ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 78 (1)
Cilt: 78  Sayı: 1 - 2021
1. 
THDBD 2021-1 Cilt 78 Tüm Dergi
TBHEB 2021-1 Vol 78 Full Printed Journal
Utku ERCÖMERT
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.69320  Sayfalar 1 - 117
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2. 
Uygunsuz antibiyotik kullanımı ve antibiyotik kullanımına bağlı advers olayların araştırılması
Evaluation of adverse cases related to use of antibiotics and inappropriate use of antibiotics
Rezan HARMAN, Filiz GÜNSEREN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.18942  Sayfalar 3 - 14
GİRİŞ ve AMAÇ: Antimikrobiyal ilaçlar, tarihte birçok vakada dramatik iyileşmeden sorumluyken; günümüzde yatan ve ayaktan hasta grubunda geniş kullanımı nedeniyle giderek etkinliği azalmakta olan ilaç grubu olarak görülmektedir. Bu ilaçların kullanımının artması antimikrobiyal direncinde artışı, tıbbi, ekonomik ve halk sağlığıyla ilgili problemleri de beraberinde getirmiştir. Bu çalışmanın amaçı yatan hastalarda uygunsuz antibiyotik kullanımının değerlendirilmesi ve antibiyotik kullanımına bağlı advers ( istenmeyen ) olayları ve en sık nedenlerini saptamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastane’ de yatan antibiyotik kullanmış olan 400 hasta taburcu olurken çalışmaya alındı ve uygunsuz antibiyotik kullanım nedenleri ve antibiyotik kullanımı ile ilgili istenmeyen ilaç olayları saptanmaya çalışıldı. Çalışma gözlemsel olarak yürütüldü.
BULGULAR: Hastanede yatan ve yatışı sırasında antibiyotik kullanmış olan 400 hasta çalışmaya alındı. Dahili bölümlerde yatan hasta sayısı 107 (%27), cerrahi bölümlerde yatan hasta sayısı ise 293’tü (%73). Çalışmaya alınan hastaların antibiyotik kullanım endikasyonları proflaktik, empirik ve etkene yönelik olarak üç ana başlık altında incelendi. Antibiyotik kullanımları cerrahi bölümlerde %84 oranında profilaktik olarak başlanmıştı. Proflaktik tedavilerin % 95. 5 oranında uygunsuzdu. Dahili bölümler de ise antibiyotik başlama endikasyonu tamamen farklı olup %89 oranında empirikti. Empirik tedavi başlanan dahili bölümlerde % 10.5 oranında tedavi uygunsuzdu. Dahili bölüm hastalarının %9,3’ünde, cerrahi bölüm hastalarının ise %3’ünde antibiyotiğe bağlanan ilaç yan etkileri saptanmıştı. İnfeksiyon Hastalıkları’nın değerlendirdiği hastalar incelendiğinde %12 hastanın tedavi süresi uygunsuzluğu saptandı, uygunsuzlukarın hepsi bölüm doktorlarının infeksiyon hastalıklarının önerilerine uymaması nedeni ile idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak antibiyotik kullanımına bağlı advers olayların azaltılmasında İnfeksiyon hastalıkları uzmanlarının hastanelerde yeterli sayıda ve etkinlikte olmalarıyla bu sorunların büyük bir kısmının çözüleceğini düşünmekteyiz.

3. 
Menstrual parameters in the graduate students undertaking mental or physical activity based education
Mental veya fiziksel aktivite temelli eğitim alan öğrencilerde menstrual siklus parametreleri
Seda UĞRAŞ, Sedat YILDIZ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.70033  Sayfalar 15 - 24
GİRİŞ ve AMAÇ: Mental aktivite ve fiziksel aktivite vücut fonksiyonlarını farklı şekilde etkiler. Her iki aktivitenin de kadınların üreme fonksiyonlarını etkilediği görülmektedir. Bu çalışmanın amacı, mental aktiviteye temelli eğitim (MABE) ile fiziksel aktiviteye temelli eğitim (PABE) alan öğrencilerin menstrual siklus parametrelerini karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya toplamda 390 kadın öğrenci katıldı. Ancak herhangi bir ilaç kullanan (ağrı kesici, kontraseptif vb.) öğrenciler çalışmadan çıkarıldı ve gruplar 171 MABE öğrencisi (tıp fakültesi öğrencisi), 169 PABE (spor bilimleri fakültesi) öğrencisinden oluşturuldu. Katılımcılardan menstrual siklusları, uyku kalitesi ve ağrı algısı hakkında bilgi istendi. Ayrıca katılımcılara görsel, sözlü, tatsal, zihinsel, işitsel ve fiziksel aktivitelere yönelik tercihleri hakkında bir anket yaptırıldı.
BULGULAR: Menstrual siklus uzunluğu MABE ve PABE arasında benzerdi (sırasıyla 29.5±0.3, 29.0±0.2 gün, p>0.05) ancak MABE öğrencilerinin menstruasyon süresi daha uzundu (6.0±0.1 ve 5.5±0.1 gün, p=0.007). MABE öğrencilerinin gece daha çabuk uyudukları, 1 saat daha az uyudukları ve daha iyi uyku kalitesiyle daha erken uyandıkları saptandı. PABE öğrencileri alışveriş yapmak ve saçlarını kestirip boyatmak isterken MABE öğrencileri bir arkadaşıyla sohbet etmek veya yolculuk yapmak istedikleri saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: MABE öğrencilerinde daha uzun menstrual kanamalar, demir eksikliği anemisine neden olabileceğinden özel dikkat gerektirmektedir. Ayrıca farklı fizyolojik (yani menstruasyon, uyku-uyanıklık siklusu) özellikler ve günlük yaşam öncelikleri eğitim formatının ve kadın öğrencilerin sosyal aktivitelerinin her eğitim türü için farklı yaklaşımlar gerektirebileceğini düşündürmektedir.

