ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 79 (4)
Cilt: 79  Sayı: 4 - 2022
TÜM DERGİ
1.
THDBD 2022-4 Cilt 79 Tüm Dergi
TBHEB 2022-4 Vol 79 Full Printed Journal
Utku ERCÖMERT
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.81226  Sayfalar 587 - 802
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2.
Atipik pnömonili hastalarda Legionella pneumophila ve diğer Legionella türlerinin araştırılması
Investigation of Legionella pneumophila and other Legionella species in atypical pneumonia patients
Kerim PARLAK, Ayşegül GÖZALAN, Sibel AYDOĞAN, Adem KOYUNCU, Hatice Canan HASANOĞLU, Selin NAR ÖTGÜN, Ziya Cibali AÇIKGÖZ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.45722  Sayfalar 588 - 597
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada atipik pnömoni tanısı alan 50 hastada kültür, üriner antijen testi ve moleküler yöntemler kullanarak Legionella türlerinin araştırılması amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Solunum yolu örneklerinden Legionella türlerinin izolasyonu için seçici olmayan BCYE-α (Oxoid, İngiltere) ve seçici BMPA (Oxoid, İngiltere) besiyerleri kullanılmıştır. İdrar örneklerinde L. pneumophila serogrup 1’e özgü bakteriyel antijenin varlığı Alere BinaxNOW Legionella Üriner Antijen Kart (Abbott, ABD) testi ile araştırılmıştır.Tüm solunum yolu örnekleri Duplicα RealTime Legionella pneumophila 23S rRNA spesifik bölgesini saptayan (Euroclone Diagnostica, İtalya) ticari kit ve iki laboratuvar yapımı PCR yöntemi ile test edilmiştir. Laboratuvar yapımı jel elektroforez PCR testinde Legionella spp. için 16S ribozomal RNA gen kısmi dizilerinden tasarlanan Leg primerleri ve L. pneumophila için Lmip (macrophage infectivity potentiator) genini hedefleyen primerler kullanılmıştır. Laboratuvar yapımı Real-time PCR testinde ise, 16S ribozomal RNA geni tarafından kodlanan Legionella spp. DNA bölgesini, L. pneumophila mip genini ve L. pneumophila serogrup 1’in lipopolisakkarit (lps) biyosentez genini hedefleyen primerler kullanılmıştır.
BULGULAR: Solunum yolu örneklerinden yedisinde ticari Real-time PCR testi ile L. pneumophila 23S rRNA genine spesifik bölge saptanmıştır. Bu örneklerden beşi Laboratuvar yapımı jel elektroforez tabanlı PCR ve laboratuvar yapımı Real-time PCR testleri ile Legionella spp. olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte, L. pneumophila serogrup 1 için üriner antijen testi tüm örneklerde negatif bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak; üç farklı moleküler yöntemle saptanan PCR pozitiflikleri, atipik pnömoni hastalarında L. pneumophila serogroup 1 dışındaki Legionella türlerinin de araştırılması gerektiğini düşündürmektedir. Çalışmamız özellikle L. pneumophila serogroup 1’e spesifik üriner antijen test negatifliği saptanan ancak klinik olarak Legionella pnömonisi olduğu düşünülen hastalardan alınan klinik örneklerin PCR yöntemi ile de araştırılmasının önemli olduğunu göstermektedir.

INTRODUCTION: The aim of this study is to investigate Legionella species in 50 patients with atypical pneumonia, using culture, urinary antigen test and molecular techniques.
METHODS: Non-selective BCYE-α media (Oxoid, England) and selective BMPA media (Oxoid, England) were used to isolate Legionella spp. from respiratory tract samples. The urinary samples of the patients were tested with the Alere BinaxNOW Legionella Urinary Antigen Card (Abbott, US) test to identify the presence of L. pneumophila serogroup 1 specific bacterial antigen. All respiratory tractsamples were tested with a commercial Duplicα RealTime Legionella pneumophila 23S rRNA specific region detection kit (Euroclone Diagnostica, Italy) and two home-made PCR methods. Home-made gel electrophoresis PCR tests were performed using Leg primers designed from 16S ribosomal RNA gene partial sequences for Legionella spp and primers targeting the Lmip (macrophage infectivity potentiator) gene for L. pneumophila. In the home-made real-time PCR test, primers targeting the lipopolysaccharide (lps) biosynthesis gene of L. pneumophila serogroup-1, the L. pneumophila mip gene, and the Legionella spp DNA region encoded by the 16S ribosomal RNA gene were used.
RESULTS: The commercial Real-time PCR assay identifed the sequence of L. pneumophila 23S rRNA gene specific region in seven respiratory tract samples. Five samples were detected as Legionella spp. in home-made gel electrophoresis-based PCR and home-made Real-time PCR assay. Hovewer, all samples tested negative in the urinary antigen card test for L. pneumophila serogroup 1.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We conclude that the PCR positivities with three different molecular methods indicate that Legionella species other than L. pneumophila serogroup 1 should be investigated in the patients with atypical pneumonia using molecular methods. Also, our study demonstrates the significance of PCR methods in the investigation of Legionella species in clinical samples taken from patients with negative test results for L. pneumophila serogroup 1 specific urinary antigen test, but who are clinically considered to have Legionella pneumoniae.

3.
COVID-19 serolojik tanısında iki SARS-CoV-2 lateral flow antikor kitinin değerlendirilmesi
Evaluation of two SARS-CoV-2 lateral flow antibody kits for serological diagnosis of COVID-19
Derya ALTUN, Yasemin ÇOŞGUN, Hakan Farzin MEHMETZADE, Fatma Gülay KORUKLUOĞLU
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.34966  Sayfalar 598 - 605
GİRİŞ ve AMAÇ: Yeni SARS-CoV-2 virüsünün ortaya çıkışı, RT-PCR’ı tamamlayıcı olabilecek yeni serolojik testlerin geliştirilmesini teşvik etmiştir. Serolojik testler ayrıca hastalığı geçirmiş olan bireylerde antikor varlığının gösterilmesi, temaslı kişilerin taranması, sağlık çalışanlarının taranması, aşı yanıtlarının takibi, plazma verici kişilerin antikor düzeylerinin tespiti ve riskli gruplardaki bireylerde seroprevalansın belirlenmesi gibi amaçlarla kullanılabilmektedir. Bu amaçla ELISA, CLIA veya hızlı antikor tespit testleri gibi farklı yöntemler kullanılmaktadır. LFIA testleri 10 dakika gibi kısa sürede sonuçlanan, hızlı, uygulaması kolay, tecrübe gerektirmeyen ve ucuz testlerdir. Bununla birlikte, tanıda kullanılan mevcut serolojik testlerin klinik performanslarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı, SARS-CoV-2 antikorlarının tespiti için iki immünolojik testin performansını değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya pozitif serum paneli olarak SARS-CoV-2 RT-PCR testi ile doğrulanan hastalardan alınan ve ELISA testi ile antikor pozitif saptanan 101 serum örneği dahil edilmiştir. Negatif serum paneli olarak da SARS-CoV-2 dışındaki diğer virüslere karşı antikor saptanmış 11 serum örneği ve 2019 yılına ait sağlıklı donörlerden alınmış 19 serum örneği olmak üzere 30 serum örneği belirlenmiştir. Serum örnekleri ilk olarak SARS-CoV-2 Ab ELISA, (Wantai, China) kiti ile test edildi ve daha sonra SureScreen COVID-19 IgG/IgM Rapid Test Cassette ve YHLO Gline 2019 nCov IgG/IgM kitleri ile eş zamanlı test edildi.
BULGULAR: SureScreen ve YHLO Gline kitleri, IgG ve/veya IgM’yi saptamak için sırasıyla %86,1 ve %75,3’lük bir genel duyarlılık gösterdi. Spesifite ise her iki hızlı antikor testinde de %100,0 olarak hesaplandı. İki hızlı antikor testinin IgG için kappa değeri 0.816 iken IgM için 0.695 idi.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız, SureScreen ve Gline’in hızlı antikor tespiti için hasta başı testleri olarak kullanım için güvenilir kitler olduğunu göstermektedir. Cohen’in kappa istatistiğine göre, SureScreen IgG ve YHLO Gline IgG arasında %91 (ϰ=0.816) uyum, “Neredeyse Mükemmel” ve SureScreen IgM ile YHLO Gline IgM arasında %85 (ϰ=0.695) uyum, “Önemli” olarak bulundu. Bu sonuçlar bu çalışmada kullanılan LFIA’ların performansı arasında iyi bir korelasyon olduğunu gösterdi. Toplam antikor uygunluğu %92 (ϰ=0.822), “Neredeyse Mükemmel” olarak belirlendi. IgM testleri arasındaki uyum, IgG testleri arasındakinden daha düşüktü.

INTRODUCTION: The emergence of new SARS-CoV-2 has prompted the development of new serological tests that could be complementary to RT-PCR. Serological tests can also be used for purposes such as demonstrating the presence of antibodies in individuals who have had the disease, contact screening, screening of healthcare professionals, monitoring of vaccine responses, detection of antibody levels of plasma donors, and determination of seroprevalence in risky groups. For this purpose, different methods such as ELISA, CLIA or rapid antibody detection tests are used. LFIA tests are fast, easy to apply, do not require experience, and are cheap tests that give a result in as little as 10 minutes. However, the clinical performance of existing serological tests used in diagnosis needs to be evaluated. The aim of this study was to assess the performance of two immunological tests for the detection of SARS-CoV-2 antibodies.
METHODS: As a positive serum panel, 101 serum samples from patients confirmed by SARS-CoV-2 RT-PCR test and also found antibody positive by ELISA test were included in the study. As the negative serum panel, 30 serum samples were determined, including 11 serum samples with antibodies against viruses other than SARS-CoV-2, and 19 serum samples from healthy donors in 2019. First, SARS-CoV-2 antibodies were tested by ELISA (Wantai, China) and than these serum samples were tested simultaneously with the SureScreen COVID-19 IgG/IgM Rapid Test Cassette and YHLO Gline 2019 nCov IgG/IgM kits.
RESULTS: The SureScreen and YHLO Gline kits showed an overall sensitivity of 86.1% and 75.3%, for detecting IgG and/or IgM, respectively. Specificity was 100% in both rapid antibody tests. The kappa value for IgG of the two rapid antibody tests was 0.816, while it was 0.695 for IgM.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our study shows that SureScreen and YHLO Gline are reliable kits for use as point-of-care tests for rapid antibody detection. According to Cohen’s kappa statistics the 91% (ϰ=0.816) agreement between SureScreen IgG and YHLO Gline IgG, “Almost Perfect”, and 85% agreement (ϰ=0.695) between SureScreen IgM and YHLO Gline IgM, “Substantial”, indicate a good correlation between the performance of the LFIAs used in the study. Total antibody conformity was determined as 92% (ϰ=0.822), “Almost Perfect”. Agreement between IgM tests was lower than that between IgG tests.

