TÜM DERGİ | |
1. | THDBD 2023-2 Cilt 80 Tüm Dergi TBHEB 2023-2 Vol 80 Full Printed Journal Utku ERCÖMERTdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.72693 Sayfalar 134 - 245 Makale Özeti | |
ARAŞTIRMA | |
2. | COVID-19 pandemisinde farklı pH derecelerinde kullanılan dezenfektanların neden olduğu fibroblast dejenerasyonu üzerine Moringa oleifera ekstraktının etkisinin araştırılması Investigation of the effect of Moringa oleifera extract on fibroblast degeneration caused by disinfectants used at different pH levels in the COVID-19 pandemic Yeşim YENİ, Sıdıka GENÇ, Ahmet HACIMÜFTÜOĞLU, Ali TAGHİZADEHGHALEHJOUGHİdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.09069 Sayfalar 135 - 144 GİRİŞ ve AMAÇ: 2019 yılında başlayan koronavirüs hastalığının dünya çapında hızla yayılması, küresel bir salgın haline gelmesine neden olmuştur. Koronavirüs salgınının yayılmasını kontrol altına almak için yüz maskesi takma, sosyal mesafeyi koruma ve el hijyeni gibi bazı önleme prosedürleri uygulanmaya başlandı. Buna bağlı olarak ulaşım ve alışveriş gibi halka açık yerlerde dezenfektan kullanımı önem kazandı. Ancak araştırmalar, farklı pH değerlerine sahip dezenfektanların uzun süreli kullanımının kaşıntı, kızarıklık, ürtiker ve hatta alerjik rinit gelişimini tetiklediğini göstermiştir. Moringa oleifera (MO) yapraklarında, çiçeklerinde, yeşil fasulyelerde, tohumlarda ve tohum yağında bulunan düşük doymuş yağ asitleri ve yüksek miktarda zeytinyağı, harika besin ve vitamin kaynaklarıdır. Günümüzde MO, çeşitli cilt bakım uygulamalarında kullanılmaktadır. Ayrıca MO’nun yaprağı antiretroviral, antimikrobiyal, antioksidan, antifungal özelliklere de sahiptir. Bu çalışmanın amacı, MO bitkisi kullanılarak farklı pH değişimlerine karşı gelişen toksisitenin önlenmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda insan fibroblast hücre hattı, üretici firma tarafından belirtilen koşullarda büyütülerek 96 kuyucuklu plaklara inoküle edildi; farklı pH’lı (5.0, 6.0, 7.0 ve 8.0) kültür ortamları hazırlanarak farklı dozlarda MO (20, 40, 80 ve 160 µg/ml) kutucuklara eklendi. 24 saat sonra 3-(4,5-dimethylthiazol-2-yl)-2,5-diphenyl-2H-tetrazolium bromide (MTT), Glutatyon Redüktaz (GR) ve Laktat Dehidrogenez (LDH) testleri kullanılarak elde edilen veriler kaydedildi. BULGULAR: Çalışmamızın sonuçlarına göre hücre canlılığı pH 5.0’te pozitif kontrole göre %69’dan %89’a çıkmıştır. pH 6.0’da %80’e düşen canlılık, MO’nun en yüksek konsantrasyonunun (160 μg/ml) uygulanmasıyla %143’e çıkmıştır. pH 7.0’de hücre canlılığı %79’dan %115’e yükselirken, pH 8.0’de fibroblast hücrelerinin aldığı hasarın yüksek olduğu (canlılık oranı %66) tespit edilmiş ve MO uygulaması ile hücre canlılığının %93’e kadar arttığı saptanmıştır. LDH ve GR sonuçlarının MTT ile korelasyon gösterdiği saptanmıştır. tüm sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirilmiş ve anlamlı bulunmuştur (P<0.05 ve P<0.01). TARTIŞMA ve SONUÇ: Elde edilen verilere göre MO hücre canlılığı üzerinde koruyucu etkiye sahiptir. Bu etki 80 ve 160 μg/ml dozlarında maksimuma erişmektedir Dezenfektanların ciltte oluşturduğu istenmeyen etkilerin önlenmesi amacıyla MO kullanımı uygun bir seçenek gibi gözükmektedir. MO’nun bu amaçla güvenle kullanımı için klinik araştırmalara ihtiyaç vardır. |
