TÜM DERGİ | |
1. | THDBD 2023-4 Cilt 80 Tüm Dergi TBHEB 2023-4 Vol 80 Full Printed Journal Utku ERCÖMERTdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.97572 Sayfalar 428 - 531 Makale Özeti |Tam Metin PDF |
ARAŞTIRMA | |
2. | Leishmania soyunun ITS1 genine dayalı filogenetik analiz: In-silico teknikleri kullanılarak meta-analiz Phylogenetic analysis based on ITS1 gene of Leishmania lineage: Meta-analysis using in-silico techniques Dilek GÜLDEMİR, Banuçicek YÜCESANdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.90083 Sayfalar 429 - 444 GİRİŞ ve AMAÇ: Leishmaniasis, 20’den fazla Leishmania türü tarafından oluşturulan paraziter bir hastalıktır. Bu hastalık vektörler tarafından yayılmaktadır. Birçok araştırmacı, Leishmania’nın memelilere Phlebotomus ve Lutzomyia cinsi tatarcık sinekleri tarafından yayıldığı konusunda hemfikirdir. Leishmaniasis, halen Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından en çok ihmal edilen hastalıklardan biri olarak kabul edilmektedir. Yaklaşık 100 endemik ülkeden yılda tahmini 0.7-1 milyon yeni leishmaniasis vakası bildirilmektedir. İnsanlardaki leishmaniasis türleri, Leishmaniasis’in visseral (VL), kutanöz (CL), mukokutanöz (MCL), diffüz kutanöz (DCL) ve post kala-azar dermal (PKDL) formlarıdır. Bu çalışmanın amacı, in-silico teknikler kullanılarak Leishmania kökeninin ITS1 gen bölgesine dayalı filogenetik analizini gerçekleştirmektir. Bu yolla, küresel düzeyde vertikal ve horizontal yayılımın meta-analizi ile anlık bir görüntü almak da amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma ile 15.05.2019 tarihine kadar National Center for Biotechnology Information, USA, (NCBI) GenBank verileri ile sunulan Leishmania ITS1 bölge sekansları alınarak in-silico tekniklerle analiz edilmiştir. NCBI veritabanında Leishmania ITS1 bölgesi için 914 dizi elde edildi. Tüm sekanslar incelenmiş ve konsensüs sekansına göre haritalanan bu suşlardan ekle-sil (indel) problemi olmayan sekanslar seçilmiştir. İncelenen ve alt dalları çıkarılarak 65 suş elde edilen formlar ile filogenetik ağacın oluşturulmasına karar verilmiştir. BULGULAR: Bu çalışmada elde edilen filogenetik ağaç, Leishmania suşlarının ITS1 bölgesine göre altı kolda kümelendiğini göstermiştir. Burada filogenetik bir ağaç çizilerek suşlar arasındaki genetik ilişkiler sonucunda elde edilen bu altı kuşak ve ötesine ait moleküler epidemiyolojik ve demografik veriler özetlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak Leishmaniasis, gelişmekte olan birçok ülkede görülebilen önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bu çalışmada in-silico yöntemi kullanılarak incelenen suşlar 1984-2018 yılları arasında dünyanın farklı coğrafyalarından izole edilmiştir. Bu suşlar arasındaki filogenetik ilişkiler, kökenlerin yıllara göre sadece dikey yayılımını değil, aynı zamanda coğrafi olarak yatay yayılımı da göstermektedir. Bu türler farklı konak ve doku tiplerinden elde edilmiştir. Böylece Leishmania suşlarının konak-vektör-rezervuar zincirindeki ilişkileri açıklanmaktadır. Bu nedenle, faktörler ve bunların yayılımı üzerine bu çalışma gibi çok sayıda meta-analiz çalışmasına ihtiyaç olduğu açıktır. INTRODUCTION: Leishmaniasis is a parasitic disease caused by more than 20 Leishmania species. This disease is spread by vectors. Many researchers agree that Leishmania was spread to mammals by sandflies of the genus Phlebotomus and Lutzomyia. Leishmaniasis is still considered one of the most neglected diseases by the World Health Organization (WHO). An estimated 0.7-1 million new cases of leishmaniasis are reported annually from approximately 100 endemic countries. The types of leishmaniasis in humans are the visceral (VL), cutaneous (CL), mucocutaneous (MCL), diffuse cutaneous (DCL), and post kala-azar dermal (PKDL) forms of Leishmaniasis. The aim of this study is to perform phylogenetic analysis of Leishmania origin based on ITS1 gene region using in-silico techniques. In this way, it is also aimed to take a snapshot of a meta-analysis of vertical and horizontal spread at the global level. METHODS: In this study, Leishmania ITS1 region sequences presented with the GenBank data of the National Center for Biotechnology Information, USA, (NCBI) until 15.05.2019 were taken and analyzed by in-silico techniques. 914 sequences were obtained for the Leishmania ITS1 region in the NCBI database. All sequences were examined and sequences without indel problems were selected from these strains mapped according to the consensus sequence. It was decided to form a phylogenetic tree with the forms that were examined and 65 strains were obtained by removing the sub-branches. RESULTS: The phylogenetic tree obtained in this study showed that Leishmania strains clustered in six branches according to the ITS1 region. Here, a phylogenetic tree is drawn and the molecular epidemiological and demographic data of these six generations and beyond, which are obtained as a result of the genetic relationships between the strains, are summarized. DISCUSSION AND CONCLUSION: In conclusion, Leishmaniasis is an important public health problem that can be seen in many developing countries. In this study, the strains examined using the in-silico method were isolated from different geographies of the world between 1984 and 2018. The phylogenetic relationships between these strains show not only the vertical spread of the origins over the years, but also the horizontal spread geographically. These species were obtained from different host and tissue types. Thus, the relationships of Leishmania strains in the host-vector-reservoir chain are explained. Therefore, it is clear that there is a need for more meta-analysis studies such as this study on factors and their diffusion. |
