ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 79 (3)
Cilt: 79  Sayı: 3 - 2022
TÜM DERGİ
1. 
THDBD 2022-3 Cilt 79 Tüm Dergi
TBHEB 2022-3 Vol 79 Full Printed Journal
Utku ERCÖMERT
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.32650  Sayfalar 334 - 587
Makale Özeti |Tam Metin PDF

EDITÖRE MEKTUP
2. 
Endotrakeal tüplerdeki tehdit: Fitalatlar
The threat in our endotracheal tubes: Phthalates
Şemsi Mustafa AKSOY, Ezgi ERKILIÇ, Ebru AYÖZTÜRK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.47887  Sayfalar 335 - 336
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
3. 
Sağlık çalışanlarında COVID-19 aşı etkililiği: Cinsiyet önemli mi?
The effectiveness of COVID-19 vaccine in healthcare workers: Does gender matter?
Tülay ÜNVER ULUSOY, İrfan ŞENCAN, Fatma Aybala ALTAY, Fadime ÇALLAK OKU, Ganime SEVİNÇ, Asiye TEKİN, Can Hüseyin HEKİMOĞLU
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.82956  Sayfalar 337 - 352
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 aşıları ile bağışıklanma, pandemiden çıkış stratejisi olarak tüm dünyada geniş çapta kabul edilmiştir. Aşının etkililiği ve bunu etkileyen faktörlerin tespit edilmesi, aşı başarısını arttırarak pandemi kontrolünü sağlayabilir. COVID-19 hastalarının mortalitesinde; düzensiz immunizasyon, çoklu organ yetmezliği gibi nedenler gösterilse de bunların cinsiyet ile olan ilişkisi aydınlatılmamıştır. Bu çalışmada; sağlık çalışanlarında CoronaVac aşı etkililiğini belirlemek ve etkileyen faktörleri incelemek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışmaya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışan 2666 sağlık personeli dahil edilmiştir. Çalışmanın bağımlı değişkeni COVID-19 gelişimidir. Bağımsız değişkenler; yaş, cinsiyet, meslek grubu (doktor/hemşire/diğer sağlık çalışanları), çalışılan klinik tipi (YBÜ/YBÜ dışı), COVID-19 kliniğinde çalışma durumu (COVID-19 kliniği/diğer klinikler), COVID-19 geçirme öyküsü (var/yok), aşıdan sonra COVID-19 tanı süresi (gün) ve aşılanma durumu (aşılı/aşısız) dur. COVID-19 tanısı alan tüm sağlık çalışanlarının klinik takibi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Personel Sağlığı Polikliniği’nde yapılmıştır. Ayrıca klinik sorumluları ile haftalık olarak telefonla görüşülerek veya klinik ziyaretleri yapılarak, COVID-19 gelişimi yönünden tüm sağlık çalışanları izlenmiştir. Aşılama durumu dahil tüm değişkenlerin COVID-19 gelişimi üzerindeki etkilerini analiz etmek için lojistik regresyon analizi kullanılmıştır. Aşı etkililiğine ilişkin etkileşim/etki değişiminin belirlenmesi için tabakalı analizler yapılmıştır. Veriler SPSS versiyon 20.0 paket programı kullanılarak analiz edilmiştir. Tüm istatistiksel testler için önemlilik sınırı 0.05 olarak alınmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya alınan toplam 2666 sağlık çalışanının yaş ortalaması 37,3±10,2 (n=2556) ve %55,8 (n=1488)’i kadın, %44,2 (n=1178)’si erkektir. CoronaVac aşısının sağlık çalışanlarındaki RT-PCR pozitifliği ile tanı konulan COVID-19’u önlemede etkililiği kadınlarda (%84,5 (%95GA: %73,3-91,0)), erkeklerden (%47,0 (%95GA: %1,7-71,4)) daha yüksek bulunmuştur. Meslek grupları, klinik tipi, COVID-19 kliniğinde çalışma durumu aşı etkililiğini etkilememektedir. Çok değişkenli Lojistik Regresyon analizinde doktor/hemşire olmak, YBÜ’de çalışmak, COVID-19 kliniğinde çalışmak, COVID-19 geçirmiş olmak ve aşılı olmak koruyucu faktör olarak saptanmıştır. Değişkenler arasında %96,5 ile en yüksek koruyuculuk düzeyi COVID-19 geçirme öyküsünün olmasıdır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Cinsiyete göre COVID-19 aşı etkililiğinde farklılık, aşılama programlarının revize edilmesini gerektirebilir. Erkekler ve kadınlar için farklı prime-boost aralıkları, özel aşı platformları, farklı dozaj seviyeleri ile sonuçlanan stratejiler COVİD-19 eliminasyonu için kullanılabilir. COVID-19 aşısı olan sağlık çalışanlarının belirli aralıklarla, yaklaşık 1 yıl izlenmesi; çeşitli gruplarda aşı etkililiğindeki farklılıkların belirlenmesi; aşılama programları, sürveyans ve klinik takip gibi noktalarda önceliklendirme yapma, rapel doz aşılama, ağır hastalık geçirme riski olan çalışanları koruma, hizmet planlama ve aşı seçimi gibi pek çok konuda büyük fayda sağlayabilir. COVID-19 pandemisinin kontrol altına alınabilmesi için aşı ile immunizasyon anahtar roldedir ve aşı etkililiğini etkileyen faktörleri tespit etmek hedefe giden yolda başarıyı arttırabilir.

4. 
RT-PCR ile pozitif saptanan COVID-19 vakalarının değerlendirilmesi
Evaluation of COVID-19 cases detected positive by RT-PCR
Vildan GÖRGÜLÜ, Fazila ATAKAN ERKAL, Şenay TUĞLU ATAMAN, Esra ÇİFTÇİ, Önder SER, Elçin YENİDÜNYA KONUK, Fırat KÖSE
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.53496  Sayfalar 353 - 362
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada Antalya Halk Sağlığı Laboratuvarı (AHSL)’ na COVID-19 şüphesi ile gönderilen örneklerin RT-PCR ile incelenmesi ve vakaların epidemiyolojik ve klinik özelliklerinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, AHSL’na COVID 19 şüphesi ile gelen 6404 solunum yolu örneği üzerinde yapıldı. Solunum yolu örneklerinde Real Time PCR testi ile SARS CoV-2 spesifik N ve Orf1ab gen bölgeleri analiz edildi. Test yapılan kişilerin tıbbi, epidemiyolojik ve demografik bilgilerine retrospektif olarak ulaşıldı. Gruplar arası oransal farklılıkları karşılaştırmak için ki-kare testi kullanıldı.
BULGULAR: 6404 solunum yolu örneğinin %6,2 si (n=398) pozitif saptandı. Testin yapıldığı ay ile PCR pozitiflik oranı arasında anlamlı farklılık görüldü (p<0,05). PCR pozitif hastalarda 13-44 yaş aralığında olma oranı daha düşük iken, 45-64 yaş arasında olma oranı daha yüksekti (p<0,05). PCR çalışılan olgularda kadınlarda pozitiflik oranı erkeklere göre daha yüksekti (p<0,05). PCR pozitif hastaların işçi olma oranı daha düşük iken, çalışmayan grupta olma oranı daha yüksekti (p<0,05). PCR pozitif hastalar daha az oranda risk faktörüne sahipti (p<0,05). PCR pozitif hastaların sigara kullanma oranı daha düşüktü (p<0,05). Seyahat öyküsü ve özellikle yurtdışı seyahat öyküsü ile test sonuçları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu. PCR pozitif hastaların seyahat öyküsü daha yüksekti (p<0,05). PCR pozitif hastaların temas öyküsü daha yüksekti (p<0,05).
Çalışmaya alınan örneklerin %98,8 i (n=6326) nazofarengeal swap örnekleriydi. Semptom varlığı ile test sonuçları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Genel semptom varlığı ile fark olmasa da tek tek semptomlar ele alındığında öksürük, solunum sıkıntısı ve kırgınlık PCR pozitif olgularda PCR negatiflerden oransal olarak daha yüksekti (p<0,05). Test sonuçları ile hastanın ayaktan takip edilmesi veya hastaneye yatışı arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı.

TARTIŞMA ve SONUÇ: COVID-19 enfeksiyonu asemptomatik vakalarla karmaşık bir durum olduğundan salgın potansiyelinin gerçekçi bir şekilde değerlendirilebilmesi için RT-PCR testi toplum taramalarında kullanılmalıdır. Kapalı ortamlarda bulunan kişiler ve özellikle 45-64 yaş grubunda kontrol mekanizmaları daha etkin yapılmalıdır.