4.
Yoğun bakım ünitelerinde yatan hastaların kan kültürlerinden izole edilen mikroorganizma dağılımı ve antibiyotik duyarlılıkları: iki yıllık değerlendirme
Distribution and antibiotic susceptibility of microorganisms isolated from blood cultures of patients hospitalized in intensive care units: a two-year evaluation
Tuğçe ŞİMŞEK BOZOK, Taylan BOZOK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.26937  Sayfalar 606 - 615
GİRİŞ ve AMAÇ: Bakteriyemilerde etken mikroorganizmalar ve antibiyotik duyarlılıkları merkezlere ve yıllara göre değişiklik göstermektedir. Ampirik tedaviye yol gösterici olması için ortaya çıkan bu değişikliklerin belirlenmesi gerekir. Bu çalışmada, yoğun bakım ünitelerinde yatan hastaların kan kültürlerinden izole edilen mikroorganizmaların genel dağılımı ve antibiyotik duyarlılıklarının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Mart 2019-Mart 2021 tarihleri arasında Niğde Eğitim ve Araştırma Hastanesi yoğun bakım ünitelerinden mikrobiyoloji laboratuvarına gelen kan kültürlerinden izole edilen mikroorganizmalar ve antibiyotiklere duyarlılık oranları retrospektif olarak değerlendirildi. Kan örnekleri BD BACTEC FX (Becton Dickinson, ABD) otomatize kan kültürü sisteminde çalışılmıştır ve izole edilen bakteri ve mantar suşlarının tanımlanması ve antibiyotik duyarlılık testleri Vitek 2 compact (BioMérieux, Fransa) otomatize sistemi ile yapılmıştır.
BULGULAR: Toplam 9607 kan kültürü şişesinin 995’inde pozitiflik tespit edildi. İzole edilen mikroorganizmalar arasında Gram pozitif bakteriler %71,7 (713/995), Gram negatif bakteriler %27,2 (271/995), mayalar %1,1 (11/995) oranında bulundu. Tüm mikroorganizmalar arasında en sık koagülaz negatif stafilokoklar (KNS) %58,9 (586/995), Acinetobacter baumannii %10,0 (100/995), Klebsiella pneumoniae %7,6 (76/995), Enterococcus faecium %4,1 (41/995), Escherichia coli %3,8 (38/995) oranında bulundu. Gram pozitif bakterilerden en sık KNS %82,4 (586/711) oranında, Gram negatif bakterilerden en sık A. baumannii %36,9 (100/271) oranında tespit edildi. Metisilin direnci KNS’de %89,8, S. aureus’da %57,1 oranında bulundu. KNS, S. aureus ve Enterococcus spp.’de vankomisin direnci sırasıyla %4,4, %3,6 ve %16,0 oranında tespit edildi. ESBL pozitifliği E. coli’de %68,4, K. pneumoniae’de %87,0’dı. E. coli’de en etkili antibiyotikler meropenem (%100), kolistin (%100), amikasin (%100), tigesiklin (%94,7) iken, K. pneumoniae’da en etkili antibiyotikler gentamisin (%53,2), amikasin (%51,9), tigesiklin (%48,1) ve kolistin (%46,8) olarak tespit edildi. Pseudomonas aeruginosa’ya en etkili antibiyotikler kolistin (%100) ve amikasin (%69,0) olurken, A. baumannii’de en etkili antibiyotikler tigesiklin (%100) ve kolistin (%96) olarak tespit edildi. Maya mantarlarından Candida parapsilosis %63,6 (7/11), Candida albicans %27,3 (3/11) oranında bulundu. Candida türlerinde flukonazole direnç tespit edilmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastanemiz yoğun bakım ünitelerinde yatan hastaların kan kültürlerinden metisiline dirençli stafilokok ve enterokokların, çoklu antibiyotik direnci gösteren A. baumannii, P. aeruginosa, E. coli ve K. pneumoniae suşlarının izole edilmesi; enfeksiyon kontrol programlarının ve akılcı antibiyotik kullanım politikalarının daha etkin uygulanması gerektiğini göstermiştir.
INTRODUCTION: The causative microorganisms and their antibiotic susceptibility in bacteremia vary according to the centers and years. These changes should be identified in order to guide empirical treatment. In this study, it was aimed to investigate the general distribution and antibiotic susceptibility of microorganisms isolated from blood cultures of patients in intensive care units.
METHODS: Microorganisms isolated from blood cultures from the intensive care units of Niğde Training and Research Hospital between March 2019 and March 2021 were evaluated retrospectively. Blood samples were studied in the BD BACTEC FX (Becton Dickinson, USA) automated blood culture system and the identification and antibiotic susceptibility tests of the isolated bacterial and fungal strains were performed with the Vitek 2 compact (BioMérieux, France) automated system.
RESULTS: A positivity was detected in 995 of a total of 9607 blood culture bottles. Among the isolated microorganisms, Gram positive bacteria were 71.7% (713/995), Gram negative bacteria 27.2% (271/995), yeast 1.1% (11/995). Among all microorganisms, the most common coagulase negative staphylococcus (CNS) 58.9% (586/995), Acinetobacter baumannii 10.0% (100/995), Klebsiella pneumoniae 7.6% (76/995), Enterococcus faecium 4.1% (41/995), Escherichia coli found in 3.8% (38/995). Among the Gram positive bacteria, the most common coagulase negative staphylococci were 82.4% (586/711), and the most common Gram negative bacteria was A. baumannii 36.9% (100/271). Methicillin resistance was found in 89.8% of CNS and 57.1% in S. aureus. Vancomycin resistance in KNS, S. aureus and Enterococcus spp. was determined as 4.4%, 3.6% and 16.0%, respectively. ESBL positivity was 68.4% in E. coli and 87.0% in K. pneumoniae. While the most effective antibiotics against E. coli are meropenem (100%), colistin (100%), amikacin (100%), tigecycline (94.7%), the most effective antibiotics against K. pneumoniae are gentamicin (53.2%), amikacin (51.9%), tigecycline (48.1%) and colistin (46.8%). The most effective antibiotics against Pseudomonas aeruginosa were colistin (100%) and amikacin (69.0%), while the most effective antibiotics against A. baumannii were tigecycline (100%) and colistin (96%). Among the yeast fungi, Candida parapsilosis was found in 63.6% (7/11), Candida albicans 27.3% (3/11). Resistance to fluconazole was not detected in Candida species.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Isolation of methicillin resistant staphylococci and enterococci, A. baumannii, P. aeruginosa, E. coli and K. pneumoniae strains showing multiple antibiotic resistance from blood cultures of patients hospitalized in our hospital’s intensive care units; showed that infection control programs and rational antibiotic use policies should be made more effective.

5.
Dermanyssus gallinae mücadelesinde silika bazlı akarisitlerin in vitro etkinliği ve saha koşullarında etkililiği
In vitro efficacy and field effectiveness of silica-based acaricide against Dermanyssus gallinae
Nafiye KOÇ, Serpil NALBANTOĞLU
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.43799  Sayfalar 616 - 621
GİRİŞ ve AMAÇ: Kırmızı kanatlı akarı (KKA), Dermanyssus gallinae (D. gallinae), kanatlı sektörünün en önemli ve yaygın görülen ektoparazitlerinden biridir. Mücadelesinde kullanılan çok sayıda akarisit olmasına rağmen gelişen direnç ve kimyasalların kullanımını yasaklayan mevzuat nedeniyle KKA enfestasyonu tüm dünyada sıklıkla bildirilmeye devam etmektedir. Bu nedenle insan ve hayvan sağlığını tehdit etmeyen yeni ve güvenli kontrol metotlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada, in vitro koşullarda doğal silika bazlı akarisitlerin etkinliğini ve ticari yumurta tavuğu kümeslerinde lokal olarak uygulanan sentetik piretroidler ile kombinasyonunun etkinliğini belirlemek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Dermanyssus gallinae popülasyonları, kafesli, ticari yumurta tavuğu kümeslerinden toplanmış ve canlı olarak laboratuvara getirilmiştir. Laboratuvar denemeleri sıvı formülasyon haline getirilen silikon dioksit ile gerçekleştirilmiştir. LT50 değerleri PoloPlus-PC programı kullanılarak probit analizi ile belirlenmiştir. Saha uygulaması, doğal olarak KKA enfestasyonu bulunan iki ticari kümeste silikon dioksit ve alfa-sipermetrin kombinasyonu kullanılarak yürütülmüştür. Uygulama sonrası belirli günlerde kurulan PVC tuzaklar ile akarlar toplanmıştır. Bireysel olarak paketlenip laboratuvara getirilen tuzaklar stereo mikroskop altında incelenmiş ve içerisinde bulunan akarların sayımları yapılarak uygulamanın etkinliği takip edilmiştir.
BULGULAR: Laboratuvar koşullarında 320 mg/petri konsantrasyonunda kullanılan silikon dioksit, D. gallinae üzerinde %100 ölüm oranı oluşturmuş ve ortalama LT50 değeri 26.42 ± 0.57 s olarak hesaplanmıştır. Saha koşullarında ise silikon dioksit ve alfa-sipermetrin kombinasyonunun KKA sayısını azaltmada oldukça etkin olduğu ve etkisinin uygulamayı takiben dört ay sürdüğü tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Laboratuvar koşullarında uygulanan doğal silikon dioksit ve kümeslerde lokal olarak uygulanan piretroid ile kombinasyonlarının, D. gallinae’yi kontrol etmek için etkili bir seçenek olabileceği görülmüştür.
INTRODUCTION: The poultry red mite, PRM, Dermanyssus gallinae (D. gallinae), is one of poultry’s most important and common pests. Although the presence of a variety of acaricides in control, PRM continues to be frequently reported around the world, owing to the developing resistance and severe legislation prohibiting the use of chemicals. Therefore, new and safe control approaches that do not threaten animal and human health are required. This study is aimed to determine the efficacy of a natural silica-based product based on diatomaceous earth (DE) in-vitro conditions and its combination with locally applicated synthetic pyrethroids under field conditions in commercial egg-laying henhouses.
METHODS: Dermanyssus gallinae populations were collected and transferred alive to the laboratory from integrated cage poultry farms. The bioassays were performed with the liquid formulation of silicon dioxide. The LT50 values were calculated by probit analysis using PoloPlus-PC software. The field treatment was conducted using the combination of silicon dioxide and alpha-cypermethrin in two commercial poultry houses with natural PRM infestation. After application, mites were collected with PVC traps on different days. The traps were individually packed and the number of mites was counted under a stereo microscope in the laboratory. The efficiency of the application was then determined by counting the mites under a stereomicroscope.
RESULTS: In laboratory conditions, DE active substance at the concentration of 320 mg/dish eventually reach 100% mortality of D. gallinae and the mean LT50 values were determined as 26.42±0.57 h. The combination of silicon dioxide and alpha-cypermethrin in field conditions was found to be highly effective in reducing the number of PRMs and its effects lasted for four months following treatment.
DISCUSSION AND CONCLUSION: These results suggest that DE might offer an environmentally-friendy alternative in PRM control on its own or in combination with widely used synthetic pyrethroids.