3. | N-asetil sistein, zamana ve doza bağlı kullanım ile endometriyotik hücrelerde migrasyon kapasitesini azaltır ve endoplazmik retikulum stresini artırır N-acetyl cysteine decreases migratory capacity and increases endoplasmic reticulum stress in endometriotic cells with time and dose-dependent use Elif KARAKOÇdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.81073 Sayfalar 445 - 454 GİRİŞ ve AMAÇ: Endometriyozis üreme çağındaki kadınları etkileyen ve kısırlık ve pelvik ağrı ile bağlantılı kronik bir hastalıktır. Hastalık için henüz iyileştirici bir tedavi olmayıp, sadece laparoskopi yapılmakta, anti-inflamatuar ilaçlar ve analjezik ilaçlar verilmektedir. Bir antioksidan olan N-asetilsistein (NAC), glutatyonu (GSH) geri kazandırır. N-asetilsistein, az sayıda çalışmada hem in vivo hem de in vitro endometriyozisi tedavi etmek için kullanılmıştır. In vivo ve in vitro çalışmalar, NAC’nin inflamasyonu ve ektopik endometriyal gelişimi azalttığını göstermiştir. Bu çalışmada, NAC’nin IC50 seviyesini kullanarak endometriyotik hücrelerin proliferatif kapasitesinin yanı sıra migrasyon davranışını da azaltmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: HESC ve 12Z insan endometriyal ve endometriyotik stromal hücre hatları, üreticinin talimatlarına göre üretildi. Hücresel empedansı belirlemek için xCELLigence (RTCA) cihazında empedans ölçümleri yapıldı. Hücrelere 10-6-10-12 M arasındaki dozlarda N-asetil sistein uygulandı ve NAC için IC50 hesaplandı. Hücreler IC50 NAC ile muamele edildi ve yara iyileşmesi 0, 24 ve 48. saatlerde analiz edildi. GRP78, ER işaretleyici ve tubuline özgü immünofloresan işaretlemeler yapıldı. Her örnek için düzeltilmiş toplam hücre floresansı (CTCF) hesaplandı. İstatistiksel analiz için GraphPad Prism 8 programı kullanıldı. Shapiro-Wilk testi, Mann-Whitney U testi, Kruskal-Wallis testi ve posthoc Dunn testleri yapıldı. BULGULAR: 12Z hücrelerinin çoğalması 10-6-10-12 M NAC ile azalırken HESC hücrelerinin çoğalması etkilenmedi. 12Z hücreleri için IC50, 3.87 x 10-9 M olarak belirlendi. NAC ile tedavi edilen 12Z hücrelerinin yara aralığı genişliği, migrasyon testinin 48. saatinde kontrolünkinden önemli ölçüde daha genişti. N-asetil sistein ile muamele edilmiş 12Z hücrelerinde, artan ER-işaretleyici ve GRP78 immünofloresan işaretleme gözlendi, ancak tübülin işaretlenmesi azaldı. N-asetil sistein, HESC hücrelerinde bu proteinler için immünofloresan işaretlenmesini önemli ölçüde değiştirmedi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Endometriyozis, öncelikle üreme çağında olan kadınları etkileyen ve kısırlıkla bağlantılı ciddi, süreğen bir hastalıktır. Bu nedenle, NAC’nin zaman-doz ve empedansa bağlı şekilde uygulanmasının, endometriyotik hücrelerin çoğalma ve göç etme kapasitesini azaltmaya, tubulin proteininin ekspresyonunu düşürmeye, ER stresini arttırmaya ve sonuç olarak şaperon proteinlerinin seviyesini yükseltmeye yardımcı olduğunu gösterdik. N-asetil sisteinin endometriyozis tedavisinde olası bir iyileştirici veya destekleyici ilaç olabileceğini söyleyebiliriz. INTRODUCTION: Endometriosis is a chronic condition that affects women of reproductive age and is linked to infertility and pelvic pain. There hasn’t been a curative treatment for the condition either, only anti-inflammatory drugs, analgesic drugs, and laparoscopy. An anti-oxidant N-acetylcysteine (NAC) restores glutathione (GSH). N-acetylcysteine has been used to treat endometriosis both in vivo and in vitro in a small number of trials. In vivo and in vitro studies have shown that NAC lowers inflammation and ectopic endometrial development. In this study, we aimed to decrease the proliferative capacity as well as the migratory behavior of the endometriotic cells by using the IC50 level of NAC. METHODS: HESC and 12Z human endometrial and endometriotic stromal cell lines were expansed according to the manufacturer’s instructions. Impedance measurements were performed on the xCELLigence (RTCA) device to determine cellular impedance. N-acetyl cysteine was applied to the cells at doses between 10-6-10-12 M, and the IC50 for NAC was calculated. The cells were treated with IC50 NAC, and the wound healing was analyzed at 0, 24, and 48 hours. GRP78, ER tracker, and tubulin-specific immunofluorescent labelings were performed. The corrected total cell fluorescence (CTCF) was counted for each sample. The GraphPad Prism 8 program was used for statistical analysis. The Shapiro-Wilk test, Mann-Whitney U test, Kruskal-Wallis test, and posthoc Dunn tests were done. RESULTS: 12Z cell proliferation was decreased by 10-6-10-12 M NAC, while HESC cell proliferation was unaffected. The IC50 for 12Z cells was determined as 3.87 x 10-9 M. The wound gap width of 12Z cells treated with NAC was substantially wider at 48 hours into the migration test than that of the control. N-acetyl cysteine treated 12Z cells exhibited increased ER-tracker and GRP78 fluorescent immunolabeling, but decreased tubulin labeling. N-acetyl cysteine did not significantly alter the immunofluorescence labeling for those proteins in HESC cells. DISCUSSION AND CONCLUSION: Endometriosis is a severe, ongoing condition that primarily affects females who are fertile and is linked to infertility. Therefore, we demonstrated that application of NAC in a time-dose and impedance-dependent manner helped decrease the proliferative and migratory capacity of endometriotic cells, lowering the expression of the tubulin protein, raising ER stress, and consequently raising the level of chaperone proteins. We can say that NAC may be a possible curative or supportive medication in the treatment of endometriosis. |