5. 
COVID-19’un progresyonu ve prognozunda Diabetes mellitus’un rolü
The role of Diabetes mellitus in the progression and prognosis of COVID-19
Filiz YILDIRIM, Hasan KARAGEÇİLİ, Reyhan ÖZTÜRK, Zuhal YILDIRIM
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.58708  Sayfalar 363 - 374
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Koronavirüs ailesinden SARS-CoV-2’nin neden olduğu COVİD-19 pandemisi, ilk olarak Çin’de görülen ve bulaşıcılık özelliği yüksek bir hastalıktır. Hastalığın mortalite ve morbiditesinde diyabet başta olmak üzere komorbid hastalıkların varlığı ve ileri yaş belirleyici olmaktadır.
Bu çalışmada Diabetes mellitus (DM)’un, 2019 yeni koronavirüs hastalığının (COVİD-19) seyrindeki olası rolünün incelenmesi amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Yöntem: Bu çalışmada, 01 Ocak-05 Mayıs 2021 tarihleri arasında Ankara Polatlı Duatepe Devlet Hastanesine başvuran ve COVİD-19 olduğu doğrulanan ve COVİD-19 servisinde 5 ila 20 gün yatan 81 hastanın verileri incelendi. Çalışmaya 39 kadın ve 42 erkek hasta dahil edildi ve hastalar üç gruba ayrıldı. COVİD-19 grubu (n=26; 10 kadın, 16 erkek), COVİD-19+DM grubu (n=28; 13 kadın, 15 erkek) ve COVİD-19+hipertansiyon (HT) grubu (n=27; 16 kadın, 11 erkek). Hastaların demografik, klinik, radyolojik ve laboratuvar kayıtları geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: Bulgular: Gruplar arasında yaş ve cinsiyet açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı (p<0.05). COVİD-19+DM ve COVİD-19+HT gruplarının yaş ortalaması COVİD-19 grubuna göre yüksekti. COVİD-19 grubunun yaş ortalaması 55.96±15.545 yıl, COVİD-19+DM grubunun yaş ortalaması 68.29±12.849 yıl, COVİD-19+HT grubunun yaş ortalaması 71.48±11.416 yıl idi. 81 COVİD-19 hastasının sadece 32’sinin PCR testi pozitifti ve oran %39.5 idi. BT'li hasta sayısı ise 69, oran %85.2'dir. BT pozitif hasta sayısı 56 ve pozitiflik oranı %81'dir. PCR testi pozitiflik oranı, BT pozitiflik oranından daha düşüktür.
COVİD-19+DM grubunda serum açlık kan şekeri ve C-reaktif protein (CRP) düzeyleri COVİD-19 grubu ve COVİD-19+HT grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). COVİD-19+DM grubunda serum sodyum (Na) ve klor (Cl) düzeyleri COVİD-19 ve COVİD-19+HT grubuna göre anlamlı derecede düşüktü (p<0.05). COVİD-19+DM grubunda serum kreatinin ve fosfor (P) düzeyleri COVİD-19 grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). COVİD-19+DM grubunda serum Serum hemoglobin (HGB) ve hematokrit (HCT) düzeyleri COVİD-19+DM grubuna göre COVİD-19 grubunda oldukça yüksekti (p<0.05).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Çalışmamızda elde ettiğimiz tüm veriler değerlendirildiğinde; COVİD-19 virüsü ile enfekte hastaların klinik seyrinde DM'nin komorbidite etkisinin önemli olduğunu saptadık. Diyabeti olan SARS-CoV-2 pnömoni hastalarının, organ hasarı, inflamatuar değişkenler açısından diyabeti olmayanlara göre daha şiddetli olabileceğini ve ek komorbiditelerin olup olmadığına bakılmaksızın daha kötü bir prognoza dönüşme olasılığının daha yüksek olduğunu düşünmekteyiz.

6. 
Yatan hasta yakınlarının su/sıvı tüketimi ve etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi
Evaluation of water/fluid intake of inpatient’s relatives and affecting factors
İrem DİLAVER, Büşra PARLAK SOMUNCU, Kübra ŞAHİN, Medine Gözde ÜSTÜNDAĞ, Murat TOPBAŞ, Gamze ÇAN, Nazım Ercüment BEYHUN, Sevil TURHAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.53765  Sayfalar 375 - 384
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı hastanede yatan hasta yakınlarının su / sıvı alımını ve etkileyen faktörleri değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma tanımlayıcı tiptedir. Haziran-Temmuz 2019 tarihleri arasında yatan hasta yakını olarak bulunan 608 kişi dahil edilmiştir. Veriler anket formu aracılığıyla, yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. İçecek ve sudan günlük sıvı alımının yeterliliğinin değerlendirilmesinde, NAM'ın kadınlarda 2,2 L / gün, erkeklerde 3,0 L / gün sıvı alımı önerisi esas alınmıştır. Cinsiyet gruplarına göre bu miktarlara eşit ve üzeri değerler yeterli olarak değerlendirilirken, bu miktarların altındaki değerler yetersiz sıvı alımı olarak değerlendirilmiştir. Verilerin analizinde SPSS 23.0 istatistik paket programı kullanılmıştır.
BULGULAR: Bu çalışmada hastanede tam gün kalan hasta yakınlarının su tüketim miktarı 1361,0±796,9 (0-5000) ml/gün, sıvı tüketim miktarı 1826,8±998,2 (0-6600) ml/gündür. Ulusal Tıp Akademisine (NAM) göre değerlendirildiğinde, 482 (% 79,3) hasta yakınının sıvı alım miktarı yetersiz, 126 (% 20,7) hasta yakınının yeterli olduğu saptanmıştır. Erkeklerde, gelir getirici işte çalışanlarda günlük su ve sıvı tüketim miktarı, 3 günden uzun süredir hastanede kalan katılımcılarda günlük sıvı tüketim miktarı yüksek saptanmıştır (p<0,05). Hastanedeki su tüketim miktarlarının diğer zamanlara göre değişimi sorgulandığında 66’sı (%10,9) su tüketim miktarının arttığını, 262’si (%43,1) değişmediğini, 280’i (%46,0) azaldığını belirtmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu araştırmada hastanede tam gün kalan hasta yakınlarını su tüketim miktarı 1,4 L/gün, sıvı tüketim miktarı 1,8 L/gündür. Hasta yakınlarının günlük toplam sıvı tüketim miktarı katılımcıların %79’unda NAM’ın yetişkin erkek ve kadınlar için önerdiği miktardan düşük bulunmuştur. Kadınların, gelir getirici bir işte çalışmayanların, başka bir şehirde / yurtdışında yaşayanların ve hastanede su alım miktarının azaldığını belirtenlerin su ve sıvı alım miktarı daha düşük bulunmuştur.

7. 
Postnatal tiamin eksikliğinin yetişkinlik döneminde merkezi işitsel işlemlemeye etkisi
Effect of postnatal thiamine deficiency on central auditory processing during adulthood
Deniz KANTAR, Betül DANIŞMAN, Nevreste Didem SONBAY YILMAZ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.68466  Sayfalar 385 - 396
GİRİŞ ve AMAÇ: Gelişim döneminde tiamin eksikliği (TD) gelişmiş ülkelerde çok nadir görülen bir durumdur, ancak bazı topluluklarda kötüleşen sosyoekonomik durum nedeniyle dünya çapında daha yaygın hale gelmiştir. Tiaminin beyinde özellikle gelişim döneminde birçok metabolik ve yapısal işlevi vardır. Doğum sonrası TD, beyinde uzun süreli etkilere neden olabilir. Kronik TD işitme kaybına neden olur, ancak doğum sonrası TD' nin yetişkinlikte merkezi işitsel işlemlere etkileri yeterince araştırılmamıştır. İşitsel uyarılmış potansiyellerin şiddet bağımlılığı (İUPŞB) merkezi serotonin aktivitesinin iyi bilinen bir belirtecidir. Çift-klik (ÇK) yanıtları ise glutamaterjik/GABAerjik ileti ile ilişkidir. İşitsel süreçlerin nöronal eşdeğerini yansıtan bu yanıtların ve altta yatan osilasyonların incelenmesi TD’ye bağlı işitsel değişimler hakkında önemli bilgiler sağlayacaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada sıçanlar aşağıdaki gibi iki gruba ayrıldı; Anneleri normal diyet ile beslenen grup (C), anneleri doğum sonrası tiamin yetersiz diyetle beslenen grup (TD). Yetişkinlik döneminde üç aylık sıçanlardan İUP ve ÇK yanıtları kaydedildi ve İUP'lerin ses şiddeti bağımlılığı, bileşenleri ve spektral değişiklikler analiz edilerek ağ değişiklikleri incelendi.
BULGULAR: En şiddetli iki uyaran için N1/P2 yanıtlarının TD grubunda C grubuna karşı önemli ölçüde arttığı bulundu. Buna paralel olarak TD grubunda daha yüksek İUPŞB değeri elde edildi. TD grubunda gama yanıtlarında anlamlı düzeyde zayıflama ve C grubuna göre artan teta/alfa yanıtları gözlendi. ÇK yanıtları için, TD grubunda ikinci uyarana daha yüksek N1 yanıtı ve daha düşük baskılama oranı tespit edildi. TD grubunda ikinci uyaranlara karşı teta yanıtlarının da eşzamanlı olarak arttığı gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Postnatal TD’nin işitsel ağ dinamiklerinde gözlenen uzun vadeli etkileri olan dejeneratif değişikliklere neden olduğu saptanmıştı. Bu etkilerin serotonerjik ve glutamaterjik/GABAerjik ileti değişimiyle ilişkili olduğu düşünülmektedir.