3. | COVID-19 ile ilgili ulusal karantina günlük yaşam aktivitelerini ve fiziksel ağrı durumunu nasıl etkiledi? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti örneği How COVID-19-related national lockdown affected daily life activities and physical pain status? A sample from the Turkish Republic of Northern Cyprus Taygun DAYI, Müjgan ÖZTÜRK, Melis BAĞKURdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.68366 Sayfalar 145 - 158 GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19’un pandemi olarak tanımlanmasından sonra, pek çok ülkede ulusal karantina kararı alınmıştır. COVID-19 nedeniyle uygulanan kapanma, insanların fiziksel, sosyal ve zihinsel sağlığını ayrıca ülke ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Bu çalışmada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde pandemi nedeniyle yaşanan tam kapanma sırasında ve sonrasında COVID-19’un günlük yaşam aktiviteleri, ekonomik kaygı ve ağrı durumu üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Veriler Mart-Mayıs-2020 tarihleri arasında adada bulunan gönüllü kişilerin (n: 307) katılımıyla çevrimiçi olarak anket yoluyla toplanmıştır. Katılımcıların ulusal kapanma öncesi ve sonrası beslenme (alışveriş, paketli ürünlerin dezenfeksiyonu, yeni yemek tariflerinin denenmesi, iştah), fiziksel aktivite alışkanlıkları, sedanter aktiviteleri (örneğin ekran süresi) ve fiziksel ağrı durumu sorgulanmıştır. BULGULAR: Ulusal kapanma sırasında, katılımcıların çoğunun fiziksel aktivite düzeyi düşmüş ve sedanter davranışları artmıştır. Her ne kadar daha fazla uyudukları görülse de (7,69±1.47 vs 7.16±1.04) (p<0.001), uyku kalitesinin daha düşük olduğu ifade edilmiştir (3.28 ±1.12 vs 3.45 ±1.00) (p: 0.030). Katılımcılar yeni yemek tarifleri denemiş, ancak çoğu kapanmadan sonra bu tarifleri pişirmeye devam etmemiştir. Katılımcıların çoğunun (%78.2), kapanma sırasında internette ekran önünde geçirdikleri zaman artmış, fiziksel aktiviteleri ve adım sayıları azalmıştır (sırasıyla %56.7 ve %62.9). Kapanma bittikten sonra katılımcıların yarısına yakını ekran sürelerinde anlamlı bir azalma olduğunu belirtmiştir (p<0.001). Bunlara ek olarak, hem vücut ağırlığındaki değişim hem de artmış ekran süresi tekrarlayan ağrıyı artırmıştır (p: 0.034, p: 0.024) ve kapanma sırasında ağrının en yaygın olarak boyun bölgesinde görüldüğü tespit edilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Pandemi döneminde alınan sağlık önlemlerine ek olarak, resmi kurumlar günlük yaşam aktivitelerinde meydana gelen ve kronik hastalıklara yol açabilecek değişikliklerle başa çıkmak için de hazırlıklı olmalıdır. |