4. | Çorum ili hemodiyaliz hastalarında influenza ve pnömokok aşılarına yaklaşım Approach to influenza and pneumococcal vaccines in hemodialysis patients in Çorum province Yasemin ARI YILMAZ, Nihal AYDEMİR, Hüseyin KAYADİBİ, Hilal BOYACI, Burak YILMAZ, Ayşe YILMAZdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.40222 Sayfalar 455 - 462 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmada diyalize giren hastaların influenza ve pnömokok aşılarına bakış açılarının saptanması ve aşılanma oranlarının belirlenmesi amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya, diyaliz programında olan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 128 hasta dâhil edildi. Eğitim düzeyi, aşılamalar hakkındaki bilgileri, aşı yaptırmak istemeyenlerin nedenleri, aşıların doktorları tarafından önerilip önerilmediği, hastalığa bakış açıları, daha önce pnömoni ya da influenza nedeni ile hastane yatışlarının olup olmadığı sorgulandı. Verilerin analizi için IBM SPSS 23.0 paket programı kullanıldı. Nominal 75 veriler sayı ve yüzde şeklinde verilerek bunların karşılaştırılması için ki-kare testi veya Fisher-exact test kullanıldı. 0.05’ten küçük P değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. BULGULAR: Hastaların yaş ortancası 54 (39-67) yıl olup, yaş dağılımı 20-90 yıl arasında idi. Hastaların 51 (%39,8)’i kadın, 77 (%60,2)’si erkek idi. 128 hastalanın 58’i influenza, 16’sı pnömokok aşısı ile aşılanmıştı. İnfluenza aşısı için 80 kişiye doktor önerisi olduğu halde her yıl düzenli influenza aşısı yaptıran 25 kişiydi. Hangi yılın aşısını yaptırdığına dikkat eden sadece 14 kişiydi. Hastaların 92’si daha önce gripal enfeksiyon geçirmiş, yedi hasta da hastanede yatarak tedavi almıştı. Hastaların %28,9’unun hastalığı önemsemediği ve kolayca iyileşeceğini düşündüğünden aşıdan kaçındığı öğrenildi. Pnömokok aşısı için ise sadece 37 hastaya pnömokok aşısı önerildiği ve 14 kişinin bir kez, iki kişinin de iki kez pnömokok aşısı yaptırmış olduğu görüldü. Hastalardan 13 kişi pnömoni geçirmiş ancak hastane yatışı olmadan hastalığı atlatabilmişti. TARTIŞMA ve SONUÇ: Kronik böbrek yetmezliği olan hastalardaki influenza ve pnömokok aşılamaları; hedeflenen düzeyin altındadır. Hastaların aşılanma oranlarını yükseltmek için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. INTRODUCTION: The aim of the study was to determine the perspective of patients undergoing dialysis to influenza and pneumococcal vaccines and to determine the vaccination rates. METHODS: 128 patients who were on dialysis program and accepted to participate in the study were included in the questionnaire study. Education levels, their knowledge about vaccinations, the reasons of those who did not want to be vaccinated, whether vaccines were recommended by their doctors, their perspective on the disease, and whether they had hospitalizations due to pneumonia or influenza were questioned. Hitit University licensed IBM SPSS 23.0 package program was used for data analysis. Nominal data were given as numbers and percentages, and chi-square test or Fisherexact test was used to compare them. A P value less than 0.05 was considered statistically significant. RESULTS: The median age of the patients was 54 (39-67) years, and the age distribution was between 20-90 years. 51 (39.8%) of the patients were female, 77 (60.2%) were male. 58 of 128 patients were vaccinated with influenza and 16 pneumococus. Although there was a doctor’s recommendation for 80 people for influenza vaccine, 25 people had regular influenza vaccines every year. It was only 14 people who paid attention to which year they had the vaccine. 92 of the patients had a previous flu infection and seven patients had received inpatient treatment. It was observed that most patients did not care about the disease and avoided the vaccine because they thought it would heal easily. For the pneumococcal vaccine, it was observed that pneumococcal vaccine was recommended to only 37 patients and 14 people had pneumococcal vaccine once and two people had pneumococcal vaccine twice. 13 of the patients had pneumonia, but were able to survive the disease without hospitalization. DISCUSSION AND CONCLUSION: Influenza and pneumococcal vaccinations in patients with chronic renal failure; below the target level. More studies are needed to raise vaccination rates in patients. |
5. | Trombosit kütle indeksi – enfeksiyöz mononükleoz için ön tanı aracı Platelet mass index – a pre-diagnostic tool for infectious mononucleosis Yasemin ARDIÇOĞLU AKIŞIN, Gökçe Su TAŞTAN, Nejat AKAR, Mustafa TURANdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.22309 Sayfalar 463 - 468 GİRİŞ ve AMAÇ: İnsan Herpesvirüs ailesinin bir üyesi olan Epstein-Barr virüs (EBV) başta lenfositler olmak üzere farenks ve parotis kanalının epitel hücrelerinde çoğalmaktadır. Tükürük yoluyla yayılan enfeksiyonun kuluçka süresi dört ile sekiz haftadır. Enfeksiyöz mononükleoz (EM), özellikle ergenlerde ve çocuklarda yaygın olan EBV’nin neden olduğu bir hastalıktır. EM’nin tipik özellikleri arasında ateş, farenjit, adenopati, halsizlik ve atipik lenfositoz bulunmakta ve splenomegali, hepatomegali, sarılık ve dalak rüptürü meydana gelebilmektedir. Trombosit kütle indeksi (TKİ), trombosit işlevselliği ile ilişkilidir ve trombositlerin inflamasyon kaskadına etkisi konusunda bilgi verebilmektedir. Bu çalışma, EM ön tanısında TKİ’nin rolünü incelemek amacıyla planlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 2010-2019 yılları arasında EBV antikor testi yapılan 274 hasta dahil edilmiştir. EBV antikoru pozitif grubun TKİ değerleri EBV antikoru negatif olan grup ve kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. BULGULAR: EBV pozitif grubun, EBV negatif ve kontrol grubuna göre daha düşük TKİ değerlerine sahip olduğu saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Tam kan sayımı değerlendirilirken TKİ kolayca hesaplanabilmektedir. Elde edilen veriler klinik olarak EM şüphesi olduğunda ön tanı aracı olarak TKİ’nin yol gösterici olabileceğini düşündürmektedir. INTRODUCTION: As a member of the human herpesvirus family, Epstein-Barr virus (EBV) primarily replicates in lymphocytes but also