4. 
Sifiliz hastalarında HIV enfeksiyonu sıklığının araştırılması
Investigation on HIV infection among syphilis patients
Rezan HARMAN, Elif ŞAHİN HORASAN, Özlem KANDEMİR
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.71598  Sayfalar 25 - 30
GİRİŞ ve AMAÇ:
Sifiliz ve HİV benzer bulaşma yollarına sahiptir. Çeşitli çalışmalar HİV insidansındaki artışı, Sifiliz insidansı ile ilişkili bulmuştur. Ülkemizde son yıllarda Sifiliz ve HİV vakalarında artış görülmektedir. Bu çalışmada Sifiliz tanısıyla takip ettiğimiz hastaların klinik ve laboratuar bulgularını inceleyerek HİV ile koenfeksiyonu araştırdık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 2017 - 2019 yılları arasında Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Mersin Toros Devlet Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji kliniğince Sifiliz tanısıyla takip edilen hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenerek HİV koinfeskiyonu oranını ve bununla ilişkili faktörleri incelendik.
BULGULAR: Çalışmaya Sifiliz tanısıyla takip edilen 51 hasta dahil edildi. Hastaların 39’ u erkek ( % 76.5 ), 12’ si ( % 23.5 ) kadındı. Hastaların 19 - 63 yaş aralığında ve yaş ortalaması 36.5 idi. Çalışmamızın retrospektif olması nedeni ile hastaların cinsel tercihleri yada diğer risk faktörleri ile ilgili bilgiye ulaşılamadı.
Genital şankr primer evredeki hastalarda görülen en sık bulgu iken sekonder evredeki olgularda döküntü en sık karşılaşılan bulguydu. Başvuru esnasında olgulardan 4 hasta primer, 9 hasta sekonder, 38 hasta latent sifiliz evresindeydi. HIV pozitifliği 23 hastada saptandı ( %45 ). Primer ve sekonder evre HİV pozitif olgularda anlamlı oranda sık görüldü, latent sifiliz ise HIV negatif olgularda sıktı (p=0,007). Primer evrede olan 4 hastanın hepsinde de HIV pozitifliği görüldü. Benzer şekilde sekonder evrede olan 9 hastanın 6’ sın da HIV pozitifken 3’ ün de negatifti. Latent evre de olan 39 hastanın ise büyük bir kısmı ( % 64’ ü ) HIV negatifti.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Sifiliz ve HIV sıklığı son yıllarda artmaktadır ve koenfeksiyonu sık görülmektedir. Amerika Birleşik Devletleri Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi verilerine göre primer ve sekonder sifilizli olan homoseksüel erkeklerin yaklaşık yarısı HIV ile enfektedir. Çalışmamızda da Primer ve sekonder evre, HİV pozitif olgularda sık görülmüştür. Sifiliz’in primer ve sekonder evrelerinin HIV’in yaygınlaşmasılya beraber daha fazla görüleceği, bu yüzden özellikle doküntüsü olan hastalarda tanı da Sifilizin tarama testlerinin de unutulmaması önemlidir.
Sifiliz hastalarında ki HIV koenfeksiyonun HIV hastalarında yapılan çalışmalarda ki koenfeksiyon oranına göre yüksek çıkması toplumda ki cinsel aktif bireyler arasında Sifilizin HIV enfeksiyonuna göre önemsiz algılanması ve koruyucu önlemlerin daha düşük uygulanmasına bağlı olabilir. Bu yüzden Sifiliz tanısı alan bireylerin davraniş değişikliğine gitmedikleri sürece daha uzun yıllar takip edilebilmesi halinde bu oranın daha yüksek değerlere çıkabileceğini düşünmekteyiz.
Sonuç olarak döküntülü hastalarda tanıda Sifiliz’ de akla gelmelidir. Ayrıca Sifilizle enfekte hastalarda HIV taramasının yapılması ve cinsel yolla bulaşan hastalıklarla ilgili eğitimlerin tedavi ile beraber planlanması özellikle HIV bulaşını engellemek için oldukça önemlidir.