4. | Pandemi iletişiminde Ankara örneği “COVID-19 Kriz Merkezleri” The example of Ankara in pandemic communications “COVID-19 Crisis Centers” Asiye Çiğdem ŞİMŞEK, Mustafa Sırrı KOTANOĞLU, Hasan GÜL, Deniz ÇAKMAK, Seher MUSAONBAŞIOĞLU, Yunus Emre BULUT, Ebru AYDAL, Hasan IRMAK, Zülfikar AKELMAdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.54280 Sayfalar 159 - 170 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün 11 Mart 2020 tarihinde yeni koronavirüs salgınını “COVID-19 pandemisi” olarak ilan etmesinin ardından 15 Mart 2020 tarihinde Ankara İl Sağlık Müdürlüğü bünyesinde kurulan ve vatandaşlarımızdan gelen soruları cevaplamak üzere ve 7 gün 24 saat hizmet veren çağrı merkezlerinden biri olan Ankara COVID-19 Çağrı Karşılama Merkezinin çalışmalarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı tipte olan çalışmamızın verileri 01 Ocak 2021-31 Aralık 2021 tarihleri arasında toplanmış ve istatistiksel değerlendirme sayı ve yüzde dağılımları Google Drive yazılım raporları ile yapılmıştır. BULGULAR: COVID-19 Çağrı Karşılama Merkezine gelen çağrıların %5’inde COVID-19 aşıları ile ilgili bilgi talep edilmiştir; arayan kişilerin %34’ü temaslı, %39’u pozitif vakadır. Çağrıların %25,39’u PCR testi yaptırma talebi, %20,45’i hastalık hakkında bilgi alma ve %15,04’ü karantina süreci hakkında bilgi alma amacıyla gerçekleşmiştir. Durumu acil olarak değerlendirilen 18.514 vaka (%2,51) ambulans ile hastanelere sevk edilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Salgın yönetimleri için halkın doğru, anlaşılır, kolay erişilebilir bilgileri aktararak güvenini kazanmak gereklidir. Bu amaçla oluşturulan Ankara İl Sağlık Müdürlüğü COVID-19 Çağrı Karşılama Merkezine günün her saatinde 7/24 ulaşılarak sözel iletişim yoluyla doğru bilgiler edinmesine katkı sağlanmaya devam edilmektedir. |
5. | COVID-19 önleme ve kontrol davranışının sağlığı geliştirme modeli: Karma yöntem çalışması Health promotion model of COVID-19 prevention and control behavior: A mixed methods study Widana PRIMANINGTYAS, Endang SUTISNA SULAEMAN, Heni HASTUTI, Anak Agung Alit Kirti Estuti Narendra PUTRİ, Abdul RAHMAN, Slamet RIYADIdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.53896 Sayfalar 171 - 182 GİRİŞ ve AMAÇ: 2019’da ortaya çıkan yeni koronavirüs hastalığını (COVID-19) ortadan kaldırmak için geliştirilen “Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi” projesindeki eksiklikler, 2021’de önemli bir sorun olmaya devam ediyor. Güneydoğu Asya’da COVID-19 vaka sayısı en yüksek olan ülke Endonezya’dır. Tüm alanlarda COVID-19’un önlenmesi ve kontrol edilmesi (PCCOVID-19) için etkili tanıtım modellerine ihtiyaç vardır. Bu çalışma, COVID-19’un tırmanmasını önlemek için seçilen “Sağlığı Geliştirme” modellerini incelemeyi amaçlamaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, nicel verileri toplamak üzere yapılan bir anket ve dahi nitel verileri detaylandırmak üzere yürütülen “Odak Grup Tartışmaları” (FGD’ler) dahil olmak üzere bir tür ‘Karma Yöntem’ yaklaşımı kullanılmıştır. Bu, Endonezya’nın Boyolali- Central Java kentinde yaşayan 166 katılımcı ile gerçekleştirilen bir çalışma olup Temmuz ve Eylül 2021 ayları arasında gerçekleştirilmiştir. Bir diğer söz konusu olan ankette ve FGD’lerde kullanılan birkaç soru, “Sağlık İnanç Modeli” (HBM), “Sosyal Bilişsel Teori” (SCT) ve “Sosyal Destek Modeli” (SSM) temel alınarak tasarlanmıştır. BULGULAR: Anket örneklerinin yaklaşık %92’sini çevrim içi anketler oluştururken sekizinin ise bilgi kaynağı FGD’ye aitti. Tüm yol analizi modelleri, PCCOVID-19 davranışıyla ilişkili