8. 
Hastanemize başvuran hastalarda HBsAg, Anti-HBs, Anti-HCV ve Anti-HIV seroprevalansı: 5 yıllık retrospektif veri
HBsAg, Anti-HBs, Anti-HCV and Anti-HIV seroprevalence among patients admitted to our hospital; five-year retrospective data
Havva AVCIKÜÇÜK, Dilek DÜLGER, Feray AYDIN, Ümmü Sena SARI
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.67355  Sayfalar 397 - 408
GİRİŞ ve AMAÇ: Viral hepatitler ve insan immün yetmezlik virüsü (HIV) enfeksiyonu tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli sağlık sorunlarındandır. Çalışmamızda hastanemize başvuran hastalarda HBsAg, anti-HBs, anti-HCV ve anti-HIV seropozitifliğinin yıllara, cinsiyetlere ve yaş gruplarına göre dağılımını araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ocak 2015 ve 31 Aralık 2019 yılları arsında hastanemize başvuran hastaların, HBsAg, anti-HBs, anti-HCV ve anti-HIV test sonuçları retrospektif olarak incelenmiştir. Toplam 266891 serum örneğinin 77562'sinde HBsAg, 45045'inde anti-HBs, 73223'ünde anti-HCV ve 71061'inde anti-HIV testleri, kemilüminesans mikropartikül immunoassay (Architect i2000, Abbott, USA) ve elektrokemilüminesans immünoassay (Cobas e601, Roche Diagnostic GmbH, Germany) yöntemleri ile çalışılmıştır. Veriler hastanemizin veri tabanından elde edilmiş olup istatistiksel analizinde IBM SPSS 24.0 programı kullanılmıştır. Kategorik değişkenlerin analizinde Ki-Kare (χ2) testi ve Fischer’s Exact testi kullanılmıştır. İstatistiksel olarak p<0.05 anlamlı kabul edilmiştir.
BULGULAR: Çalışmamızda HBsAg %2.3 (1808/77562), anti-HBs %46.6 (20975/45045), anti-HCV %0.6 (456/73223) ve anti-HIV %0.05 (35/71061) oranında pozitif saptanmıştır. HBsAg pozitif saptanan 1808 hastanın %55'inin erkek, %45'inin kadın olduğu görülmüştür. Her iki cinsiyette de en fazla pozitifliğin 31-50 yaş aralığında (%38.1), en düşük ise ≤ 18 yaş grubunda olduğu (%0.6) saptanmıştır. Anti-HCV pozitif saptanan 456 hastanın %63.6'sının kadın, %36.4'ünün erkek olduğu görülmüştür. Anti-HCV testinde en fazla pozitifliğin ≥65 yaş grubunda (%32) olduğu görülürken, en düşük pozitiflik oranı ise yine ≤ 18 (%2) yaş grubundadır. Anti-HIV pozitif bulunan hastalar incelendiğinde ise pozitif bulunan tüm hastaların erkek olduğu ve en fazla pozitiflik oranının 19-30 yaş aralığında olduğu görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda tespit etiğimiz HBsAg, anti-HBs, anti-HCV ve anti-HIV seropozitiflik oranlarının ülke verileri ile uyumlu olduğu görülmüştür. HBsAg (p<0,001), anti-HCV (p<0,05) ve anti-HIV (p<0,001) seropozitiflik oranlarında yıllara göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık olduğu saptanmıştır.

9. 
Ebeveynlerin HPV aşılaması hakkındaki bilgileri ve tutumları: Tanımlayıcı çalışma
Parent’s attitude and knowledge on HPV vaccination: A descriptive study
Serkan TURSUN, Hüsniye YÜCEL, Esma ALTINEL AÇOĞLU
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.75725  Sayfalar 409 - 418
GİRİŞ ve AMAÇ: Human papilloma virüsü (HPV) enfeksiyonu, cinsel yolla bulaşan en yaygın hastalıktır ve aşı ile önlenebilir. HPV enfeksiyonu için aşılama oranlarını etkileyen en önemli faktörlerin, ebeveynlerin konuyla ilgili bilgi düzeyleri ve düşünceleri ile toplam gelir düzeyleri olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca, ulusal aşılama programlarında olanlar da dahil olmak üzere, ebeveynlerin aşılamaya karşı tereddütleri, Türkiye'de ve dünyada son zamanlarda giderek artmıştır. Sonuç olarak, bu çalışma ebeveynlerin HPV aşısı hakkındaki bilgi ve görüşlerini ve aşılama kararlarını etkileyen faktörleri belirlemeyi amaçlamıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel tanımlayıcı çalışma, Türkiye'de 2020 yılında iki araştırma hastanesinde 9-18 yaş arası kız ve erkek çocukları olan 552 ebeveyn ile gerçekleştirilmiştir. Ebeveynlerin HPV aşısı ile ilgili bilgi düzeyleri ve tutumları ile reddetme nedenleri hakkında oluşturulan anket yüz yüze görüşme tekniği ile uygulanmıştır.
BULGULAR: Araştırmaya katılan 552 ebeveynden 438'i anne ve 114'ü babadır. Ebeveynlerin yarısından fazlası (%69) HPV aşıları ile ilgili daha önce herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarını belirtmiştir. Kısa bir bilgilendirmenin ardından, ebeveynlere ayrı ayrı kızlarına ve oğullarına HPV aşısı yaptırma konusundaki düşünceleri sorulmuştur. Kız çocuğu olan ebeveynlerin çoğunluğu (%76,7; 532) ve erkek çocuğu olan 508 ebeveynin %74,6'sı aşılama için pozitif tutum sergilemiştir. Aşıların maliyeti ve gerekli doz miktarı konusunda bilgilendirildikten sonra, ebeveynlerin %11,2'si (n=62) aşı devlet tarafından ücretsiz sağlansa bile çocuklarına aşı yaptırmayacağını belirtmiştir. Böyle bir yaklaşımın ana nedeni olarak ebeveynlerin aşılar hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaları gösterilebilir [%59,6 (n=37)].
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmaya katılan ebeveynlerin çoğunun HPV aşıları hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı tespit edilmiştir. Ayrıca, ücretli aşılamanın, ebeveynlerin aşı kabul oranlarını önemli ölçüde etkilediği sonucuna varılmıştır. Sağlık çalışanlarının, aileleri aşılama konusunda bilinçlendirme ve ebeveynler arasında aşı kabul oranlarını artırma konusunda büyük sorumlulukları olduğu aşikardır.

10. 
Kateter ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonu etkeni koagülaz negatif stafilokok kökenlerinin antibiyotik direnç profili ve virülans genleri
Antibiotic resistance profile and virulence genes of coagulase negative staphylococcus isolates causing catheter-associated bloodstream infection
Nur Gamze BOSTAN, Bayrı ERAÇ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.65391  Sayfalar 419 - 432
GİRİŞ ve AMAÇ: Koagülaz Negatif Stafilokok (KNS) türleri deri ve mukozal yüzeylerde mikrobiyota üyeleri arasında yer almasına karşın, özellikle kateter gibi tıbbi araçlarla ilişkili enfeksiyonlara neden olmaktadır. Antibiyotik direncinin önemli bir toplumsal sağlık sorunu olduğu günümüzde, KNS türlerinin etken olduğu kan dolaşımı enfeksiyonlarının tedavisinde akılcı antibiyotik kullanımı büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada, kateter ilişkili kan dolaşımı enfeksiyonu etkeni KNS kökenlerinde, antibiyotik direnç profilinin ve virülansla ilişkili başlıca genlerin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda, 2016-2017 yılları arasında Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi’nde yatan hastalardan izole edilen 43 KNS suşunun, ampisilin, klindamisin, mupirosin, linezolid, tigesiklin, tetrasiklin, sefotaksim, gentamisin, vankomisin, siprofloksasin, eritromisin ve fusidik asit antibiyotiklerine karşı duyarlılıkları, klonal yakınlıkları ve bazı virülans faktörlerinin varlığı araştırılmıştır. Bu suşlarda sefoksitin (metisilin) duyarlılığı disk difüzyon, diğer antibiyotiklerinin duyarlılıkları ise mikrodilüsyon yöntemi ile belirlenmiştir. Aminoglikozid direnci için aacA-aphD ve aphA3, metisilin direnci için mecA ve mecC, tetrasiklin direnci için tetK ve tetM, makrolid-linkozamid-streprogramin (MLS) tip B direnci için ermA, ermB, ermC ve msrA genleri ile virülans genleri olan icaA, IS256, nucA ve sasX polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) ile araştırılmıştır. Tür düzeyinde klonal yakınlıklar, Enterobacterial Repetitive Intergenic Consensus (ERIC)-PZR ile incelenmiştir.
BULGULAR: İncelenen tüm KNS türleri dikkate alındığında, en yüksek direncin %93 ile ampisiline, en düşük direncin ise %2 ile linezolide karşı olduğu saptandı. Hiç bir KNS türünde tigesiklin ve vankomisine direnç gözlenmedi. Çalışılan tüm KNS türlerinin, kendi içlerinde genellikle farklı klonlara dahil oldukları saptandı. İncelenen suşlarda mecA, aacA-aphD, aphA3 ermB, ermC, mrsA antibiyotik direnç genlerinin ve bunlara ek olarak icaA, IS256 ve sasX virülans genlerinin varlığı tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonuçları, incelenen bakteriyemi etkeni KNS’lerin, yaygın olarak kullanılan antibiyotiklere karşı direnç kazanmış olduklarını ve çeşitli virülans genlerini barındıran bu suşların dikkatle izlenmesi gerektiğini ortaya koymuştur.