may replicate in the epithelial cells of the pharynx and parotid duct. The infection is spread primarily by saliva and the incubation period is four to eight weeks. Infectious mononucleosis (IM) is a clinical syndrome caused by EBV that is particularly common in adolescents and children. Typical features of IM include fever, pharyngitis, adenopathy, malaise, and an atypical lymphocytosis. Splenomegaly, hepatomegaly, jaundice, and splenic rupture can occur. The platelet mass index (PMI) is related to platelet functionality and platelet function has an effect on the inflammation cascade. This study is planned to examine the role of PMI in the pre-diagnosis of IM. METHODS: Between the years 2010-2019, 274 patients who were tested for EBV antibodies were included in the study and the PMI values of EBV positive group was compared to EBV negative and the control group. RESULTS: EBV positive group has lower PMI values than EBV negative and control group. DISCUSSION AND CONCLUSION: EPMI can be easily calculated using a CBC test and can be a used as a pre-diagnostic tool for the existence of IM. |
6. | Ön saftaki hemşirelerin bakış açısından COVID-19 yönetimindeki zorluklar Challenges in the management of COVID-19 from front-line nurses’ perspective Keziban AVCI, Gülfigar GÜLKAYAdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.29000 Sayfalar 469 - 482 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, COVID-19 hastalarına bakım veren hemşirelerin karşılaştığı zorlukları incelemektir. Sonuçların politika yapıcılara sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesine yönelik öneri ve destek sağlayabileceği öngörülmüştür. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden biri olan odak grup görüşmesi yöntemi kullanılmıştır. Katılımcılar, görüşmeye katılmayı kabul eden ve Ankara’daki bir eğitim ve araştırma hastanesinde aktif olarak COVID-19 ünitesinde çalışan 12 hemşireden oluşmaktadır. Çalışmada her biri yaklaşık bir saat süren 2 odak grup görüşmesi gerçekleştirilmiştir. Görüşme Haziran 2020’de çevrimiçi bir toplantı programı kullanılarak yapılmıştır ve elde edilen nitel veriler kaydedilmiştir. Kaydedilen görüşmeler yazıya aktarılmış ve yorumlanmıştır. Odak grup görüşmelerinden elde edilen veriler konu ve kavrama göre gruplandırılmış ve katılımcıların ifadeleri bu gruplamalara sayısal olarak atanmıştır. Nitel verilerin analizinde altı tema ortaya çıkmıştır. BULGULAR: Çalışmaya katılan hemşirelerin %16 (n: 2)’sı erkek, %84 (n: 10)’ü kadındır. Hemşirelerin yaş ortalaması 32±8.7 olarak saptanmıştır. Bu çalışmada; bilgi kaynakları, azaltma önlemleri, sağlıklı çalışma ortamı, tedavi ve bakım sürecinde yaşanan zorluklar, tedavi ve bakım sürecinde yaşanan duygular ve kişisel koruyucu ekipman olmak üzere 6 tema belirlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: COVID-19’un hızlı yayılması sağlık sistemlerini zorlamıştır. Kritik hasta sayısındaki artışlar için ventilatör ve yoğun bakım ünitesi yataklarındaki potansiyel yetersizlik Türkiye açısından iyi tanımlanmış ve gerekli tedbirler hızla hayata geçirilmiştir. Ancak yeterli işgücü olmadığı sürece cihaz-donanım ya da alt yapı olanakları sağlık hizmetleri gibi emek yoğun sektörlerde işe yaramayacaktır. Bu krizle baş edebilmek için sağlık insan kaynağının sayısal yeterliliğinin sağlanması yanında enfekte hastaya bakım yeteneğinin de en üst düzeye çıkartılması sürecin başarısı için gereklidir. Aynı zamanda; hasta ve taşıyıcı olma endişesi, sosyal izolasyon, evden uzak kalma gibi stresörler ve karşılaşılan etik ikilemler sağlık çalışanları açısından zorlayıcı faktörlerdir. Bu kapsamda sağlık çalışanlarının yaşadıkları bu zor sürecin farkında olmak ve onları desteklemek önemlidir. INTRODUCTION: The purpose of the study was to examine the difficulties faced by nurses caring for patients with COVID-19. It was anticipated that results might provide policymakers with suggestions and support regarding the improvement of the healthcare services. METHODS: This study used the focus-group interview method which is the one of the qualitative methods. The participants were 12 nurses who agreed to attend an interview and actively working COVID-19 unit in an education and research hospital in Ankara. 2 focus-group interviews, each lasting about one hour, were conducted. The interviews carried out using an online meeting program and were recorded in June 2020. The interviews were then transcribed and analyzed. The transcribed data from the focus-group discussions were grouped by theme and concept,and the statements of the participants were coded numerically according to these groupings. Six themes emerged in analyzing the qualitative data. RESULTS: In the study, 16% (n: 2) of the nurses were male and 84 (n: 10) were female. The average age of the nurses was 32±8.7. In this study; 6 themes have been identified: information sources, reduction measures, healthy working environment, difficulties in the treatment and care process, feelings during the treatment and care process, and personal protective equipment. DISCUSSION AND CONCLUSION: The rapid spread of COVID-19 has forced health systems. the potential inability of intensive care unit beds and the ventilator fort the increase of the critically ill patients is well-defined in terms of Turkey. and the necessary measures were implemented quickly. However, unless there is sufficient workforce, device-equipment or infrastructure will not work in labor-intensive sectors such as healthcare. In order to cope with this crisis, ensuring the numerical adequacy of the health human resources and maximizing the ability to care for the infected patient is essential for the success of the process. Same time; Stressors such as anxiety about being patient and carrier, social isolation, staying away from home, and ethical dilemmas are challenging factors for healthcare professionals. In this context, it is important to be aware of and support health workers in this difficult process. |