değişkenlerin %53’ünü tanımladı. Mevcut FGD verileri, bireysel düzeyde HBM’nin COVID-19 görev gücü ve sağlık çalışanları için pandemi sırasında koruyucu bir davranış modeli teşvik etmenin çok önemli olduğunu göstermiştir. PCCOVID-19 davranışının niyetini kişiler arası düzeyde anlamak için SCT uygulanabilir. Bu ise topluluk düzeyinde, sosyal destekli PCCOVID-19 davranışını geliştirmek için güvence sağlamada önemli bir rol oynar. TARTIŞMA ve SONUÇ: HBM, SCT ve SSM yapılarının uygulanması PCCOVID-19 davranışını optimize edebilir. Algılanan duyarlılık, gözlemsel öğrenme, sonuç beklentileri, araçsal ve duygusal destek, PCCOVID-19 davranışı ile doğrudan ve önemli ölçüde ilişkiliyken; algılanan duyarlılık ve engeller, eylem ipuçları değişkenleri aracılığıyla PCCOVID-19 davranışı ile dolaylı olarak anlamlı bir ilişkiye sahipti. Bu bulgular sağlık çalışanları tarafından -özellikle COVID-19 bölümünde çalışan görevliler tarafından- sağlığı geliştirme yöntemleri ve PCCOVID-19 davranışını geliştirmeye yönelik müdahaleler geliştirmek için kullanılabilir. |
6. | Farelerde nikotin kaynaklı nefrotoksisitede poli(ADP-riboz) polimeraz yolağının olası rolü The possible role of the poly(ADP-ribose) polymerase pathway in nicotine-induced nephrotoxicity in mice Selin HAZIRdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.32767 Sayfalar 183 - 190 GİRİŞ ve AMAÇ: Sigara, halk sağlığını tehdit eden ve tüm dünyada yaygın olarak kullanılan, en önemli önlenebilir ölüm nedenidir. Nikotin tütünde önemli bir toksik bileşen olup birçok kronik hastalığın patogenezine katkıda bulunur. Bu çalışmanın amacı, nikotin ile indüklenmiş nefrotoksisitede böbrek fonksiyonları, oksidatif DNA hasarı, apoptoz ve PARP yolağının olası rolünün araştırılmasıdır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, 24 adet C57BL6J soy erkek fare kontrol, salin ve nikotin olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Nikotin grubu farelere 14 gün boyunca günde 2 kere 3 mg/kg dozunda nikotin subkutan olarak enjekte edilmiştir. Salin grubuna aynı yöntemle serum fizyolojik sıvısı enjekte edilmiştir. Kontrol grubuna deneyin son gününe kadar hiçbir işlem uygulanmamıştır. Deneyin son günü farelerin kardiyak kan örnekleri alınmış ve bilateral böbrek dokuları izole edilmiştir. Kan örneklerinde ELISA yöntemiyle 8-OHdG ve kotinin düzeyleri ölçülmüştür. Sağ böbrek dokuları %10’luk formalin solüsyonunda fikse edilip parafin bloklara gömülmüştür. Kesitlere morfolojik değerlendirme için hematoksilen - eozin boyama yapılmıştır. Sol böbrek dokularında gerçek zamanlı kantitaif polimeraz zincir reaksiyonu yöntemiyle kaspaz-3 ve PARP-1 gen ekspresyon düzeyleri belirlenmiştir. BULGULAR: Nikotin grubunda vücut ve böbrek ağırlığı anlamlı düzeyde azalmıştır (P<0.05). Serum 8-OHdG seviyesi nikotin grubunda kontrol ve salin gruplarına kıyasla anlamlı düzeyde artmıştır (P<0.05). Serum kotinin seviyesi nikotin grubunda 303.11±0.3 ng/ml olarak ölçülmüştür. Morfolojik değerlendirmede, nikotin grubunda glomerül çapında ve mezangial matrikste artış olduğu gözlenmiştir. Ayrıca, nikotin grubunda tübüler dilatasyon gözlenmiştir. Kaspaz-3 ve PARP-1 gen ekspresyon düzeyi nikotin grubunda kontrol ve salin gruplarına kıyasla anlamlı düzeyde artmıştır (P<0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, nikotin maruziyetinin böbrek dokusunda oksidatif DNA hasarını artırdığı ve hücre içi apoptoz ve PARP yolağını indüklediği saptanmıştır. |