11. 
Karbapenem dirençli Pseudomonas aeruginosa suşlarına karşı sefiderokol, imipenem/relebaktam ve diğer antibiyotiklerin in vitro etkinliklerinin karşılaştırılması
Comparison of in vitro activities of cefiderocol, imipenem/relebactam and other antibiotics against carbapenem-resistant Pseudomonas aeruginosa isolates
Hasan Cenk MİRZA, Gizem İNCE CEVİZ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.79095  Sayfalar 433 - 442
GİRİŞ ve AMAÇ: Karbapenemler ciddi Pseudomonas aeruginosa enfeksiyonlarının tedavisinde sıklıkla kullanılmaktadır. Bununla birlikte, karbapenemlere dirençli P. aeruginosa izolatları son yıllarda artış göstermiş ve bir halk sağlığı tehdidi haline gelmiştir. Bu çalışmanın amacı çeşitli klinik örneklerden izole edilen karbapenem dirençli P. aeruginosa suşlarına karşı sefiderokol, imipenem/relebaktam ve diğer antibiyotiklerin in vitro etkinliklerinin karşılaştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 92 adet karbapenem dirençli P. aeruginosa izolatı (CLSI ve EUCAST kriterlerine göre tamamı imipenem dirençli; CLSI kriterlerine göre tamamı meropenem dirençli; EUCAST kriterlerine göre 84'ü meropenem dirençli, 8'i 'I - duyarlı, yüksek dozda') dahil edilmiştir. İzolatların sefiderokol, imipenem/relebaktam, imipenem, aztreonam, siprofloksasin, levofloksasin ve gentamisine karşı duyarlılıklarının saptanması amacıyla disk difüzyon testi kullanılmıştır. İzolatların meropenem, piperasilin/tazobaktam ve seftazidime karşı duyarlılıklarının saptanması amacıyla gradiyent difüzyon testi kullanılmış, CLSI ve EUCAST kriterlerine göre değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Test edilen antibiyotikler arasında, izolatlara karşı in vitro etkinliği en yüksek antibiyotik sefiderokol olarak bulunmuştur. CLSI kriterlerine göre izolatların tamamı sefiderokole duyarlı olarak saptanırken; EUCAST kriterlerine göre izolatların %97,8'i sefiderokole duyarlı olarak saptanmıştır. Sefiderokolden sonra etkinliği en yüksek antibiyotik gentamisin olup izolatların %87,0'si duyarlıdır. CLSI kriterlerine göre izolatların %66,3'ü, EUCAST kriterlerine göre ise %73,9'u imipenem/relebaktama duyarlı bulunmuştur. İzolatlara karşı in vitro etkinliği en düşük antibiyotik levofloksasindir. CLSI ve EUCAST kriterlerine göre izolatların sırasıyla %70,7'si ve %82,6'sı levofloksasine dirençlidir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sefiderokol karbapenem dirençli P. aeruginosa enfeksiyonlarının tedavisi için bir seçenek olabilir.

12. 
Hemodiyaliz hastalarında kan kültürü sonuçlarının değerlendirilmesi
Evaluation of blood culture results in hemodialysis patients
Selim GÖRGÜN, Mustafa USANMAZ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.93798  Sayfalar 443 - 450
GİRİŞ ve AMAÇ: Hemodiyaliz kronik böbrek yetmezliği (KBY) gelişen hastalarda hayat kurtarıcı invaziv bir işlemdir. Ancak, bu işlemde kateter uygulamasına bağlı olarak sıklıkla hasta ölümlerine neden olan enfeksiyonlar gelişebilmektedir. Bu enfeksiyonlar hastaların kan ve/veya kateter kültürlerinin izlenmesi ile tespit edilir. Bu çalışmada, epidemiyolojik verilere katkı sunmak amacıyla hemodiyaliz uygulanan KBY hastalarının kan kültürü sonuçlarının bir analizi yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 2017-2020 yılları arasında SBÜ Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hemodiyaliz Ünitesi’nde kateter enfeksiyonu olduğu düşünülen hastaların kültür sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Laboratuvara gönderilen kan kültürleri bir hafta süre boyunca hemokültür cihazında (Render, China) inkübe edildi ve üreme varlığı takip edildi. Cihazda üreme görülen örneklere otomatik bakteri identifikasyon cihazı VITEK® 2 (BioMérieux, France) ile tanımlama ve antibiyogram işlemi yapıldı.
BULGULAR: Kateter ilişkili bakteriyemi ve kateter enfeksiyonu düşünülerek kan kültürü istenen 56 hastanın 34 (%60,7)’ü erkek ve 22 (%39,3)’si kadındı. Hastaların yaş ortalaması 62,38±14,8 idi. Hastaların 35(%62,5)’inden çeşitli patojenler izole edilmiştir. Olguların 5 (%8,9)’inde iki farklı bakteri birlikte üremiştir. Koagülaz negatif stafilokoklar tek başına ve başka bir organizmayla birlikte toplamda 24 suşla (%42,9) en sık üreyen organizmalar olmuş bunu toplamda 6 suşla (%10,7) S. aureus izlemiştir. Pseudomonas aeruginosa (%5,4), Enterococcus faecalis (%3,6), E.coli, Enterobacter cloacae complex (%3,6) ve Klebsiella pneumoniae (%1,8) kan kültürlerinden izole edilen diğer organizmalar olmuştur. Koagülaz negatif stafilokokların 17 (%70,8)’si penisiline ve 18 (75,0)’i metisiline dirençli bulunmuştur. S. aureus suşlarının ise 3 (%50,0)’ü penisiline 3 (%50,0)’ü de metisiline dirençli bulunmuştur. Kan kültürlerinde KNS ve S. aureus üremesi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu saptanmıştır (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastanemizde hemodiyaliz hastalarının kan kültürlerinden yüksek oranlarda bakteri izole edilmiştir. Bu sonuç hemodiyaliz işleminde aseptik koşullara dikkat çekilmesini gerekli kılmaktadır. Hemodiyaliz hastalarında enfeksiyonların önlenmesi ve gerekli tedbirlerin alınmasında kan ve kateter kültürlerinin takibi, etkenlerin tespit edilmesi ve antibiyogram sonuçlarının değerlendirilmesi anahtar rol oynayacaktır.

13. 
Kan kültüründen izole edilen gram negatif bakterilerin dağılımı ve antibiyotik direnç oranları
Distribution of gram negative bacteria isolated from blood culture and antibiotic resistance rates
Nihan ÇEKEN, Hülya DURAN, Tuğba KULA ATİK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.57983  Sayfalar 451 - 460
GİRİŞ ve AMAÇ: Bakteriyemi, hastaneye yatışa neden olabilen ve mortaliteyi arttıran ciddi bir durumdur. Etken olarak gram negatif bakteriler sık izole edilmektedir. Bu çalışmanın amacı,hastanemizde kan kültürlerinden izole edilen gram negatif bakterilerin dağılımını ve antibiyotik direnç oranlarını değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2016-2019 yılları arasında mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen kan kültürü örneklerinden izole edilen gram negatif bakteriler retrospektif olarak incelenmiştir. Kan kültürleri BacT/ALERT 3D (bioMérieux, Fransa) ve Render-BC128 (Çin) otomatize kan kültür sisteminde takip edilmiştir. Bakteri tanımlanması ve antibiyotik duyarlılık testleri konvansiyonel yöntemler veBD Phoenix 100 (BD Phoenix System, Beckton Dickinson, ABD) otomatize sistemiyle yapılmıştır.
BULGULAR: 2016-2019 yılları arasında yatan hastalardan alınan 10315 kan kültürü değerlendirilmiştir. Kan kültürlerinin 3177’sinde (%30.8) üreme saptanmıştır. 873 kan kültüründe (%27.5) gram negatif bakteri izole edilmiş ve çalışmaya dahil edilmiştir. Gram negatif bakteriler arasında Escherichia coli (%38.7) ve Klebsiella pneumoniae (%12.3) türleri en sık izole edilen patojenlerdir. E.coli izolatlarında en yüksek direnç ampisiline (%76.6), K.pneumoniae ve diğer Enterobacterales türlerinde amoksisilin-klavulanata (%65.9 ve %43.9), Acinetobacter baumannii’de karbapenemlere (%95.4), Pseudomonas aeruginosa’da siprofloksasine (%26.1) karşı saptanmıştır. Enterobacterales türlerinin en duyarlı olduğu antibiyotikler karbapenemler ve amikasin, P.aeruginosa’nın amikasin ve gentamisin, A.baumannii’nin amikasin ve trimetoprim-sülfametaksazol olarak bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda kan kültüründe gram negatif bakteri üreme sıklığı literatür verilerine benzer şekilde, %27.5 olarak saptanmıştır. Belirlenen bakteri dağılımının farklı çalışmalar ile uyumlu olduğu görülmüştür. Kan kültürü, bakteriyemi tanısında ve doğru tedavinin yönlendirilmesinde en önemli testtir. Bakteriyemide izole edilen mikroorganizmaların dağılımı ve antibiyotik direnç oranları merkezlere göre değişiklik gösterir. Bu nedenle, her hastanenin kendi verilerini belirli aralıklarla belirlemesi ve bu sonuçlar doğrultusunda tedavi seçeneklerini düzenlemesi gerektiği düşünülmektedir.

