığı görülmektedir. Bu konuda daha geniş kapsamlı yeni çalışmaların yapılması S. maltophilia’nın virülans mekanizmalarının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayabilecektir. |
6. | The evaluation of analytical performance of Total PSA and Free PSA tests by using 6-sigma method Total PSA ve serbest PSA testlerinin analitik performansının 6-sigma yöntemi ile değerlendirilmesi Çiğdem YÜCEL, Müjgan ERCAN, Murat KIZILGÜNdoi: 10.5505/TurkHijyen.2020.19052 Sayfalar 153 - 158 GİRİŞ ve AMAÇ: Sigma metrik yöntem, laboratuvarların analitik performansını değerlendirmede ve karşılaştırmada kullanılan bir kalite ölçüm yöntemidir. 6 sigma yöntemi ile klinik analitik faz değerlendirilebilir ve iç kalite kontrol (İKK) stratejisi ve sıklığı planlanabilir. Bu çalışmada biz tümör belirteçleri olan total PSA ve serbest PSA testlerinin sigma değerlerini hesaplayarak analitik performanslarını değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Her iki test için de ardışık 3 aylık iç kalite kontrol sonuçları değerlendirilerek sigma seviyeleri hesaplandı. Bias ve varyasyon katsayısı (CV) hesaplandı. Toplam izin verilebilir hata (TEa) değeri için biyolojik varyasyon veritabanları kullanıldı. Hesaplanan sigma değerleri sırasıyla şöyle değerlendirildi: ">5", "4-5", "3-4" ve " <3” çok iyi, iyi, minimum ve kabul edilemez. BULGULAR: 3-aylık iki seviye iç kalite ile değerlendirilen sigma değerleri total PSA için > 5 ve 4-5,serbest PSA için ise her iki seviyede <3 olarak bulunmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımız, total PSA analitik performansının iyi, serbest PSA'nın ise kabul edilemez derecede olduğunu göstermiştir. Yüksek hata oranınsa sahip bir testi sigma değerlendirmesi ile saptamak mümkündür ve bu test daha sıkım kalite kontrol uygulamaları ile kontrol altında tutuklabilir. Bizim çalışmamız, kendi laboratuvarımız için serbest PSA testine daha katı bir iç kalite kontrol protokolü uygulamamız gerektiğini ortaya koymuştur. |
7. | Biological activity screening of some hydrazone and chalcone derivatives Bazı hidrazon ve kalkon türevlerinin biyolojik aktivite taraması Begüm EVRANOS AKSÖZ, Fatma KAYNAK ONURDAĞ, Erkan AKSÖZ, Selda ÖZGEN ÖZGACARdoi: 10.5505/TurkHijyen.2020.02439 Sayfalar 159 - 166 GİRİŞ ve AMAÇ: Günümüzde antibiyotiklere karşı direnç gelişimi hızla artmaktadır. Direnç gelişmesi nedeniyle antibiyotik etkinliğinin kaybı ciddi tehlikelere neden olmaktadır. Özellikle metisiline dirençli Staphylococcus aureus ve vankomisine dirençli Enterococcus faecalis izolatı, zayıf bir bağışıklık sistemi olan hastalarda yaşamı tehdit eden durumlar oluşturmaktadır. Bu nedenle, bu mikroorganizmalara karşı yeni ilaç-etken maddeleri geliştirmek önemlidir. Bu makalede, hidrazonlar ve kalkonlar sentezlenmiş ve bu bileşiklerin antimikrobiyal ve antitüberküloz gibi bazı biyolojik aktivitelerinin araştırılması yapılmıştır. Bu çalışma, mevcut antibiyotiklere karşı hızla artan direnç nedeniyle etkinliğini kaybeden antibiyotiklerin yerine antimikrobiyal ve antitüberküler etkili yeni ilaç etken maddelerinin araştırılması için yapılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bileşikler, Claisen Schmidt kondensasyonu yoluyla kalkonların sentezi ve daha sonra bu kalkonların hidrazon oluşturmak üzere hidrazidlerle