7. | Rozasealı hastalarda Demodex ve yüzeyel bakteri florasının araştırılması Investigation of Demodex and superficial flora in patients with Rosacea Özlem AYTAÇ, Neşe GÖÇER GÜROK, Feray Ferda ŞENOL, Zülal AŞÇI TORAMAN, Savaş ÖZTÜRKdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.56667 Sayfalar 191 - 200 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda, rozasea tanılı hastalarda Demodex spp. varlığı ve bakteri popülasyonu araştırılarak hastalığın tedavi sürecine katkı sağlanması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Elazığ Fethi Sekin Şehir Hastanesi Dermatoloji kliniğine başvuran, rozasea tanısı alan 90 hasta dahil edildi. Aktif lezyonları olan rozasea hastalarından standart yüzeyel deri biyopsisi (SYDB) ile örnekler alındı. Alandaki Demodex parazitinin varlığı ışık mikroskobu ile araştırıldı. Eş zamanlı lezyondan alınan örneklerin bakteriyolojik olarak aerop ve anaerop kültürleri yapıldı. Kültürde üreyen mikroorganizmaların Matrix assisted laser desorption ionization time of flight mass spectrometry (MALDI-TOF MS, Bruker, Almanya) kütle spektrometresi ile tanımlanmaları yapıldı. BULGULAR: Çalışmaya 74 (%82,2)’ü kadın, 16 (%17,8)’sı erkek olmak üzere toplam 90 hasta dahil edildi. Bunların 63 (%70)’ünde Demodex pozitifliği saptandı. Hastaların 65 (%72,2)’i eritematotelanjiektatik rozasea (ETR) ve 25 (%27,8)’i ise papülopüstüler rozasea (PPR) hastası idi. Lezyonlardan yapılan mikrobiyolojik kültürde üreyen Staphylococcus epidermidis (S. epidermidis) saptanma oranı ETR hastalarında (%29,2) PPR hastalarına göre (%8) anlamlı şekilde yüksek olarak tespit edildi (p<0,05). Staphylococcus aureus (S. aureus) üreme oranı ise ETR hastalarında (%30,8) PPR hastalarına göre (%56) anlamlı şekilde düşük olarak bulundu (p<0,05). Ancak hastalar rozasea klinik subtiplerine göre incelendiğinde, Bacillus cereus (B. cereus) (p=1,000), Bacillus pumilus (B. pumilus) (p=1,000), Escherichia coli (E. coli) (p=0,435) ve Streptococcus pneumoniae (S. pneumoniae) (p=0,557) bakterilerinin üreme durumları arasında anlamlı bir farklılık tespit edilemedi. Demodex pozitif ETR hastalarında B. cereus üremesi, PPR hastalarındaki üreme oranından anlamlı derecede yüksek olarak tespit edildi (p<0,05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda elde ettiğimiz verilere göre daha önceki çalışmalarda üzerinde fazla durulmayan Bacillus türlerinin (B. cereus, B. pumilus gibi) ve S. aureus′un hastalığın klinik subtiplerinin gelişimine katkısı olabileceği düşünüldü. Sonuç olarak; Demodex tedavisinin bu durum göz önüne alınarak planlanması hastalığın klinik semptomlarının iyileştirilmesinde faydalı olacaktır. |