7. | Mikrobiyoloji laboratuvarlarında kullanılan biyogüvenlik kabinlerinin performans yeterlilik testlerine göre değerlendirilmesi Evaluation of biosafety cabinets used in microbiology laboratories according to performance qualification tests Edibe Nurzen NAMLI BOZKURT, Azer Sibel ÖZNURdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.94220 Sayfalar 483 - 490 GİRİŞ ve AMAÇ: Biyogüvenlik kabini; personel, çevre ve ürün korumasını sağlamak amacıyla mikrobiyoloji laboratuvarlarında kullanılan önemli cihazlardan biridir. Bu sebeple hem kurulum aşamasında hem de rutin olarak performans yeterlilik testlerinin yapılması gerekmektedir. Ülkemizde bu amaçla kurulan muayene kuruluşları mevcuttur. Bu çalışmada T.C. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Halk Sağlığı Referans Laboratuvarları Dairesi Başkanlığı bünyesinde TS EN ISO/IEC 17020 akreditasyonuna sahip Sterilite Kontrol Laboratuvarı (Akreditasyona sahip -Muayene kuruluşu) tarafından son üç yıllık veriler incelenmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 2019-2021 yılları arasında teste tabi tutulan biyogüvenlik kabinleri; TS EN ISO 12469 “Mikrobiyolojik Güvenlik Kabinleri ile ilgili performans özellikleri ve Sınıflandırması ve Doğrulaması” ve ANSI/NSF-49 “Biyogüvenlik Kabini Dizayn, Üretim, Performans ve Alan Sertifikalandırması” standartları baz alınarak muayeneleri yapılan biyogüvenlik kabinlerindeki uygunsuzluklar araştırılmıştır. Bu standartlar kapsamında ana filtreda kaçak, egzoz filtrede kaçak, içeri hava akış hızı, aşağı hava akış hızı ölçümü, hava akış yönü ve görselleştirmesi testleri uygulanmıştır. Bu esnada kabinlerin ön incelemesi de yapılmıştır. BULGULAR: Ana filtrede kaçak oranı %22,9 ve egzos filtresinde kaçak oranı %23,6. Hava akış hızları ile akış görselleştirme testlerinden kaynaklana uygunsuzluk oranlarının içeri hava akış hızı için %19,1, aşağı hava akış hızı için %15,3 ve akış görselleştirme testleri için ise %19,1 olarak bulunmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: En sık gözlemlenen uygunsuzluğun filtrelerde meydana gelen kaçak olduğu görülmüştür. Ayrıca kullanıcılarda filtre sertifikasının bulunmadığı tespit edilmiştir. Ön incelemede akış engellendiğinde görsel ve işitsel alarm vermeyen kabinlerin de bulunduğu belirlenmiştir. Mikrobiyoloji laboratuvarlarında sağlıklı çalışma ortamının sağlanması ana amaçlardan biri olması sebebiyle çalışan sağlığı hususunda biyogüvenlik kabinlerinin performans yeterlilik testlerinin belirli zaman aralıklarında yaptırılmasının önemli olduğu kanaatindeyiz. INTRODUCTION: The biosafety cabinet is one of the important devices used in microbiology laboratories to provide personnel, environment and product protection. For this reason, performance characterization tests should be performed both at the installation stage and routinely. There are inspection bodies established for this purpose in our country. In this study, the findings were examined based on the last three years’ data by the Sterility Control Laboratory (accredited -Inspection institution) accredited by TS EN ISO/IEC 17020 under the Ministry of Health of Türkiye, Department of Public Health Reference Laboratories of the General Directorate of Public Health. METHODS: In this study, nonconformities in biosafety cabinets, which were inspected based on TS EN ISO 12469 “Microbiological Safety Cabinets Performance, Classification and Verification” and ANSI/NSF-49 “Biosafety Cabinet Design, Production, Performance and Field Certification” standards between 2019-2021, were investigated. Within the scope of these standards, leakage in the main filter, leakage in the exhaust filter, inlet air flow velocity, downstream air velocity measurement, air flow direction and visualization tests were applied. In addition, the cabins have undergone preliminary inspection. RESULTS: The leakage rate in the main filter is 22.9% and the leakage rate in the exhaust filter is 23.6%. The nonconformity rates due to air flow velocities and flow visualization tests were found as 19.1% for inflow airflow velocity, 15.3% for downstream airflow velocity and 19.1% for flow visualization tests. DISCUSSION AND CONCLUSION: It was observed that the most frequently observed non-compliance was leakage in the filters. In addition, it has been determined that users do not have a filter certificate. In the preliminary examination, it was determined that he was in the cabins that did not give a visual and audible alarm when the flow was blocked. Since providing a healthy working environment in microbiology laboratories is one of the main objectives, we believe that it is important to have the performance qualification tests of the biosafety cabinets done at certain intervals in terms of employee health. |
8. | Çeşitli esansiyel yağların klinik Staphylococcus aureus izolatlarında biofilm canlılığına in vitro etkileri, antibakteriyal ve anti-biofilm aktiviteleri In vitro effects of various essential oils on biofilm viability; their antibacterial and antibiofilm activities against clinical Staphylococcus aureus isolates Sezin ÜNLÜ, Aylin ÜSKÜDAR GÜÇLÜ, Hasan Cenk MİRZA, Aylin ALTAY KOÇAK, Ahmet BAŞUSTAOĞLUdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.46504 Sayfalar 491 - 502 GİRİŞ ve AMAÇ: Antimikrobiyal direnç yüksek mortalite ve morbidite ile ilişkili bir halk sağlığı sorunudur. Yeni antibiyotikler de patojenik bakteriler için antibiyotik direnciyle mücadelede yeterli olmadığından doğal ürünlere olan ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Staphylococcus aureus (S. aureus), toplum kaynaklı ve sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyonlardan sorumlu önemli bir insan patojenidir. Bu çalışma Origanum onites, Lavandula