5. 
What are the predictors of delirium for patients with lung cancer?
Akciğer kanseri olan hastalarda deliryum prediktörleri nelerdir?
Derya YENİBERTİZ, Mehmet Sinan AYDIN, Berna AKINCI ÖZYÜREK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.60476  Sayfalar 31 - 38
GİRİŞ ve AMAÇ: Deliryum ilerlemiş kanserde yaygın bir psikiyatrik bozukluktur, ancak akciğer kanseri olan hastalarda deliryum hakkında çok az sayıda çalışma mevcuttur. Bu çalışmada akciğer kanseri olan hastalarda gelişen deliryum prediktörlerinin, cerrahiden bağımsız olarak araştırılması amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 2013-2019 yılları arasında 18 yaş üstü, akciğer kanseri tanısı alan ve herhangi bir sebeple hastaneye yatışı sırasında deliryum tanısı koyulan ve aynı dönemlerde benzer sayıda 18 yaş üstü olup akciğer kanseri olan ancak deliryum tanısı olmayan toplam 212 hasta retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların deliryum tanısı yatışları sırasında psikiyatri konsültasyonu ile Ruhsal Bozuklukların Teşhis ve İstatistik El Kitabı V. Kriterlerine göre konulmuştur. Hastaların yaş, cinsiyet, hastanede kalış süresi, komorbiditeleri, tanı anındaki laboratuar parametreleri (hemogram, biyokimya), akciğer kanseri tipi ve mevcut organ metastazları hasta dosyalarından ve hastane bilgi sisteminden kaydedilmiştir. Hastaların nötrofil lenfosit oranı (NLR) ve platelet lenfosit oranları (PLR) hesaplanmış ve kaydedilmiştir. Hastalar, deliryum tanısı alan ve deliryum tanısı almayan akciğer kanseri tanısı olan hastalar olarak iki gruba ayrılarak karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Çalışmamızda 212 hastanın % 93,9'u erkek ve yaş ortalaması 63,4 ± 8,7 (38-91) yıldır. Deliryum tanılı hasta sayısı 126 olup, deliryumu olmayan hastaların tanı yaşı medyan 64,0 (59,0-71,0) olarak belirlenmiştir. Deliryum olan grupta ortalama beyaz kan hücresi (WBC), nötrofil, nötrofil lenfosit oranı (NLR) ve trombosit lenfosit oranı (PLR) seviyeleri daha yüksek olmasına rağmen, ortalama lenfosit düzeyi daha düşük bulunmuştur (p <0.05). Lojistik regresyon analizine göre erkek olmanın yanı sıra eşlik eden KOAH, metastaz, pnomoni ve kalp hastalığının olmamasının deliryum riskini artırdığı tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sistematik inflamatuar belirteçler olan NLR ve PLR, deliryum ve akciğer kanseri ile ilişkilidir. Artmış NLR ve PLR hastanede yatan akciğer kanserli hastalarda deliryum için önemli risk faktörleridir ve düşük düzeyde bir inflamasyonun sürdürülmesi deliryumu önlemeye yardımcı olabilir. Erkek cinsiyet ve hastaneye yatış gerektiren akut hastalıklar da deliryum riskini artırabilir.

6. 
Kuzeybatı Suriye Bölgesi’nde COVID-19 saptanan sağlık çalışanlarının demografik ve klinik özelliklerinin değerlendirilmesi
Evaluation of demographic and clinical characteristics of healthcare professionals with COVID-19 in Northwest Syria Region
Avni Uygar Seyhan, Bahadır Karaca
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.02212  Sayfalar 39 - 46
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda halk sağlığı açısından savunmasız bir bölge olan Kuzeybatı Suriye’deki COVID-19 geçiren sağlık çalışanlarının demografik ve klinik özelliklerini değerlendirerek pandemideki durumlarını araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, Kuzeybatı Suriye Bölgesi’ndeki Dünya Sağlık Örgütü destekli ACU (Yardım Koordinasyon Birimi) laboratuvarlarına başvuran ve COVID-19 teşhisi konulan sağlık çalışanlarının demografik ve klinik özellikleri retrospektif olarak incelendi.