8. | Türkiye’nin Çukurova bölgesinde evcil ruminantların düşük etiyolojisinde Brucella abortus suşlarının rolü ve moleküler epidemiyolojik özellikleri The role of Brucella abortus strains in the abortion etiology of domestic ruminants in the Cukurova region, Turkey and molecular epidemiological characteristics Süleyman ASLAN, Tülay KANDEMİR, Nur Sima UPRAK, Toğrul NAĞIYEVdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.35033 Sayfalar 201 - 212 GİRİŞ ve AMAÇ: Brucella cinsi bakterilerin sebep olduğu bruselloz dünya çapında önemli zoonotik bir hastalıktır. Genellikle ineklerde düşüğe ve kısırlığa sebep olan B. abortus ruminantlar arasında çapraz enfeksiyon yapabilmekte, insanlarda da kronik hastalık oluşturabilmektedir. Ruminantlarda salgınların kontrol altına alınması sığır brusellozuna bağlı ekonomik kayıpların ve insanlardaki hastalığın önlenmesi için esastır. Salgın suşlarının izlenmesinde klasik fenotipik yöntemler tek başına yeterli olmadığından günümüzde genotipik sürveyans önem kazanmıştır. Çalışmamızda, Türkiye’nin Çukurova bölgesinde evcil ruminantların düşük etiyolojisinde B. abortus suşlarının rolünün belirlenmesi, izole edilen suşların filogenetik ilişkilerinin moleküler yöntemlerle ortaya çıkartılması ve bu yöntemlerin bu alanda uygulanabilirliğinin sorgulanması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 118 düşük örneği dahil edilmiştir. B. abortus izolasyonu ve identifikasyonunu takiben bu izolatlar arasındaki klonal ilişki Pulse-Field Gel Electrophoresis (PFGE) ve Multi-Locus Variable Number Tandem Repeat Analysis (MLVA) yöntemleri ile araştırılmıştır. BULGULAR: İncelenen toplam 118 düşük vakasından 17 (%14,4)’sinde B. abortus tespit edilmiştir. Sığır, keçi ve koyunlardaki B. abortus izolatlarının dağılımı sırasıyla %72,2 (13/18), %5,9 (3/51) ve %2,0 (1/49) idi. B. abortus izolatlarının üçü biyotiplendirilememişken, 14’ünün (%82,4) biovar 3 olduğu tespit edilmiştir. PFGE ile tek küme ve 4 pulsotip (HGDI=0,5662), MLVA-16 ile 5 tip (HGDI=0,6838), iki yöntem birlikte değerlendirildiğinde de 6 genotip (HGDI=0,7132) belirlenmiştir. Altısı sığırdan, üçü de keçiden elde edilmek üzere 9 (%52,9) izolatı barındıran genotip 1’in baskın olduğu görülmüştür. TARTIŞMA ve SONUÇ: PFGE ve MLVA yöntemlerinin ayırt edici güçleri az sayıda örnek incelendiğinde yeterince yüksek bulunmasa da, bölgesel hakim B. abortus genotiplerinin belirlenmesinde MLVA-16’nın ayırt edici gücünün PFGE’ye göre daha yüksek olduğu, ikisinin birlikte kullanılmasının ise daha da etkili olduğu belirlenmiştir. İki yöntemin epidemiyolojik çalışmalarda bir arada kullanılmasının ek maliyet ve zahmet gerektirmesi sebebiyle, özellikle salgın dönemlerinde baskın genotiplerin tespit edilerek aşı çalışmalarında değerlendirilebileceği kanaatine varılmıştır. Salgın bölgelerinde insan klinik örneklerinin de ek olarak incelenmesi elde edilecek sonuçları daha da güçlendirecektir. Sonuç olarak çalışmamız, ciddi bir halk sağlığı sorunu oluşturan bruselloz salgınlarının kontrol altına alınabilmesi için yapılacak çalışmalara önemli veri sağlayacaktır. |
DERLEME | |