6.
Tüberküloz tanısında LED floresan mikroskopi performansının değerlendirilmesi
Evaluation of the performance of LED fluorescent microscopy in diagnosis of tuberculosis
Gizem ERDAL, Süheyla SÜRÜCÜOĞLU, Nuri ÖZKÜTÜK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.46244  Sayfalar 622 - 631
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırmanın amacı akciğer tüberkülozu kuşkusu olan hastaların solunum yolu örneklerinin mikroskobik incelemesinde LED floresan mikroskopi (LED FM) ile Ehrlich Ziehl Neelsen (EZN) boyama yöntemini karşılaştırmak ve LED FM’nin performansını araştırmaktır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmada Şubat 2018-Aralık 2019 döneminde akciğer tüberkülozu ön tanılı hastalardan alınan solunum yolu örnekleri incelenmiştir. NALC-NaOH yöntemi ile işlenen örneklerden iki adet yayma preparat hazırlanmış ve preparatlar iki okuyucu tarafından kör olarak hem EZN hem de LED FM ile incelenmiştir. Performans değerlendirmesinde kültür sonuçları referans alınmıştır.
BULGULAR: Araştırmada 1499 solunum yolu örneği değerlendirilmiştir. Örneklerin 134’ünün (%8.9) kültüründe mikobakteri üremiştir. LED FM’nin duyarlılığı %64.2 (%95 güven aralığında %61.8-%64.4), özgüllüğü %96 (%95 güven aralığında %95,7-%96.3), pozitif prediktif değeri %61.4 ve negatif prediktif değeri %96.5 bulunmuştur. EZN yönteminin duyarlılığı ise %51.5 (%95 güven aralığında %49-%54), özgüllüğü %99.9 (%95 güven aralığında %99.7-%99.9), pozitif prediktif değeri %97.2 ve negatif prediktif değeri %95.4’tür. Ancak LED FM’de yayma şüpheli, kültür negatif (54/1365) sonuçlar EZN’den (0/1365) anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p=0.00). Bunun nedeninin okuyucuların deneyim eksikliğine bağlı olduğu düşünülmüştür. LED FM inceleme süresi %69 zaman tasarrufu sağlanmıştır. Okuyucular arasındaki uyum iyi derecede bulunmuş (Kappa değeri 0.71) ve okuyuculara uygulanan değerlendirme formu sonucu rutin incelemede LED FM tercih edilebileceği belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: LED FM’nin duyarlılığı EZN’den %12.7 daha yüksek bulunmuştur. Ancak yanlış pozitif sonuç oranının yüksek olması nedeni ile LED FM’nin okuyuculara gerekli eğitim verildikten sonra kullanıma girmesi gereklidir. LED FM’nin ülkemizde büyük ölçekli laboratuvarlarda kullanılmasının maliyet etkin olacağı düşünülmüştür.
INTRODUCTION: The aim of the study is to compare of the results of LED fluorescent microscopy (LED FM) and Ehrlich Ziehl Neelsen (EZN) staining in the examination of the respiratory specimens and to evaluate the performance of LED fluorescent microscopy with culture.
METHODS: In the study, the respiratory specimens obtained from patients prediagnosed with pulmonary tuberculosis were examined in the Tuberculosis Laboratory of Manisa Celal Bayar University Hafsa Sultan Hospital between February 2018 and November 2019. Two smears from each specimen processed with NALC-NaOH method were prepared and they were evaluated both EZN and LED FM by blind readers. The results of culture were used as reference for determination of the performance of LED FM.

RESULTS: In the study 1499 respiratory specimens were evaluated with LED FM. Mycobacteria were grown in the culture of 134 specimens (8.9%). The sensitivity, specificity, positive predictive value, and negative predictive value of LED FM were found as 64.2% (95% GI, 61.8%-64.4%), 96% (95%GI, 95.7%-96.3%), 61.4% and 96.5%, respectively. The sensitivity, specificity, positive and negative predictive values of EZN were also found as 51.5% (95% GI, 49%-54%), 99.9% (95% GI, 99.7%-99.9%), 97.2% and 95.4%, respectively. However, smear scarce-culture negative results (54/1365) with LED FM were obtained significantly higher than the results with EZN (0/1365, p=0.000). The reason of this was thought to be due to the lack of the experience of the readers. The reading time of LED FM was 69% time saving. The consistency between the readers was found to be good (Kappa value=0.71) and it was determined that LED FM could be preferred in routine examination as a result of the survey conducted to the readers.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The sensitivity of LED FM was found 12.7% higher than the sensitivity of EZN. However, because of the high rate of false positive results, the introduction of LED-FM should be accompanied by appropriate training of the readers. It is also thought that the use of LED FM will be cost-effective in large-scale laboratories in our country.

7.
Ovariektomize sıçanlarda rosmarinik asidin etkilerinin değerlendirilmesi: ürethan indüklü kortikal osilasyonlar
Evaluate the effects of rosmarinic acid in ovariectomized rats: urethane-induced cortical oscillations
Deniz KANTAR, Alev Duygu ACUN, Hakan ER
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.68815  Sayfalar 632 - 645
GİRİŞ ve AMAÇ: Azalan uyku kalitesi en yaygın gözlenen menopoz semptomlarından biridir. Uyku kaybının hafıza bozukluğuna katkıda bulunduğu iyi bilinmektedir. Menopoz sonrası dönemde gözlenen uyku ve bilişsel bozukluk kolinerjik ileti bozukluğuyla ilişkili olabilir. Bu çalışmada, ovariektomi yapılmış sıçanlarda rosmarinik asidin (RA) üretan anestezisinde beyin aktivitesi, uzaysal hafıza ve kolinerjik belirteçler üzerindeki koruyucu etkisini inceledik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Wistar albino sıçanlar rastgele olarak sham (SH); RA uygulanan (RA); Ovariektomi yapılmış (OVX); Ovariektomi yapılan ve RA uygulanan (OVXRA) şeklinde dört gruba ayrıldı. RA (50 mg/kg, günlük) ovariektomi sonrası dört hafta süreyle gavaj yoluyla uygulandı. Dört haftalık sürenin ardından uzaysal hafızanın test edilmesi için obje uzaysal hafızası (OLM) testi gerçekleştirildi. Davranış testlerinden sonra, ovariektomi ile ilişkili uyku değişikliklerini değerlendirmek için uyku beyin aktivitesi modeli olarak üretan indüklü spontan beyin aktivitesi kaydedildi. Deney süresi sonunda biyokimyasal yöntemler kullanılarak asetilkolin (ACh) düzeyi ve asetilkolinesteraz (AChE) aktivitesi ölçüldü.
BULGULAR: OVX sıçanlarda, artan yavaş dalga delta ve REM delta, teta, beta gücü gözlendi. Buna ek olarak, OVX sıçanlarında yavaş dalga delta ve REM delta, teta, beta salınımlarının genlikleri arttığı izlendi. Bozulmuş OLM’ye paralel olarak, OVX sıçanlarında azalmış ACh seviyesi ve artmış AChE aktivitesi tespit edildi. Dört haftalık RA tedavisi, OVX grubuna kıyasla OVXRA grubunda osilasyonlarda gözlenen güç ve genlik değişikliklerini önemli ölçüde iyileştirdi. OLM indeksinin OVXRA grubunda OVX grubuna göre arttığı görüldü. OVXRA grubunda OVX grubuna göre AChE aktivitesinde azalış ve ACh seviyesinde artış gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak bu çalışma, RA’nın kolinerjik sistemi iyileştirerek ovariektominin neden olduğu üretan anestezisi indüklü osilasyon değişikliklerine ve hafıza bozulmasına karşı koruyucu olabileceğini göstermektedir.
INTRODUCTION: Diminished sleep quality is one of the most common menopausal symptoms. It is well known that sleep loss also contributes to memory impairment. Sleep disturbance and cognitive deficit in menopause might be related to a cholinergic deficit during the postmenopausal period. In the present study, we examined the protective effects of rosmarinic acid (RA) on brain activity under urethane anesthesia, memory, and cholinergic markers in ovariectomized rats.
METHODS: Wistar rats were randomly divided into four groups: sham (SH); RA-treated (RA); Ovariectomized (OVX); Ovariectomized+RA-treated (OVXRA). RA (50mg/kg, daily) was administered orally by gavage for four weeks after ovariectomy. After four weeks period, we tested object localization memory (OLM). After the behavioral tests, we recorded urethane-induced spontaneous brain activity as a model of sleep brain activity to assess ovariectomy-related sleep alterations. At the end of the experimental period, we measured acetylcholine (Ach) level and acetylcholinesterase (AChE) activity by biochemical methods.
RESULTS: OVX rats exhibited elevated slow-wave delta and REM delta, theta, beta power. The amplitudes of slow-wave delta and REM delta, theta, beta oscillations were increased in the OVX rats. In parallel to impaired OLM, decreased Ach level and increased AChE activity were detected in OVX rats. Four weeks RA treatment was significantly improved oscillatory power and amplitude alterations in the OVXRA group versus the OVX group. OLM index was increased in the OVXRA group compared to the OVX group. Decreased AChE activity, as well as increased Ach level, was observed in the OVXRA group versus the OVX group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Thus, the present study indicates that RA might be protective against ovariectomy-induced oscillatory changes under urethane anesthesia and memory impairment by improving the cholinergic system.

8.
COVID-19 pandemisinin Mersin ilindeki tüberküloz kontrolüne etkisi
Impact of the COVID-19 pandemic on tuberculosis control in Mersin province
Gönül ASLAN, Harun GÜLBUDAK, Nuran DELİALİOĞLU, Hamide KAYA, Asena Ayça ÖZDEMİR
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.88965  Sayfalar 646 - 655
GİRİŞ ve AMAÇ: Dünyayı etkisi altına alan koronavirüs hastalığı (COVID-19) salgını ile mücadele edebilmek için neredeyse sağlık sisteminin tüm kaynakları pandemiye ayrılmıştır. Ayrıca izolasyon, karantina ve kısıtlı hareketlilik gibi pandemi sürecinde uygulanan tedbirler ülkemizde ve dünyada tüberküloz (TB) kontrol programlarını olumsuz etkilemiştir. Bu çalışmada COVID-19 pandemisinin Mersin ilindeki TB hastaları ve TB kontrol programı üzerindeki etkisinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 1 Ocak 2019-31 Aralık 2020 tarihleri arasında Mersin Üniversitesi Hastanesinin çeşitli kliniklerinden ve Mersin ilindeki verem savaş dispanser (VSD)’lerinden TB ön tanısıyla laboratuvarımıza gelen 3731 hastanın 6328 örneği dahil edildi. Çalışmada 2020 yılı pandemi döneminde örnek sayılarının ne kadar azaldığı, TB tanısı alan hasta sayıları, hastaların yaş dağılımındaki değişim ve TB hastalarının tedavi takibinde gelen kontrol örnek sayıları incelendi.

BULGULAR: Çalışmada 2020 yılı pandemi döneminde hasta sayısında %42,2 (n=999) azalma görülürken örnek sayısında %45,4 (n=1860) oranında azalma tespit edilmiştir. Aylara göre hasta sayısındaki en fazla azalma ülkemizde pandeminin başladığı ve kısıtlamaların yoğun olarak uygulandığı Mart, Nisan ve Mayıs ayında (sırasıyla %44,2, %67,2 ve %69,8 oranında) saptanmıştır. Pandemi döneminde TB pozitif hasta sayısında %28,2 azalma görülmüştür. Çalışmada 2019 ve 2020 yılları arasında hastaların cinsiyet dağılımları açısından bir fark saptanmamıştır (p=0,620). TB pozitif hastaların yaş ortalaması 2019 yılında 53,5±16,2 iken 2020 yılında 40,3±19,6’ya düşmüş ve yaş ortalamasındaki azalma anlamlı bulunmuştur (p<0,001). Yaş grupları karşılaştırıldığında; 2019 yılında 65 yaş üstü hastaların oranı daha fazlayken 2020 yılında 18 yaş altındaki hastaların oranı daha fazla bulunmuştur (p=0,003). Çalışmada, 2019 yılında TB hastalarının %73,0’ünden, 2020 yılında ise %52,9’undan tedavi takibi sırasında kontrol örneği geldiği tespit edilmiştir. Pandemi döneminde TB pozitif hastalardan kontrol örneği gelen hasta sayısındaki azalma anlamlı bulunmuştur (p=0,021).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmada elde ettiğimiz bulgular pandemi döneminde uygulanan kısıtlamaların TB tanı ve takibini olumsuz etkilediğini ortaya koymuştur. Ayrıca TB hastalarının yaş ortalamasının azalarak genç yaşa doğru kayma eğilimi göstermesi ve 18 yaş altında pozitif hasta sayısının artması, bu dönemde aile içi bulaşın arttığını düşündürmüştür. Ancak pandeminin TB kontrol programına etkisini ayrıntılı bir şekilde ortaya koyabilmek için daha geniş ölçekli ve uzun periyotlu çalışmalara ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: All resources of the health system have been allocated to the pandemic to combat the coronavirus disease (COVID-19) epidemic that has affected the world. In addition, measures implemented during the pandemic, such as isolation, lockdown and restricted mobility, adversely affected tuberculosis (TB) control programs in our country and around the world. In this study, it was aimed to investigate the effect of the COVID-19 pandemic on TB patients and TB control program in Mersin province.