BULGULAR: Çalışmaya 2596 sağlık çalışanı dahil edildi. Katılımcıların %38,5’i (n=1000) kadın, %61,5’i
(n=1596) erkekti. Katılımcıların yaş ortalaması 33.4∓8.9’di. Branşlara göre bakıldığında çoğunluğu
hemşireler (n=1037) oluşturmaktaydı. Çalışmaya dahil edilen kişilerin 380’i (%14,6) doktor, 335’i (%12,9)
toplum sağlığı çalışanı ve 196’sı (%7,6) temizlik görevlisi idi. Kuzeybatı Suriye’de çalışmamız kapsamındaki Halep Bölgesi’nden 953 ve İdlib Bölgesi’nden ise 1643 sağlık çalışanı mevcuttu. Halep Bölgesi içinde yer alan Azez’de 277, El Bab’da 214 ve Afrin’de 206; İdlib Bölgesi içinde yer alan İdlib merkezde 770 ve Harim’de 675 COVID-19 enfeksiyonlu sağlık çalışanı tespit edilmiştir. Çalışmaya dahil edilenlerin 275’i (%10,6) asemptomatik ve 2321’i (%89,4) semptomatikti. Bunların büyük çoğunluğu (n=2235, %86,1) hafif semptomlara sahipti. Bu semptomlardan en sık görülenler ateş (n=1702, %65,6), kuru öksürük (n=1435, %55,5) ve yorgunluk (n=1230, %47,4) idi.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda 2020 yılının son yarısında Kuzeybatı Suriye’deki neredeyse tüm COVID-19 enfeksiyonlu sağlık çalışanlarının kesitsel analizini sunmuş olduk. Çalışmamız verileri doğrultusunda, iç karışıkların sürdüğü Kuzeybatı Suriye’de sağlık hizmeti verilen yerlerin fiziki şartlarının olumsuzluğu, kalabalık nüfusun kontrolsüz hareketi, izolasyon önlemlerine uyulmaması ve yetersiz sayıda sağlık çalışanı olması, sağlık çalışanlarındaki enfeksiyon oranının yüksek olmasının önünü açmış olabilir.COVID-19 enfeksiyonu tanıları PCR testinin sonucuna gore değerlendirilmiştir ancak bilgisayarlı tomografi ile tespit edilen akciğer tutulumu olan çalışanların verilerinin dijital veri tabanında yer almaması çalışmamızın kısıtlılıklarındandır.


7. 
COVID-19 hastalarının hava ambulansı ile nakli
Transport of COVID-19 patients by air ambulance
Eren USUL, Semih KORKUT
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.16046  Sayfalar 47 - 52
GİRİŞ ve AMAÇ: Yeni koronovirs hastalığı (COVID-19) pandemisinde, acil sağlık hizmetleri kara ve hava ambulanslarıyla ön hatta görev alırlar ve ciddi zorluklarla karşı karşıyadırlar. Şimdiye kadar, COVID-19 hastalarının bakımı ve Avrupa çapında hava ambulans sistemleri ile taşınmasına ilişkin veriler çok sınırlıdır. Pandemi döneminde yurtiçi ve yurtdışı birçok COVID-19 hastasının transferi hava ambulansları ile yapılmıştır. Biz bu çalışmamızda hava ambulans sistemimizle taşınan COVID-19 hastalarının tanımlayıcı özelliklerini incelemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız retrospektif kohort çalışmasıdır. Çalışmaya 15.04.2020-31.12.2020 tarihleri arasında real time PCR testi sonucuna göre COVID-19 tanısı alıp sabit kanatlı hava ambulansı ile transfer edilen hastalar çalışmaya dahil edildi. Vakaların bilgileri Sağlık Bakanlığı Acil Sağlık Hizmetleri Otomasyon Sisteminden (ASOS) ve uçuş kayıtlarından elde edildi. Hastaların uçuş süresi, yaş, cinsiyet, yatış yeri durumu (servis/yoğun bakım ünitesi), vital bulguları, aldıkları tedavi (nazal oksijen, Non invaziv mekanik ventilasyon (NIMV), mekanik ventilasyon), taşınma şekilleri ve taşınma sonrası dezenfeksiyon işlemleri incelendi.
BULGULAR: Çalışma tarihleri arasında sabit kanatlı ambulans ile real time PCR testi sonucuna göre kesin COVID-19 tanısı alan hasta sayısı 80 idi. Hastaların %85’i erkekti ve yaş ortalaması 44,7 ± 14,0 idi. Ortalama uçuş süresi 492,2 ± 270,8 dakikaydı. Transfer edilen COVID-19 hastalarının %87,5’i (n=70) yataklı servise, %12,5’i (n=10) yoğun bakıma yatırıldı. Transfer sürecinde %2,5’i (n=2) CPAP tedavisi, %3,8’i (n=3) mekanik ventilatör takibi, %22,5’i (n=18) İ.V. sıvı tedavisi ve %71,3’ü (n=57) nazal oksijen tedavisi almıştır. Tüm hastaların transferinde tıbbi ekip Kişisel Koruyucu Donanım (KKD) kullanmıştır. Hastaların %97,5’i (n=75) portablzolasyon ünitesi (PÜ)’nde, %2,5’i (n=5) ise izolasyonsuz transfer edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: COVID-19 hastalarının havadan uzun sürelerde bile nakli ve bakımı uygun görülmektedir. KKD'ın uygun kullanımı ve PÜ’ler içinde COVID-19 hastalarının hava yoluyla taşınması görevli personel için güvenli olabilir