reaksiyona girmesiyle elde edilmiştir. Bileşiklerin antimikrobiyal ve antitüberkülar aktiviteleri, sırasıyla mikrodilüsyon yöntemi ve mikroplaka alamar mavisi deneyleri ile değerlendirilmiştir. BULGULAR: Tüm bileşikler Mycobacterium tuberculosis'e karşı aynı etkiyi göstermiştir (MİK: 64 ug/mL). E4, 4'-Bromo-4-metil kalkon, metisiline dirençli-Staphylococcus aureus'a karşı en iyi etkinliği göstermiştir (MİK: 16 ug/mL). Enterococcus faecalis izolatı ve Enterococcus faecalis'e karşı en etkili bileşikler sırasıyla B26 (N-(1-(4-florofenil)-3-p-tolilaliliden)tiyofen-2-karbonhidrazit) ve E8 (4'-floro-3-metil kalkon) olarak bulunmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: Hidrazonların S. aureus ATCC 29213 suşu üzerine kalkonlardan daha etkili olduğu bulunmuştur. Bununla birlikte, kalkonlar metisiline dirençli-Staphylococcus aureus ve Enterococcus faecalis üzerine dikkate değer bir etki göstermiştir. Tüberküloz basili açısından, bileşiklerin kalkon veya hidrazon yapısında olması fark göstermemiştir. Hem kalkonlar hem de hidrazonlar kandida türlerine karşı aynı aktiviteyi sergilemiştir. Tüm bileşiklerin, metisiline dirençli Staphylococcus aureus üzerine gentamisinden daha etkili olduğu gözlenmiştir. |
8. | Immunohistochemistry of norepinephrine transporters in the vagus nerve in a rat model of epilepsy Sıçanlarda epilepsi modelinde vagus sinirinde norepinefrin taşıyıcılarının immünohistokimyası Kristina Ayşe POLAT, Eslem GÜNEY, Züleyha DOĞANYİĞİT, Enes AKYÜZdoi: 10.5505/TurkHijyen.2020.74507 Sayfalar 167 - 174 GİRİŞ ve AMAÇ: Epileptik nöbetler elektriksel aktivitenin aşırı ve kontrolsüz bir şekilde yayılmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Yapılan çalışmalar epileptik nöbetlerin otonomik işlevi etkileyebileceğini bildirmiştir. Ancak moleküler mekanizma henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. Vagus siniri (VS) tüm parasempatik sistem liflerinin %75'ini taşıdığından dolayı epilepsi patogeneziyle ilişkili otonomik merkezde büyük bir öneme sahiptir. Afferent duyusal lifleri beyin sapındaki ilişkili bölgelerdeki bağlantılar aracılığıyla sinapslar arası norepinefrin (NE) iletimini sağlamaktadır. Yapılan çalışmalar NE’nin nöbetler üzerinde baskılayıcı etkisine ve NE taşıyıcılarının (NET) nörotransmitter geri alımınındaki görevine yönelik kanıtlar sunmuştur. Otonom sinir sisteminde görev alan nörotransmiterler ve ilgili taşıyıcıların moleküler düzeyde incelenmesi ilişkili mekanizmanın anlaşılmasına yardımcı olabilir. Bu çalışmada pentilentetrazol (PTZ) epilepsi modelinde NET ile ilişkili immünoreaktivitenin belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Epileptik nöbetler Wistar sıçanlarında (280-380g) 28 gün boyunca PTZ (ilk 12 enjeksiyon 35 mg/kg, I.P. ve son enjeksiyon 50 mg/kg I.P.) uygulanarak indüklendi. Daha sonra VS torakal ve servikal kesitler açısından iki parça halinde diseke edildi. NET seviyeleri doku örnekleri üzerinde immünohistokimyasal boyama ile değerlendirildi. BULGULAR: Erkek ve dişi deney gruplarının torakal vagus bölgesinde NET ifadesinin anlamlı olarak arttığı gözlenmiştir. Servikal VS'de NET ekspresyonu epileptik erkek sıçanlarda önemli ölçüde artarken, epileptik dişi sıçanlarda kontrol gruplarına göre azalmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız VS’de NET ifadesinin anlamlı bölgesel artışlarını ortaya koymuştur. NE regülasyonunda rol alan NET’in parasempatik sinirsel uyarım bozukluğu ile karakterize olabildiği düşünülmektedir. Gözlemlenen NET ifadesindeki değişiklikler epilepsi ile ilişkili otonom sinir sistemi işlev bozukluklarını etkileyebileceğine dair kanıtlar sunabilir. |