14. 
KIR2DL4 gen polimorfizmlerinin obezite ile ilişkisi
Association of KIR2DL4 gene polymorphisms with obesity
Hüda AHMED, Deniz MIHÇIOĞLU, Filiz ÖZBAŞ GERÇEKER, Başar AKSOY
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.95776  Sayfalar 461 - 468
GİRİŞ ve AMAÇ: Obezite dünyanın pek çok yerinde görülmekte ve halk sağlığının temel sorunlarından biri haline gelmiştir. Obezite, genetik, davranışsal, çevresel, fizyolojik, sosyal ve kültürel değişkenlerin sebep olduğu ve enerji dengesizliği ve gereksiz yağ birikimi sonucu oluşur. Ülkemizde de diğer ülkelerde olduğu gibi obezite görülme sıklığı gün geçtikçe artmaktadır. Obezitenin, kanser, kalp-damar hastalıkları, diyabet, hipertansiyon gibi birçok riskli hastalığın gelişmesine katkı sağladığı gösterilmiştir. Obeziteye eşlik eden bir diğer önemli hastalık grubu da immün sistem hastalıklarıdır. Obez bireylerdeki inflamasyon değişiklikleri ve immün hücre fonksiyonları, obezitenin patofizyolojik etkilerinin oluşmasında önemli bir role sahiptir. Obezite, multifaktöryel ve kompleks bir hastalıktır. Doğal öldürücü hücreler (NK) sitotoksik lenfositlerdir ve doğal bağışıklık sisteminin önemli bir parçasıdır. Doğal öldürücü hücre immunglobulin-benzeri reseptörler (KIR) hem NK hücrelerinde eksprese olan transmembran glikoproteinleridir hem de T hücrelerinin alt grubudur. KIR2DL4, hücresel konum, sinyalleşme, ligandların özgüllüğü ve protein işlevi açısından diğer KIR geni aile üyelerine göre atipikdir. Çalışmada, KIR2DL4 polimorfizmleri ile obezite arasındaki ilişkiyi araştırmak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya, 50 obez (BKİ>30) ve 50 obez olmayan (BKİ< 30) birey katılmıştır. Kan örnekleri toplanarak, DNA izolasyonları yapılmış PCR reaksiyonu ile KIR2DL4 geninin ilgili bölgeleri çoğaltılıp uygun enzimle kesildikten sonra genotip sayımı yapılmıştır. Allel ve genotip frekansları direk sayım yöntemi ile hesaplanmış ve gruplardaki genotip dağılımları ki-kare analizi ile karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Obezite ve rs649216 ve rs660773 polimorfizmleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Fakat, KIR2DL4 rs660437– 9769 C > A polimorfizminin genotip sıklıklarının hasta ve kontrol grubunda karşılaştırılması sonucunda istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmiştir (p=0.004). CC genotip sıklığı obez grupta (% 44) kontrol grubuna (% 24) göre daha yüksek bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: rs660437 C allel frekansı obez grupta anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur, bu nedenle hastalığın gelişimi için bir risk faktörü olabilir (p =0.004).

15. 
Sığırlarda koyun ilişkili Ovine gammaherpesvirus-2’nin moleküler karakterizasyonu ve risk faktörlerinin belirlenmesi
Molecular characterization and determination of risk factors of sheep-associated Ovine gammaherpesvirus-2 in cattle
Mehmet Özkan TİMURKAN, Nergis ULAŞ, Hakan AYDIN, Şükrü DEĞİRMENÇAY
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.95777  Sayfalar 469 - 476
GİRİŞ ve AMAÇ: Malignant catarrhal fever (MCF), Herpesvirales takımında Herpesviridae ailesinde, Gammaherpesvirinae alt ailesinde ve Macavirus cinsi içerisinde bir grup virus tarafından sebep olunan sporadik seyirli ölümcül (mortal) bir hastalıktır. Macavirus genusunda yer alan Alcelaphine herpesvirus-1 (AlHV-1) ve ovine herpesvirus-2 (OvHV-2), MCF enfeksiyonu etiyolojisinde yer alan en önemli iki patojendir. Dünya genelinde koyunların asemptomatik taşıyıcısı olduğu OvHV-2, koyunlarla çok yakın temas sonucu evcil sığırlara bulaşarak lenfoproliferatif ve ölümcül bir enfeksiyon olan MCF oluşumu ile sonuçlanmaktadır. Koyun ve sığırların bir arada yetiştirilmesi veya pazar alanlarında bir arada satışa sunulması OvHV-2’nin saçılımında önemli bir anahtar rol oynamaktadır. Bu çalışmada, 2017 yılı Kurban Bayramında kurulan hayvan pazarından satın alınan bir boğada, 3 haftalık inkübasyon periodunun ardından gözlerde opaklaşma, mukopurulent göz ve burun akıntısı ile beraber sinir sistemi belirtileri ile ortaya çıkan enfeksiyonun araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda kan ve sürüntü örneklerinde virus varlığını tespiti amacıyla konvansiyonel polimeraz zincir reaksiyonu kullanıldı. PCR sonrası elde edilen amplikonlar sekans reaksiyonuna tabi tutuldu. Sekans sonrası elde edilen raw datalar Gen-Bank’ta bulunan suşlarla kıyaslandı. Filogenetik analizler ise MEGA 5.0 programıyla gerçekleştirildi.
BULGULAR: Kan ve sürüntü örneklerinde OvHV-2’nin tegument proteinini kodlayan gen bölgesine yönelik gerçekleştirilen PCR analizi sonrası 380-bp büyüklüğünde pozitif PCR amplikonu elde edildi. Sekans ve filogenetik analizi yapılan OvHV-2 suşunun; Hindistan, Mısır ve Irak suşları ile oldukça yakın genetik ilişkili olup, Almanya, Kanada, Brezilya, ve Afrika suşları ile kısmen uzak ilişkili olduğu belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma sonucunda müslüman ülkelerde Kurban Bayramlarında kurulan kontrolsüz hayvan pazarlarının OvHV-2 bulaşı açısından risk oluşturduğu ve satış alanlarında farklı hayvan türlerinin bir arada satışa sunulmaması gerekliliği sonucuna varılmıştır.

16. 
Üriner kateter bakım demeti uyumunun kateter ilişkili idrar yolu enfeksiyonları üzerine etkisi
The effect of urinary catheter care bundle compliance on catheter-associated urinary tract infections
Tuğba YANIK YALÇIN, Çiğdem EROL, Fatma İrem YEŞİLER, Burcu GÖNÜLAL, Saliha AYDIN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.79990  Sayfalar 477 - 484
GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyonlar (SHİE) tüm dünyada giderek önemi artan küresel bir sorundur. Tedavisi zor olan bu enfeksiyonların önlenmesi mümkündür. Bu nedenle tüm dünyada enfeksiyon kontrol önlemlerinin önemi artmıştır. Literatürde enfeksiyon kontrol önlemlerinin ayrı ayrı uygulanması yerine birkaç önlemin birarada (demet) uygulanmasının daha etkin olduğu yayımlanmıştır. Bu çalışmada üriner kateter bakım demetinin kateter ilişkili idrar yolu enfeksiyonları (Kİ-İYE) üzerine etkilerini değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: XXX Üniversite Hastanesi’ndeki yoğun bakım ünitelerinde Haziran 2015-Aralık 2020 tarihleri arasında Kİ-İYE hızları ve bu hızlar üzerine üriner kateter bakım demeti uyum oranlarının etkisi değerlendirilmiştir. Kİ-İYE tanısı Ulusal Sağlık Hizmeti İlişkili Enfeksiyonlar Sürveyans Rehberi tanı kriterlerine göre konmuştur. Üriner kateter bakım demeti üç bileşenden oluşmaktadır: 1. Sonda takılma endikasyonunun devamı; 2. İdrar torbasının mesane seviyesinin altında olması; 3.Günde iki defa sabunlu sünger ile sonda temizliği.
BULGULAR: Haziran 2015-Aralık 2020 tarihleri arasında üriner kateter bakım demeti uyumu ve Kİ-İYE standardize enfeksiyon oranları (SIR) karşılaştırılmıştır. Demet uyumu 2015 yılında 0,80 (0,75-0,83) iken, 2016’da 0,88 (0,84-0,90), 2017’de 0,89 (0,87-0,91), 2018’de 0,90 (0,88-0,91), 2019’da 0,88 (0,85-0,89), 2020’ de ise 0,87 (0,84-0,88) olarak saptanmıştır. Kİ-İYE SIR değerleri ise 2015 yılında 4,06; 2016’da 2,91; 2017’de 2,3; 2018’de 1,52; 2019’da 1,74 ve 2020’de 2,81 olarak hesaplanmıştır. Üriner kateter bakım demetinin etkisi (2015-2018 yıllarında) analiz edildiğinde neredeyse %60’lık bir azalmaya denk gelmektedir. Tüm yıllarda en düşük uyumun olduğu bileşen “ günde iki defa sabunlu sünger ile sonda temizliği” olarak bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Demet uyumu arttıkça Kİ-İYE hızımızın düştüğünü kaydettik. Ancak SIR değerlerimizin >1 olması enfeksiyon kontrol önlemlerimizin yetersiz kaldığını göstermektedir. Bu sonuçlar bize demet bileşenlerinin gözden geçirilmesi gerektiğini ve/veya demet uyumu gözleminde eksiklik olduğunu düşündürmektedir. Demetler, disiplinli ve güvenilir bakım sağlamak için teşvik edici olabilir, ancak genel iyileştirme stratejisinin yalnızca bir bileşenidir. Enfeksiyon kontrolündeki temel sistemler işlerken (izolasyon, sürveyans, el hijyeni gibi), demet uygulamaları bu sistemlere entegre edilmelidir.