8. 
Investigation of the effects of dust transport on lung health
Toz taşınımının akciğer sağlığı üzerine etkilerinin araştırılması
Hatice KILIÇ, Serpil KUŞ, Ebru Şengül PARLAK, Sibel ÇARPAR, Gulhan KURTOĞLU ÇELİK, Emine ARGÜDER, Ayşegül KARALEZLİ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.87854  Sayfalar 53 - 60
GİRİŞ ve AMAÇ: Güneydoğu Anadolu bölgesi, 14 Ekim 2018'de Suriye'den gelen çöl tozundan etkilendi. Toz bulutlarının Ankara'ya taşınmasının görüş mesafesinin azalmasına ve hava kirliliğinin artmasına neden olduğu görüldü. Çalışmamızda o tarihten itibaren acil servisimize yapılan başvurular ile toza maruz kalma arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya dahil edilen hastalardan 143 hasta toz maruziyetinden önce (grup 1) ve 203 olgu da (grup 2) toza maruz kaldıktan sonra (grup 2) acil servise yatırıldı. Bu çalışmada 14 Ekim 2018 tarihinden sonraki ve önceki 14 gün, acil servise başvuran hastalar arasında farklılık olup olmadığını değerlendirmek üzere hastane kayıtları ve dosyalar incelendi.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı raporuna göre, PM10 değerleri 14 Ekim'den itibaren 1 hafta süreyle 52,8-175 µg / m3 aralığında yer aldı. Ön toz nakliyesine göre bu değerlerin 21-145 -1g / m3 arasında arttığı tespit edildi.


BULGULAR: Çalışmaya toplam 346 hasta dahil edildi. Toza maruz kalmadan önce başvuran hasta sayısı öncekilere göre anlamlı derecede yüksekti (p = 0,001). Gruplar cinsiyet açısından benzerdi (p = 0,200). Grup 1 olgularının yaş ortalaması grup 2'den anlamlı derecede yüksekti (sırasıyla 55.38 ± 18.86, 50.49 ± 22.06; p = 0.02). Gruplar cinsiyet açısından benzerdi (p = 0.200). Grup 2 vakalarında grup 1 vakalarına göre öksürük anlamlı derecede arttı [sırasıyla 37 (% 27.6), 97 (% 72.4); p = 0.001].
Öksürük şikayeti önemli ölçüde arttı [37 (% 27.6), 97 (% 72.4); p = 0.001]. Grup 1 ve grup 2 vakaları acil servise giden hastalıklarla karşılaştırılırken, akciğer hastalıkları anlamlı olarak arttı (p = 0,001) (tablo 1). Akciğer hastalığı olmayan ve sadece toz nedeniyle nefes darlığı veya öksürük şikayeti ile başvuran 83 (% 40), akciğer dışında kalp yetmezliği olan 16 (% 7,9) olgu saptandı.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız sonucunda, toz taşınmasının solunum semptomlarında ve acil servise sevk oranında önemli artışa neden olduğu bulunmuştur. Ülkemizin jeopolitik konumu nedeniyle toz taşınması önemli bir halk sağlığı sorunudur.



9. 
Mikroskobik idrar analizini öngörmede idrar strip testinin performansı
The performance of the urine strip test for predicting microscopic urine analysis
Nergiz ZORBOZAN, İlker AKARKEN, Orçun ZORBOZAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.98105  Sayfalar 61 - 68
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı, manuel mikroskopik idrar analizi öngörmek için idrar strip analizinin performansını değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İdrar yolu enfeksiyonu (İYE) şüphesi olan hastalardan alınan ve hem mikroskopik hem de strip analizi yapılan idrar örnekleri çalışmaya dahil edildi. Eritrosit strip (Erit-S) ve lökosit strip (Lök-S) testlerinin “eser”, “1+”, “2+”, “3+” kestirim değerleri için duyarlılık, özgüllük, pozitif ve negatif olabilirlik oranları (LR+, LR-), test öncesi ve sonrası şans, test sonrası olasılık değerleri hesaplandı. Koşullu olasılığı belirlemek için Bayes teoremi kullanıldı. ROC eğrisinin altındaki alan (AUC) hesaplandı.
BULGULAR: Lök-S ve Erit-S için AUC sırası ile 0,923 ve 0,975 olarak bulundu. Lök-S testi “1+”, Erit-S testi “eser” kestirim değerinde yeterli duyarlılık ve özgüllükteydi (>%80). LR+ değerine göre Lök-S “3+” kestirim değerinde, Erit-S tüm kestirim değerlerinde; LR- değerine göre Lök-S eser, Erit-S eser ve “1+” kestirim değerlerinde post-test olasılıkta anlamlı farklılık sağladı (<0,1). İYE dönemsel prevalans hızı %5,95 olarak bulundu. İYE tanısı için idrar örneği alınan hastalarda mikroskobik incelemeye göre İYE post test olasılığı Lök-S “3+” kestirim değerinde %39, Erit-S “3+” kestirim değerinde %74 idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İdrar strip analizinin manuel mikroskobik analizdeki lökosit ve eritrosit pozitifliğini öngörmede yeterli olduğunu bulduk. İdrar strip analizinde tanısal güç kestirim değerlerine göre farklılık göstermektedir. Yaptığımız çalışmanın bu konuda farkındalık sağlayacağını ve klinisyenlerin İYE ön tanılı hastalarda test istem tercihlerini belirlemesinde ve gereksiz test istemlerinin önlenmesinde yararlı olacağı görüşündeyiz.