METHODS: In this study, a total 6328 samples of 3731 patients with a preliminary diagnosis of TB, from Mersin University Hospital and Mersin tuberculosis dispensaries, between January 2019 and December 2020, were included. In the study, how much the number of samples decreased during the 2020 pandemic period, the number of patients diagnosed with TB, the change in the age distribution of the patients, and the number of control samples from the treatment follow-up of TB patients were examined.
RESULTS: In the study, a decrease of 42.2% in the number of patients and a decrease of 45.4% in the number of samples were observed during the pandemic period of 2020.The highest decrease in the number of patients by months were observed in March, April and May (respectively 44.2%, 67.2% and 69.8%) when the pandemic started in our country and the restrictions were applied intensively. During the pandemic period, a decrease of 28.2% was observed in the number of TB positive patients. While the mean age of TB positive patients was 53.5±16.2 in 2019, it decreased to 40.3±19.6 years in 2020, and the decrease in the mean age was statistically significant (p <0.001). When the age groups between years are compared; While the rate of patients over 65 years of age was higher in 2019, the rate of patients under the age of 18 was found to be higher in 2020 (p=0.003). In the study, control samples came during treatment follow-up from 73% of TB patients in 2019 and 52.9% in 2020. The rate of decrease in the number of patients with control samples from TB positive patients during the pandemic period was found to be statistically significant (p=0.021).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The findings of our study revealed that the restrictions applied during the pandemic period adversely affected the diagnosis and follow-up of TB in our region. In addition, the decrease in the average age of TB patients and the tendency towards younger age and the increase in the number of positive patients under the age of 18 suggest that intra-familial transmission increased in this period.

9.
Ticari broiler ve yumurtacı tavuklarda ELISA ile Mycoplasma synoviae seropozitifliği
Seropositivity of Mycoplasma synoviae by ELISA in commercial broiler and layer chickens
Gülşen GONCAGÜL, Elçin GÜNAYDIN, Özlem KARDOĞAN, Yavuz ÇOKAL
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.20846  Sayfalar 656 - 665
GİRİŞ ve AMAÇ: Mycoplasma synoviae (M. synoviae), dünya genelinde kanatlı endüstrisinde önemli ekonomik kayıplara neden olan, mikoplazma türleri içerisinde klinik açıdan en önemli olan ikinci türdür. Bu çalışmanın amacı, ticari broiler ve ticari yumurtacı sürülerde M. synoviae’ya karşı oluşan antikorların varlığını indirek ELISA ile araştırmaktır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: İç Anadolu Bölgesi’nde aşısız ticari broiler (n=380) ve ticari yumurtacı (n=577) sürülerden tesadüfi örnekleme yoluyla aseptik koşullarda vena subcutanae ulnaristen toplam 957 kan örneği toplandı ve serumları ayrıldı. Serum örneklerinde anti-M. synoviae antikorları ticari indirekt ELISA kiti ile belirlendi.

BULGULAR: Yirmibir ticari broiler sürüsünden alınan 380 ve 33 ticari yumurtacı sürüsünden alınan 577 kan serumu örneğinde sırasıyla seropozitiflik oranı %40,76 (n=155) ve %54,59 (n=315) olarak saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İç Anadolu Bölgesi’nde kanatlı yetiştiriciliğinde özellikle ticari yumurtacı sürülerde, broilerlere göre M. synoviae, enfeksiyonunun daha yaygın olduğu belirlendi. Her iki yetiştirme tipinde M. synoviae kaynaklı ekonomik kayıp risklerinin oluşmaması için kanatlı damızlık sürülerin biyogüvenlik önemlerinin arttırılması, özellikle damızlık sürülerde izleme çalışmaları ile düzenli takiplerin yapılması ve enfeksiyon varlığı saptanmış sürülerde en kısa sürede tedavi uygulamasının önem arzettiği kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: Mycoplasma synoviae (M. synoviae)is the second most clinically important mycoplasma species, causing significant economic losses to the poultry industry worldwide. The aim of this study is to investigate the presence of antibodies against M. synoviae by indirect ELISA in commercial broiler and commercial layer flocks.
METHODS: A total of 957 blood samples were collected from vena subcutanae ulnaris under aseptic conditions by random sampling from unvaccinated commercial broiler (n=380) and commercial layer (n=577) flocks in the Central Anatolia Region and their serums were extracted. Anti-M.synoviae antibodies were detected by using commercial indirect ELISA kit.
RESULTS: The seropositivity rates were determined 40.76% (n=155) and 54.59% (n=315) in 380 sera from 21 commercial broiler flocks and 577 sera from 33 commercial layer flocks, respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In comparison to broilers, M. synoviae infection was shown to be more widespread in poultry breeding, particularly in commercial layer flocks, in the Central Anatolia Region. To avoid economic loss due to M. synoviae in both breeding types, we conclude that it is critical to improve the biosecurity of poultry breeder flocks, conduct regular follow-ups with monitoring studies, especially in breeder flocks, and treat infected herds as soon as possible.

10.
Siirt Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başvuran hastalarda HBsAg, Anti-HBs, Anti-HCV ve Anti-HIV seropozitifliği
Seropositivity of HBsAg, Anti-HBs, Anti-HCV and Anti-HIV in patients admitted to Siirt Training and Research Hospital
Osman ÖZÜDOĞRU, Ömer ACER
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.89804  Sayfalar 666 - 673
GİRİŞ ve AMAÇ: Hepatit B ve C dahil viral hepatit enfeksiyonları ve HIV, dünya çapında önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Bu çalışmada 2019 ile 2021 tarihleri arasında hastanemize başvuran hastalarda HBsAg, Anti-HBs, Anti-HCV ve Anti-HIV seropozitifliğinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 2019 ile 2021 tarihleri arasında hastanemize başvuran hastalarda HBsAg, Anti-HBs total, Anti-HCV ve anti-HIV frekansı retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Toplam 52420 hastada HBsAg pozitifliği %3,3 olarak belirlendi. Erkeklerde HBsAg pozitiflik oranı %4,2 (%95GA: 3,9-4,3), kadılarda ie %2,67 (%95GA: 2,56-2,78) olarak bulundu. HBsAg pozitifliği ile cinsiyet ve yaş arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuştur (p<0,001). Hastaların %54,9’unun (%95GA: 44,6-45,6) Anti-HBs düzeyi bağışıklık için yeterli bulundu (Anti-HBs > 10 mIU/ml). Erkeklerde bu oran %61,04 (%95GA: 60,5-61,5) iken kadınlarda %50,37 (%95GA: 50-50,7) olarak bulunmuştur. Anti-HBs pozitifliği ile cinsiyet ve yaş arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuştur (p<0,001). Genel Anti-HCV pozitifliği %0,1 (%95GA: 0,09-1,01) olarak bulundu. Anti-HCV pozitifliği için yaş grupları arasında anlamlı ilişki varken (p<0,001), cinsiyete göre ilişki anlamlı değildi (p: 0,934). Anti HIV pozitifliği ile yaş (p: 0,307) ve cinsiyet (p: 0,999) arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Anti-HIV pozitifliği ‰0,24 (%95GA: 0,01-1,05) olarak tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak viral hepatit dünya çapında ve şehrimiz için önemli bir sağlık sorunudur. Aşılama, enfeksiyon kontrol programları ve halk eğitimi yeni enfeksiyon riskini azaltabilir. İlimizde anti-HIV pozitifliği çok düşük bulundu.
INTRODUCTION: Viral hepatitis infections, including hepatitis B and C, and HIV represent an important public health problem worldwide. In this study, we aimed to investigate the seropositivity of HBsAg, Anti-HBs, Anti-HCV, and Anti-HIV in patients who applied to our hospital between 2019 and 2021.
METHODS: In this study, the frequency of HBsAg, Anti-HBs, total Anti-HCV and anti-HIV in patients admitted to our hospital between January-2019-January 2021 was evaluated retrospectively.
RESULTS: HBsAg positivity was determined as 3.28% in a total of 52420 patients. HBsAg positivity was found to be 4.12% (95%CI: 3.9-4.3) in males, whereas 2.67% (95%CI 2.56-2.78) in females. There was a statistically significant relationship between HBsAg positivity and gender and age (p<0.001). Anti-HBs level of 54.9% of the patients (95%CI: 44.6-45.6) was found to be sufficient for immunity (Anti-HBs > 10 mIU / ml). While this rate was found to be 61.04% (95%CI: 60.5-61.5) in males, it was found to be 50.37% (95%CI: 50-50.7) in females. A significant relationship was found between Anti-HBs positivity and gender and age (p<0.001). General Anti-HCV positivity was found as 0.11% (95%CI: 0.09-1.01). There was significant relationship between age groups for anti-HCV positivity (p<0.001), whereas the relationship for gender was not significant (p: 0.934). There was no statistically significant relationship between anti-HIV positivity and age (p: 0.307) and gender (p: 0.999). Anti-HIV positivity was determined as 0.3‰ (95%CI: 0.01-1.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: As a result, viral hepatitis is an important health problem around the world and for our city. Vaccination, infection control programs, and public education can reduce the risk of new infections. Anti-HIV positivity was found to be very low in our city.

11.
e-Sağlık okuryazarlığı ölçeği: 45 yaş üstü yetişkinlerde Türkçe geçerlik ve güvenirlik çalışması
e-Health literacy scale: Turkish validity and reliability study for adults over 45
Ersin USKUN, Edanur DOĞAN, Özgür ÖNAL, Ahmet Nesimi KİŞİOĞLU
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.75608  Sayfalar 674 - 689
GİRİŞ ve AMAÇ: Günümüzde sağlık bilgilerinin elektronik ortamlarda giderek artan paylaşımı, bireylerin sağlıkla ilgili bilgiye ulaşma ve karar alma süreçlerini, e-sağlık okuryazarlığı düzeyine göre değişen oranda etkiler hale gelmiştir. Bu çalışma, Norman ve Skinner’in “e-Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği”nin (e-Health Literacy) Türkçeye uyarlanması ve geçerlik ve güvenirliğinin değerlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Metodolojik tipteki bu çalışmada, ölçeğin dilsel eşdeğerlik çalışması ve kapsam geçerliği değerlendirilerek elde edilen Türkçe son hali 45 yaş üstü 400 kişiye uygulandı. Veriler SPSS (22.0) ile analiz edilmiştir. Doğrulayıcı faktör analizi AMOS (24.0) programı kullanılarak yapılmıştır. Kapsam geçerliği Davis tekniği kullanılarak ve Kapsam Geçerliği İndeksleri belirlenerek değerlendirilmiştir. Ölçeğin Türkçe versiyonunun psikometrik ve güvenirlik analizleri yapılmıştır. Uzman görüşlerinin uyumu Kendall’ın Uyum Testi ile test edilmiştir. Yapı geçerliğini değerlendirmek için faktör analizi yapılmıştır. Faktör analizine uygunluğun değerlendirilmesinde Kaiser-Meyer-Olkin testi (KMO) ve Bartlett Küresellik Testi kullanılmıştır. Açımlayıcı faktör analizi ile belirlenen modeller, doğrulayıcı faktör analizi ile incelenerek ve model uyum indeksleri kullanılarak son model oluşturulmuştur. En düşük ve en yüksek puan alan gruplar arası fark bağımsız gruplarda t testi kullanılarak analiz edilmiştir. Ölçüt geçerliğinin değerlendirilmesi amacıyla Yaşlılarda Teknoloji Kullanımı Ölçeği ile olan korelasyon Pearson korelasyon testi kullanılarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Analizlerde ölçeğin orijinalinde olduğu gibi, sekiz maddeden oluşan tek faktörlü yapı gösterdiği, maddelerin toplam varyansın %84,15’ini sağladığı tespit edilmiştir. Ölçeğin iç tutarlılık analizinde Cronbach alfa değerinin 0,97 olduğu ve yüksek bir güvenirliğe sahip olduğu belirlenmiştir. Ölçüt geçerliği değerlendirmesinde, uyarlanan ölçeğin Yaşlıların Teknolojiye Yönelik Tutum Ölçeği ile orta düzeyde bir korelasyon gösterdiği görülmüştür (r=0,497; p<0,001). Ölçeğin her maddesi için en düşük ve en yüksek puan alan gruplar arasında anlamlı fark olduğu (tüm karşılaştırmalar için p<0,001), bu nedenle ölçek maddelerinin ölçmek istenen özelliği ayırt edici ve geçerli olduğu tespit edilmiştir. Ölçekte taban ve tavan etkisinin olmadığı görülmüştür.