stoechas, Salvia officinalis and Thymus vulgaris esansiyel yağlarının (EO) yara, biyopsi ve apse örneklerinden izole edilen klinik S. aureus izolatlarındaki antibakteriyel ve anti-adeziv aktivitesini ve biyofilm canlılığına olan etkisini in vitro olarak belirlemeyi amaçlamaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: EO’ların antibakteriyel aktiviteleri, minimum inhibitör ve bakterisidal konsantrasyonlarını (sırasıyla MİK ve MBK) belirlemek üzere sıvı mikrodilüsyon yöntemi, 71 klinik S. aureus izolatı üzerinde değerlendirilmiştir. Biyofilm oluşturan izolatlar tespit edilmiştir ve EO’ların biyofilm oluşumunu doza bağlı olarak önleme yeteneği hesaplanmıştır. Minimum biyofilm inhibitör ve eradikasyon konsantrasyonları (sırasıyla MBİK ve MBEK) ve EO’ların alt inhibitör dozlarındaki canlı bakteri sayısı BioTimer-Assay (BTA) ile hesaplanmıştır. BULGULAR: Test edilen izolatların tümünün, Thymus vulgaris ve Origanum onites’e karşı, MİK değerleri 0.039’dan küçük ve 0.625 µl/ml arasında değişmektedir, yüksek hassasiyet gösterdiği tespit edilmiştir. Salvia officinalis için en büyük MİK değeri 5 µl/ml olarak belirlenirken, Lavandula stoechas için bu değer 10 µl/ml’den büyük olarak hesaplanmıştır. Test edilen her yağın, biyofilm oluşumunu önemli bir oranda önlemediği belirlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Origanum onites ve Thymus vulgaris’in EO’ları metisiline dirençli suşlar da dahil olmak üzere klinik S. aureus izolatlarına karşı bakterisidal etki göstermiştir ve bu da söz konusu esansiyel yağların çok ilaca dirençli patojenlerle başetmek için umut verici bir aday olabileceğini göstermiştir. Ayrıca, Lavandula stoechas ve Salvia officinalis’in alt inhibitör dozlarında uygulanan dozlar azaldıkça biyofilmdeki canlı bakteri sayısının arttığı tespit edilmiştir. INTRODUCTION: Antimicrobial resistance is a public health threat and is related to high mortality and morbidity. Because no development of new antibiotics can combat antibiotic resistance for pathogenic bacteria, the need for natural products has emerged. Staphylococcus aureus (S. aureus) is an important human pathogen responsible for community- and hospital-acquired infections. The goal of this study was to identify the in vitro effects of Origanum onites, Lavandula stoechas, Salvia officinalis and Thymus vulgaris essential oils (EOs) on biofilm viability as well as the antibacterial and anti-adherent properties on clinical S. aureus isolates from wound, biopsy and abscesses samples. METHODS: The antibacterial activities of the EOs were assessed on 71 clinical S. aureus isolates by broth microdilution to determine the minimum inhibitory concentration (MIC) and minimum bactericidal concentration (MBC). Biofilm-forming isolates were determined, and EOs’ ability to prevent biofilm formation in a dose-dependent manner was calculated. Minimum biofilm inhibitory concentration (MBIC) and minimum biofilm eradication (MBEC) and the number of viable bacteria in sub-inhibitory doses of EOs were calculated by BioTimer-Assay (BTA). RESULTS: All of the tested isolates showed high sensitivity towards the Thymus vulgaris and Origanum onites; MICs ranging from below 0.039 to 0.625 μl/ml. While the highest MIC value was determined as 5 µl/ml for Salvia officinalis, it was calculated as greater than 10 µl/ml for Lavandula stoechas. Each tested oil was detected to prevent biofilm formation at a significant percentage. DISCUSSION AND CONCLUSION: The essential oils of Origanum onites and Thymus vulgaris showed bactericidal properties against clinical S. aureus isolates, including methicillin-resistant strains, which may become a promising alternative for multidrug-resistant pathogens. In addition, the number of viable bacteria in biofilm in sub-inhibitory doses of Lavandula stoechas and Salvia officinalis were found to increase when applied doses decreased. |
9. | ABCA1 taşıyıcı protein ile yapılan araştırmaların bibliyometrik analizi Bibliometric analysis of studies with ABCA1 carrier protein Efsun Şerife ANTMENdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.26928 Sayfalar 503 - 512 GİRİŞ ve AMAÇ: Kardiyavasküler hastalıklar ve kanser gibi günümüzde oldukça önemli ve sayısı gün geçtikçe artan hastalıklarda Adenozin trifosfat bağlayıcı kaset (ABC) taşıyıcı proteinler ailesinden ABCA1’in rolü de oldukça büyüktür. ABCA1, hücrelerden fazla kolesterolün dışarı atılması ve enflamasyonun baskılanması yoluyla kardiyovasküler hastalıktan koruyan bütünleşik bir hücre zarı proteinidir. Ayrıca kanser hücrelerinin gelişimini kolesterol metabolizmasında görülen anormalliklerin de desteklediği bilinmektedir. Bu durum ABCA1’in kanserde de etkin olduğunu gösterir. ABCA1 ile ilgili pek çok çalışma yapılmış olmasına rağmen konu ile ilgili literatürde kapsamlı bir bibliyometrik çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada ABCA1 ile ilgili yayınlanan bilimsel makaleleri inceleyerek konunun değerlendirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: ABCA1 konusunda 1975-2022 yılları arasında yayımlanmış çalışmalar Web of Science (WoS) veri tabanından taranmış, bibliyometrik yöntemler kullanılarak analiz edilmiştir. Ayrıca bibliyometrik analiz yapmak ve elde edilen metaverileri görselleştirmek için VOSviewer programı kullanılmıştır. BULGULAR: ABCA1 ile ilgili çalışmalar 1993 yılında başlamış, 2000 yılından sonra artış göstermiştir. Makalelerin %99,2 (n=5694)’sinde kullanılan dil İngilizcedir. ABCA1 ile ilgili en fazla çalışma Biyokimya ve Moleküler Biyoloji alanında (n=1708, %29,4) yapılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri (n=2029, %35,3), Çin (n= 1198, %20,9), Kanada (n=517, %9,0) ve Japonya (n=514, %9,0) 500’den fazla makalenin yayınlandığı ülkeler olarak sıralanmıştır. Türkiye ise 32 makale ile 29. sırada yer almıştır. Makalelerin 427 tanesi en az 100 kez atıf almıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: ABCA1 konusunda yaptığımız bu kapsamlı bibliyometrik çalışmada 5743 makale ile ilgili bir özet bilgisi sunuldu. Bu makale ABCA1 konusunda yapılan araştırmaların değerlendirilmesinde literatüre katkı sağlamanın yanı sıra yapılacak araştırmalara yön verilebilmesi veya araştırmaların ilerletilebilmesi için bir kaynak olarak gösterilebilir. INTRODUCTION: The role of ABCA1, one of the family of Adenosine triphosphate binding cassette (ABC) carrier proteins, is also very important in diseases such as cardiovascular diseases and cancer, which are very important and increasing day by day. ABCA1 is an integral cell membrane protein that protects from cardiovascular disease by excretion of excess cholesterol from cells and suppression of inflammation. It is also known that abnormalities in cholesterol metabolism support the development of cancer cells. This indicates that ABCA1 is also active in cancer. Although many studies have been conducted on ABCA1, there is no comprehensive bibliometric study in the literature on the subject. In this study, it is aimed to evaluate the subject by examining the scientific articles published about ABCA1. METHODS: Studies published between 1975-2022 on ABCA1 were scanned from the Web of Science (WoS) database and analyzed using bibliometric methods. In addition, VOSviewer program was used to perform bibliometric analysis and visualize the obtained metadata. RESULTS: Studies on ABCA1 started in 1993 and increased after 2000. The language used in 99.2% (n=5694) of the articles is English. The most studies on ABCA1 were done in the field of Biochemistry and Molecular Biology (n=1708, 29.4%). The United States (n=2029, 35.3%), China (n= 1198, 20.9%), Canada (n=517, 9.0%), and Japan (n=514, 9.0%) were ranked as the countries where more than 500 articles were published. Turkey, on the other hand, ranked 29th with 32 articles. 427 of the articles were cited at least 100 times. DISCUSSION AND CONCLUSION: In this comprehensive bibliometric study on ABCA1, a summary of 5743 articles was presented. In addition to contributing to the literature in the evaluation of research on ABCA1, this article can be shown as a resource to direct the researches to be done or to advance the researches. |
10. | Repeat breeder ineklerde genital kanal bakteriyolojisi ve antibiyotik direnç profilleri Genital tract bacteriology and antibiotic resistance profiles in repeat breeder cows Elçin GÜNAYDIN, Gülsen GONCAGÜL, Pınar MURSALOĞLU KAYNARdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.44270 Sayfalar 513 - 522 GİRİŞ ve AMAÇ: İneklerde görülen reprodüktif sistem bozukluklardan biri olan ve gerçek kızgınlık ile üç veya daha fazla sayıda çiftleşmeyle gebe kalamama durumu olarak tanımlan repeat breeder, üreme verimliliğinin azalması ve beraberinde süt üretiminin azalmasıyla tüm dünyada ciddi ekonomik kayıplara neden olan bir yetiştiricilik problemidir. Bu çalışmanın amacı, herhangi bir genital sistem enfeksiyonuna dair klinik belirti göstermeyen repeat breeder, ineklerde konvansiyonel kültürel yöntemle genital kanalda aerobik üreme gösteren mikroflorayı belirlemek ve baskın bakteri gruplarında antibiyotik direnç profillerini tespit etmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma materyalini dört ila dokuz yaş aralığında Holstein ırkı 32 repeat breeder (üç ve üstü tohumlama) inek içermektedir. İneklerin vajinalarından steril sürüntü örnekleri toplandı. Toplanan sürüntü örnekleri, Fluid Thioglycollate Medium bulunan tüpler içerisine alınarak soğuk zincir şartlarında laboratuvara ulaştırıldı. Bakteriyolojik muayene için örnekler 37 °C’de 24 saat inkübe edildi. İnkübasyon bitiminden sonra EMB agar ve kanlı agar besiyerinde gelişen kolonilerin izolasyonu ve identifikasyonu yapıldı. BULGULAR: Bakteri kolonilerinin izolasyonu ve identifikasyonu sonucunda Protobacteria ağırlıklı olmak üzere Firmicutes ve Actinobacteria filumlarından 14 tür bakteri izole edildi. İzole edilen bakteri türleri arasında Escherichia coli (%21,4), Stenotrophomonas maltophilia (%14,3), Staphylococcus haemolyticus (%11,9), Staphylococcus sciuri (%7,1) Corynebacterium psuedodiphteriticum (%7,1) ve Corynebacterium bovis (%4,8) bulundu. İzole edilen bakterilerden bazıları repeat breeder ineklerde subklinik endometrit yönlü infertilite nedeni olarak görüldü. Baskın bakteri gruplarına ve infertilite nedeni olan bakterilere karşı sekiz antibiyotiğin duyarlılığı antibiyogramla incelendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Repeat breeder olarak belirlenen ineklerden alınan örneklerde Actinobacter filumunda yer alan C. bovis ve C. psuedodiphteriticum, Firmicutes filumundan S. sciuri ve S. haemolyticus izolasyonunun en az Protobacteria filumundan E. coli kadar önem arz ettiği sonucuna varıldı. Vajinal mikrobiyomda dominant etken E. coli’ye karşı seftiofur’un %100 etki gösterdiği belirlendi. INTRODUCTION: Repeat breeder, which is one of the reproductive system disorders seen in cattle, is defined as the inability to conceive with three or more matings with true heat, is seen to be a breeding problem that causes serious economic losses all over the world with a decrease in reproductive efficiency and therefore a decrease in milk production. The aim of this study is to identify the aerobic microflora and antibiotic resistance profiles of dominant bacterial groups in the genital tract of repeat breeder cows that do not exhibit clinical signs of any genital system infections using conventional cultural methods. METHODS: The study material comprised 32 repeat breeder cows of Holstein breed aged between four and nine years (with three or more inseminations). Specimens were collected by sterile swab. The collected swab samples were taken into tubes with Fluid Thioglycollate Medium and delivered to the laboratory under