9. | Türkiye’de kedilerdeki Toxoplasma gondii araştırmaları Toxoplasma gondii studies on cats in Turkey Banuçiçek YÜCESANdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.95871 Sayfalar 213 - 220 Toxoplasma gondii (T. gondii); hücre içine yerleşen, tüm Dünya’da yaygın olarak görülebilen Apicomplexa filumunda yer alan protozoon bir parazittir. Bu çalışma ile Türkiye’de kedilerde yapılan T. gondii çalışmaları ele alınmış; çalışma alanları, test yöntemleri, pozitiflik oranları, bölgesel sonuçlar ve yapılan çalışmaların değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışma ile 01.04.2022 tarihine kadar Pubmed, Google Akademik, Web of Science, Science Direct, Scopus ve Ulusal Tez Merkezi veri tabanları incelenmiş ve Türkiye’deki kedilerde gerçekleştirilen T. gondii çalışmaları dökümante edilmiştir. Kedilerde T. gondii varlığı Türkiye’de mikroskobik, serolojik [SFDT (Sabin Feldman Dye Testi), IHA (İndirekt Hemaglütinasyon Testi), IFA (İndirek Ffloresan Antikor) Testi, ELISA (Enzyme Linked Immunosorbent Assay), CFT (Kompleman Fiksasyon Testi)] ve moleküler analiz yöntemleri (PCR=Polimeraz Zincir Reaksiyonu) ile araştırılmaktadır. Bu meta analizde 21 yayın bulunmuştur. Kedilerdeki toxoplasmosis çalışmalarının daha çok seroprevalans çalışmaları olduğu tespit edilmiştir (16/21). Çalışmalar İç Anadolu (11/21) ve Ege Bölgesi’nde (4/21) fazla olmak üzere, Doğu Anadolu (5/21) ve Akdeniz Bölgesi’nde (4/21) yapılmıştır. Marmara, Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu’ya ait bölgelerde çalışmaya rastlanmamıştır. Bölge dağılımlarının sırasıyla İç Anadolu Bölgesi (%52,32), Doğu Anadolu Bölgesi (%45), Ege Bölgesi (%36,33) ve Akdeniz Bölgesi (%22,2) olduğu tespit edilmiştir. Türkiye’de kedilerde pozitiflik oranı %41,5’tir. Sonuçta, son konak olan kedilerde yapılan prevalans çalışmalarındaki oranlar, enfeksiyonun halen önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu göstermektedir. Bu amaçla, başta çalışma yapılmamış bölgelerde olmak üzere, araştırmaların ve önleyici faaliyetlerin artırılması gerektiği düşünülmektedir. |
10. | Hazır yemek işletmelerinde hijyen uygulamaları ve COVID-19 önlemleri Hygiene practices in catering establishments and COVID-19 precautions Ayşegül KIRMIZIGÜL, Şule Şeyma YALÇIN, Gökçen BOZKURT, İlkin Yücel ŞENGÜNdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.03443 Sayfalar 221 - 236 Endüstrinin hızla gelişmesi ile çalışan nüfusun artması, kentleşmenin hızlanması, gelir düzeyinin yükselmesi, eğlence ve seyahate daha fazla zaman ayrılması, hazır yemek tüketimine olan talebin ve dolayısıyla bu sektördeki işletmelerin sayısının gün geçtikçe artmasına yol açmıştır. Toplumun tercihinin ev dışında hazır yemek tüketimi yönünde olması, gıda kaynaklı hastalık gibi sorunların daha fazla ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu hastalıklara yol açan etkenlerin, çoğunlukla uygunsuz pişirme/hazırlama, hatalı sıcaklık kontrolü gibi gıdaların işlenme sürecindeki yanlış bilgi ve uygulamalar ve personelin hijyen bilgisi eksikliği olduğu tespit edilmiştir. Bu nedenle toplumun büyük bir bölümüne hizmet veren hazır yemek sektöründe gıda güvenilirliği ve hijyeni konuları, tüketici güvenini kazanmak ve halk sağlığını korumak adına dikkat edilmesi gereken önemli noktalar arasında yer almaktadır. Bu derleme çalışmasında, gıda güvenilirliğinin sağlanması amacıyla kuruluşlarda uyulması gereken hijyen uygulamaları literatürde yer alan çalışmalar