TARTIŞMA ve SONUÇ: e-Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği Türkçe versiyonu, 45 yaş üstü yetişkinlerde, e-sağlık okuryazarlığı düzeylerini belirlemek amacıyla geçerli ve güvenilir biçimde kullanılabilir.
INTRODUCTION: Today, the increasing sharing of health information in electronic media has affected individuals’ access to health-related information and decision-making processes in varying rates depending on the level of e-health literacy. This study was carried out to adapt Norman and Skinner’s “e-Health Literacy Scale” (e-Health Literacy) into Turkish and to evaluate its validity and reliability.
METHODS: In this methodological study, the final Turkish version of the scale, which was obtained by evaluating the linguistic equivalence study and content validity, was applied to 400 people over the age of 45. Data were analyzed with SPSS (22.0). Confirmatory factor analysis was performed by using the AMOS (24.0) program. Content validity was evaluated by using Davis technique and determining Content Validity Indices. Psychometric and reliability analyzes of the Turkish version of the scale were performed. The concordance of expert opinions was tested with Kendall’s Test. Factor analysis was performed to evaluate the construct validity. Kaiser-Meyer-Olkin test (KMO) and Bartlett Sphericity Test were used to evaluate the suitability for factor analysis. The models determined by exploratory factor analysis were examined with confirmatory factor analysis and the final model was created by using model fit indices. The difference between the lowest and highest scoring groups was analyzed using the t test in independent groups. In order to evaluate the criterion validity, the correlation with the Technology Use in the Elderly Scale was evaluated using the Pearson correlation test.
RESULTS: In the analyzes, it was determined that the scale showed a single factor structure consisting of eight items, as in the original, and the items provided 84.15% of the total variance. In the internal consistency analysis of the scale, it was determined that the Cronbach’s alpha value was 0.97 and it had a high reliability. In the evaluation of criterion validity, it was observed that the adapted scale showed a moderate correlation with the Attitudes towards Technology Scale of the Elderly (r=0.497; p<0.001). For each item of the scale, it was determined that there was a significant difference between the groups with the lowest and highest scores (p<0.001 for all comparisons), therefore, the items of the scale were distinctive and valid for the feature that was intended to be measured. It was observed that there was no floor and ceiling effect in the scale.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The Turkish version of the e-Health Literacy Scale can be used validly and reliably to determine e-health literacy levels in adults over the age of 45.

12.
Mircave ve Reg-e Malek (İran) kentlerinde kutanöz leishmaniasis türlerinin Nested-PCR ile kinetoplast DNA geni kullanılarak yapılan moleküler tanımlanması
Nested-PCR Assay for molecular identification of cutaneous leishmaniasis species using kinetoplast DNA gene in Mirjaveh and Reg-e Malek provinces (IRAN)
Hadi MİRAHMADİ, Hadi MİRAHMADİ, Farzaneh GORGANİ, Maliheh METANAT, Soudabeh ETEMADİ, Seyed Mehdi TABAATABAEİ, Mohammad Kazem MOMENİ, Soudabeh ETEMADİ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.06887  Sayfalar 690 - 701
GİRİŞ ve AMAÇ: Özellikle İran’da küresel bir sağlık sorunu olarak kütanöz leishmaniasis, Sistan ve Belucistan eyaletindeki başlıca sağlık sorunlarından biridir ve bu yoksun eyaletin sosyoekonomik büyümesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Çalışmamızın amacı, İran’ın Sistan ve Belucistan bölgesinin küçük bir bölümünde (Mircave ve Reg-e Malek), kinetoplast DNA (kDNA) geni kullanılarak kütanöz leishmaniasis türlerinin moleküler tanımlanmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu tanımlayıcı kesitsel çalışma, kutanöz leishmaniasisden şüphelenilen hastalarda yapılmıştır. Aktif ülseri olan hastaların kütanöz leishmaniasis şüphesi olanlarından deri lezyonları ve ülser örnekleri toplandı ve toplanan örneklere parazitolojik (direkt yayma ve Giemsa Boyama Metodu) ve moleküler yöntemlerle tanı konuldu. Leishmania cinsini ve türlerini belirlemek için doğrudan yaymalardan izole edilen kinetoplast DNA’larına spesifik Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) yöntemi uygulandı. Son olarak elde edilen bilgiler SPSS yazılımında analiz edildi.
BULGULAR: Kütanöz leishmaniasis şüphesi olan 76 hastanın 43 (%57.9)’ünün mikroskobik test sonuçları pozitifti. B50 hastada (%65,8) PCR ile Leishmania kDNA fragmanı belirlendi. Yanı sıra 44 örneğe Leishmania major, altı örneğe ise türe özgü primerler kullanılarak Leishmania tropica tanısı konuldu. Mirjaveh ve Reg-e Malek’teki örneklerde moleküler yöntem ile parazitoloji yönteminin sonuçları arasındaki uyum (Kappa=0,8) zorlayıcı bir uyumdu. Mirjaveh ve Reg-e Malek şehirlerindeki kutanöz leishmaniasis örneklerinde elde edilen parazitolojik sonuçlar ile moleküler sonuçları arasında anlamlı bir fark vardı (Pv≤0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yaptığımız araştırmaya göre, İran’da Sistan’ın Mirjaveh şehrinde ve Belucistan eyaletinde Leishmania major’un neden olduğu kütanöz leishmaniasis prevalansı yüksekti. Bulgularımız ayrıca negatif sonuçlar ve tür tanımlaması için hastaların klinik örneklerinde doğrudan moleküler testler (doğrudan yaymalar dahil) yapılmasının gerekliliğini doğruladı.
INTRODUCTION: As a global health challenge, especially in Iran, cutaneous leishmaniasis is one of the major health and medical problems in Sistan and Baluchestan Province and plays a significant role in the inhibition of socioeconomic growth of this deprived province. The aim of our study was molecular identification of cutaneous leishmaniasis species using kinetoplast DNA (kDNA) gene in in a small part (Mirjaveh and Reg-e Malek) of Sistan and Baluchestan region of Iran.
METHODS: This descriptive cross-sectional study was carried out on patients suspected of cutaneous leishmaniasis with epidemiologics information. Samples of the skin lesions and ulcers suspected of cutaneous leishmaniasis were collected from patients with active ulcers, and the collected samples were diagnosed by of parasitologic (direct smears of the lesions and staining them using Giemsa Staining Method) and molecular methods. The specific Polymerase Chain Reaction (PCR) method was applied to the kinetoplast DNA’s isolated from the direct smears to identify the genus and species of Leishmania. Finally, the resulting information was analyzed in SPSS software.

RESULTS: The microscopic test results of 43 (57.9%) patients of the 76 patients suspected of cutaneous leishmaniasis were positive. In a PCR assay, the Leishmania kDNA fragment was identified in 50 patients (65.8%). Besides, 44 samples were diagnosed with Leishmania major and 6 samples were diagnosed with Leishmania tropica using species-specific primers. The agreement between the results of the molecular method and the parasitology method in the samples in Mirjaveh and Reg-e Malek was (Kappa=0.8) compelling agreement. There was a significant difference between the results of molecular with the parasitologic results obtained in the samples of cutaneous leishmaniasis in the city of Mirjaveh and the Reg-e Malek (Pv≤0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to the present research, cutaneous leishmaniasis prevalance caused by Leishmania major in Mirjaveh City in Sistan and Baluchestan Province in Iran was high. Our findings also confirmed the necessity of carrying out direct molecular tests (including direct smears) on the clinical samples of patients for negative results and species identification.

13.
Prenatal ve emzirme döneminde maruz kalınan tiamin eksikliğinin yetişkinlikte davranış, öğrenme ve hafızaya etkileri
Effects of thiamine deficiency exposed during prenatal and lactation on behaviour, learning and memory in adulthood
Betül DANIŞMAN, Güven AKÇAY, Deniz KANTAR GÖK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.22120  Sayfalar 702 - 713
GİRİŞ ve AMAÇ: Tiamin (B1 vitamini), özellikle mitokondride yer alan birçok enzim için kofaktör görevi gören temel bir besindir. Tiamine bağlı bazı enzimler, enerji metabolizmasına ve nükleik asitlerin biyosentezine katılırken bazıları antioksidan mekanizmanın bir parçası olarak görev yapar. Beyin, mitokondriyal ATP üretimine yüksek oranda bağımlı olduğu için tiamin eksikliğine (TE) karşı oldukça savunmasızdır. Hızlı büyümenin gerçekleştiği prenatal ve çocukluk dönemlerinde bu etki daha belirgindir. Bu çalışmada prenatal ve emzirme döneminde TE oluşturulan sıçanların yetişkinlik dönemindeki davranış değişiklikleri incelenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada sıçanlar anneleri normal diyetle beslenen grup (NN) ve anneleri doğum öncesi ve emzirme süresince tiamin eksik diyetle beslenen grup (TN) olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Yetişkinlik döneminde sıçanlara Açık Alan testi, Yükseltilmiş Artı Labirent testi ve Yeni Obje Tanıma testleri uygulanmıştır.
BULGULAR: Tiamin eksikliği oluşturulan TN grubunda açık alan testinde girilen kare sayısının ve dış kadranda geçirilen süre oranının arttığı görülmüştür. Ayrıca TN grubunda yükseltilmiş artı labirent testinde açık kolda geçirilen süre oranı düşmüştür. Yeni obje tanıma testinde ise ayrım indeksinin TN grubunda azaldığı tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda prenatal ve emzirme dönemlerindeki TE maruziyetinin uzun dönemde etkilerinin devam edebileceği ve ileriki yaşlarda davranış, öğrenme ve hafıza bozukluklarına sebep olabileceği görülmüştür.
INTRODUCTION: Thiamine (vitamin B1) is an essential nutrient that acts as a cofactor for many enzymes, especially in the mitochondria. Some thiamine-linked enzymes participate in energy metabolism and the biosynthesis of nucleic acids, while others act as part of the antioxidant mechanism. As the brain is heavily dependent on mitochondrial ATP production, it is highly vulnerable to thiamine deficiency (TD). This effect is more pronounced in prenatal and childhood periods when rapid growth occurs. In this study, behavioral changes in adulthood of TD-induced rats during prenatal and lactation periods were investigated.
METHODS: In the study, rats were divided into two groups as the group whose mothers were fed a normal diet (NN) and the mothers were fed with thiamine deficient diet (TN) during prenatal and lactation periods. Open Field test, Elevated Plus Maze test and New Object Recognition tests were applied to rats in adulthood.
RESULTS: In the thiamine deficient TN group, it was observed that the number of frames entered in the open field test and the rate of time spent in the outer quadrant increased. In addition, in the elevated plus maze test, the ratio of time spent in the open arm in the TN group was decreased. In the new object recognition test, it was determined that the discrimination index was decreased in the TN group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, it was observed that the effects of TD during prenatal and lactation periods can continue in the long term and cause behavioral, learning and memory deficits in the later ages.