17. 
Nefrektomi yapılmadan oluşturulan DOCA-tuz modelinin kan basıncı, kalp ve böbrek işlevlerine etkisi
The effect of DOCA-salt model without nephrectomy on blood pressure, heart and kidney functions
Nur Banu BAL, Orhan Mecit ULUDAĞ, Emine DEMİREL YILMAZ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.43925  Sayfalar 485 - 496
GİRİŞ ve AMAÇ: Hipertansiyon, gelişiminde pek çok faktörün rol oynadığı, en yaygın kardiyovasküler hastalıktır. Deoksikortikosteron asetat (DOCA)-tuz modeli, esansiyel hipertansiyonun patogenezinin araştırılmasında oldukça sık kullanılan bir deneysel modeldir. Bu model, insanlardaki esansiyel hipertansiyonu başarılı bir şekilde taklit edebilmektedir. Ancak tek taraflı nefrektomi uygulaması ile hızlı ve şiddetli kan basıncı artışı oluşturması, çoğu hipertansif hastadaki klinik durumu tam olarak yansıtmamaktadır. Bu çalışmada, nefrektomi yapılmadan uzun süre DOCA-tuz uygulamasının sıçanların kan basıncı, vücut ağırlığı, kalp ve böbrek işlevleri üzerindeki etkileri incelenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada erkek Wistar Albino sıçanlar (8 haftalık) kullanılmıştır. DOCA-tuz hipertansiyon modelini oluşturmak için, 12 hafta boyunca sıçanlara haftada iki kez DOCA enjeksiyonu (20 mg/kg, s.c.) yapılmış ve içme sularına tuz (%1 NaCl ve %0,2 KCl) eklenmiştir. Sıçanların sistolik kan basınçları ve vücut ağırlıkları her hafta ölçülmüştür. Deneyin sonunda anestezi altındaki sıçanlardan kan örnekleri alınarak santrifüjlenmiş ve plazma elde edilmiştir. Sıçanların sağ atriyum ve sol papiller kas dokuları izole edilmiş ve dokuların fenilefrin, izoprenalin ve asetilkolin uygulanmasına bağlı kasılma cevapları ile ritmik aktivitesi organ banyosunda kaydedilmiştir. Plazma örneklerinde kan üre azotu (BUN) ve kreatinin düzeyleri ölçülmüştür.
BULGULAR: Nefrektomi yapılmadan 12 hafta süreyle DOCA-tuz uygulaması, sıçanların kan basıncını anlamlı olarak yükselmeye neden olmuştur. Hipertansif sıçanlarda sağ atriyumun fenilefrinle uyarılan alfa adrenerjik reseptör aracılı kasılma cevapları artmış, izoprenalinle oluşturulan beta adrenerjik reseptör aracılı kasılma cevabı azalmış ve asetilkolin cevapları değişmemiştir. DOCA-tuz uygulaması sıçanların plazma BUN ve kreatinin düzeylerini yükseltmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Elde edilen sonuçlar; nefrektomi yapılmadan 12 hafta boyunca DOCA-tuz uygulamasının, hipertansiyonla ilişkili kardiyak ve renal değişikliklere neden olduğunu ve noninvaziv hayvan modeli olarak, hipertansiyon çalışmalarında kullanılabileceğini; göstermektedir.

18. 
Ordu İlinde sindirim sistemi şikayeti ile polikliniklere başvuran hastalarda bağırsak parazitlerinin sıklığının ve risk faktörlerinin değerlendirilmesi
Evaluation of intestinal parasites and risk factors in patients applying to outpatient clinics with digestive system complaints in Ordu Province
Ülkü KARAMAN, Yasemin KAYA, Özlem ÖZDEMİR, Özgür ENGİNYURT, Zerrin GAMSIZKAN, Cemil ÇOLAK, Gamze YOLALAN, Şermin TOP, Merve BİNGÖL
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.63459  Sayfalar 497 - 508
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı Türkiye’de Ordu İlinde sindirim sistemi şikayeti ile başvuran hastalarda ki parazit varlığını, türlerini ve parazit pozitifliğini etkileyen faktörleri araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Sindirim sistemi şikâyeti ile başvuran 317 hasta çalışmaya alınmıştır. Hastalara sosyo-demografik özelliklerini; yaşam tarzlarını ve sindirim sistemi şikayetlerini içeren anket uygulanmıştır. Dışkıda parazit tanısı için Selofanlı bant yöntemi, nativ-lügol, sedimantasyon ve Modifiye kinyoun asit-fast, yöntemleri kullanılmıştır. Örnekler hazırlandıktan ve boyandıktan sonra mikroskopta incelenmiştir.
BULGULAR: 317 hastanın 205’inde (%64,66) parazit pozitifliği tespit edilmiştir. Bunlardan Blastocystis spp. %34,1 ini, Cryptosporidium spp %34,7 sini, Entamoeba coli %16,1 ini oluşturmaktadır. Helmint görülme oranı %2,8, protozoa görülme oranı %97,2 olarak tespit edilmiştir. Parazit pozitif çıkan hastaların %73,7’si 40 yaş ve üzeri olup %72,7’si kadın ve %81’i evli bireylerden oluşmuştur. Ayrıca %65,6’sı orta gelir düzeyinde, %48,3’ü ise ilk ve ortaokul eğitim düzeyindedir. Diğer taraftan %58,5’inin köylerde yaşadığı, %74,1’inin ev hanımı/işsiz olduğu görülmüştür. Ek olarak parazit pozitif çıkan hastaların %77,6’sı çekirdek ailede yaşadığını, %51,2’si şehir şebeke suyu kullandığını ve %93,7’si sebze ağırlıklı beslendiğini belirtmiştir. Diğer taraftan parazit pozitifliği tespit edilen hastaların 9’unda (%4,4) ilk bakıda parazit tespit edilememiş ancak 2. ve 3. bakılarda tespit edilebilmiştir. Entamoeba coli, Blastocystis spp. ve Cryptosporidium spp de salya şikâyeti, Enterobius vermicularis de alerji, makat kaşıntısı, salya ve iştah artması şikayetleri anlamlı oranda daha yüksek bulunmuştur (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sindirim şikâyeti ile gelen hastalarda yüksek oranda parazit olduğu görülmüştür. Ordu İlinde en çok Blastocystis spp. ve Cryptosporidium spp türlerine rastlanmıştır. Buna göre çalışmanın sonucu olarak sindirim şikâyeti ile başvuran (özellikle şikayetleri düzelmeyen) hastaların mutlaka parazit açısından da değerlendirilmesi ve ilk dışkı bakısı negatif gelse de parazitoz ön tanısının hemen ekarte edilmemesi önerilmektedir.

19. 
Keratit olgularında mikrobiyal etkenlerle birlikte mikobakteri varlığının araştırılması
Investigation of the presence of mycobacteria along with microbial agents in cases of keratitis
Ali ÜÇKAYABAŞI, Tülay KANDEMİR, Toğrul NAĞIYEV
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.17003  Sayfalar 509 - 522
GİRİŞ ve AMAÇ: Tüberküloz dışı mikobakterilerin (TDM) ayırıcı tanısındaki çeşitli sorunlar sebebiyle klinisyenler bu fırsatçı bakterileri göz ardı edebilmektedirler. Pulmoner tüberküloz şüpheli hastalarda mikobakteri identifikasyonu ve ilaç direnç tayininde olduğu gibi mikobakteriyel keratit gibi akciğer dışı mikobakteri enfeksiyonlarının tanısında da son yıllarda başarıyla uygulanan polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) temelli moleküler yöntemlerde DNA genellikle bakteri kültüründen ekstrakte edilmektedir. Kültürde özellikle mikobakterilerde yaşanan zorluklar göz önüne alındığında, yalnızca kültürden değil, doğrudan klinik örneklerden de DNA ekstraksiyonunun hızlı ve doğru tanı protokollerinin geliştirilmesine ışık tutacağı düşünülmektedir. Bu çalışmada keratitli hastaların korneal kazıntı örneklerinde mikrobiyal etkenlerle birlikte mikobakteri varlığının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Keratit tanısı alan 43 hastadan bakteriyolojik ve mikolojik incelemeler için korneal kazıntı örnekleri alınmıştır. Rutin bakteri ve mantar kültürlerine ek olarak yapılan mikobakteriyolojik incelemede örnekler Löwenstein-Jensen (LJ) ve Mycobacterium growth indicator tube (MGIT) 960 likit sistemde inoküle edilmiş ve direkt preparasyonlar Ehrlich-Ziehl-Neelsen (EZN) yöntemi ile boyanarak mikroskobik olarak incelenmiştir. Mikobakteri varlığı aynı zamanda doğrudan korneal kazıntı örneklerinden DNA ekstraksiyonu sonrasında hsp65 gen bölgesini hedef alan spesifik primerler kullanılarak polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) testi ile de araştırılmıştır.
BULGULAR: Gerek fenotipik gerekse moleküler yöntemlerle yapılan mikobakteriyolojik inceleme sonucunda korneal kazıntı örneklerinin hiçbirinde mikobakteri kolonizasyonu tespit edilememiştir. Değerlendirilen 43 keratitli hastanın %39,5’inden mikobakteri dışında çeşitli bakteriler izole edildiği, kadınlarda bu oranın %47,1, erkeklerde ise %34,66 olduğu tespit edilmiştir. En sık izole edilen bakteriyel etkenin Staphylococcus epidermidis (%23,3) olduğu, miks kolonizasyon oranının da %16,3 olduğu belirlenmiştir. Bakteriyolojik ve patolojik inceleme sonuçları ile tanı grupları, cinsiyet ve yaş arasında bir ilişki bulunmasa da, keratite eşlik eden ek göz hastalığının daha ileri yaşlarda görülmesi istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0.036).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda hiç mikobakteri tespit edilemese de, doğrudan korneal kazıntı örneklerinde moleküler bir yöntemle mikobakterilerin araştırıldığı ilk çalışma özelliğini taşımaktadır. Sonuç olarak, daha geniş populasyonlarla yapılacak çalışmalar ışığında, gözden kaçan mikobakteri olgularının erken ve doğru teşhisinin hızlı ilaç direnci tespiti ile tedavi stratejilerinin daha akılcı bir şekilde planlanmasına imkan sağlayacağı kanaatine varılmıştır. Özellikle de, keratit olgularının neredeyse tamamının (%95) çoklu ilaç dirençli tüberküloz (MDR TB) ve TDM enfeksiyonları için en önemli tedavi seçenekleri olan florokinolon ve/veya amikasin ile tedavi edilmesi, mikobakterilerin kolonizasyonunun ve bulaştırıcılığının geçici olarak baskılanmış olabileceğini, ancak yakın gelecekte bu ilaçlara dirençli mikobakterilerin sebep olduğu enfeksiyonlara maruz kalabileceğimizi düşündürmektedir.