10. 
Outbreak of lead toxicity during rebar production in a steel mill
İnşaat demiri üreten bir çelik fabrikasında görülen kurşun zehirlenmesi salgını
Elif ALTUNDAŞ HATMAN, Sebahat Dilek TORUN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.62347  Sayfalar 69 - 78
GİRİŞ ve AMAÇ: Kurşun zehirlenmesi, günümüzde kurşunsuz benzin ve kurşun içermeyen boyaların kullanımının yaygınlaşmasıyla erişkinlerde çevresel etkileniminden çok mesleki etkilenime bağlı olarak görülmektedir.
Bu araştırma, sağlık gözetimi sırasında rutin olarak kurşun izleminin yapılmadığı bir sektörde tespit edilen kurşun etkilenimli olguların ve çalışma ortamının özelliklerini tanımlaması ve bu işyerindeki kurşun salgınını irdelemeyi amaçlamaktadır. Ayrıca, ülkemizde bu vakaların yönetimi ve tedavisi hakkında bir tartışma başlatmayı da amaçladık.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu tanımlayıcı araştırma, meslek hastalıkları tanısı koymaya yetkili bir hastanede Nisan-Kasım 2018 tarihleri arasında yürütülmüştür. Kan kurşun düzeyi (KKD) yüksekliği saptanan 34 olguya sosyodemografik özelliklerini, çalışma yaşamına ilişkin özelliklerini, çalışma ortamını ve risk faktörlerini ve kurşun etkilenimine bağlı şikayetlerini değerlendirmek amacıyla oluşturulan 38 maddelik bir soru formu uygulanmıştır. Fiziksel muayene bulguları, laboratuvar bulguları, komorbiditeler ve tedavi protokolleri tıbbi kayıtlardan elde edilmiştir.

BULGULAR: Çalışanların % 8,3'ü (n = 34) kurşun toksisitesi ön tanısı ile başvurmuştu. Ortalama çalışma süresi 26 ay, ortalama haftalık çalışma süresi 53.3 ± 7.2 saatti. Ortalama KKD iş yerinde aralıklı kontrol muayenesi sırasında 44.0 ± 5.1 μg/dl, hastanede alınan ilk örnekte 38.4 ± 11.1 μg/dl ve hastanede kontrol örneğinde 36.1 ± 8.9 μg/dl idi. Kan antimon seviyesi 5.5 ± 1.4 μg/dl, ortalama kan mangan seviyesi 17.8 ± 5.9 μg/L ve 15 günlük yatış sonrası ise 1.5 ± 0.8 μg/L idi.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Demir çelik isektörü kurşun, mangan ve antimon maruziyeti açısından dikkatle izlenmesi gereken sektörler arasında yer almaktadır. Toksik metallerin mevzuatı ve maruz kalma sınırları ile biyolojik limit değerleri bilimsel verilere uygun olarak güncellenmelidir. Klinik bulguları olan hastaların şelasyon tedavisi, kemik dokusunda kurşun birikimi değerlendirilerek planlanmalıdır.