9. | Kars yöresindeki gebelerde Toxoplasma gondii: Seroprevalans ve olası risk faktörleri Toxoplasma gondii in pregnant women in Kars province: Seroprevalance and possible risk factors Funda DEMİRCİ, Neriman MORdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.77528 Sayfalar 175 - 186 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma ile Kars ilinde sağlıklı gebe kadınlarda T.gondii’nin seroprevalansını saptamak ve enfeksiyonla ilişkili olabileceği düşünülen olası risk faktörlerini incelemek ve risk faktörlerinin seropozitiflik üzerine etkisini değerlendirmek amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Eylül 2018 - Mart 2019 tarihleri arasında yaşları 15-45 yaş arasında değişen ve gebelik haftaları 6-39 hafta aralığına uyan örneklem seçimi ile sağlıklı 308 gebe kadın çalışmanın materyalini oluşturdu. Gebe kadınlara çalışma hakkında bilgilendirme yapıldıktan sonra gönüllük ilkesine bağlı kalınarak her bir gebeye enfeksiyon ile ilişkili 26 sorudan oluşan anket bilgi formu doldurtuldu. Ayrıca rutin muayene sırasında bu kişilerden istenilen kanların serum örnekleri ticari mikro-ELISA yöntemi ile anti T.gondii antikorları yönünden incelenmiştir. Anket ve laboratuar sonuçları SPSS 20 programında istatistiki olarak değerlendirilmiştir. BULGULAR: Çalışmada gebe kadınlarda anti-T. gondii IgG seropozitifliği %44,8 (138/308) oranında tespit edildi. Anti-T. gondii’nin hem IgM hemde IgG’nin birlikte seropozitifliği %0,3 oranında (1/308) tespit edilirken, tek başına anti-T.gondii lgM seropozitifliği saptanmadı. Gebe kadınların sosyo-demografik özellikleri, gebelik durumları, sosyal alışkanlıkları, beslenme alışkanlıkları ve hijyen alışkanlıkları gibi olası risk faktörlerine verdikleri yanıtlara göre T. gondii seropozitifliği belirlendi. Olası risk faktörleri arasında gelir durumunu düşük olarak belirten, yaşları 30-34 yaş aralığında değişen, çiğ yumurta tüketen, içme su kaynağı olarak musluk suyu kullanan gebe kadınlarda T.gondii’nin seropozitifliği diğer olası risk faktörlerine göre istatistiksel olarak anlamlı tespit edildi (P˂0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Kars ilinde T. gondii seropozitifliğinin dikkate değer düzeyde olduğu gözlenmiştir. Sosyoekonomik koşullar, sosyal, beslenme ve hijyen alışkanlıkları gibi olası risk faktörlerinin gebe kadınlarda toxoplasmosis üzerinde etkili olduğu ve gebe kadınların enfeksiyon hakkında bilgi sahibi olmadıkları tespit edilmiştir. Bu sebeple enfeksiyondan korunma yolları hakkında gebe kadınlara eğitim verilmesinin önemli ve gerekli olduğu kanaatine varılmıştır. |