20. 
Yatırılarak tedavi edilen COVID-19 hastalarinda göz bulguları
Ocular findings in patients hospitalized for COVID-19
Yasemin Fatma ÇETİNKAYA, Ceren KARAÇAYLI
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.93195  Sayfalar 523 - 530
GİRİŞ ve AMAÇ: AMAÇ: Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 hastalığı, sağlık sistemini ciddi anlamda zora sokmuştur. Sağlık hizmetlerinin sunumunun tehlikede olduğu bu dönemde, hastalığın insan vücudunun farklı bölgelerini nasıl etkilediğinin anlaşılması geri planda kalmıştır. Bu çalışma, yatarak tedavi gören COVID-19 hastalarından oküler şikayetleri ve bulguları olan hastaları belirlemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 25 Mart 2020 ile 31 Mart 2021 tarihleri arasında üçüncü basamak bir hastanede COVID-19 nedeniyle takip ve tedavi edilen 18 yaş ve üzeri bireylerde kesitsel, geriye dönük bir çalışma yapılmıştır. Tüm hastaların elektronik sağlık kayıtları alınarak gözden geçirilmiştir. Ayrıca oküler semptomları olan ve olmayan hastalar arasında prokalsitonin, üre seviyesi ve nötrofil sayısı karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: : COVID-19 testi pozitif olan toplam 7060 hasta dahil edildi. Ortalama hasta yaşı 60,89±16,96 idi. Hastaların %52,8'i (n=19) kadın, %47,2'si (n=17) erkekti. Oftalmoloji konsültasyon oranı toplam 36 hasta ile %0.5 idi. Hastaların %47.2'sinde (n=17) en sık görülen semptom görme değişiklikleri idi. En sık görülen ikinci oküler patoloji kemozdu, bunu konjonktival hiperemi ve göz irritasyonu izledi. Keratopatiye maruz kalan hastaların %100'ünde yoğun bakım öyküsü vardı. (p<0,001). Ancak görme değişikliklerinin doğrudan yoğun bakım ünitesi ile ilgili olmadığı gözlendi. Bu hastaların %88,2'sinin yoğun bakım öyküsü yoktu (p<0,001). Oküler bulguları olan hastalarda karşılaştırılan laboratuvar bulgularında anlamlı yükselmeler gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada hastanede yatan COVID-19 hastalarının %0,5'inde göz şikayet ve bulguları tespit edilmiştir. COVID-19'un gözleri düşük oranda etkilediği ancak özellikle uzun süre hastanede yatan hastalarda ve hastaneye ilk başvuruda göz bulgularının arka planda kalabileceği de vurgulandı. Ayrıca, prokalsitonin,üre seviyesi ve nötrofil sayısı oküler semptomları olan hastalarda daha yüksek bulunurken, bu hastaların yoğun bakıma yatış oranlarına etkisi saptanamadı.

21. 
Halk sağlığı hizmetlerinin sağlık sistemlerinin performansı üzerindeki etkileri: Dinamik network veri zarflama analizi ile bir uygulama
Effects of public health services on health systems performance: An application with dynamic network data envelopment analysis
Hakan KAÇAK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.70194  Sayfalar 531 - 548
GİRİŞ ve AMAÇ: Küresel olarak sağlık sistemlerinin, artan talep ve maliyetler gibi etkenler nedeniyle sağlık hizmetlerinin sürdürülebilirliği ile ilgili endişeleri artmaktadır. Ülkeler bir yandan güvenli ve kaliteli sağlık hizmetini güvence altına almaya gayret ederken diğer yandan artan maliyetlerle mücadele etmek zorundadırlar. Artık sağlık sistemlerinin tedavi edici rolünün ötesine geçmesi gerektiği anlaşılmıştır. Bireyi hastalandırmadan tedavi etmeye ilke edinen halk sağlığı hizmetleri söz konusu problemleri telafi etmek için kullanılabilecek en rasyonel ve maliyet etkili araçtır. Halk sağlığı, sağlık hizmetlerinin organizasyonuna toplumsal bir bakış açısı getirerek ve hizmetlerin etkililiğini artırmaya yardımcı olabilir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada 27 OECD ülkesi sağlık sistemlerinin 2010 ile 2018 yılları arasındaki etkinlikleri Dinamik Network Veri Zarflama Analizi yöntemi kullanarak hesaplanmıştır. Halk sağlığı ve hastane hizmetleri sistemleri etkinlikleri ve genel sağlık sistemi performansı gözden geçilmiştir. Analiz edilecek değişkenler halk sağlığı sistemi için alkol tüketimi, birinci basamak sağlık harcamaları, beklenen ortalama süreleri, anne ölüm oranları iken hastane hizmet sistemi için hastane yatak sayıları ve hekim sayıları, yatan hasta sayıları ve ayakta tedavi edilen hasta sayıları olarak belirlenmiştir. Halk sağlığı sistemi ile hastane hizmet sistemi arasındaki bağlantı bebek aşılama oranları ile diyabete bağlı hastane yatış sayıları temel alınarak sağlanmıştır. Ayrıca dönemler arasındaki ilişki ise halk sağlığı sistemi için önlenebilir ölüm oranları ile hastane hizmet sistemi için ise tedavi edilebilir ölüm oranları ile sağlanmıştır.
BULGULAR: Ülkelerin ortalama etkinlik skorları hesaplandığında dokuz ülke etkin olarak hesaplanmıştır. Halk sağlığı sistemi etkin olarak değerlendirilen ülke sayısı on bir, hastane hizmet sistemi etkin olarak değerlendirilen ülke sayısı on sekiz olarak hesaplanmıştır. Malmquist indeks sonuçlarına göre beş ülke hariç tüm ülkelerin toplam faktör verimliliği artmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Etkin olmayan sağlık sistemlerinin girdi ve bağlantı projeksiyonlarına bakıldığında sağlık sistemlerinin girdi kullanımlarını iyileştirmesi, yaşam tarzına bağlı hastalıklar, anne ölümleri ile önlenebilir ve tedavi edilebilir ölümler konularında önlem almaları gerekmektedir. Sekiz yıllık süreçte sağlanan ilerlemelere rağmen daha gidilecek çok yol olduğu ortadadır.