14.
TSH, Ferritin ve Vitamin B12 testlerinin Beckman Dxi 800 cihazında kesinlik ve doğruluk verifikasyonu
Precision and trueness verification of TSH, Ferritin and Vitamin B12 on Beckman Dxi 800
Gökçe Filiz ATIKELER, Nergiz ZORBOZAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.69397  Sayfalar 714 - 719
GİRİŞ ve AMAÇ: Tıbbi laboratuvarlarda, hastaya sonuç verilmeden önce üretici firma tarafından yapılmış olan kesinlik (presizyon) ve gerçeklik (trueness) çalışmalarının doğrulanması önemlidir. Bu çalışmanın amacı, hormon testlerinden TSH, Vitamin B12 ve Ferritin testlerinin CLSI EP15 A2 kılavuzuna göre verifikasyonunu değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada TSH, vitamin B12, ferritin testleri için verifikasyon çalışmaları CLSI EP15 A2 kılavuzuna göre yapıldı. Kesinlik (presizyon) çalışmasında PreciControl kalite kontrol materyali kullanıldı. Gerçeklik çalışmasında ise hasta örnekleri iki farklı otoanalizörde (Beckman DXI800 ve Advia Centaur) çalışılarak hesaplamalar yapıldı. İstatistiksel değerlendirmeler için Microsoft Excel programı kullanıldı.
BULGULAR: Kesinlik verifikasyon çalışmasında TSH, Ferritin ve Vitamin B12 testleri için hesaplanan değerler verifikasyon değerlerinin altındaydı. Doğruluk çalışmasında ise TSH ve Vitamin B12 testlerinin hesaplanan bias değerleri verifikasyon limitleri içerisinde iken, Ferritin testinin ise hesaplanan bias değerlerinin verifikasyon limitlerinin dışında olduğu gözlendi.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda Vitamin B12 ve TSH ölçüm metot performansları kabul edilebilir limitler içerisindedir, ferritin kesinlik çalışması kabul edilebilir limitlerde olmasıyla birlikte doğruluk çalışmasında negatif bias gözlenmiştir.
INTRODUCTION: In medical laboratories, it is important to verify the precision and trueness studies made by the manufacturer before giving results to the patient. The aim of this study was to evaluate the verification of TSH, Ferritin and Vitamin B12 tests according to CLSI EP15 A2 guideline.
METHODS: In this study verification studies were carried out according to CLSI EP15 A2 guidelines for TSH, vitamin B12, ferritin. PreciControl quality control material were used for precision study. For trueness studies, patient samples were simultaneously assayed with two different immunoassay analyzers (Beckman Coulter DXI 800 and Advia Centaur). Microsoft Excel programme was used for statistical evaluation.
RESULTS: The precision estimate of TSH, vitamins B12, and ferritin for both control levels were lower than the verification value. In the trueness verification study, the estimated percent bias of TSH and vitamin B12 were within the verification limits. The estimated percent bias of ferritin was found beyond the verification limits.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We found the precision and trueness of Vitamin B12 and TSH measurement methods acceptable in our study, we showed that the precision of the ferritin measurement method was acceptable but its trueness had an unacceptable negative bias.

15.
Apilarnil LPS ile indüklenen endotoksemik kalbi korur
Apilarnil protects the LPS induced endotoxemic heart
Aslı OKAN, Emin KAYMAK, Arda Kaan ÜNER, Sibel SİLİCİ, Züleyha DOĞANYİĞİT
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.78200  Sayfalar 720 - 729
GİRİŞ ve AMAÇ: Endotoksemi, hastanede yatan hastalarda mortaliteye neden olan faktörlerin başında gelen hipotansiyon, zayıf doku perfüzyonu ve çoklu organ yetmezliği ile karakterize ciddi bir komplikasyondur. Apilarnil (drone arı kuluçkası), biyolojik olarak aktif özelliklere sahip bir bal arısı ürünüdür. Apilarnil %25- 35 kuru madde, %9 - 12 protein, %6 - 10 karbonhidrat, 5 - 8 lipid, %3 kül ve diğer tanımlanamayan maddeler içerir. Ek olarak, kimyasal bileşimi vitaminleri (A vitamini, beta karoten, B1, B6, PP ve kolin), mineralleri (kalsiyum, fosfor, sodyum, çinko, manganez, demir, bakır ve potasyum) ve insanlar veya diğer hayvan organizmaları tarafından sentezlenemeyen esansiyel amino asitleri içerir. Son kanıtlarda endotokseminin neden olduğu kardiyotoksisite rapor edilmiştir. Bu çalışmada, bir arı ürünü olan apilarnilin, yoğun bakım ünitelerinin önemli nedenlerinden biri olan endotoksik şok durumunda kalp dokusunu koruyucu etkisinin olup olmadığının kalp dokusunda histopatolojik ve TNF-α ve BNP immunoreaktivitesindeki değişimler ile araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 32 adet Sprague dawley erkek sıçan rastgele kontrol, apilarnil uygulanan grup (0.8 g/kg), lipopolisakkarit (LPS) grubu ve apilarnil ile birlikte LPS verilen grup olmak üzere dört eşit gruba ayrıldı. Kalp dokusunda TNF-α ve BNP ekspresyonundaki farklılıkları belirlemek için immünohistokimyasal değerlendirme yapıldı.
BULGULAR: Kontrol grubu ve apilarnil alan gruplara göre LPS grubunda ödem, kanama ve infiltrasyon gözlendi. LPS ve apilarnil ile tedavi edilen grupta bu hasarın önemli ölçüde azaldığı gözlendi. LPS grubunda tümör nekroz faktör-alfa (TNF-α) ve beyin natriüretik peptit (BNP) ekspresyonları önemli ölçüde arttı ve LPS ve apilarnilin birlikte uygulanması bu artan ekspresyon seviyelerini baskıladı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Verilerimiz, apilarnilin koruyucu etkilerinin, apilarnilin içerdiği bileşenlerin antiinflamatuar ve antioksidan özellikleri sayesinde LPS’nin neden olduğu kalp hasarı üzerinde terapötik bir etkiye sahip olabileceğini göstermektedir.
INTRODUCTION: Endotoxemia is a serious complication that is featured by hypotension, weak tissue perfusion and multiple organ failure that is among the top factors that lead to mortality in hospitalized patients. Apilarnil (drone bee brood) is a honeybee product that has biologically active characteristics. Apilarnil contains 25 - 35% dry matter, 9 - 12% protein, 6 - 10% carbohydrates, 5 - 8 lipids, 3% ash, and other, unidentified substances. Additionally, its chemical composition includes vitamins (vitamin A, beta carotene, B1, B6, PP, and choline), minerals (calcium, phosphorus, sodium, zinc, manganese, iron, copper, and potassium), and essential amino acids that cannot be synthesized by humans or other animal organisms. Endotoxemia-induced cardiotoxicity is reported in the recent evidence. In this study, it was aimed to determine whether apilarnil, a bee product, has a protective effect on heart tissue in the case of endotoxic shock, which is one of the major causes of intensive care units, by histopathological and immunohistochemical evaluation of TNF-α and BNP in the heart tissue.
METHODS: 32 Sprague dawley male rats were randomly divided into four equal groups as control, apilarnil administered group (0.8 g/kg), lipopolysaccharide (LPS) group, and apilarnil together with LPS administered group. Immunohistochemical evaluation was performed to determine the differences in the expression of TNF-α and BNP in the heart tissue.
RESULTS: Edema, hemorrhage, and infiltration was observed in the LPS group compared to the control group and groups receiving apilarnil. It was observed that this damage decreased significantly in the group treated with LPS and apilarnil. Tumor necrosis factor-alpha (TNF-α) and brain natriuretic peptide (BNP) expressions were significantly increased in the LPS group, and co-administration of LPS and apilarnil suppressed these increased expression levels.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our data indicate that the protective effects of apilarnil may have a therapeutic effect on heart damage caused by LPS by the anti-inflammatory and antioxidant properties of the components found in apilarnil.

16.
Oksitosin uygulaması vinkristin ve sisplatin kaynaklı kortikal nöron toksisitesinde DNA hasarını ve toplam oksidatif stres parametrelerini iyileştirir
Oxytocin administration improves DNA damage and total oxidative stress parameters in vincristine and cisplatin-induced cortical neuron toxicity
Betül ÇİÇEK, Ali TAGHİZADEHGHALEHJOUGHİ, Serkan YILDIRIM, Gizem ESER, Mustafa GÜL, Mecit KANTARCI, Ahmet HACIMÜFTÜOĞLU
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.70846  Sayfalar 730 - 739
GİRİŞ ve AMAÇ: İn vivo ve in vitro deneysel çalışmalarda oksitosin (OXT)’in antioksidan özelliği sayesinde vinkristin (VCR) ve sisplatinin (CP) neden olduğu periferik nöropatide umut verici terapötik potansiyele sahip olduğu bildirilmiştir. Serebral korteks duyu, algı ve hafıza gibi işlevlerden sorumlu olan beyin bölgesidir. Beynin bu bölgesinin hasar görmesi merkezi sinir sistemi işlevlerinin bozulmasına neden olabilir. Buna rağmen, kortikal nöronlarda VCR ve CP’nin neden olduğu toksisitede OXT’nin etkinliğini bildiren herhangi bir çalışmaya rastlamadık. Bu çalışmada in vitro olarak VCR ve CP’nin neden olduğu kortikal nöron toksisitesinde OXT’nin etkilerini biyokimyasal olarak TAS-TOS düzeylerini ölçerek ve immünohistokimyasal olarak 8-OHDG ekspresyonunu belirleyerek araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kortikal nöron hücrelerine VCR ve CP’ye ayrı ayrı ve farklı konsantrasyonlarda uygulanırken aynı zamanda 5 dakika boyunca OXT’ye (1 µM) maruz bırakıldıktan sonra, hücrelere ayrı ayrı ve farklı konsantrasyonlarda VCR ve CP uygulandı. Hücre canlılık testi, MTT yöntemi kullanılarak yapıldı. Antioksidan/oksidan aktiviteyi belirlemek için TAC ve TOS düzeyleri ölçüldü. 8-OHdG ekspresyonu, oksidatif DNA hasarının bir göstergesi olarak incelendi.
BULGULAR: Kortikal nöron hücrelerine VCR ve CP uygulaması doz bağımlı olarak sitotoksisiteye neden olurken nöron hücrelerine VCR ve CP maruziyetinden önce OXT uygulaması nöronal sitotoksisiteye karşı koruma sağladı. TAS seviyeleri, OXT+VCR ve OXT+CP’ye maruz kalan hücrelerde pozitif korelasyon gösterirken, TOS seviyeleri ve DNA hasarı (8-OHdG seviyeleri) negatif korelasyon gösterdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: OXT, VCR ve CP’nin kortikal nöronlarda neden olduğu toksisiteyi TAS düzeyini artırarak, TOS düzeyi ve DNA hasarını azaltarak gösterdiği saptanmıştır. Bu çalışma sonuçlarına göre OXT antikanser ajanların neden olduğu toksisitede protektif ajan olarak kullanılabileceği düşünülmüştür. Ancak, OXT’nin etki mekanizmalarını açıklığa kavuşturmak için daha ileri çalışmalar yapılmalıdır.