10. | Çanakkale ili Ezine bölgesinde kene ısırığı ve etkileyen faktörlerin incelenmesi Investigation of tick bites and affecting factors in Ezine district of Çanakkale Buse YÜKSEL, Esen EKER, Taylan ÖNDER, Özgür ÖZERDOĞAN, Alper ŞENER, Sibel OYMAK, Coşkun BAKARdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.24992 Sayfalar 187 - 196 GİRİŞ ve AMAÇ: Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bulaşıcı hastalıkların yaklaşık %17’si vektör kaynaklıdır. Türkiye, iklimi ve bitki örtüsü özellikleriyle kene yaşamına uygun ve kene ile bulaşan hastalıklar açısından riskli bir konumdadır. Bu çalışmanın amacı, Çanakkale ili Ezine ilçesi kırsal alanında bulunan Mahmudiye ve Pınarbaşı köylerinde yaşayanlarda kene ısırığı prevalansının ve etkileyen faktörlerin incelenmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: : Kesitsel tipteki bu çalışma Çanakkale ili Ezine ilçesi Mahmudiye ve Pınarbaşı köylerinde 2018 yılında yürütüldü. Çalışma öncesinde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu’ndan izin alındı. ‘Evrenin Bilindiği Durumlarda Evren Oranını Tahmin Etmek için Örneklem Büyüklüğü’ formülü kullanıldı ve örneklem büyüklüğü 329 kişi hesaplandı. Mahmudiye köyünden 292, Pınarbaşı köyünden 128 olmak üzere toplam 420 kişiye ulaşıldı. Köylerde belirlenen örneklem sayısına ulaşılmak için olasılıksız gelişigüzel örnekleme yöntemi kullanıldı. Araştırmanın verileri yüz yüze görüşme tekniği ile uygulanan anket formu ile elde edildi. Anket formu, demografik özellikler ve kene ısırığı hakkında bilgi durumu ve tutumunu sorgulayan 23 sorudan oluşmaktaydı. Kene ısırığı ile ilişkili risk faktörlerinin incelemesi için lojistik regresyon analizi yapıldı. Araştırmanın veri toplama aşamasının ardından her iki köyde kadınlara ve erkeklere yönelik olarak kene ısırmasından korunması konusunda eğitim verildi. BULGULAR: Araştırmada kene ısırığı prevalansı %20 olarak saptandı. Erkek cinsiyet kadın cinsiyete göre 3,4 kat; lise altında eğitime sahip olmak lise ve üzerinde eğitime sahip olmaya göre 3,0 kat; çiftçilik/hayvancılık/ziraat teknikerliği/kasaplık ile uğraşmak, diğer mesleklere göre 3,4 kat kene ısırığı riskini artırmaktaydı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Kene ısırığından korunmak için koruyucu önlemler mevcuttur ve koruyucu sağlık hizmetlerinin temeli sağlık eğitimidir. Kırsal bölgede yaşayan, özellikle tarım ve hayvancılık ile uğraşan bireylere yönelik kene ısırıkları hakkında bilinçlendirme için yapılacak eğitimlerin yararlı olacağı düşünülmektedir. Ayrıca kene ısırığının beşte bir sıklıkta olduğu bu kırsal alanda kene ısırığının neden olabileceği sağlık sorunlarının da taranmasını önermekteyiz. |
11. | In vitro examination of toothpastes with Cinnamomum cassia methanolic extract Cinnamomum cassia metanolik ekstraktı ilave edilen diş macunlarının in vitro incelenmesi Gülşah TOLLU, Elif Ayşe ERDOĞAN ELİUZdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.25993 Sayfalar 197 - 204 GİRİŞ ve AMAÇ: Son yıllarda, çok sayıda bakteri türü, mikroorganizmaların sebep oldukları hastalıkların tedavilerinde kullanılan antibiyotik ve antibakteriyel kimyasallara karşı direnç meydana geliştirmiştir. Bu nedenle, araştırmacılar sentetik kimyasalların yerine alternatif bir ürün arayışına girmişlerdir. Geleneksel tıpta yer alan ve bitkilerden izole edilen fitokimyasallar, sentetik kimyasallara karşı iyi bir alternatif olarak görülmektedir. Bu çalışmanın amacı farklı içerikteki diş macunlarının ve Cinnamomum cassia metanolik ekstraktı ilave edilmiş diş macunlarının Staphylococcus aureus bakterisine karşı antibakteriyel etkinliğini incelemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada altı farklı diş macununun deney grubu, florürsüz bir diş macununun pozitif kontrol grubu ve distile suyun negatif kontrol grubu olduğu deney düzeneği oluşturmuştur. Cinnamomum cassia metanolik ekstraktının İçeriği (GC / MS Analizleri) belirlenmiştir. Diş macunlarının tek başlarına ve C. cassia metanol extraktı ile anti-Staphylococcus aureus aktiviteleri disk difüzyon yöntemine göre ve n=3 tekrarlı olarak belirlenmiştir. İnhibisyon zon çapları kumpas kullanılarak belirlenmiş ve tüm sonuçlar istatiksel olarak değerlendirilmiştir. BULGULAR: Yapılan GC / MS analizine göre, C. cassia metanolik ekstraktın ana maddelerinden Cinnamaldehyde diğer bileşenlere göre daha yüksek oranda bulunmuştur. C. cassia metanol ekstraktı eklenmeden önce en etkili olan diş macunu ile C. cassia metanol ekstraktı eklendikten sonra en etkili diş macunu farklı bulunmuştur (p <0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma ile anti-Staphylococcus aureus etkisi düşük ya da hiç olmayan diş macunlarının bitkisel ekstraktlarla zenginleştirilerek biyolojik aktivitelerinin arttırılabileceği gösterilmiştir. Antibakteriyel etkinliği olduğu tarafımızdan kanıtlanan diş macunu-yağ kombinasyonlarının ağız ve diş sağlığını oluşturan remineralizasyon, beyazlatma, hassasiyet giderme gibi diğer bileşenleri için de etkinliklerinin değerlendirildiği çalışmalar yapılması gerekmektedir. Daha ileride yapılacak olan çalışmalarda, çalışmada kullanılan uçucu yağların, diş macunlarının içeriğinde çeşitli antimikrobiyallerin yerine kullanılması için çeşitli çalışmalar yapılabilineceği tespit edilmiştir. |
DERLEME | |
12. | Geçici orta serebral arter oklüzyonu ile oluşturulan serebral iskemi modeli Cerebral ischemia model created by transient middle cerebral artery occlusion Güven AKÇAYdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.73693 Sayfalar 205 - 218 Beynimiz ortalama 1500 g ağırlığında olup, toplam vücut ağırlığımızın yaklaşık % 2’sine karşılık gelmesine rağmen kardiyak debinin yaklaşık olarak % 20’sini kullanmaktadır. Serebral kan akımı beynin beslenmesinde en önemli yeri oluşturmakta ve seçilmiş bir beyin bölgesinde veya tüm beyinde oluşan serebral kan akımındaki azalma sonucu beyin iskemisi gerçekleşmektedir. Serebral iskemi, beyni besleyen damarlarda veya kanın özelliklerine bağlı olarak damarların tıkanması ya da kanaması sonucu oluşmaktadır. Dünyada yılda yaklaşık olarak 17 milyon inme vakası görülmekte ve ülkemizde ise yılda yaklaşık 132.000 vaka görülmektedir. İnme vakaları her geçen yıl daha da arttığından dolayı gelecekte sağlıkla ve ekonomiyle ilgili sorunlara neden olacağı tahmin edilmekte, inmenin önlenmesi ve etkin tedavilerin uygulanması büyük önem arz etmektedir. Serebral iskemi tedavisi araştırmalarında yeni ajanların keşfedilmesi ve yeni tedavi protokollerinin geliştirilmesi için deneysel hayvan modelleri tercih edilmektedir. İnsanlardaki serebral iskemik hastalıkların fizyopatolojisinin araştırılmasında sıklıkla sıçan ve fare gibi kemirgenler üzerinde yapılan geçici global serebral iskemi, geçici fokal serebral iskemi ve geçici ön beyin iskemi modelleri kullanılmaktadır. Klinikte en fazla karşılaşılan iskemi tipi, fokal serebral iskemi olup en önemli nedenleri internal karotis