cold chain conditions. Specimens for bacteriological examination were incubated at 37 °C for 24 h. After the end of incubation, isolation and identification of colonies growing on EMB agar and blood agar medium were performed. RESULTS: Bacteriological isolation and identification of genital canal samples revealed the isolation of 14 bacterial species mainly from the phylum Protobacteria, along with Firmicutes and Actinobacteria filaments. Among the isolated bacterial species, Escherichia coli (21.4%), Stenotrophomonas maltophilia (14.3%), Staphylococcus haemolyticus (11.9%), Staphylococcus sciuri (7.1%), Corynebacterium psuedodiphteriticum (7.1%), and Corynebacterium bovis (4.8%) were identified. In repeat breeder cows. Some of the isolated bacteria were associateted with subclinical endometritis leading to infertility in repeat breeder cows. Susceptibility of eight antibiotics against dominant bacterial groups and infertility-related bacteria were examined by antibiogram. DISCUSSION AND CONCLUSION: It was determined that bacterial isolations such as C. bovis and C. psuedodiphteriticum from the Actinobacteria phylum and S. sciuri and S. haemolyticus from the Firmicutes phylum in samples taken from cows identified as repeat breeders are as significant as E. coli from the Protobacteria phylum. Ceftiofur demonstrated 100% effectiveness against the predominant pathogen E. coli in the vaginal microbiome. |
DERLEME | |
11. | Yapay zekâ sohbet robotu ChatGPT’nin sağlık yönetiminde potansiyel işlevleri: Kapsam incelemesi Potential functions of artificial intelligence chatbot ChatGPT in health management: Scoping review Mustafa Said YILDIZ, Ayfer ALPERdoi: 10.5505/TurkHijyen.2023.78370 Sayfalar 523 - 530 Chatbot’lar, insanlarla diyalog için yapay zeka (AI) ve doğal dil işleme (NLP) tekniği kullanarak insan konuşmasını simüle eden bilgisayar programlarıdır. COVID-19’un izlemesi, sürveyansı, uzaktan teşhisi ve bilgi sağlanması gibi çeşitli alanlarında faydalı sonuçlarının görülmesi sonrasında sohbet robotları sağlık maksatlı olarak daha sık kullanılmaya başlandı. Prototip olarak 30 Kasım 2022’de kullanıma sunulan bir yapay zeka sohbet robotu olan ChatGPT, birçok bilgi alanında ayrıntılı ve açıklayıcı yanıtlarıyla dikkatleri üzerine çekti. ChatGPT’nin pek çok farklı alanlardaki kullanımlarına ilişkin denemeler ve uygulamalar 2023’ün ilk çeyreğinde trend bir konu haline gelmiş, çalışmalar ChatGPT-4’ün açıklandığı 14 Mart 2023’de daha da yoğunlaşmıştır. Bu derelemede, sağlık, sağlık yönetimi ve politika alanlarında ChatGPT kullanımını değerlendiren çalışmalar incelenmiştir. Yapay zeka ve sohbet robotlarının kullanımı sağlık hizmetlerinde yeni bir konu olmasa da, ChatGPT’nin güvenilirliği, geniş kapsamı, çok dilliliği ve büyük ölçüde ücretsiz olması onu farklı kılmıştır. Hasta güvenliği, veri mahremiyeti, gizlilik gibi pek çok konuda kaygılar bulunmakla beraber ChatGPT’nin sağlık yönetimi, politikası, halk sağlığı ve sağlığın teşviki gibi pek çok alanda katkı sunduğu görülmüştür. ChatGPT’nin üçüncü sürümü için yapılan çalışmalar, ChatGPT’nin karar destek sistemleri, yönetim araçları ve halk sağlığı aracıları gibi çeşitli mekanizmalar için kullanıldığını göstermiştir. ChatGPT kullanımının ilk aşamasında kısa sürede yapılan araştırma bulguları, yeni kurulan chatbot’un sağlamlığı ve doğruluğu ile dijital sağlık okuryazarlığının artmasına da yardımcı olacağını göstermektedir. ChatGPT ayrıca diğer sohbet robotlarının odaklandığı psikiyatrik ve psikolojik destek için umut verici bir potansiyele sahiptir. ChatGPT’nin klinik ve hastaneden ulusal ve uluslararası düzeye kadar veri analizi ve tahmin gerektiren sağlık yönetimi ve politika araştırmaları alanında sağlık yönetimi ve politika araştırmalarına da katkıda bulunması beklenmektedir. Chatbots are computer programs that simulate human speech using artificial intelligence (AI) and natural language processing (NLP) for conversation with people. After its beneficial results in various fields such as monitoring, surveillance, remote diagnosis and information provision of COVID-19, chatbots have started to be used more frequently for health purposes after the pandemic period. ChatGPT, an artificial intelligence chatbot launched as a prototype on November 30, 2022, and garnered attention for its detailed responses and articulate answers across many domains of knowledge. Trials and applications regarding the use of ChatGPT in many different areas became a trending topic in the first quarter of 2023, and the studies intensified on March 14, 2023, when ChatGPT-4 was released. The purpose of this study is to review studies which evaluate ChatGPT usage for health, healthcare management and policy fields. Although the use of AI and chatbots is not a novel subject in healthcare, ChatGPT’s reliability, wide coverage, multi-linguality and being largely free of charge made it outstanding. While there are many concerns about patient safety, data privacy and confidentiality, ChatGPT has been seen to contribute in many areas, such as health management, policy, public health, and health promotion. Studies conducted for the third version demonstrated that ChatGPT has been used for various mechanisms as decision support systems, administrative tools and public health agents. Research findings in a short period of time during the first phase of ChatGPT usage show that the newly established chatbot would also help increasing digital health literacy by its robustness and accuracy. ChatGPT also has promising potential for psychiatric and psychological support which other chatbots focus. ChatGPT is also anticipated to contribute to health management and policy research in the field of health management and policy research, which needs data analysis and forecasting from the clinical and hospital to the national and international levels. |