INTRODUCTION: Oxytocin (OXT) has been reported to have promising therapeutic potential due to its antioxidant properties in vincristine (VCR) and cisplatin (CP) induced peripheral neuropathy in both in vivo and in vitro studies. The cerebral cortex is responsible for sense, perception, and memory. Damage to these parts of the brain can lead to impairment of central nervous system functions. However, the effectiveness of OXT in toxicity caused by vincristine and cisplatin in cortical neurons has not been reported. In this study,we aimed to investigate the effects of OXT in VCR and CP-induced cortical neuron cell culture toxicity via biochemically measuring TAS-TOS levels and immunohistochemically determining 8-OHDG expression.
METHODS: Cortical neuronal cells were exposed to different concentrations of VCR and CP, and also after the neuronal cells were exposed to OXT (1 µM) for 5 minutes, VCR and CP concentrations were applied to the cells. Cell viability was determined using the MTT method. TAC and TOS were measured for antioxidant/oxidant activity. The expression of 8-OHdG was investigated as an indicator of oxidative DNA damage.
RESULTS: Administration of OXT before CP and VCR exposure was able to protect against neuronal cytotoxicity. TAS levels increased positively correlated with in cells exposed to OXT+ VCR and OXT+ CP, while TOS levels and DNA damage (8-OHdG levels) negatively correlated.
DISCUSSION AND CONCLUSION: OXT alleviated the toxic effects of VCR and CP-induced cortical neuron toxicity by increasing the TAS levels, while decreasing TOS levels and DNA damages. According to the results of this study, OXT has the potential to be used protective agent for anticancer agents induced toxicity. However, further studies are needed to clarify mechanisms of action of OXT.

17.
Vahşi kuşlarda Salmonella Typhimurium ve Salmonella Hessarek
Salmonella Typhimurium and Salmonella Hessarek in wild birds
Elçin GÜNAYDIN, Özlem KARDOĞAN, Gülsen GONCAGÜL, Yavuz ÇOKAL, Pınar MURSALOĞLU KAYNAR
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.34538  Sayfalar 740 - 747
GİRİŞ ve AMAÇ: Vahşi kuşlar, bilinen salmonelloz taşıyıcıları olmasına rağmen sporadik Salmonella salgınları da rapor edilmiştir. Bu çalışmada, 2017-2018 sonbahar ortası ile kış aylarında, sırasıyla Çorum İli Çöp Depolama Alanı ve Bartın Limanı’nda meydana gelen serçe ve kara başlı martıların iki ölüm olayının nedeni olan etken araştırılmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Ölü olarak bulunan serçe ve kara başlı martıların nekropsi bulgularına dayanarak septisemik salmonellosisten şüphelenilmiştir. Bu bağlamda konvansiyonel kültürel yöntemle dokulardan (karaciğer, dalak, kalp) ve ISO 6579: 2002/Amd 1: 2007 (Annex D) ile ince barsak örneklerinden izolasyonu, tanımlanması ve Kauffman White Şeması ile de serotiplendirmesi yapılmıştır.
BULGULAR: İki ölüm vakasından biri Bartın Limanı’nda görülmüştür. S. Typhimurium kara başlı martıların (Larus ridibundus) ölümlerinin etkeni olarak tespit edilmiştir. Serçelerde (Passer domesticus) gözlenen diğer ölüm olayının Çorum İli Çöp Depolama Alanı’nda olduğu bildirilmiştir. Serçelerin septisemik bakteriyemisinden S. Hessarek’in sorumlu olduğu belirlenmiştir.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Her iki durumda da ölüm vakalarının görüldüğü yerler kent yaşamı ile yakın etkileşim içinde olan yerlerdir. Edinilen bilgilere göre Bartın Limanı’nda kara başlı martıların kentsel atıklarla beslenmeye adapte olup, çöplüklerde ve kanalizasyon çıkışlarında yiyecek arama eğilimi gösterdikleri, serçelerin göç mevsiminde yiyecek bulmak için Çorum İli Çöp Depolama Alanı’ndan beslendikleri bilgisine ulaşılmıştır. Ticari yumurtacı sürülerinin bulunduğu Çorum’da S. Hessarek ve Bartın Limanı’nda zoonotik bir patojen olan S. Typhimurium’un sirkülasyonunun kanatlı ve insan sağlığı açısından göz ardı edilmemesi gerektiğini düşündürmüştür. Her iki etkenin de vahşi kuşlarda epidemiyolojisi incelenmesi gerekmektedir.
INTRODUCTION: Sporadic Salmonella outbreaks were also documented in wild birds, although wild birds are the well-known carriers of salmonellosis. In this study, we investigated the causative agents of two death events of sparrows and black headed gulls occurring in the Çorum City Landfill and Bartın Port, respectively, between mid-autumn and winter of 2017–2018.
METHODS: Septicemic salmonellosis was suspected based on necropsy findings of dead sparrows and black-headed gulls. In this context, isolation and identification was done according to conventional cultural method for the tissue samples (liver, spleen, heart) and ISO 6579: 2002/Amd 1: 2007 (Annex D) for small intestine samples, and serotyping were carried out according to Kauffman White Scheme.
RESULTS: One of the two mortality events was seen in the Bartın Port. S. Typhimurium was found to be the causative agent of black-headed gulls’ (Larus ridibundus) death. The other mortality event observed in sparrows (Passer domesticus) was determined in the Çorum City Landfill. S. Hessarek was determined to be responsible of the septisemic bacteremia of sparrows.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In both cases, where the death cases observed were the places which had a close interaction with urban civilization. According to informations, while black-headed gulls were adapted to feeding on urban waste and showed tendency to scavenge for food at rubbish tips and sewage outfalls in the Bartın Port, sparrows fed from the Çorum City Landfill to obtain food during migration season. Circulation of S. Hessarek in Çorum where commercial layer flocks existed and S. Typhimurium, a zoonotic pathogen in the Bartın Port were thought not to be ignored for poultry and human health. The epidemiology of both agents should be examined in wild birds.

TEKNIK RAPOR
18.
Baş biti enfestasyonlarının etkin kontrolü için uluslararası tavsiyeler
International recommendations for an effective control of head louse infestations
Kosta Y. MUMCUOĞLU, Richard J. POLLACK, David REED, Stephen BARKER, Shirley GORDON, Ariel Ceferino TOLOZA, Maria Ines PICOLLO, Ayşegül TAYLAN ÖZKAN, Olivier CHOSIDOW, Birgit HABEDANK, Joanna IBARRA, Terri L. MEINKING, Robert VANDER STICHELE
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.78872  Sayfalar 748 - 761
Baş biti enfestasyonları, en gelişmiş olanlar da dâhil olmak üzere çoğu ülkede halk sağlığını ilgilendiren bir sorun olmaya devam etmektedir. Makalede sunulan tavsiyeler, bu parazitin prevalansını azaltmak amacıyla baş biti kontrolünde farklı otoritelerin, kurumların, endüstrinin ve kamunun rollerini ve etkilerini vurgulamayı ve bilgilendirmeyi amaçlamaktadır. Sağlık yetkililerini, bu tür enfestasyonların doğru şekilde tespit edilmesi; mevcut ve yeni pedikülositler, tıbbi cihazlar, repellentler, bit ve yumurta giderici ürünlerin değerlendirilmesi amacıyla daha etkili yöntemler izlemeye teşvik etmeyi umuyoruz. Pedikülositler ve tıbbi cihazlar, kullanım talimatlarında doğrulanabilir açıklamalara sahip olmalı ayrıca aktif bileşenlere ve formüle ürünlere karşı bitlerin direnç seviyelerinin mevcut durumunu belgelemek için periyodik olarak test edilmelidir. Bit yaygınlığının salgın düzeyine ulaştığı iddiaları ortaya atıldığında, gerçek yaygınlık düzeyinin kanıtlanması amacıyla çocuklar periyodik aralıklarla objektif olarak değerlendirilmelidir. Sağlık hizmeti sunanlar ve toplum geneli için düzenlenen sürekli eğitimlerle bitlerin biyolojisi, önlenmesi ve kontrolü konusundaki yanlış bilgilerin düzeltilmesi sağlanabilir. Ebeveynler, çocuklarını baş biti açısından düzenli olarak kontrol etmeli ve gerektiğinde tedavi etmelidir. Sağlık yetkilileri, vakaları ve yaygınlığı azaltmada bir araç olarak kullanılan ancak bilimsel gerekçesi olmadığı gibi çocukların sağlığı ve huzuruna da ters etki yapan “sirkeye geçit yok- no-nit politikası” tarzında çocukları okuldan uzaklaştırmaya dayalı politika ve uygulamaların ortadan kaldırılması için mücadele etmelidir.
Head louse infestations continue to be a concern of public health in most countries, including the most developed ones. The present recommendations are intended to inform and stress the role and impact of the different authorities, institutions, industry, and the public in the control of head lice in order to reduce the prevalence of this parasite. We encourage health authorities to pursue more effective methods to correctly identify such infestations, and evaluate existing and new pediculicides, medical devices, louse repellents, and louse- and nit-removal remedies. Pediculicides and medical devices must have verifiable claims in the instructions for use and should be tested periodically to document current levels of resistance by lice to the active ingredients and to the formulated products. Where the prevalence of lice is claimed to be epidemic, children should be periodically evaluated objectively to document the actual level of prevalence. Continuing education for health providers and the general population promises to correct misinformation regarding the biology, prevention, and management of lice. Parents should regularly inspect their children for head lice and treat as necessary. Health authorities are encouraged to eliminate policies and practices that rely upon school exclusion as a means to reduce incidence and prevalence, e.g., the ‘no-nit’ policy which lacks scientific justification, and are counterproductive to the health and welfare of children.