22. 
Türkiye Sağlık Bakanlığı koordinasyonunda olan sertifikalı sağlık eğitim programlarının katılımcılar tarafından değerlendirilmesi
Evaluation of certified health training programs under the coordination of the Turkish Ministry of Health by the participants
Gülsen TOPAKTAŞ, Emine ÇETİN ASLAN, Hüseyin ASLAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.02256  Sayfalar 549 - 566
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırmada, Sağlık Bakanlığı tarafından koordine edilen sertifikalı sağlık eğitim programlarının katılımcıların bakış açısından farklı boyutları ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu araştırma tanımlayıcı özellikte kesitsel bir çalışmadır. Araştırmanın evrenini, araştırma süresi içinde, Sağlık Bakanlığı tarafından koordinasyonu sağlanan sertifikalı eğitimlerden herhangi birine katılanlar oluşturmaktadır. Araştırma verileri, Google Forms’ta hazırlanan çevrimiçi anket formu aracılığıyla toplanmıştır. Anket soruları; sertifikalı eğitimlerin genel amaçları göz önünde bulundurularak, literatür araştırması ve uzman görüşü alınarak araştırmacılar tarafından hazırlanmıştır. Anket formu, beş bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde katılımcıların kişisel bilgilerinin elde edilmesine yönelik yedi adet çoktan seçmeli ve kısa cevaplı sorular yer almaktadır. Diğer dört bölüm katılımcıların eğitim programını değerlendirebilecekleri, “hiç katılmıyorum” ve “tamamen katılıyorum” aralığında değişen beşli Likert tipinde hazırlanmış ifadeler bulunmaktadır. İkinci bölüm eğitimin içeriğinin (11 soru), üçüncü bölüm eğitim ortamının (dört soru), dördüncü bölüm eğitimin materyalinin (dört soru) ve beşinci bölüm eğitimin bütün olarak değerlendirilmesine (dört soru) yönelik hazırlanmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler ve karşılaştırmalı analizler kullanılmıştır.
BULGULAR: Araştırmaya Ameliyathane Hemşireliği, Çocuk Yoğun Bakım Hemşireliği, Yenidoğan Yoğun Bakım Hemşireliği ve Yoğun Bakım Hemşireliği sertifikalı eğitimlerinden birini alan 1.013 kişi katılmıştır. Katılımcıların %60,12’si (609) kadın, %99,01’i (1003) hemşire, %56,27’si (570) lisans mezunu ve %77,99’u (790) ameliyathanede çalışanlardan oluşurken yaş ortalaması 28.03, ortalama çalışma süresi 5.84 yıldır. Katılımcılar eğitimin değerlendirilmesine yönelik sorulara ortalama (5 üzerinden) en düşük 4,50, en yüksek 4,59 ve genel 4,55 puan vermişlerdir. Katılımcıların sorulara verdikleri puan ortalamalarının; cinsiyete, eğitimin verildiği kuruma, sertifikalı eğitim türüne, meslek yılına, kişilerin eğitim düzeyine ve mevcut durumda çalıştıkları birim türüne göre farklılık gösterdiği bulunmuştur. Görüş ve önerilere toplam 80 cevap verilmiş olup, bu yorumların 66’sında eğitimden oldukça memnun oldukları belirtilmiştir.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Katılımcıların genel olarak sertifikalı eğitim programlarını başarılı buldukları sonucuna varılmıştır. Diğerlerine göre daha az deneyimli, genç ve lise mezunu katılımcılar sertifikalı eğitimlerden daha fazla yararlanmaktadır.


DERLEME
23. 
Türkiye’de yeni üretilen ve geliştirilmekte olan nikotin ve tütün ürünleri ile ilgili yasal düzenlemeler
Legal regulations regarding new and developing nicotine and tobacco products in Türkiye
Benay Can EKE, Yunus YÜCE
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.36974  Sayfalar 567 - 578
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tütün ürünlerinin kullanımını önlenebilir küresel salgın olarak tanımlamıştır. DSÖ bu salgını önlemek için ülkelerin uygulamaları gereken ve kısaca MPOWER olarak bilinen politika konu başlıklarını belirlemiştir.
Ülkelerin bu konu başlıkları için yaptığı faaliyetleri izlemekte ve yıllık raporlarla yayınlamaktadır. DSÖ’nün önderliğinde yapılan çalışmalar sonucunda ülkelerin tütün ürünleri kullanımı azalmıştır. Dünya’da 2000 yılında %32,7 olan tütün ürünleri kullanımı 2025 yılında %20,4’e düşmesi beklenmektedir. Ülkemizde ise yine aynı şekilde % 32,9 dan %29,9’ a düşmesi öngörülmektedir. Ülkemiz DSÖ’nün Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi kapsamında politika paketini başarılı bir şekilde uygulamış ve bunun sonucunda MPOWER önlemlerini en yüksek başarı düzeyinde tam olarak uygulayan iki ülkeden biri olmuştur.
Tütün ürünlerinin üretimini ve satışını yapan firmalar bu gelişmeler karşısında yeni ürünleri piyasaya sürmüşlerdir. Bu ürünlerden en popüler olanları Elektronik Nikotin Olan/Olmayan Dağıtım Sistemleri (ENDS/ENNDS) ve Isıtılmış Tütün Ürünleri’ (HTPs) dir. Bu yeni ürünlerin hedef kitlesinin daha çok 13 yaş ve üstü olması ve gençler arasında çok hızlı yayılması tütünle olan savaşta yeni cephelerin açılmasına neden olmuştur. Yeni ürünlerin bu kadar hızlı yayılmasında, görüntülerinin gençleri cezp edecek şekilde tasarlanması, sigaraya alternatif ürün olarak sunulması ve daha az zararlı algısının oluşturulması etkili olmuştur. Yapılan çalışmalarda bu ürünlerin zararsız olmadığı ortaya koyulmuştur. DSÖ bu konuda zararın azaltılmasının insan sağlığı açısından riski azaltmadığını bildirmiştir.
Ülkelerin bu yeni ürünlere bakış açısının ve yasal düzenlemelerinin birbirinden farklı olması kullanımı etkileyen ikinci en önemli faktördür. Bazı ülkeler yasaklarken bazı ülkelerde satışına izin vermiştir.
Bu derleme yeni ortaya çıkan, gelişmekte olan nikotin ve tütün ürünleri ile ilgili ülkemizde uygulanan yasal düzenlemeler hakkında ayrıntılı bilgi vermeyi amaçlamaktadır.

24. 
Kanser farkındalığında sağlık okuryazarlığının önemi
The importance of health literacy in cancer awareness
Ferda GÜLTOP, Seçil ÖZKAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.02779  Sayfalar 579 - 586
Bu derleme kanser farkındalığında sağlık okuryazarlığının önemine dikkat çekmek amacıyla, kanser farkındalık ve sağlık okuryazarlık ilişkisi güncel bilgiler ışığında irdelenmiştir.
Kanser, dünyada olduğu gibi ülkemizde de ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer almaktadır. Gün geçtikçe küreselleşen dünyamızda, artmakta ve yaşlanmakta olan nüfusla birlikte kanser hastalığında da bir artış görülmektedir. Bu artış, ulusal sağlık sistemleri ve insanlar üzerinde fiziksel, duygusal ve mali açıdan yük oluşturmaya ve önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü raporuna göre 2018 yılında bütün dünyada 9,6 milyon insan veya altı kişiden biri kanserden hayatını kaybetmiştir. Bulaşıcı olmayan hastalık kategorisine giren kanser, yavaş ilerleyen, tedavisi ile bakım ve izlemi uzun süren, bireyin yaşam kalitesini bozan kronik bir hastalıktır.
Kanserin varlığının, birey ve toplum tarafından erken fark edilmesi ve insanların bu konuda neler yapabileceğini bilmesi kanser farkındalığı için önemli bir adımdır. Toplumda, kötü huylu hastalık diye de bilinen kanser farkındalığının artmasında, sağlık okuryazarlığı etkili bir araç olarak kabul görmektedir.
Ülkemizde 2017 yılında yapılmış olan “Türkiye Sağlık Okuryazarlığı Düzeyi ve İlişkili Faktörleri Araştırması” çalışmasına göre, toplumun %68,9’unun sağlık okuryazarlık düzeyi “yetersiz ve sorunlu” olarak belirlenmiştir. İnsanların sağlık okuryazarlığı düzeyinin yeterli olması için; bireylerin öncelikle bilgi kaynaklarına ulaşmaları, bu bilgiyi doğru anlamaları ve uygulamaları ile mümkün olabilecektir.
Kanser hastalığının farkındalığı ve sağlık okur yazarlığı düzeyi hastalığın erken dönemde tespit edilerek tedaviye başlanmasında önemli rol oynamaktadır. Sağlık okuryazarlık düzeyi yetersiz olan toplumlarda; genel sağlık durumunda düşüklük, koruyucu sağlık hizmetlerinin alınmasında azalma, bulaşıcı olmayan hastalık oranlarında yükseliş, erken ölüm gibi olumsuz sağlık çıktılarına ve sağlık bakım ücretlerinde artışa yol açmaktadır. Halk sağlığı için ciddi sorunlardan bir tanesi olan kanser farkındalığının artırılmasında ülkelerin önleme, tarama, tanı ve hastalığın yönetimi konusunda stratejiler oluşturmaları ve uygulamaları önemlidir. Bu kapsamda yapılacak çeşitli müdahale programlarının, bireylerin kendi sağlıklarına değer vermelerinde ve sağlıklarını koruyarak geliştirmelerinde etkili olabileceği konusunda bilgiler mevcuttur. Toplumun sağlık konusundaki bilgilerinin çeşitli yöntemlerle ve doğru adımlarla geliştirilmesi sağlık okuryazarlık düzeyinde belirli bir artış sağlanmasında etkili olacaktır. Öncelikle sağlık okuryazarlık düzeyinin belirlenmesinden sonra yapılacak olan etkinlikler nicelik ve nitelikleri bakımından yol gösterici olacaktır. Sağlık okuryazarlık düzeyi iyi olan toplumların sağlıkları ile kanser gibi hastalıklar konusunda farkındalıklarının daha yüksek olacağı aşikârdır. Halkın sağlık okuryazarlık düzeyinin ve kanser farkındalıklarının arttırılmasında, çeşitli müdahalelerin geliştirilmesi ve sunulması konusunda başta sağlık hizmeti sunucuları ile bu hizmeti alan insanlara ve toplumun diğer kurum ve kuruluşlarına büyük görevler düşmektedir.

LookUs & Online Makale
w