11. 
Ulusal halk sağlığı kongresi kitaplarında yer alan hepatit A ile ilgili çalışmalara ait bildirilerin değerlendirilmesi
Evaluation of hepatitis A reports that presented at national public health congresses
Mehmet UYAR, Mehtap YÜCEL, Elif Nur YILDIRIM ÖZTÜRK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.62144  Sayfalar 79 - 86
GİRİŞ ve AMAÇ: Bütün Dünya’da yaygın olarak görülmekte olan Hepatit A, özellikle gelişmekte olan ülkelerde önemli bir halk sağlığı sorunu olmayı sürdürmektedir. Bu çalışma ile 1988-2018 yılları arasında düzenlenmiş olan Ulusal Halk Sağlığı Kongreleri’nde sunulmuş olan bildirilerden Hepatit A ile ilişkili olanların kişi, yer ve zaman özelliklerine göre değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma tanımlayıcı türdedir. Araştırma 1 Mart-1 Mayıs 2019 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma için örneklem büyüklüğü hesaplanmamış olup evrenin tamamına ulaşılması hedeflenmiştir. Çalışma için ilk düzenlenmiş olan kongreden (1988) son düzenlenmiş kongreye kadar olan (2018) 20 kongreye ait bildiri kitaplarının incelenmesi planlanmıştır. Elektronik veya basılı halde kopyasına ulaşılamayan 5. ve 7. kongrelere ait kitaplar araştırmaya dâhil edilememiştir. Çalışmanın verisi 22 sorudan oluşan bir veri toplama formu ile toplanmıştır. Sayısal verilerin özetlenmesinde; ortalama±standart sapma ve ortanca (minimum-maksimum) değerleri; kategorik verilerin özetlenmesinde frekans dağılımları ve yüzdelikler kullanılmıştır.
BULGULAR: Hepatit A ile ilgili olan toplam 31 bildiri araştırma kapsamına alındı. 18 kongre kitabından 11’inde konuyla ilgili en az bir bildiriye rastlandı. En çok bildiri sunulan yıllar 2012 (n=5) ve 2017 (n=5) yılları idi. En fazla sayıda çalışma İç Anadolu Bölgesi’nde (n=8) ve Ege Bölgesi’nde (n=6) yapılmıştı. Bildirilerde ortanca yazar sayısı 4,00 (1,00-12,00) idi. Bildirilerin 10 tanesi (%32,3) sözlü sunum şeklindeydi; 16 tanesi tanımlayıcı (%51,6), 11 tanesi kesitsel (%35,5) ve 4 tanesi (%12,9) müdahale ve kohort araştırması gibi diğer türlerdendi. Çalışmaların 20 tanesi (%64,5) gerçek kişiler üzerinde ve 11 tanesi (%35,5) kayıtlar üzerinde yürütülmüştü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmada Ulusal Halk Sağlığı Kongreleri’ne gönderilen bildiri sayısının yetersiz ve bildirilerin pek çoğunun tanımlayıcı ve kesitsel türde olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

12. 
Sıçan kardiyak miyositlerinde kasılmanın ve iyonik akımların sodyum metabisülfit tarafından modülasyonu
Modulation of contraction and ionic currents by sodium metabisulfite in rat cardiac myocytes
Nihal ÖZTÜRK, Nazmi YARAŞ, Semir ÖZDEMİR
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.47640  Sayfalar 87 - 100
GİRİŞ ve AMAÇ: Sülfit ve türevleri özellikle gelişmekte olan ülkelerde solunum ve beslenme yoluyla vücuda giren önemli bir toksik ajandır. Sülfit türevi olan sodyum metabisülfit (SMB; Na2S2O5) gıda, içecek ve ilaçlarda yaygın şekilde koruyucu madde olarak kullanılması nedeniyle belirlenen günlük güvenli dozun üzerinde tüketildiği ve zararlı etkilere yol açtığı bildirilmiştir. Ancak SMB’nin uzun süreli tüketiminin kalbin fonksiyonu üzerine olan etkisi bilinmezliğini korumaktadır. Çalışmamızda kronik SMB uygulamasının kardiyomiyositlerde kasılma ve iyonik akımlar üzerine etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hücre izolasyonu Langendorff sistemi aracığıyla gerçekleştirildi. Kanüle edilmiş kalplerdeki kanın tamamının uzaklaştırılabilmesi için 3-5 dakika Ca-free solüsyonu ile perfüzyon yapıldıktan sonra 20-25 dakika 1mg/ml kollejenaz içeren Ca-free solüsyonu ile perfüzyona devam edilmiştir. Tüm kayıtlar, sıçan kalbinin taze izole edilmiş sol ventriküler miyositlerinden alınmıştır. Kardiyomiyositlerin kasılma ve gevşeme kinetiği, alan uyarımı altında sarkomer uzunluğundaki değişiklik kaydedilerek değerlendirilmiştir. Aksiyon potansiyeli (AP), potasyum akımları ve L-tipi Ca2+ akımları (ICaL) voltaj clamp tekniği ile kaydedilmiştir.
BULGULAR: SMB uygulaması kasılma genliğinde azalmaya sebep olurken, AP’nin repolarizasyon fazlarında uzamaya ve genliğinde azalmaya neden olmuştur ancak kasılma kinetikleri üzerinde değişiklik gözlenmemiştir. Bununla birlikte, dinlenim membran potansiyelinin daha pozitif değerlere kaydığı gözlenmiştir. Kronik SMB uygulaması miyositlerde transient outward potasyum akımlarının baskılanmasına sebep olurken, kuyruk akımlarını ve inward rectifier potasyum akımlarını etkilememiştir. Ek olarak SMB, ICaL’nin yoğunluğunda değişikliğe sebep olmamıştır ancak aktivasyon eğrisini daha pozitif potansiyellere kaydırmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda elde edilen sonuçlara göre ve günlük tüketiminin toksik dozlara ulaşabileceği göz önünde bulundurulduğunda SMB’nin kalpte voltaja duyarlı iyonik akımları modüle ederek kardiyak fonksiyonlarda anormal değişikliklere sebep olabileceği gösterilmiştir. SMB ile indüklenen negatif inotropik etkinin moleküler mekanizmaları, SMB ile ilişkili kardiyovasküler hastalıkların patogenezine katkıda bulunabilir.