göz önünde bulundurularak anlatılmıştır. Bu doğrultuda, gıda, personel ve alet-ekipman hijyeni, personel eğitimi, gıdaların işletmeye kabulünden tüketiciye ulaştırılmasına kadar olan süreçteki kritik uygulamalara, sanitasyonun sağlanmasında kullanılan dezenfektanlara ve bu işletmelerde bulunması gereken belgeleri içeren kapsamlı bilgilere yer verilmiş, ayrıca COVID-19 pandemisi sürecinde işletmelerde alınması gereken önlemler belirtilmiştir. Hazır yemek işletmeleri, tüketicilere, çalışanlarına, gıda kalitesine ve güvenilirliğine verdiği önemi, bu işletmelerde bulunması gereken ISO 22000 Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi, ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi, TS 13811 Hijyen ve Sanitasyon Yönetim Sistemi, ISO TS 22002-2 Yemek Hizmeti, TS 8985 Hizmet Yeterlilik Belgesi ve TS 18001 OHSAS İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemi gibi sistemleri uygulayarak göstermelidir. Ayrıca, tüm personelin gıda hijyeni hakkında bilinçli olması ve eğitim alması sistemin sürdürülebilirliği açısından önem taşımaktadır. |
11. | Rusya Federasyonu’nda opisthorchiasis: Acil bir halk sağlığı sorunu Opisthorchiasis in the Russian Federation: An urgent public health problem Oksana BIBIK, Mahmoud ABDELHAMID, Shimaa SAMEEHdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.45787 Sayfalar 237 - 244 Bu derlemede, Rusya Federasyonu’ndaki sağlık hizmetlerinde opisthorchiasis’in rolü ortaya konulmuş ve opisthorchiasis’in etkeni olan Opisthorchis helmintlerine karşı ilaçların etkinliğini belirlemede histolojik ve histokimyasal yöntemlerin uygunluğu değerlendirilmiştir. Bu Opisthorchiasis çalışmasında, patojeninin yayılması ve halk sağlığı için önemi hakkındaki bilimsel makalelerin analizi yapılmıştır. 2018 yılında, Rusya Federasyonu’nda 19 binden fazla opisthorchiasis vakası kaydedilmiştir (nüfusun 100 binde 12.99’u), bu da nüfusta kayıtlı tüm biyohelmintiyazların %79,5’ini oluşturmaktadır. Opisthorchiasis hastalığı uzun bir seyir ile karakterizedir, sık alevlenmelerle ilerler. En ciddi komplikasyon karaciğer, safra kanalları ve pankreas kanseridir. Birçok yazarın çalışmaları, Opisthorchiidae ailesinin temsilcilerinin istilasının endemik odakları olan ülkelerde opisthorchiasis insidansı ile kolanjiokarsinomun yüksek insidansını ve bağlantısını ortaya koymaktadır. Uzun süreli opisthorchiasis istilası, antelmintik tedavinin etkinliğini azaltır ve hastalığın tekrarlayan formlarının ortaya çıkmasına neden olur. Opisthorchis viverrini, 2009 yılında Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı tarafından birinci grup biyolojik kanserojen olarak resmen kabul edilmiştir. Opisthorchis felineus Linnaeus 1758’in (Platyhelminthes, Cestodes, Opisthorchiidae) kanserojen rolü iyi anlaşılmamıştır. Ancak O. viverrini ve O. felineus’un yaşam döngüleri, morfolojisi, insan vücudundaki lokalizasyonu benzerdir. Opisthorchocidal etkisi olan ilaçlar listesinde, bitkisel ürünlere özel dikkat ve ilgi gösterilmektedir. Histolojik ve histokimyasal araştırma yöntemleri, Ecorsol, Erlim ve Artemisin gibi bitkisel preparatların Opisthorchis felineus’a karşı etkinliğini doğrulamıştır. |