DERLEME
19.
SARS-CoV-2 nasıl tespit edilir: Moleküler tanı teknikleri hakkında kısa bir inceleme
How to detect SARS-CoV-2: A brief review about molecular diagnosis techniques
Ahmet ÇARHAN, Ender ŞİMŞEK, Özen ÖZENSOY GÜLER
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.87533  Sayfalar 762 - 775
Yeni tip koronavirüs (SARS-CoV-2) 2019 yılında akut solunum yolu hastalığı olan hastalarda tespit edilmiştir. SARS-CoV-2’nin sebep olduğu en önemli semptomlar; ateş, kuru öksürük, nefes darlığı, iştahsızlık, yorgunluk ve boğaz ağrısıdır. Solunum yoluyla bulaşabilen ve tüm dünyaya yayılmaya başlayan bu virüs küresel bir sorun haline gelmiştir. Bu virüsün sebep olduğu hastalığa Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından Covid-19 adı verilmiştir. DSÖ’ye göre Covid-19 bir pandemidir ve insanlığın son yüz yıldır böyle bir salgın yaşamadığı belirtilmiştir. Yarasalardan köken alan bu virüs Aralık 2019’da Çin’in Wuhan eyaletinde insana bulaşmıştır. Bu virüsten kaynaklı 2021 Ocak’ta, tüm dünyada 96,658,420 onaylanmış vaka ve 2,092,062 ölüm meydana gelmiştir. Bu durum ise, bu virüsün tespit edilebilmesinin önemini her geçen gün arttırmaktadır. SARS-CoV-2’nin tanı ve tedavisinde birtakım sorunlar ve zorluklar gözlenmektedir. Bu hastalığı tespit edebilmek için klinik olarak göğüs tomografisi, röntgen ve moleküler testler kullanılmaktadır. Kullanılan moleküler teknikler, PCR tabanlı ve PCR tabanlı olmayan yöntemlerdir. Genellikle SARS-CoV-2’nin tespiti PCR yöntemine dayanmaktadır, ancak izotermal nükleik asit amplifikasyon testleri de bu tür enfeksiyonların tanısı için umut verici alternatifler olmuştur. Mevcut tanı seçenekleri arasında, qRT-PCR testinin kullanımı altın standart bir test olarak düşünülmektedir. Ancak bu yöntemin de test kapasitesi ve kullanılabilirliği, hızlı, güvenilir ve yaygın olarak erişilebilir moleküler tanı için küresel talepleri karşılayamamaktadır. Dolayısıyla, bu derlemede SARS-CoV-2 teşhisinde kolaylık ve hızlı tespit etmek için moleküler tanı tekniklerinin kullanımına dair bir derleme bu çalışmamızla hedeflenmiştir.
A new type of coronavirus (SARS-CoV-2) was detected in patients with acute respiratory disease in 2019. SARS-CoV-2 is a virus that can cause fever, dry cough, shortness of breath, anorexia, fatigue and sore throat, which can be transmitted through respiration and has started to spread around the world and has become a global problem. The disease caused by SARS-COV-2 has been named Coronavirus Disease 2019 (Covid-19) by the World Health Organization (WHO). According to the WHO, Covid-19 is a pandemic and it is stated that humanity has not experienced such an epidemic in the last hundred years. The coronavirus originated from bats and was transmitted to human through unknown animals in Wuhan province of China in December 2019. On January 2021, 96 658 420 confirmed cases and 2 092 062 deaths have occurred in the world. There is a growing need in the detection of SARS-CoV-2. A number of problems and difficulties are observed in the diagnosis and treatment of Covid-19. Chest tomography and molecular tests are used to detect SARS-CoV-2. The molecular techniques used are PCR-based and non-PCR-based methods. Usually detection of SARS-CoV-2 is based on PCR, but isothermal nucleic acid amplification tests have also been promising alternatives. Currently, qRT-PCR is a golden assay and it is widely used although many alternative assays have been developed for recent years. The current testing capacity and availability can not meet the unprecedented global demands for rapid, reliable and widely accessible molecular diagnosis. In addition, there is a need for a comprehensive strategy compare the molecular techniques used in the field. Since in this review we aim to give a summary of molecular diagnosis techniques to detect Covid 19.

20.
Pandemi süreci kapsamında biyolojik ve kimyasal silahlar ve alınacak tedbirler
Evaluation of biological and chemical weapons in the scope of the pandemic process and the measures to be taken
Ali Gürkan ARSLAN, Özlem BARIŞ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.41017  Sayfalar 776 - 783
Biyolojik saldırı veya biyoterörizm; bir tarafın politik, ideolojik, ekonomik vb. sebeplerle hastalık etkeni biyolojik ajanları kullanarak tüm canlılarda hastalık oluşturması veya ölümle sonuçlandırmasıdır. Zehirli okların kullanıldığı ilkel dönemlerden başlayarak 2001 yılında ABD’ye karşı şarbon sporlarının kullanılmasına kadar çok çeşitli şekillerde biyolojik saldırı düzenlenmiştir. Kimyasal saldırılar biyolojik saldırılar kadar köklü olmasa da eskiden beri kullanılmakla birlikte asıl tarih sahnesine çıktığı dönem 19. yüzyılda modern kimya endüstrisinin gelişmesiyle olmuştur. Özellikle Dünya savaşlarının cereyan ettiği dönemde kimyasal saldırılar sonucunda birçok insanın yaralanmasına, kalıcı hasara ve ölüme sebep olmuştur. Doğal salgın hastalıkların sebep olabileceği pandemi ise bir etkenin veya hastalığın çok geniş bir alanda yayılmasıdır. Bu yayılma ile birlikte yayılma gösterilen bölgede panik, kargaşa ve kaos ortamı oluşur. Covid-19 pandemisine sebep olan virüs en güncel örnektir. Yeni tip koronavirüs, Çin’in Wuhan kentinden çıkarak önce Çin’de yayılım göstermeye başlamış, sonrasında İran, İtalya ile birlikte Avrupa kıtasına ve Amerika kıtasıyla birlikte de dünya çapında etki göstermiştir. Milyonlarca insana bulaşmış, yüzbinlerce kişi vefat etmiş, küresel boyutta çevresel, sosyal, psikolojik ve ekonomik sorunlara neden olmuştur. Yakın tarihte influenzaya bağlı, birbirinden farklı pandemi süreçleri yaşanmış, milyonlarca insan vefat etmiş olmasına rağmen gerekli hazırlıklar yapılmadığı için devletler yeni tip koronavirüse karşı etkin ve verimli bir savunma gösterememiştir. Biyolojik saldırı ve doğal salgınlar aynı etki ve özelliklere sahip olduğundan olası bir biyolojik saldırıda devletlerin nasıl bir karşılık göstereceği tahmin edilememektedir. Mevcut pandemi sürecindeki gibi hazırlıksız yakalanıldığı durumda ortaya çıkacak muhtemel sonuçlar kuşku vericidir. Bu çalışmada biyolojik saldırılar ve doğal salgınlar ele alınmış ve olası bir saldırı veya yeni bir afete karşı nasıl tedbir alınacağı değerlendirilmiştir.
Biological attack or bioterrorism is one of the sides to cause disease or death in all living things by using biological causative agents of disease due to reasons such as political, ideological and economic. There were many biological attacks from the primitive ages when poisoned arrows were used to the use of anthrax spores in 2001 against USA. Although chemical attacks are not as deep-rooted as biological attacks, they have been used for a long time, but the period when they came to the stage of history was the 19th century with the development of the modern chemical industry. Chemical attacks caused injuries, permanent damage and death to many people especially during the period of World wars. The pandemic that can be caused by natural epidemic diseases is the spread of a factor or disease in a very wide area. With the spread of disease; panic, unrest and chaos environment occurs in the spreading area. Coronavirus (Covid-19), which causes the current pandemic, is the most recent example. Coronavirus out broke in Wuhan, China, and started to spread in China first, and then Iran, and had an impact on Italy as well as European continent and around the world with the American continent. It infected millions of people, hundreds of thousands of people died, and caused environmental, social, psychological and economic problems on a global scale. Recently, different pandemic processes related to influenza have been experienced, but states have not been able to demonstrate an effective and efficient defense against the new type of coronavirus since the necessary preparations were not made despite the death of millions of people. Since biological attack and natural epidemics have the same effects and characteristics, it is not possible to predict how the states will respond in a possible biological attack. As in the current pandemic process, the possible consequences that will arise when caught unprepared are doubtful. In this study, it is evaluated how biological agents and natural epidemics are similar to each other and how to take measures against a possible attack or a new disaster.

21.
Yangı (iltihap, inflamasyon) süreçlerinde otakoidler
Autacoids in the inflammation
Serkan KEMER, Sefa METİN, Gökçe SURAL, Emine DEMİREL YILMAZ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2022.66742  Sayfalar 784 - 801
Otakoidler normal fizyolojik yanıtları ortaya çıkarmak için çeşitli uyarılarla hücrelerden lokal olarak salınan ve çok kısa sürede etkinliklerini kaybeden, organizmada birbirine yakın komşu hücreler arasında yerel iletişimi sağlayan maddelerdir. Sentezlerinde, salınmalarında veya iletilmelerinde ortaya çıkabilecek dengesizlikler, yangı, alerji, aşırı duyarlılık ve iskemi reperfüzyon hasarı gibi patolojik durumlara önemli ölçüde katkıda bulunur. Fizyolojik ve patolojik süreçlerin tümünde görev alan bu haberci moleküller, yangıda da çok önemli roller üstlenirler. Yangının farklı aşamalarında ya da türlerinde görev alan otakoidler, hem tetikleyici hem de düzenleyici olarak iş görürler. Bu maddeler, yangıya katılan hücrelerin iletişim ağına aracılık ederek organizmanın hasarlı/yabancı/zararlı etkeni ortadan kaldırmasını sağlarlar. Otakoidler, bağışıklık hücrelerinde depo halinde bulunabileceği gibi; yangı uyarısıyla aktivitesi ve ifadesi artan enzimler aracılığıyla da sentezlenebilmektedir. Kimyasal yapılarına göre, gaz (NO, H2S, CO); yağ (prostaglandinler, lökotrienler, lipoksinler, PAF); peptid (anjiyotensinler, kininler, P maddesi, endotelinler, natriüretik peptidler); amin (histamin, serotonin) ve protein (sitokinler) olarak ayrılan otakoidler; yangıda bir çok hücreden salgılanabilmektedir. Akut ve kronik yangının hem görev alan otakoid çeşitleri hem de bunları sentezleyen inflamatuvar hücreler bakımından da çeşitli farkları bulunabilmektedir. Ancak bu moleküllerin süreç boyunca, hangi hücreden ne kadar salgılandığı, gerçek zamanlı olarak henüz ortaya konamamıştır. Akut evrede nötrofil ve makrofaj hâkimiyeti altında salgılanırlarken kronik evrede yangı tipine göre lenfositler ve makrofajlar salgı görevini devralmaktadır. Yangı tedavisinde bu maddelerle ilgili olarak enzim inhibitörleri, reseptör antagonistleri agonistleri ya da analogları, birçok ilaç kullanılmakla birlikte daha seçici, etkinliği yüksek ve yan etkileri daha az yeni ilaçların geliştirilmesi için yoğun çalışmalar sürmektedir. Bu derlemede yangıda görev alan otakoidler; hücresel kaynakları ve yangı süreçleri bağlamında ele alınmış ve yangıda ilaç hedefi olarak konumları incelenmiştir.
Autacoids are substances that released locally from cells with various stimuli to elicit normal physiological responses and lose activity in a very short time providing local communication between adjacent cells in the organism. Disproportion in their synthesis, release or transmission contribute significantly to pathological conditions such as inflammation, allergy, hypersensitivity, and ischemia-reperfusion injury. These messenger molecules participate in all physiological and pathological processes, and assume very important roles in inflammation. Autacoids, which take part in different stages or types of inflammation, work both as a trigger and as a regulator. These substances mediate the communication network of the cells involved in the inflammation, enabling the organism to eliminate the damaged/foreign/harmful factor. Either autacoids can be found in immune cells as storage or enzymes whose activity or expression increase with inflammatory stimulus can also synthesize them. According to their chemical structure, autacoids are classified in groups of gaseous (NO, H2S, CO), lipid (prostaglandins, leukotrienes, lipoxins, PAF), peptide (angiotensins, kinins, Substance P, endothelins, natriuretic peptides), amine (histamine, serotonin) and protein autacoids (cytokines) and they can be secreted from many cells in the inflammation. There are various differences in acute and chronic inflammation in terms of both the types of autacoids involved and the inflammatory cells that synthesize them. However, how much of these molecules are secreted from each cell during the process has not been revealed in real time yet. While they are secreted under the dominance of neutrophils and macrophages in the acute stage, lymphocytes and macrophages take over the secretory function according to the type of inflammation in the chronic stage. Despite the use of many drugs as enzyme inhibitors, receptor antagonists / agonists or analogues in the treatment of inflammation, intensive studies are underway to develop new drugs, which will be more selective, highly effective and have less side effects. The aim of this review was to discuss autacoids involved in inflammation in the context of participating cells and inflammatory processes and to evaluate their situation as a drug target in inflammation.

LookUs & Online Makale
w