arter veya onun en büyük dalı olan orta serebral arterin oklüzyonudur. Geçici serebral iskemi hayvan modelleri karotis ve/veya vertebral arter oklüzyonu ile insanlarda oluşan iskemiyi çok güzel taklit etmektedir. Geçici orta serebral arter oklüzyonu ile oluşturulan iskemi modeli, inmenin patofizyolojisini araştırmada en yaygın kullanılan modellerden biridir. Bu derlemede; serebral iskeminin epidemiyolojisi, patofizyolojisi ve deneysel serebral iskemi hayvan modelleri arasında en çok kullanılan orta serebral arter oklüzyon yöntemi ile ilgili bilgiler sunulmuştur. Bu bilgiler ışığında, serebral iskemi tedavisi çalışmalarında sıklıkla tercih edilen geçici orta serebral iskemi modeli oluşturulmasında dikkat edilmesi gereken konular hakkında önemli bilgiler edinilmiş olunacaktır. |
13. | Aşı epidemiyolojisi: Gözlemsel aşı güvenliliği çalışma tasarımları Vaccine epidemiology: Observational vaccine safety study designs Can Hüseyin HEKİMOĞLUdoi: 10.5505/TurkHijyen.2021.29567 Sayfalar 219 - 232 Bir aşı programının bir toplumda uygulanmaya başlanmasından itibaren aşının etkililiğinin izlemi kadar önemli bir husus da aşı güvenliliğinin izlemidir. Her ne kadar ruhsat öncesi dönemde güvenliliği kanıtlanmış olsa da, toplumda uygulanan aşının güvenliliği ile ilgili endişeler devam edebilir. Aşı programı sürerken toplumun aşı güvenliliği ile ilgili sorularına aşı etkililiği ile ilgili sorulardan daha çabuk yanıt vermek gerekebilir. Farmakovijilans raporları ve aktif sürveyans yoluyla ortaya çıkacak bu endişelerin gözlemsel epidemiyolojik çalışma tasarımları ile giderilmesi veya doğrulanması önemlidir. Ayrıca ruhsat öncesi tespit edilmiş advers etkiler de daha doğru ve kesin bir şekilde belirlenmelidir. Bu nedenle aşı güvenliliğinin gözlemsel çalışmalarla izlenmesi aşı programlarının bir parçası olmalıdır. Geleneksel kohort ve olgu kontrol çalışmalarında yüksek aşı kapsayıcılığı nedeniyle aşısız grup bulmanın ve aşılılar ve aşısızlar arasında karşılaştırılabilirliği sağlanmanın zorluğu gibi nedenlerle aşı güvenliliğinin ruhsat sonrası dönemde incelenmesi için alternatif tasarımlar geliştirilmiştir. Ancak aşılamanın uzun dönem advers etkilerinin değerlendirilmesi, kısa dönemde görülen advers etkilerinin değerlendirilmesinden daha zordur. Çünkü aşının uzun dönemdeki advers etkileri yalnızca aşılı ve aşısızların izlenerek karşılaştırılması ile belirlenebilir. Aşı güvenliliğini değerlendirmek için geleneksel gözlemsel çalışma tasarımlarına alternatif olarak kullanılan çalışma tasarımları ise daha çok kısa dönemde ortaya çıkan ve özellikle nadir advers etkilerin değerlendirilmesini sağlamaktadırlar. Bu tasarımlar; ‘risk aralığı tasarımı’, kendi kendine kontrollü risk aralığı tasarımı’, ‘kendi kendine kontrollü olgu serisi tasarımı’, ‘olgu merkezli yaklaşım’, ‘olgu çaprazlama tasarımı’, olgu zaman kontrol tasarımı’, olgu kapsayıcılık tasarımı’, ‘ekolojik çalışmalar’ olarak sayılabilir. Aşı güvenliliği çalışmasında cevap aranan soruya ve mevcut veri kaynaklarına göre bu geleneksel ve alternatif tasarımlar arasından uygun olanın seçilmesi doğru çıkarımlar yapılabilmesi açısından gereklidir. Bu nedenle aşı güvenliliği çalışma tasarımlarının kısıtlılıkları, güçlü yönleri ve varsayımları mutlaka bilinmeli ve göz önünde bulundurulmalıdır. |