OLGU SUNUMU
13. 
Kene teması ile gelişen riketsiyoz: bir olgu sunumu
Tick-borne rickettsiosis: a case report
Güliz UYAR GÜLEÇ, Aysima BİLTEKİN, Serhan SAKARYA
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.87360  Sayfalar 101 - 106
Kene türleri ve kene kaynaklı hastalıklar açısından ülkemiz riskli bir konumdadır. Keneler bakteri, virüs, parazit gibi pek çok enfeksiyon ajanının vektörü olabilirler. Riketsiyoz, kene, bit, pire gibi vektörler ile taşınan ateş, döküntü, ısırık yerinde eskar (tache noire) ile karakterize zoonotik bir hastalıktır. Klinik tablo ve laboratuvar bulguları özgül olmadığından diğer kene kaynaklı hastalıklar ile karışabilmektedir. Kenelerin aktif olduğu bahar ve yaz aylarında ateş, döküntü bulguları ile gelen olgularda epidemiyolojik öykü iyi sorgulanmalıdır. Bu yazıda kene tutunması sonrası yakınmaları başlayan, öncelikle Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ön tanısı ile yatırılan kırk altı yaşında bir erkek olgu sunulmuştur. Ateş yüksekliği, baş ve yaygın eklem ağrısı yakınmaları olan olguda kenenin tutunduğu yerde ‘tache noire’ ile uyumlu lezyon saptanmış, geç dönemde vücudunda makulopapuler döküntüler gelişmiştir. Ayrıntılı epidemiyolojik öyküsü ile kene tutunması olduğu sırada endemik bir bölgede olduğu öğrenilen olguda Rickettsia conorii seropozitifliği saptanmıştır. Doksisiklin tedavisi ile başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir.

DERLEME
14. 
Türkiye’de akrep serumunun tarihi
The history of scorpion serum in Turkey
Ayhan FİLAZİ, Özcan ÖZKAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2020.69937  Sayfalar 107 - 116
Akrepler, üzerleri kalın bir kitin tabakası ile kaplı, ergin bireylerinin uzunlukları 11,5-220 mm arasında değişen eklem bacaklılardır. Zehirlenmeye neden olmaları ve yırtıcılıkları nedeniyle insanlarda korkuya neden olurlar. Akrep zehirlenmelerinde, özellikle ağır belirtilerle seyrediyorsa antivenom uygulanması zorunludur. Türkiye iklim açısından akreplerin yaşamasına elverişli bir ülkedir. Günümüzde, dünyada, 21 familya ve 195 cins’ten oluşan yaklaşık 2512 tür akrep olduğu bildirilmiştir. Bununla beraber son yıllardaki artış göz önüne alındığında Türkiye akrep topluluğundaki tür sayısının artacağı ve 50’ye kadar ulaştığı bildirilmiştir. Türkiye’de bilinen zehirli en etkili akrep türü Leirus abdullahbayrami olmasına rağmen, akrep antivenomu Androctonus crassicauda’dan elde edilmektedir. Yapılan çalışmalar Türkiye’de 1942 yılından itibaren kesintisiz bir şekilde A.crassicauda’dan üretilen antivenomun bilinen diğer antivenomlardan daha iyi sonuç verdiğini göstermektedir. Dünyanın en zehirli 5 akrebinden biri olarak gösterilen A. crassicauda yaklaşık 80 ile 90 mm uzunluğunda olup koyu kahve veya siyah renkte, kıskaçları çok tıknaz ve kuyruğu oldukça kıvrıktır. Türkiye’de tıbbi yönden en önemli türden birdir.. A. crassicauda, Türkiye’de daha çok Güney Doğu Anadolu bölgesinde ve Doğu Anadolu bölgesi’nin Iğdır ve Kars illerinde düşük rakımlı bölgelerde bulunmaktadır. Özellikle Güneydoğu bölgemizde akrep sokması şikayetiyle hastaneye başvuran hastaların çoğunluğunda sorumlu akrebin A. crassicauda olduğu belirtilmektedir. Sokma olguları çoğunlukla yaz döneminde olmakta ve hem Türkiye hem de dünyanın diğer ülkelerinde halen önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. A. crassicauda’dan hazırlanan akrep antivenomu uzun yıllar sonra ilk kez hazırlanan Türk Farmakopesin’de milli monografımız olarak yerini almıştır. Bu özet, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan günümüze kadar Türkiye'deki antivenomun tarihi hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir.

LookUs & Online Makale
w